28 Kasım 2013 Perşembe

yokluğundandır...




ilkbahar iken bile,
ruhumda hazanı yaşıyordum.
her bakışımda hayata,
yapraklarımı, gözlerimden döküyordum...
damla damla,yüreğimi dağlıyorsam,
şiirlerle şarkılarla sarhoşsam,
bilinmez zamanlardan beri,
yalnızlığa hüküm giymişsem,
yokluğundandır...



7 Kasım 2013 Perşembe

karışık...

Çok hızlı geçiyor..!
Çok hızlı..!?
Ömrüm...

Neye, ne kadar,
Ne gibi yakınım..!
Ah..!
Bir bilsem...

Hava limanları ve garlar arası,
Yerine, olsaydı bir tavan arası...
Bolca kitap
Ve minik bir pencerecik...

Ürperten yalnızlık,
Şefkatle okşayan seccade...
Ve gözlerde bir damla,
Bin mana ile süzülmekte...

Ayrılış vakti melodileri,
Düşmekte duvarlardan,
Ruhumun tam ortasına...

Hevesler,
Umutlar,
Beklentiler,
Hayal kırıklıkları
Karışık..!

Şaire hüzün lazım,
Aşka hasret...
Bana da sen...



3 Kasım 2013 Pazar

ezanların da olmasa...


Bir sonbahar vakti gitsem,

Dalından düşen yaprak misali...
Kaldırım kıyısında bir yaprak neyse,
Şehrimde de ben öyle işte...

Hep eğretiydim, 

Hep yabancı şu dünyaya,
Bir numara büyüktü
Ya da, ben çok çok küçüktüm.
Saklandım bu yüzden insanlardan,
Bir kedi, bir papatya, bir kuş sesi daha iyi geldi,
Ve ille vazgeçilmezim: ruhuma işleyen ezanlar...
Dünyadaki en güzel ses, lahuti, anlatılmaz; yaşanır, yaşatır.Sırlarla dolu, ötelerden, yücelerden, yüceler yücesinden Yüce bir Davet...
Nasıl duymaz insan..?
Duyar da nasıl susmaz insan...
Aslında bir şiir yazmaya niyetlenmişken, ezandan bahseden bir yazıya döndü.Vardır bir hayır...Belki bir kaç kişinin ezana hürmetini sağlar. Düşününüz, fıkıh der ki : Kur'an okurken bile, ezan-ı Muhammedi (sav) okunsa, okumaya ara ver, bekle ve ezanı dinle, duasını yap, sonra kaldığın yerden Kur'an oku...
Bu böyleyken, vaiz nasıl ezan okunurken vaaza devam eder, insanlar nasıl diziydi, haberdi umursamaz..!?

Ezanların da olmasa, ne diye durayım dünya sende..?

Bu yüzden hep kızdım o yüce davetin nidasında lakırdı edenlere...
İstedim ki, çıt çıkmasın şehirde,
Yaprak kımıldamasın,
Canlı, nebat ne varsa sükunetle dinlesin
Kulak değil,
Ruh versin ezana,
Verebiliyorsa can...

Bir sonbahar vakti gitsem,

Sabah ezanları okunurken mesela,
Namaz sonrası abdestle Rahman'a...
Mezarım da yakın olmalı camiye,
Ayak seslerini, 
Su ve kuş seslerini  duymalıyım mesela...
Musallaya birini getirdiler mi,
- Çoğalıyoruz burada, gelen var, demeliyim...
Beş vakit ezanlarla beslenmeliyim,
Kıyamet kopuncaya dek...





24 Ekim 2013 Perşembe

göreceksin..!



Çocuk hesapsız çıkarsız güler,
Senin yüreğindeki çocuğa ne oldu ?
Bir kez denesen, çocuklar gibi olmayı,
İnan, değişecek dünyan...

Bu gidiş gidiş değil be dost !
Bak yine yıl sonu rüzgarları esmeye başladı batıdan..!
Yeni yıla kimler çıkar bilinmez !
Azrail'in adeti değil haberli gelmek!
Hadi bu gece aç içini kendine,
Yüzünü ekşitmeden, sorgula kendini,
Yapıp ettiklerini,
Aynada gördüklerinden korkma..!
Kapat hatalarla dolu sayfaları,
Açmamacasına...

Daha kaç saatlik mevsimin kaldı geride?
Bir kez ve hemen şimdi başlasan, yenilenmeye,
Göreceksin kazanan sen olacaksın.

23 Ekim 2013 Çarşamba

ilkbahar, yaz; sonbahar kış



''Bir yılda dört mevsim var:
ilkbahar, yaz;
sonbahar kış'' diyerek baharı yaşamıştık okul sıralarında...

Bir çırpıda geçiyor gençlik,
Bir çırpıda bitiyor işte dünya hayatı.
Tatlı bir anı oldu bu sevimli sözler,
Şimdi kendi sonbaharımıza.

İyi ki, ölüm yalnızca ''öte'ye geçişin bir adı yalnızca...
İyi ki, sonsuzluk için boyut değiştirme olgusu...
Gözden perdelerin kalkmasının başlangıcı...
Ya iman etmezlerin sanısı gibi,
Ölüm yokluk olsaydı (haşa)
O zaman bizatihi ölümlü oluş ne kadar acı olurdu.

Ey verdiği nimetleri, sayılamayacak olan Allah..!
Ölümü de aczimize ve cennet sabahına ulaşmak için bize nimet kıl.
Amin.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Huzurlu bayramlar...


Yola çıkmadan bir kaç cümle düşeyim ''bakkal defteri karalamalarım''a...

Bu yıl geçen yıllara oranla, büyük baş hayvan yok sattı, çok önceden tükendi..

Yani bu yıl, insanımız daha çok kurban keserek Allah'ın emri bir ibadete rağbette zirve yaptı, çok şükür...

Birileri de eskisi gibi medyada hayvan sevgisi hümanistliğine soyunma fırsatı bulamadılar...

Burada Kurban ibadetinin hikmetlerinden falan bahsetmeye gerek görmüyorum.

Müslüman için, Allah'ın kendisine verdiği akıl nimeti ile Allah'ı sorgulama küstahlığı ve daha Kur'ani ifade ile ''kafirlik'' yapmak mümkün olmadığına göre; zaten sorun (!) da yoktur...

''Hem babam hacı, hem de bir dinin hayvan kesmeyi ibadet saymasını anlayamaıyorum'' gerzekliği ve maalesef mürtedliği adı Hasan olan birinden çıkıyorsa, o artık zındık olmuştur.Adı Hans olan birinden çıkarsa o da, İslam düşmanlığını barındırdığı içini dışa vurarak, cehennemde daha katmerli azaba davetiye çıkarıyor demektir.

Müslüman için bir ibadeti yapmanın temel sebebi, Allah'a imanı ve o ibadetin Allah'ın emri ve Allah'ın rızasının o ibadetler manzumesinde saklı olmasındandır.

Gerisi teferruat, bilgiye bilgi ekleme; öğrenme merakını gidermektir.

Allah her şeye kadirdir  ve her şeyi ezelden ebede kadar ''tam'' olarak bilendir.

Biz şeksiz şüphesiz buna iman ettiğimiz için adımız elhamdülillah Müslüman...

Yok fakirler hiç değilse yılda bir et görür, amenna... Toplumsal kaynaşma, unuttuğumuz akrabaları ziyaret ( tabi sahillere kaçmadıysanız.) Ve elbette dargınlıkların mutlaka barışması, mutlaka...Mazeretsiz, fakatsız, amasız...Mutlaka ! Üç günden sonra dargın kalış haram, çok kırgınsan, gönül kırgınlığını içinde tut, ama barış, tokalaş, konuş, selamlaş...

Yola çıkmam lazım...

Ah..!

Aslında uzun ince bir yoldayız zaten, şu satırları yazarken uzaktaki camiden sela sesi yayılıyor, ''uyuyan şehrin'' üstüne...

Çok uyuma, ömür sermayeni uykuya, gereksiz telaşlara yem etme diyor...bak bayramın ikinci günü yine aldım içinizden birini diyor.  Ben Allah'ım ve hep diri olanım. Hiç bir şey ilmim dışında değil ve hiç kimse bu dünyada unutmadan, ölüm vakıası ile hesaba, huzuruma alınıyor diyor...

Huzurlu bayramlar...




13 Ekim 2013 Pazar

Hayat ve ölüm içi içe...


Aldığımız her nefes bir hayat...
Ve aldığımız her nefes aynı zamanda bir ölüm !
Hayatla ölüm o kadar iç içe ki; her an doğanların ve ölenlerin olduğu şu dünya sahnesinde, artık ne doğum mucizesine, ne de ölüme; hak ettikleri ilgi ve ihtiramı göstermekten bile aciziz !
Sürekli bir koşturmaca...
Nereye...?
Ne için ?

Yaşadığımıza şükrediyoruz, çoğumuz...
Bir bedeli var, biliyor kimimiz !
Ve bilmiyor, anlamıyor çoğumuz !
Zaman hızla bizi öğütüyor değirmeninde..!
Her an hücrelerimiz ölüyor ve yenileniyor...
Milyarlarca kez...
Ama her an değişiyor ve yaşlanıyoruz.
Her an dönüşüyoruz biz faniler...
Toprağa, aslımıza dönüşüyor, ruhumuzu taşıyan ceset !
Bir yanımız, huylarımız, karakter ve asaletimiz bu yüzden göklerden ve göklere bakıyor.
Diğer yanımızsa, topraktan, toprağa bakıyor ve çamur gibi kötülüklerimiz bundan...
Yani her şey aslına rüc'u ediyor, dönüyor.
Kimin madeni altından ise, layık olduğu cennetlerden biri onu bekliyor...
Kimin maden de tenekedense, neylesin cehennem !
Cevherimizi altın ya da teneke yapma kabiliyeti  verilmeseydi ezelde, kendisi dışındaki her şeyi hatta Yaratıcıyı bile suçlandırırdı insan! 
Yine de suçlayanlar, soru, hesap soran bedbahtlar öylesine çok ki...

Aldığımız her nefes bir hayat...
Ve aldığımız her nefes aynı zamanda bir ölüm !

''He'' sesi ile, ''Hay'' hep diri bir Allah diyerek nefes aldığının bilincinde, daimi huzurda oluşla huzura erenler ile, Hay'dan geldik Hu'ya gidiyoruz sözünü, Hay-Huy şeklinde anlayanların; aslında Hay'dan geldik, Hu'ya gidiyoruz'u, hep diri,sonusuz olan Allah'tan geldik, yine O'na (Hu O demektir) gidiyoruz diyenlerin hayatı ve bu hayat içindeki paradokslar, med-cezirler.

Şairin  dediği gibi : 

''Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...'' (N.Fazıl)

Geçen gün uzun bir aradan sonra Beyoğlu, İstiklal caddesi, meşhur parkı vesaire gezerken aklıma gelmişti bu ''Canım İstanbul'' adlı şiiri...

Her günümüz, bir önceki gibi, benzer ya da geçen günü aratacak şekilde.
Oysa ''İki günü eşit olan aldanmıştır.'' 
Politika, trafik, hava raporları, paranın notları...derken ömrüm nereye..?

Gaflet gözümüzde perde,
Gaflet yolumuza pranga...
Bir aldanışla geçiyorsun ömrüm!
Geceler aşıklara ayrı bir dünya,
Tarifsiz lezzet, sonsuzluk kevserinden damıtılan,
Biz gibilere de zaman yiyen hortum !
Ah nefsim, bir an kadar havlamasan..!


4 Ekim 2013 Cuma

Allah ve Peygamberi ne derse o...

''Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.''(Ahzab suresi:36) 

Yukarıdaki ayet, güzel Peygamberimizin (sav) azatlı kölesini evlatlık edinmesi ve ''evlat edinmeyi'' Allah'ın, Peygamber şahsında kesin olarak kaldırdığı olaylar esnasında nazil olan ayetlerdendir.

Yani kendi sulbünden olmayan biri ile aynı evde evlat edinerek, öz evlat gibi kendimize mirasçı kılmak dinimiz İslam'da kesin olarak yasaklanmıştır. 

Yetimlere yardım mı, dışarıdan dilediğince yap, bu çok sevap...

İslam hukukunda, özel olarak, bir konuda inen ayetler, yani ayetin, hükmün, hususi olması; genel hükümler için de geçerli olmasına engel değildir. Öyle olsa, geniş İslam hukuku/ fıkhı doğmaz, Müslümanlar günlük meselelerinde, problemlerinde çaresiz kalırlardı.

Esasen İslam'ın 4 ana delili, kaynağı Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'da bu açıdan hak mezheplerin varlığı ile, bizlere geniş bir uygulama ve İslam'ı yaşama alanı oluşturmuştur.
Peygamber diliyle bu mezheplerimiz arası ihtilaf, yani farklı bakış, algılayış ve uygulama, ''Müslümanlar için rahmettir'' buyrulmuştur.

Konumuz ne evlatlık müessesesinin, dinimizde olmayışı, ne de mezhepler...
Ahzab suresinin yukarıda verdiğim 36 numaralı ayeti.
Hani çok duyuyoruz ya, benim hayatım, benim tercihim, benim param...nasıl istersem öyle yaşar, öyle harcarım...
Yaşayamazsın,
Harcayamazsın,
Yiyemezsin....diyor bizi yoktan yaratıp bu hayatı ve imtihanı yaratan Allah..!

Her hangi bir olayda, onu İslam'a danışacak, uygun olup olmadığını kontrol edecek, ona göre yapacaksın diyor ayet.

Allah ve Peygamberinin bir konuda, hükmü, bildirisi, emri varsa; artık senin başka yollara, nefsinin/egonun tercihlerine yönelmen söz konusu bile değil diyor ayette Allah...

Allah ve Peygamberi ne diyorsa o...

Buna rağmen, ''bu benim hayatım, kime ne diyenler'' için ayetin sonunda büyük bir tehdit ve niteleme var...(Elbette istemeden, elimizde olmadan günahlarımız olacak, bu başka, İslam'ın hükümlerini bile bile-Allah korusun- reddediş bambaşka.) Sapkınların yerinin, cehennem olduğunu belirtmeye gerek var  mı bilemem.

Devlet kursan bu ayete göre, yani İslam'a göre kuracaksın.
Evlensen bu ayete, yani İslam'a göre evleneceksin.
Ticarette böyle.
Okulda böyle,
Pazarda böyle,
Sosyal hayatın her aşamasında böyle...
Zira Allah her yerde var ve bu mülk, bu can O'nun...
Allah ve Peygamberi ne buyursa o...







1 Ekim 2013 Salı

aldırma..!



Söndürdüğüm mumun geride bıraktığı o koku gibi,
Hasretler hüzünlerle dans eder,
Zaman zaman, 
Bu serseri yüreğimde...

Keşkeler, boşvermişliklerin sarmalında, içime çöreklenince,

Umut, ufuktan bana el sallayan bir uçurtma misalidir,
Kıvrak melodilerin, her defasında hüzzama bürünmüşlüğünde...

Gölgeler gezinir duvarlarımda,

Yabancılık çekişim belki de bundandır;
Bu, adına dünya denilen aleme.

Belki de baştan başa çelişkiyim ben kendime

Ve bir baş ağrısı çevreme...
Olurum işte ara-sıra böyle !
Depresyonum azdı der, sarılır, saklanırım yorganımın içine..!
Yetim bir çocuk slüeti vardır artık duvarlarda,
Ölüme bir iç çekiş,
Hayata dudak büküşle yarışır böyle zamanlarda...

Hüzün olmasa, şiir yazılamazki...

Mutlu adamdan şair olmaz, unutma..!
Şiir yazayım diye bir miktar hüzün aldım, çalan fondan...
Hepsi bu,
Aldırma..!



17 Eylül 2013 Salı

Sosyal medya şarlatanlıklarından sadece biri !


Bu paylaşım epeydir birileri (!) tarafından sosyal medyada pişirilip, pişirilip servis ediliyor ve o ''birileri'' ismi cismi ve Türk bayraklı (!) bizden gözüken söylemleri ile aslında, bizden olmayanlar çetesinden..!

Bunu bazı eylemlerde de defalarca gördük.Kaşıdıkça kaşıdılar, kışkırttıkça kışkırtıp provoke ettiler/etmeye de devam ediyorlar.

Bu toprakları karıştırmak isteyen, huzurumuza ve birliğimize kastedenler her devirde olacaktır.

Ne demek : '' Yaptığım hiç bir şeyden pişman olmam...Yapmışsam göze almışımdır..!''
Bu bir Müslüman fikri, düşüncesi olabilir mi Allah aşkına ?
''Hiç bir şeyden''
İstisnası yok mu bunun kuzum ?
Başkaldırı, şeytani bir desise...
Bir de göze almış...!
Daha elindeki sigarayı bileğine dayayıp acısına katlanamazken, diş ağrısına dayanamazken...!
''Salak, salak'' derdik çocukken birini kızdırmak için...

İnsan ve kul olarak ne çok hatalarımız, günahlarımız var; bilerek bilmeyerek; isteyerek, istemeyerek...
Peygamberler bile ilahi koruma ile masum oldukları halde, ''zelle'' denilen Allah'a karşı bizlere ders sadedinde kusurları olmuş ve hemen secdeye/tevbeye kapanmışlardır.
Beriki ''Yaptığım hiç bir şeyden pişman olmam...Yapmışsam göze almışımdır..!'' diyebiliyor.
Ne cesaret..!
Cahil cesurdur diye boşa denmemiş.
Sorsan cehennemi bile göze alacak !
Oysa bizler kusurlu ve aciz kullarız.
Nasıl pişman olmayız, ki bu güzel dinimiz bize, ümitsizliğe ve yukarıdaki panodaki düşüncesizliğe düşmeyelim diye :  "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği  kimseler yaratırdı." (Müslim, Tevbe, 9, Tirmizî) müjdeler sunmaktayken.

Yani günah, hata bizler için. Önemli olan hatada ısrar üzere olmamak ve pişmanlıkla vazgeçmek.
Bu satırları yazarken bir kanalda, adam ''adamı dinden imandan çıkarma'' diye tirip yaptığını, dehşetli gözüktüğünü sanıyor ! Oysa İslam'a göre bu tür sözlerin ciddi anlamda mutlak karşılığı var ve adam bu sözle okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmış oluyor !

Kısacası kelimeler ve kullanımı çok önemli, gelişi güzel, şaka ya da asabiyet malzemesi olarak kullanmamaya özen göstermek, iman meseledir.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Kendine iyi bak !

Allah'a emanet ol, Allah'a ısmarladık yerine, bye bye dedikleri gibi,
''Kendine iyi bak'' diyor herkes...
Oysa bunu demesek de herkes kendisine,menfaatine,çıkarına ve bedenine ''çok iyi'' bakıyor.
Obezite bir biçimde hem de..!
Marka delisi olarak !
En son ürünü en önce alma hastası olarak !
Bu yüzden ben özüne iyi bak demeyi tercih ederim.
''Özüne iyi bak'', işgal altındaki ruhuna iyi bak...
Özüne,çekirdeğine,aslına,asabene,asaletine iyi bak...
Onları ihmal etme, unutma !
İhmal ettiğimiz için ruh zayıf, cılız, fukara ve gıdasız...
Beden doymak bilmez nefsin arsası gibi, şişkin ve kanaatsiz.
Yirmi dört saat durmaksızın, değirmen gibi, yukarıdan gönderdiklerimizi öğütmekten canından bezmiş bir mide ve sair organlar...
Sonra yorgun ve çok doyamamaktan uykulara teslim oluş, salih rüyalar yerine kabus gibi geceler...

Özüne iyi bakmıyorsun artık insan!
Öz'ünü unutalı ne çok oldu.
Öz'ü kadim zamanlardan şu, adına modern zamanlar denilen günümüze gelirken yol'da unuttun.
Hoş sen, yol'u da unuttun, yolcu olduğunu da..!
Yol neydi ? 
Yolcu kimdi ?
Hancı gibi, hiç ölmeyecekmiş, hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi ipe un serdin ?
Misak'ı da unuttun, 
Kal-u Bela neydi sahi..?
Ne çok şey'i unuttun, unutturdular sana ve sen de hazırdın sanki unutmaya !
Ait olduğun koskoca bir dünya, sana küskün; ne görüyor ne duyuyorsun !
Salih rüyalar bile uğramaz oldu, o ihmal ettiğin ruhuna...
Öz'ün ağlıyor, öz'ün perişan, öz'ün mahrum, öz'ün mahkum, öz'ün garip !
Başını bir kez kaldır seni tutsak eden klavyelerden, aklını çelen akıllı telefonlardan, renkli camlardan...
En son ne zaman izledin gökyüzündeki bulutların san'atını, gece yıldızları ve ayı...
Toprağa uzaklığının ve bir çiçeğin başını okşamayışının üstünden kaç zaman geçti ?
Mekanik bir bilgisayar robotu olmazdan önce sen bunları yapardın ve bir çiçeğe konmuş kelebeği sessizce  ve hayranlıkla izlerken  ''vay be'' yerine ''Sübhanallah, sen bunları boş yere yaratmadın Rabbim'' diye hayranlıkla iç huzuru ile nefeslenirdin.

Öz'ünü kaybettirdiler, öz'üne kastettiler oysa.
Tarihi bir arıza oldu ve sen bir anda ceddin ile, asabenle bağlarını, bin yıllık iletişimini, gönül zenginliğini kaybediverdin!
Hafızanı (löshen) silip, sana başka bir hafıza kartı ve kimlik yüklediler, asla öz'üne ait olmayan!
Geldiğin medeniyet aşağılandı yok sayıldı, nankörce !

Bırak artık kendine iyi bakmayı..!
Bakmaya muktedirsen Öz'ün seni bekliyor ! 



8 Eylül 2013 Pazar

yeni...


''Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan,donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.'' Hz.Mevlana (ks)






5 Eylül 2013 Perşembe

''Eylül'ü selamladı hüzünler...''



Çok değerli arkadaşım, yine nefis, derin ve çok duru bir yazı kaleme almış...

Benim iki mevsimim vardır, doğumumu ve öteye geçişimi temsil eder.

İlk ve sonbahar...

Yazısında sevdiğim mevsimlerden olan sonbaharı görünce tekrar tekrar okudum, zevk ve hüzünle.

Berrin Gök arkadaşım ''Eylül'ü selamladı hüzünler...'' başlıklı yazısında yeni girdiğimiz sonbaharı çok lezzetli kaleme almış.

''Hazan vurdu gök yüzümü,  sema/m yaşlı,
Toprağım yok, mevsimim deniz şimdi..'' diyerek bitirmiş şiirini...

Tamamı kopyalanmadığı için linki buraya alıyorum. Sayfamda saklamak istedim.
Kalemine bereket arkadaşım diyerek.

http://berringok.blogcu.com/eylul-u-selamladi-huzunler/14591601



20 Ağustos 2013 Salı

Seven sevdiğinin mutlu olmasıyla mutlu olandır !

Kaderin, yani Allah'ın taktiri, planlaması ile,kulların cüz'i iradeleri ile planladıkları bazen aynı, bazen farklı tezahür eder.

Kul olarak çoğu zaman bunu ve sakladığı sırları bilmeksin, kararlar alırız ama an gelir, ''kaderin vakt-i saati tecelli eder ve kalbimizi ısrarla aşka kapadığımızı sandığımız halde, tüm kapılar ''bir anda'' açılıverir...

Şu sıralar benim de öyle oldu...

Şahsıma karşı duygusal bağı olduğu halde, bunun karşılığını veremediklerimden, çok azı hariç, ''umduğun gibi olmayacak, sen yapamazsın, benim gibisini bulmazsın'' gibi neredeyse ''beddua''lar almış bulunmak; doğrusu bendenizi şaşırtmadı, yalnızca üzdü...

Belki bir çoğu, ilk anda duygusal tepkiler ve zamanla bana empati yapmayı başardıklarında, iş bu beddua gibi -kendilerine sormadığım - yorumları, beni gerçekten sevmişlerse, ''dua''ya dönüşecektir.

Çünkü seven sevdiğinin, sevdiği ile mutlu olmasını istiyorsa, gerçek sevgidir ve içinde bencillikten eser yoktur!

Yoksa, benim her gece yalnız bir erkek olarak yaşamıma, birilerinin hayallerini süsleyen kahraman (!) olarak devam etmemin neresi sevgi / sevmek Allah aşkına...

Neymiş ben topluma mal olmuşum...Görende beni megastar sanacak! Ki megastarın bile sevgilisi var..!

Murat Mesut facebook sayfamı dondurdum evet ve en azından uzun süre, ya da hiç bir zaman açmayacağım...''Bir yudum teselli'' de sevgili admin arkadaşlarım, gerek bu blogumda eski şiirlerimi, gerekse yeni gönderdiğim ''içimin saçmalıklarını'' zaten yayınlamayı sürdürüyorlar.Mesele şiir ve yazılarımı takipse, zaten sorun yok !

Önemli bir konuda bana ulaşmak içinse zaten burada mail adresim var, iletişim hakkı ve okuyucuya saygı adına.

İlginç olan, yeni durumum yüzünden küsenler, teselli sayfasına da uğramamış gözükmeyi tercih ettiler ! Ki ben zaten beğeni adedi ile başından beri ilgili değilim.''Kendimden kendime yazıyorum'' yazmak benim için bir ihtiyaç ve önemli olan ''bakkal defteri karalamalarım'' ile deftere bir  şeyler çiziktirmek...Bunu yapmak bana iyi geliyor.

Uzun lafın kısası, ''hani hayatında kimse olmayacaktı'' türü serzenişler bana sevimli gelmekle birlikte, bazı dostlarımın üzülmesini hem anlıyor, hem de onlara üzülmüyor değilim. Ama nereye kadar...? Başta da dediğim gibi, ilahi taktir, zamanı gelince, tedbiri bozar ve kaderin hükmü yürürlüğe girer..Henüz yolun başında biri olarak, kendime -sevinen çok az sayıdaki dostlarım gibi- Allah tamamına erdirsin diyerek, huzurlu bir ahir ömür diliyorum, cümlemizle birlikte.

15 Ağustos 2013 Perşembe

biter bir gün...



Biter bir gün bu acılar bu ölümler,
Ölümün öldürüldüğü yerde !
Cennet sabahına eriştiğimizde,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler..!
Filistinli, Suriyeli, Arakan'lı,Hocalı'lı 
Bosnalı,Mısır'lı, Doğu Türkistanlı çocuklara,
Neden öldürüldükleri sorulduğu zaman,
Huzur pınarlarının başında,
Hiç bir şey olmamış gibi mutlu olunca,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler,
Biter haksızlıklar, zulümler...
Akan kan yerine,
Altlarından ırmaklar akan adn cennetlerine ulaşınca,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler...
Adına dünya denilen aşağıların aşağısı,
Bu sefil yerden, yücelikler alemine kanat açınca...
Biter canım, inan ki ne acı kalır bir daha,
Ne de acılardan bir iz...




12 Ağustos 2013 Pazartesi

kolye...


aşksızlığın ninnisinde uyutmuştum,
içimdeki aşka hasret kimliğimi...
ha bitti, bitecek derken ömrüm;
yapılır mı bu bana ey yar..?
bir busen, ab-ı hayat oldu,
boynumda asılı kaldı,
ve toprak bahara uyandı...



11 Ağustos 2013 Pazar

Teşekkürlerimle, burada saklamalıyım...




''Hani der ya şair ;''senin gibi bir dostu olmalı diye...''

Evet dediği gibi dostum'sun.. İyi ki doğmuşsun. 


Nice güzel sağlıklı mutlu yaşların olsun, etrafında senin gibi yürekli dostların tutsun ellerini bırakmamacasına...


Dost kumbaram da varlığından mutlu olduğum güzel insan...


Hüznünün penceresine dualı kelimeler sürüp sürüp susan insan...


Kelimelerini inancın gül kokulu şakağında büyütüp yağmur olup yağan insan...


Cömert yüreğinin kıyılarına vefanın rengini de alıp insana dair güzel resimler yapan can yürek...


Nice mutlu yıllara sağlık huzur ve umutla...''







7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bayram




Bir çırpıda bitti işte onbir ayın sultanı Ramazan..Ne kadar menziline girebildik bilmiyoruz ama ümidim şu ki, biz samimi elimizde geleni yapmışsak, Allah bizi arınmış olarak bayram sabahına ulaştıracaktır inşallah.

Mübarek Ramazan bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle, sağlıklı, huzurlu ''bayram gibi bayramlar'' dilerim...

Selam ve sevgilerimle...



6 Ağustos 2013 Salı

Osmanlı'da hayvanlara merhamet

Fotoğrafı bir Üsküdar gezimde Yeni Valide Camiinde, çekmiştim. Gülnuş Valide Sultan tarafından yaptıralan bu camide, kuşların barınması için yapılan sanat şahikası kuş yuvası.

İyi ki, ecdadımız bu camileri, vakfiyeleri yapmışlar da, İstanbul, betonlar arasında daha fazla boğulmaktan bu sayede kurtulmuş...

En azından ağaçlarıyla, sanat eseri mimarisiyle göze hitap edip, gönle sürur vermekteler.

Osmanlı'da merhamet yalnızca insanlara münhasır değildi.Öyle dizilerde uydurulduğu gibi, padişahlar astığı astık biri de değildi.Bu bizden gözükenlerin bize ve tarihe büyük iftirası ve kötülüğüdür.Hukuk var ve padişahlar da hukuka uymak zorunda yöneticilerdi.

Sözü uzatmadan,yabancı tarihçilerin tespitlerinden bir kaç kesitin de yer aldığı yazıya aynen yer veriyorum:

''Hayvanlara olan merhametlerine dair birkaç örnek verecek olursak: Hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmak kanunen yasaklanmıştır. Zabıta kuvvetleri, bu yasağı ihlâl edenleri takip edip, hayvanı dinlendirmek ve sahibine de ceza olarak aynı yükü taşıtmakla mükelleftir. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın “Süleymaniye Camii” yapılırken yük taşıttırılan hayvanlar hakkındaki bir dizi fermanı da, bu hassasiyetin bir nişanesidir. 

Mezbahalarda kurban edilecek hayvanların hissiyatına dahi dikkat edilmiş, kesimle alakalı bir şey görmemesi için gözleri bağlanmıştır. Ayrıca fazla ızdırap verilmemesi için de bıçakların son derece keskin olmasına dikkat edilmiştir.

Pazarlardan canlı kuşları kafesleriyle satın alıp azat etmek, merhamet tezahürü bir anane hâline gelmiştir. Büyük binalar inşa edilirken kuşlar için de süslü yuvalar yapılmıştır. Üsküdar’daki Yeni Cami’nin duvarlarında bulunan zarif ve sanat harikası kuş yuvaları, hayrat sahiplerinin bu husustaki hissiyat ve inceliğini pek bâriz bir şekilde aksettirir. 

Bunlara ilaveten Osmanlılarda, avcılık, caiz olduğu halde, ihtiyaç hâlinin dışında tavsiye edilmemiştir. 

Türk düşmanlığıyla bilinen Avukat Guer şöyle der: 
“... Müslüman Türk’ün şefkati hayvanlara bile şâmildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki köpek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Verilenlere alışmış olan hayvanlar da, besicilerin şefkatli seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen yanına koşmakta hiçbir kusur etmezler. Kasapların da her gün muayyen miktar kedi ve köpek beslemeleri, itiyat hâlindedir. Ayrıca Şam’da, hastalanan kedi ve köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır.”

Du Loir: 
“Osmanlının bazı şehirlerinde kediler için yapılmış mekanları, gıdaları için tesis edilmiş vakıfları görünce hayret etmeyecek insan var mıdır?.. Yavruları olan köpeklerin barındırılması için sokaklarda kulübelerin yapılması ve gıdaların teminine bilhassa itina edilmesi de, hayret vericidir. Bunları yapanlar, kendilerine Cennet kapılarını açacak birçok sevaplar kazandıkları itikadındadırlar” der.

Comte de Bonneva’nın kitabında da şu ifadeler vardır: 
“Türkler, kedi, köpek vesaire gibi başıboş hayvanlar için de vakıflar tesis ederler. Kasaplar da, her gün bu gibi hayvanların bir miktarını vicdanen beslemekle mükelleftirler.”

Osmanlı ülkesi, bünyesini bir muhabbet ve şefkat ağı gibi ören, vakıf ve benzeri hizmetler sayesinde adeta dilencisiz bir ülke hâline gelmiştir. Öyle zamanlar olmuştur ki, Müslüman zenginler zekatlarını verecek fakir bulmakta güçlük çekmişlerdir.

Hayvanlara bile bu kadar merhametli olan bir milletin insanlara olan merhametini siz düşünün. Bu sebeple o dönemlerde dilenciliğin ne olduğu adeta meçhuldür. Hatta nüfusu iki milyona kadar çıkmış olan İstanbul’da Türk dilenciye rastlanılmadığı bilinen bir gerçektir. Osmanlıların, öldükten sonra bile kimseye yük olmamak için, kefen paralarını dahi, henüz hayatlarındayken ayırıp, daima üzerlerinde taşımaları, malum ve maruf bir âdet hâlindedir.

Corneille Le Bruyn’in seyahatnamesinden: 
“...Türklerin hayrat ve hasenata çok düşkün olduklarını ve hatta Hıristiyanlardan çok daha fazla hayrat vücuda getirdiklerini inkâra imkan yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesadüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenat vakıflarıdır.” 

(Mehmet Oruç, Türkiye, 01.12.2001)



4 Ağustos 2013 Pazar

Dindar olmasan da güzeldir Ramazan.



Dindar olmasan da güzeldir Ramazan.

Iskalanmaması, tadına varılması gereken çok özel bir dönemdir.

Ramazan; sıcak pide kuyruğundaki sabırsız bekleyiştir.

Posta kutunda davulcuların fotoğraflı ilan savaşları; elinde tokmak, kapına dayanmış bıyıklıdır.

Eski günlerdir; anneannendir, dedendir, oradan oraya koşturan aç annendir.

Gün doğumuna yakın; uykulu gözlerle içtiğin çay,televizyondaki Türk filmi, radyodaki türküler ve oyun havalarıdır.

Gün batımına yakın; mutfaktan gelen mis gibi kokular,tertemiz masanın üzerindeki zeytin tabağı, beklediğin ezandır.

Alış veriş sonrası verilmiş imsakiye, abur cubura uzun aradır.

Minarelerdeki renkli floresanlar, akşam sokakta atılan volta,ciğerin en derinine çekilmiş dumandır.

Yetişilememiş bir iftar, uyanılamamış bir sahur,erken kopartılmış bir lokma ekmektir kimi zaman.

Bir ortaklık duygusudur Ramazan.

Yalnız, yapayalnız olmadığının duygusudur.

Hep birlikteliktir.

Acıya, sıkıntıya beraber katlanma,ödülünü de beraber paylaşmadır.

Çevrende onca gönülle aç kalmış insan varken,
“sizinleyim – ben de yemiyorum!” dur.

Arkasından gelen bayram, öpülen eller, açılmış kollar,belki bir daha asla olamayacak sımsıkı kucaklaşmalardır.

“İyi dilekler”dir Ramazan.

Yüzyıllardır süregelen bir paylaşma dönemini ıskalamayın.

Dindar olmasan da, tek dua bilmesen de, çok güzeldir Ramazan.

Tadına varın...


Yalçın Ergir

3 Ağustos 2013 Cumartesi

bir İstanbul borcun var bana


Bir İstanbul borcun var bana,
Paso geçelim şu aptal kaygıları,
Bir çocuk neşesiyle,
İstanbul kazan, biz aşık olalım...
Biraz deli dolu
Ve biraz da umarsız.
Hadi gel anılara yelken açalım,
Şurası Üsküdar, şurası Şemsi Paşa, Salacak...
Bak martılar da burada, Kızkulesi gibi,
İnsanlar değişse de onlarda hep aynı sevecen vefa.
Ver elini, 
Bugün bizim,
Fethi Paşa'da çaya ne dersin?
Bana  bir İstanbul borcun var,  
İstanbul sensiz eksik,
İstanbul sensiz yaralı,
Bir güvercin gibi çaresiz...
İstanbul bensiz yarım,
İstanbul bensiz küskün...
Bir İstanbul borcun var bana,
İstanbul'u gözlerinde görmek istiyorum,
Gözlerinde İstanbul olmak,
İstanbul rüyasına dalmak.
Bak ne çok İstanbul dedim,
Ben İstanbul diyorsam aşkla,
Bu, sen demektir,
Seni söylemektir, her defasında,
Seni özlemektir, İstanbul gibi,
Ve seni istemektir,çılgınca...
Bir İstanbul borcun var bana,
Bir aşk borcun var bana,
Bir İstanbul, bir aşk...
İstanbul...
Aşk...

2 Ağustos 2013 Cuma

Ramazan yazıları (25 ) ve son...


Ramazan 30 gün değil mi dediğinizi duyar gibiyim.

Ne bileyim, içim tamam dedi. ''Tamam, bilgin gibi; hayatında uygulamaktan eksik, aciz ve kusurlu olduğun halde, dini alanda yazman, tamam..!''

Erişmek istediğim, dalmak istediğim konular güzel de, bende iş yok.Belki bu yazıyı da yazmamalıydım.

Geçen gün bana ''değiştiniz siz'' diyen arkadaşa ne ısmarlasam azdır. İnşallah dediği  gibidir, artık gitmeye hazırlanan mübarek ay, inşallah bir nebze de olsa değiştirmiştir, ben gibi mücrimleri...

Hürmet önemli, buna birileri Ramazan Müslümanlığı deseler de, çok önemli aslında.

Bir zamanlar, merhum ve meşhur vaizlerden biri anlatmıştı.Ramazanda yanında sigara içen gence :

-Oğlum ayıptır, oruçlulara saygı göstersene,

- Allah'ın bildiğini kuldan ne diye saklıyayım, demiş genç; sigarasından bir nefes daha çekerken.

Hocamız durur mu, gencin pantalonunun cinsel bölgesine işaret ederek sormuş :

- Bunun içinde ne var..?

- İç çamaşırım !

- Onun içinde ne var ?

- Kem küm, şey işte o  var, malumunuz

- Peki o şeyini de Allah bilmiyor mu, ne diye Allah'ın bildiğini kullarından saklıyorsun.?

Yani kabahat/günah gizlidir. Nafile ibadetler gibi ve bir günahın varsa, onu kimselere anlatma ki, Allah gazaplanmasın, affı zora sokma !

Şimdi hem açık açık yiyor içiyorlar, hem de....evet hem de cinselliği de ulu orta yaşamaktan ar duymuyorlar.
''Ar'' da ne ? Anlamayız ''ar''dan! Bize Türkçe konuş!
Ar, haya, utanma...Tamam tamam çekinmiyorlar diyelim kısaca...
Ve hatta onlara bakan suçlu, hatalı, onlar değil !

***

Mustafa İslamoğlu, Hayreddin Karaman...benim nazarımda muteber olmayan, pek çok görüşleri aşırı uçta olan yazarlardandırlar.Okumam ve uzak dururum onlardan.Büyük tehlike !

Aslında benim listem bir hayli kabarıktır. Ali Şeriati, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hamidullah, Karadavi, M.Esed, Yaşar Nuri, Beyaz, Bayraktar Bayraklı, A.Bayındır....say say bitmez...

Bu isimleri, şahsi görüşlerini İslam diye sattıklarından eleştirir ve okumam.Yoksa kişisel olarak hepsi benden üstün insanlar, zaten şahıslarıyla bir sorunum olamaz da.

Mesela geçen gelen mailde, kadın neden regl / adetliyken camiye giremesinmiş, Kabe'yi tavaf edemesinmiş, abdestsiz Kur'an okuyamasınmış! Bunlar dini zorlaştırmakmış ! Olayı nakledene dedim, sor kimin peşinde, bu o bayanın kendi fikirleri olamazdı çünkü.
Mustafa İslamoğlu'nu takip ettiği anlaşıldı ! Gördünüz mü ? ''Klavuzu'' iyi seçmek lazım demek ki...''Dini kimden aldığınıza dikkat ediniz'' mealli hadis geldi aklıma...

Dinde reformcu hareketlerin türedileri, naylon müçtehidleri, itikadımızın, imanınımızın hırsızları her devirde olagelmiştir.

Evet sevgili dostlar,
Ramazan serisinin son yazısı olsun. Çeşitli yerlerde paylaştınız, güzel yorumlar, analizler yaptınız.Allah razı olsun, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.

Artık önümüzde ''final'' bir ömre bedel mübarek Kadir gecesi var, sonra bayram ve bayramlaşma...

Ramazanı güzel geçiren, kalan ayları da güzel geçirir diyor alimler. İnşallah güzel geçmiştir, geçer ve getirdiği hediyelerden nasiplenenlerden oluruz.

Bayramı, bu çok ciddi sınavı verdiğimiz için Allah bizlere hediye etmiştir.

İnşallah bayrama günahsız erenlerden olabilmemiz duasıyla, sevgiler...

Dip Not: İslamoğlu ile ilgili aldığım itiraz için bakınız :

http://cancenk.blogspot.com/2008/05/mustafa-islamolu.html

http://cancenk.blogspot.com/2009/04/mustafa-islamoglunun-meali.html

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/m-islamolunun-abdestsizlik-fitnesi.html

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/m-islamolunun-baz-anormal-grleri.html




1 Ağustos 2013 Perşembe

Ramazan yazıları (24) ''şol yel esip geçmiş gibi..''



'
'Geldi geçti ömrüm benim, 
Şol yel esip geçmiş gibi...
Hele bana şöyle gelir 
Şol göz yumup açmış gibi.'' 

Yunus Emre'mizin dediği gibi...

İşte göz açıp kapamış gibi ramazan 24 yazısı.

Ne çabuk geçti,

Daha dün Merhaba ey şehr-i ramazan diyorduk, daha dün...

Şimdi elveda ilahileri söylenirken, marketlerde bayram şekerlemeleri çoktan yerlerini aldı.

Doğrusu ramazan yazılarına başlarken, her güne bir yazı yazabileceğimden emin değildim.Her defasında bu son olur diyordum.

Sizlerin ilgisi ve sizden gelenlerle çat-pat seriye döndü.

Bu noktada biraz tefekkür etmeliyiz. 

Bu mübarek ay bize neler kazandırdı ?

Kazandırdıklarını nasıl kalıcı hale getirebilirim ?

Nasıl çoğaltabilirim ?

İrademin gücünü, ben istedikten sonra daha başka, başaramamış gözüktüğüm hangi noktalarda kullanabilirim? Artık irademin gücünü bildiğime göre,yeter ki isteyeyim.Hayatımda, kendimle ilgili kararları uygulamam için, tek yapmama gereken karar verip, yola çıkmak.

Kur'an ayında elimize Kur'an aldık mı her fırsatta ? 

Benim çocukluk arkadaşım anlatmıştı. Bir gün camiye ezandan önce girmiş. Kur'an okuyan yaşlı sayılabilecek bir adam ona dönerek, dominant bir edayla :

- Kur'an okumasını biliyor musun ? diye sormuş.

- Hayır bilmiyorum.

- Neden bilmiyorsun, neden öğrenmedin, gel bakayım yanıma...

Biraz mahcup yanına sokulmuş adamın.

- Bu benim kartım.Ben emekliyim.Benim işim senin gibi Kur'an bilmeyenlere, öğretmek.
Her gün  senin istediğin bir camide ve saate ben gelip sana onbeş günde öğretirim anlaştık mı ? demiş.

Biraz da nazikçe nasihat etmiş.Allah bizi muhatap aldı, değer verdi ve bir Kitap gönderdi.Bu değer verişe ilgisiz kalınır mı canım a, diye tatlı sert konuşmuş.

Ve arkadaş öğrenmekle kalmamış, ''hep içimde bir dileğim vardı, ölen annem ve ölmüşlerim için Yasin'i ezberlemek, çok şükür o da nasip oldu, çok mutluyum.'' demişti.

Kur'an demişken, bu mucize kelam 600 küsür sayfa ve şu hafızlar...

İnsan beyni ile Kur'an arasında müthiş ve sırlı bir bağ var. Nasıl olur da, noktalı ha'sına kadar hatasız ezber yapar hafızlar. Mesela başka din mensubu papaz ya da hahamlar kendi kitaplarını ezberleyemiyorlar...

Geçen gün biri evde Kur'an okurken, hafız arkadaşı telefonla aramış. Hemen okuduğu yeri telefonda duyurmuş. Devamını alalım hafızım der demez, karşı taraf bülbül gibi inmiş sayfayı kaldığı yerden...Olağanüstü bir şey bu.

Ahkâmı ile yaşadığımız dönemlerde kimse bileğimizi bükemedi. Dünyanın süperi olduk. Bunu bildiklerinden Kur'an ile aramıza girdiler, bizi izm'lerle, kendi uşaklarıyla içimizden vurup ayırdılar hem bizden hem de Yüce Kitabımızdan...

İki milyar İslam dünyasını başsız, halifesiz bırakırken, kendi papalıklarını Vatikan dini devleti ile kutsayıp, korudular.İki milyar İslam dünyasının dini lideri sesi yok ama onların var !

''Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına 
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına 

İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin 

Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.''

Yani Kur'an bir hayat rehberi, hayat kitabıdır diyor Akif.Öyle süslü kılıflar içinde duvara asmak için değil. Klavuz bilmek, rehber edinmek için. O canlıdır, ölüye de diriye rahmettir.O bu ayda Kadir gecesinde nazil olmaya başlamıştır. İçinde yaş ve kuru her şey vardır, bulamazsak, bizim ilimsizliğimizdendir ve bulamadıklarımız onun tefsiri, Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatı ve hadisleridir, yol arkadaşları, sadık takipçileridir...

Allah bize son kitabı ve elçisini gönderdi. Artık başka kitap ve elçi gelmeyecek. Bugünlerimiz de bir daha geri gelmeyecek.Belki bazılarımızın son ramazanı, birçok insan bayrama bile erişemeyecek.

İşte temizlemek, arındırmak için geldi ve bir çırpıda gidiyor, ''şol yel esip geçmiş gibi..''








30 Temmuz 2013 Salı

Ramazan yazıları (22) Fitre üzerine notlar


1-Fitre vermek, orucun kabul edilmesine, ölümün şiddetinden ve kabir azabından kurtulmaya vesile olur.İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın fitre vermesi vacib olur. Nisaba malik değilse fitre vermesi vacib olmaz, fakat vermesi iyidir.

2-80 gr altın ya da karşılığı bir yıldır üzerindeyse,(yani nisaba maliksen) isterse borcun olsun zekat ve fitre alamazsın.Çünkü bu durumda dinen zengin sayılıyorsun.(*)

3-Bu miktar üstünde ise zekat vermen farzdır.

4-Bu miktar, yani 80.18 gr.altına tekabül eden para üstünden FİTRE (fıtır sadakası) söz konusu ise bir yıl geçmesi gerekmez.

5-Nisaba malik değilse fitre vermesi vacib olmaz, fakat vermesi iyidir.Herkes kendi durumunu vicdanen iyi bilir.Hadis-i şerifte,''Sadaka-i fıtrı, küçük büyük, zengin fakir herkesin vermesi gerekir'' buyrulmuştur. (Ebu Davud)

6-En az miktarı kişi başı bu yıl 10 TL.dir.Asıl ölçüsü, verdiğin fitre bir fakiri bir gün doyurabilmelidir ki, bu da en azı günde 2 öğündür.
Zengine fitrede üst sınır yoktur.Ne kadar çok verirsen, o kadar çok sevap ve oruçtaki hataları giderir.

7-Ana-babaya, dedeye, büyük anneye, evlada, toruna, hanıma ve kâfire fitre verilmez.

Fakir olmak şartı ile kardeşe, geline, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey çocuğa, üvey babaya, üvey anneye fitre verilir.

Hala, amca, dayı, teyze, kardeş, kardeş çocuğu gibi akrabaya fitre vermek daha çok sevap olur.

8-Oruç farz olmayan çocuklar için de fitre verilmesi gerekir.

9-Geçmiş senelerde  verilmeyen fitreler ve özür sebebi ile oruç tutamayanlar da verir.

10-Zekat ve fitrede verirken kişiye bunun zekat ya da fitre olduğunu söylemeye gerek yoktur.Verenin niyet etmesi yeterlidir.Böylelikle alan kişi de rencide olmamış, incinmemiş olur.

11-Fitre ve zekat vekalet yoluyla da ulaştırılabilir.

12-Fitre bir derneğe verilmez, fakire verilmelidir.Zekat verilecek yerlere fitre de verilir.

13-Fitre veremeyecek kadar fakir her Müslümana fitre ve zekat verilir.İlle namaz kılıp kılmadığını araştırma şartı yok.

14-Bir özürden dolayı Ramazanda oruç tutmayan kimseler, dinen zengin sayılıyorlarsa ve bu oruçlarını kaza edecek bedenî güce de sahip değilseler, tutamadıkları her bir oruç için fitre vermekle yükümlüdürler.

(*) Nisap  yani zengin sayılmanın altınsal değeri 80,18 gr olarak verdim.Bir de 96 gr. şeklinde bilgiler de var.Bu merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocanın hesabıdır.Bazıları bunu esas alıyorlar.Ama ben bu gibi konularda tedbirciyimdir.Ne olur ne olmaz diye alt sınırdan zekat hesabından yanayım. Zengin üçe beşe bakmaz.Verdiklerimiz bizimdir.

Yılda bir kez olduğu için sizler ve kendim için tazelediğim bilgi notları bu kadar.