23 Temmuz 2013 Salı

Ramazan yazıları (15) Mesneviden ders alsak...

Bu yazımı Hz.Mevlana'nın, Mesnevi-i şerifinden özet olarak ''Bu ne yaman çelişki !'' başlıklı dersine ayırmak istiyorum.Aslında bu şekliyle kime ne kadar ne anlar onu da bilmiyorum.Tefsir edilmemiş Mesnevi, Kur'an mealine benzer, belki fayda yerine (doğru anlayamamaktan kaynaklanan zarar da söz konusu, en iyisi bazı yerleri numaralandırmak ve dip not olarak kısa açıklamayla paylaşmak.)

Lütfen telaşlı zamanınızda okumayınız.Boş mide ve boş zihinle, her kelimenin üstündeki sırlara, işaretlere yoğunlaşarak okumanızı tavsiye derim.

Hayatınızda hiç Mesnevi okumamış ve sürekli bazen o Pir'e ait, bazen adına uydurulan netteki paylaşımdan öte geçememişseniz, elin ecnebisi kadar Hz.Mevlana'nın eserlerine vakıf değilseniz, işte bir kaşık bal çalıyorum ağzınıza.Afiyet olsun.

''Ahmaklar bilgisizliklerinden Mecnun’a dediler ki: Leyla pek o kadar ahım şahım bir şey değil. Şehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.

Mecnun dedi ki: Suret testidir, güzellik şerbet, Allah bana onun suretinden şerbet içirmede. Halbuki onun testisinden size sirke verdi de onun için onun sevgisi, sizin kulağınızı tutup çekmede.

Allah, bir testiden hem zehir verir, hem bal. Onu bana veren de ulu Allah'dır, bunu, şuna veren de. Testiyi görüyorsun ama o  şerbet (1)  doğru olmayan göze görünmez. Can zevki, ehlinden başkasına bakmaz, hısmından başkasına nişane vermez. O  şerbet  ehlinden başkasını görmez. Şu zarf hicapları ise onu gizleyen çadırlara benzer.

O deniz bir çadırdır ki, onun içinde kaz yaşar. Fakat kuzgunlar ölürler. Zehir, yılana gıdadır, azıktır. Ondan başkasına ise yılanın zehri, derttir ölümdür. Her minnetin sureti, bana cennettir, ona cehennem.

Şu halde gördüğünüz bütün cisimlerle bütün eşyada hem gıda vardır, hem zehir, fakat siz görmezsiniz. Her cisim, bir kaseye, bir testiye benzer. Onda hem gıda vardır, hem gönül yakıcı bir hassa. Kâse meydandadır içindeki gıda gizli. O kaseden ne yediğini yalnızca yiyen bilir.

Yusuf’un sureti güzel bir kadehti. Babası o kadehten yüzlerce neşe şerbeti içerdi. Fakat kardeşleri, ondan zehirli bir su içtiler de bu öfkeleri, kinleri arttı. Sonra yine Zeliha, şekerler yedi, aşktan bir başka çeşit afyon yuttu. O güzeli Yusuf’tan Yakup’un aldığı gıdadan başka türlü bir gıda aldı.

Çeşit, çeşit şerbetler, fakat tesiri bir. Bu suretle de gayb alemine ait hiçbir şüphem kalmaz ya.  Şerbet gayb alemindendir, testi bu cihandan. Testi meydandadır, içindeki  şerbet gizliden gizli. Namahremlerin gözlerinden pek gizli ama mahremlere meydanda, apaçık.

Allah'ım gözlerim sarhoş bir hale geldi. Yüklerimiz sırtımızı ağırlaştırdı, büktü, sen bizi affet. 

Ey gizli Allah, o alemde de doldun, bu alemde de. Doğu nurunun da üstüne yüceldin, batı nurunun da. Sen, bir sırsın ki sırrımızı açığa vurur, bilirsin. Sen, bir fecirsin, kin nehirlerimizi kaynatır akıtırsın.

Ey zatı gizli, ihsanı duyulur Allah! 

Sen su gibisin, biz değirmen taşına benzeriz. Sen yel gibisin, bir toz gibi. Yeli gizlersin de tozu meydandadır. (2) Sen bir baharsın, biz bağ gibi yemyeşil, hoş bir haldeyiz. O gizlidir ihsanı aşikar.

Sen can gibisin, biz ele, ayağa benzeriz. Elin tutup koy vermesi, can vasıtası iledir. Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz. Bu dil, şu anlatışı akıldan alır, akıldan beller. Sen sevinç gibisin, biz gülme gibi. Yani sevincin sonucu güler neşeleniriz.

Bizim hareketimiz, her an sana bir tanıklık vermede; ululuk ıssı Allah'a bir tanıktır. Değirmen taşının ıstıraplarla dönüşü de, suyun varlığına tanıktır. Ey benim vehmimden, dedikodumdan dışarı olan Allah, toprak benim de başıma, getirdiğim örneğin de başına.

Kul sabretmez, güzel güzel tasvirlerde bulunur. Her an sana, canım, ayaklarının altına yayılmış bir döşemedir. 

Hani o çoban gibi. O da ''Yarabbi, seni arayan çobana gel. Gel de gömleğindeki bitleri ayıklayayım, kırayım. Çarığını dikeyim eteğini öpeyim'' diyordu ya. (3)

Kimse aşk ve muhabbette ona eş olamazdı, fakat Allah'ı tesbih etmeyi, ona söz söylemeyi bilmiyordu. Onun aşkı, gökyüzüne çadır kurmuştu. Köpeğe benzeyen can, o çobanın çadırı önünde bir köpek kesilmişti. Allah aşkının denizi coşunca onun gönlüne vurdu, senin kulağına değdi. 
.....

Biz bildik ki şu tenden ibaret değiliz. (4) Beden olmaksızın da Allah ile yaşarız. Ne mutlu o kişiye ki kendi zatını tanıdı, ebedi emniyet sahasında bir köşk kurdu.

Çocuk ceviz ve kuru üzüm için ağlar. Halbuki büyük adama göre bu, hiçbir şey değildir. Gönle göre de beden, beden cevizle kuru üzümdür. Çocuk nereden büyüklerin bilgisine sahip olacak?

Kim, perde ardındaysa zaten çocuktur. (5) Er ona derler ki kırılmaz. Bir adam sakalla, hayayla erkek olsaydı keçinin de sakalı var. O da adam olurdu. Halbuki keçi, kötü bir kılavuz olur, kendisine uyanları ancak kasaba çeker götürür. Sakalını tarar, ben ileri gelen biriyim demek ister. Doğru, ileri gelensin ama ölüme ve gama.

Kendine gel de sakaldan vazgeç, kendine bir yol tut, bu benliği bu teşvişi bırak. Bu suretle de aşıklar için gül suyu kesil, gül bahçesine kılavuz ol, öne düş. Gül kokusu nedir? akıl nefesi, ebediyet ülkesinin güzel kılavuzu.

Bayezid zamanında bir kafir vardı. Ona kutlu bir Müslüman dedi ki: Ne olur Müslüman olsan da yüzlerce kurtuluşa erişsen, ululuklar bulsan.

Kafir dedi ki: Eğer Müslümanlık, alemin şeyhi Bayezid’in Müslümanlığı ise, ben ona takat getiremem. O, benim çalışmalarımdan çok üstün. Dine imana inanmıyorum ama onun imanına adamakıllı iman etmişim. İmanım var ki o, herkesten yüce, pek latif, pek nurlu. Ağzım adamakıllı mühürlü, iman edemem ama gizliden gizliye onun imanına müminim. Yok eğer sizin imanınız, imansa ona ne meylim var ne iştahım. İmana yüzlerce meyli olan sizi gördü mü soğur, kesilir.(6)
Çünkü sizin imanınızdan adam, yalnız bir ad görür, manası yoktur. Nasıl olur da çöle kurtuluş yeri denir? Sizin imanınıza bakan kişinin imana olan sevgisi soğur gider.

....

Bir adamın bir karısı vardı. Pek hilebaz, pek kötü huylu ve yol kesici bir kadındı. Adam, eve ne getirse harcar, telef ederdi. Adam da sesini çıkarmazdı. Bir gün adam konuğunu ağırlamak için yüzlerce sıkıntıyla biraz et aldı, eve getirdi.

Kadın onu kebap edip şarapla sildi süpürdü. Adam gelince de düzensiz sözlerle hileye başladı. Adam dedi ki: Konuk geldi, et nerede? Konuğa yemek çıkarmak lazım. Kadın eti şu kedi yedi, hadi git et al yine dedi. Adam Aybek dedi, teraziyi getir, şu kediyi bir tartayım. Terazi geldi, kediyi tarttı, yarım batman geldi. Bunun üzerine a hilebaz kadın dedi, et yarım batmandı, yarım okka kadar da fazlalığı olacak. Kedi de yarım batman geldi. Eğer bu kediyse söyle, et nerede? Yok, bu etse hadi var, bucak bucak kediyi ara.

Bayezid de buysa o ruh nedir? o, o ruhsa şu suret kim? Dostum hayretler içinde hayrete düştüm. Bu ne senin işin,ne benim işim. Her ikisi de odur. Fakat mahsulüm aslı tanedir, o saman çöpü feridir. Allah hikmeti, bu zıtları birbiriyle kaynaştırdı. Ey kasap, şu oyluk eti, gerdanla beraber işte. Ruh bedensiz bir iş yapamaz. Kalıbında ruhsuz soğur donar. Kalıbın meydandadır da canın gizli. Alemin sebepleri de şu ikisinden düzelmiştir.(7)
_______________________________________

(1) Kelimenin aslı şarap diye geçmektedir.Tasavvufta şarap aşkı temsil eder, ancak bazıları yanlış anlar diye şerbet olarak değiştirdim.
(2) İmam-ı Azam hazretlerinin bir ateiste Allah'ı ispat ederken, sütün içinde de bakınca yağı göremezsin ancak sallayıp çalkalaman lazım gelir der. Kainatı sallayamayacağına göre, şu az düşünür kafanı (kafa konforunu ) salla, silkelen de Allah'ı eserlerinde gör der.(Mealen)
(3) Bu Hz.Musa kıssasıdır.O büyük Peygamber böyle aşkla dua eden adamı paylar, Allah hiç bir şeye benzemez, kendin gibi insan mı sanırsın onu dediğinde.Kendisine nida gelir.Kulum itikaden hatadaydı, zira o henüz Peygamber görmediği için bu yanlışında masum ama aşkında sadık ve samimi olarak bize gönülden bağlıydı. Onun bağını neden bu şekilde kestin diye...(Mealen) Buradan da anlıyoruz ki, Peygamberimizin (sav) hadisi gibi : ''Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! ''
(4) Necip Fazıl merhumun sorduğu gibi : ''Benim elim, benim gözüm peki ben neredeyim ?'' Ruhun varlığına en güzel bir delil.
(5) Pir bizler için öyle der : Bizim işimiz, mesleğimiz dünyada, canlı yürüyen cenazeler içinden nasiplileri uykudan uyandırıp, ufkun ötesini ölmezden önce göstermek, Hz.İnsan eylemek.
(6) İman tek başına yine şereftir, ayrıcalıktır, kurtuluştur ama ahlakımızı, hayatımızı değiştirmiyorsa, samimi ve sadık eylemiyorsa, bu dünyada erdirici olmaz.Adamın biri 30 yıl İslamı araştırdıktan sonra Müslüman olur. Sorarlar neden bu kadar araştırmaya rağmen koskoca 30 yıl.Cevap verir : Örneği geç buldum. İşte çağımızın biricik hastalığı. Hepimizin ağzı güzel laf yapıyor, mangalda kül bırakmıyoruz da, yaşantımızla örnek değiliz.
(7) Bir gidişimde Hz.Şems huzurunda edeble bağdaş kurup, gözlerini kapatarak rabıta yapan İngiliz turistlere denk gelmiştim. Bu paragrafta Hz.Pir, Efendimizin (sav) ''Allah'ım bana eşyanın hakikatini göster.'' duasına atıfta bulunuyor.Kabukta kalmak, derine nüfus etmemek, nasip azlığındandır.Mesnevi gerçekten herkese nasip olamayacak, derinliklerle dolu ve okumayı sürdürdükçe insanda bir ahlak ve manevi iklim hasıl eden muazzam bir eser.Tıpkı İmam-ı Gazali Hz.lerinin İhyası gibi. Tamam tamam çok uzun oldu yine yazı, sustum.