31 Ekim 2014 Cuma

Kasîde-i Muhammediyye (sav)

Mevlana Halid-i Bağdadî (ks) hazretlerinin, Medîne-i Münevvere'ye kavuştuğu zaman, Fârisî olarak yazdığı ''Kasîde-i Muhammediyye'' (sav)'den bir bölümü ruhlarımıza şifa ve son nefes dermanı olması niyetiyle sunuyorum :

“Gül, rûy-i Muhammed’e gıpta eder ( aleyhisselâm ).
Kokumu, O’nun terinden aldım der...

Ey güzeller güzeli, beni sevdanla yaktın.
Görmüyor birşey gözüm, her an hülyanla aklım!

Sen “Kabe Kavseyn” şahı, ben ise azgın köle,
Sana konuk olmayı, nasıl söyler bu şaşkın?

Acıyıp bir bakınca, ölü kalpler dirilttin,
Sonsuz merhametine sığınıp, kapın çaldım.

İyilik kaynağısın, dermanlar deryâsısın.
Bir damla lütf et bana, derde devasız kaldım!

Herkes gelir Mekke’ye, Kâ’be, Safa, Merve’ye,
Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım.

Dün gece, bir rü’yâda, göklere değdi başım,
Kapındaki uşaklar, enseme bastı sandım.

Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:

“Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân deryana vardım.”

Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmağa geldim.
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmağa geldim!

Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.

Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların canı.
Uygun olur mu söylemek, canımı fedaya geldim.

Dertlilere tabipsin, ben ise gönül hastası,
Kalp yarama deva için, kapını çalmağa geldim.

Cömertlerin kapısına, bir şey götürmek hatadır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeye geldim.

Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükten ve siyahlıktan tamam kurtulmaya geldim.

Temizler elbet hepsini, ihsân deryandan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.

Kapına yüz sürebilsem, ey canımdan azîz cânân!
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan!”




29 Ekim 2014 Çarşamba

ellerin



Karşımda duruyorsan,
Bana bakmasan da, gözlerinde;
Sınırlarıma girdiysen eğer; ellerinde,
Yaşarım seni...
Ruh; seste, gözlerde ve ellerdedir.
Özel sesli ve güzel gözlü kadınları keşfetmek zor değildir.
Senin ellerinde gizli, ruhunun gizemi.
Acemiliklerin, sevilerin ve söyleyemediklerinle,
Sanki ruhumun sokaklarında raks ediyorsun.
Ben piyano, sen usta bir piyanist gibi,
Tuşluyorsun ne kadar zayıflarım varsa...
Vuruyorsun tam ortasından sevgiye aç muhtaçlıklarımın,
Dokunduğun tenim mi, ruhum mu bilemedim.
Dilsiz olsaydın, parmakların konuşurdu benimle,
Gözlerini göremeseydi gözlerim,
Sözlerin en etkileyicisini dökerdi ellerin, ülkeme yine de...
Ellerin, yaralarıma derman ellerin,
Ellerin, aşk kâsesinden şarap sunan saki...
Ellerin, bir çocuk yumruluğunda.                                
Sanki bir saksıda iki gül dalı ellerin.







27 Ekim 2014 Pazartesi

Bir an gelecek...

Bir gün, bir an gelecek benim de (nasibimde varsa tabi, boğulup kaybolanlar da var) böyle bir dikili ağacım yerine dikili taşım olacak. Belki sonradan biri ağaç da diker...

Garip, pek çok insan için kabullenmesi zor ama işte biz buyuz, ölümlü...
Şu dünyadan kimler gelip geçmiş ve çoğu da unutulmuş.
Nedense insanda bir de sonradan hatırlanmak, unutulmamak isteği var.
Bende de var mı, pek emin değilim, esaslı bir şekilde bunu sormadım sanırım kendime.

Blogumu çok seviyorum.
Yorumlara kapalı ve faceler gibi beğene de tıklanmıyor ya, sanki kimseler beni görmüyor, okumuyor hissiyle biraz daha rahatım burada. (Eskiden daha rahattım, o zaman bu kadar ünlü değildim :) Şimdi yakın dostlarım, aile eşraf da biliyor burasını. )

Evet ne demiştim, blogumu çok seviyorum.
Uzun bir zaman (mesela aylar geçtiği halde yazmıyorsam) ya teknik bir problemden dolayı bloguma giremiyorumdur (ki siz öyle bilin) ya da öteye biletim çoktan kesilmiş, imamın kayığında yolculuk sırası bana da gelmiş demektir.
Bir ara şöyle düşünmüştüm : Bendeniz ölünce, bir yakınım merak edenler için son kez fotoğraflarım eşliğinde ölüm haberimi yayınlayacaktı, ama bu fikrimden de vazgeçtim. Birilerini üzmeye gerek yok. Herkes artık yazmayı bıraktı ya da blogunda teknik sorun var galiba deyip geçip gitsin daha iyi.

Mezarlıkları da çok seviyorum.Geçenlerde dedemlerin mezarında tadilat için sık sık bulunmuştum. Bunu bir kez daha fark ettim. Evet ben mezarlıkta olmayı seviyorum. (İnsan gideceği yeri sevmeli).
O kadar duru, samimi ve riyasızki mezarlıklar...

Bu dünyada çok zengin olmak büyük dert bence, insan ölmek istemez, dahası ölümden tiksinir.
Bir yolcu bir ağaç altı ve kısa bir mola diye bakarsak, ruhumuz da rahat eder.Ve tabi dünya malından ihtiyaç fazlasını edinmemek. (İhtiyaç gerçek anlamda nedir, bu da ayrı bir konu.)

Ardımızdan fatiha okuyacaklar çok olmaz bizim gibilerin, yarın için bu an ne yaparsak önden, o var.

Büyük bir merak içindeyim, ölüm hadisesini nasıl yaşayacağım..!




25 Ekim 2014 Cumartesi

Mutlu şiir yoktur



Hani Nazım Hikmet : ''Sen Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? '' demiş ya.


Nazım Hikmet sordu diye, genel olarak doğru kabul etmiş ve üstünde düşünmeye gerek duymadan ''yapılamaz'' sananlarımız olmuştur. Dino gibi bir ressam bu soruya tablo ile cevap vermek yerine şiirle cevap vermiştir. 


Pekala mutluluğun resmi yapılabilir ve (zaten Dianne Dengel  örneğinde olduğu gibi) yapılmış da. Bir çok tabloda bunu  görmüşüzdür. Baktıkça içimiz açılmış, keyf almışız ve şimdi bu tabloda olmak vardı diye iç geçirerek hayıflandıklarımız olmuştur.Günümüzde mutluluk veren fotoğraflarsa hepimizin malumu..


''Mutlu aşk yoktur sevgili'' demiş ya Louis Aragon, mutlu şiir yoktur aslında. Bunu da bendeniz demiş oluyorum. Lütfen kayıtlara geçsin (tebessüm).


Öyle ilkokul kitaplarında ''uçuşsun kelebekler, koşalım çoşalım,'' ya da ''bugün 23 nisan sevinç doluyor insan''dan öte değildir mutlu zannedilen şiirler.Çocukça ve çocuk avutmacası...


Mutlu şiir yoktur, zira şiirin mayası hüzünle yoğrulmuştur. İnsan, toprak ve ölüm ilişkisine benzer bir şey. Hüzün, keder, gam, yazdırır insana şiiri, şarkı sözlerini ve söyletir türkülerini, şarkılarını.


Bakın mesela yukarıda şarkı dedim, şarkı için aynı şeyi söyleyemem; mutlu, şen şakrak şarkılarımız türkülerimiz vardır, ama mutlu şiir olamaz, var diyenlere o ''şiir'' değil, başka bir şeydir derim.


Şiir; aşkı, hasreti, ayrılığı, aykırılığı,imkansızı...kısaca ateşi kor gibi barındırır içinde.


Şiir; ölümlü olan insanın, hakikati didiklerken döktüğü gönül yaşlarının harf harf, hece hece, dize dize, mısra mısra kağıtlara düşmesidir.


Şiir; 
cennetlerden, yeryüzüne sürülmüş insanın, Allah'ın gurbetinde,  topyekun acısıdır.

Bendeniz, huzurluyken ( birileri mutluyken diyor ama bilenler bilir, mutluluk an'larla kayıtlı ve geçiciyken, huzur daimidir derim) şiir yazamam.  İlle yazmak için kendimi zorlarsam, ya da yazmayı özlemişsem, fonlar, şarkılar dinlerim. Tulumbamdan su almak için, önce bu metodla su dökerim.


Yazımı bitiriyorum :


''Mutluluğun resmi vardır Nazım, 
Başarabilirsen şiirini yazmalısın...''


23 Ekim 2014 Perşembe

Ya Rasulallah...

Aşağıya mavi defterimden aldığım Na'at tarzındaki şiirimsi yazıyı 19.10.1988 / 1419  da kaleme almışım. (Müflisi mücrim,yetim-i garip olarak değiştirmek dışında) hiçbir yerine dokunmadan, eklemeden blogumda saklayayım dedim. 
Gençliğin baharında, deli-kanlı çağlarımın bir ürünü olarak bugün edebiyat adına çok eksiklikler ve silinmesi gerek dizeler olsa da, asıl o çağımda iç yangınımı ve dini kaygılarımın zirvede olmasını göstermesi ve dahası samimi satırlar adına gözümde değerli.

Bereketli cum'alar dileklerimle...

''Siz olmasaydınız,
Çiçekler ve çiçeklerin şahı remziniz gül; böylesine latif kokmazdı Ya Rasulallah...

Siz olmasaydınız,
Bu görünen alem siyahtan başka bir renge bürünemezdi.

Siz olmasaydınız,
Aşk kelimesi lügatlere yazılmaz, sevenler çıldırmak için bir sebep bulamazlardı Ya Rasulallah...

Karan'lı Veysel aşığınız gibi, duyunca şehid olan dişlerinize bedel, dişlerimizi dökemedik;
Hadi onu yapacak aşkımız yoktu, kanlı göz yaşı da dökemedik Ya Rasulallah..!

Utanacağınız ümmet olmaktansa, Allah korkusundan dağlardan yuvarlanan bir taş olsaydık.
Peygamber oldukları halde, size ümmet olmak için çırpınan kardeşlerinize de bakakaldık.
Biz bu ahir zaman uçurumunun kenarında, günahlara dala kaldık  Ya Rasulallah...

Siz nurunuzla evvelde, zuhurunuzla bindörtyüz şu kadar seneden beri; getirdiğinizle kıyamete kadar
Ve Ruhaniyetinizle hep aramızda iken,
Hayasız hayatımızdan vazgeçemedik Ya Rasulallah..!

Bir vehim uğruna dinimiz çalınıyor Ya Rasulallah.
İman ve cihadı bize siz öğretmiştiniz,
Kadınlar gibi ağlamayı, dertlenmeyi bile unuttuk Ya Rasulallah..!

Ne kandillerimizde, ne ramazanlarımızda, nede bayramlarımızda getirdiğin bayramın hazzı yok Ya Rasulallah...

Gözlerimiz haram panayırı  kanallardan helali göremez oldu Ya Rasulallah...
Biz birbirimize, biz kendimize, bedenlerimiz bize kokuşmuşluktan feryatta, imdat Ya Rasulallah..!

Belli; bu kervan sonu,gün batımı vakti,hazan zamanı.
Belli ki hasat mevsimine az kaldı,
Bekleyemiyorum Ya Rasulallah..!

Sizin ümmetinizdenim, ama ne çare fakirim,acizim,biçareyim.
Aşksız, garip ve yetimim.
Ben günahkar mücrimin biriyim Ya Rasulallah...! ''


Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed...

22 Ekim 2014 Çarşamba

Boşluk hissi




Boşluk hissi,
Kelimeler kayıp,
Yazamıyorum artık,
Yazgımdan gönlüme düşen artıkları...

Bir ara, birileri beni şair olduğuma da inandırmışlardı,
Komik, 
Benden bir şey olmaz !
Ne istiyorsun diye sorsalar o belli de, boş ver.

Ruhu okşanmadıktan sonra bir insanın,
Karnı doysa,
Evinin damı deliksiz olsa,
Ne yazar !
Gönül evi damsız, açıkta ve buz tutmuşken.
Tir tir titrerken...

Mutsuz bir huzur, şimdilerde içimi kaplayan.
Dediğim gibi mutluluk ''an''lara taksim
Ve geçici bir lezzettir.
Oysa huzuru bulanları hiç bir elem üzemez,
Mutsuz edemez.
Biz huzur ehliyiz, 
Hüzünle yoğrulmuş bizim huzurumuz,
O Yüce Huzur'u yaşarken maveramızda...

Bazen orgu elime alıyor ve notalar arasında,
Hiç çalınmamışı arıyorum,
Söylenmedik sözler, şiirler
Ve gönül üzmez insan arayışı gibi..!
Harflerle notaların labirentinde,
Tılsımlı bir iksir gibi inim inim inlemek,
Çok kez de işte böyle saçmalamak,
Bir sonuca varamamak.


19 Ekim 2014 Pazar

Natür Köy


Geçen gün, tavsiye üzerine, Sapanca, Mahmudiye Köyü içindeki ''Natür Köy''e gittik. Doğrusu daha büyük bir alan hayal etmiştim, gitmeden önce nette gördüğüm fotoğraflardan...
Fotoğraf ile gerçek görme arasındaki fark. Bu sebeple bendeniz kolay kolay internet üzerinden bir ürün siparişi veremem.İlle aslını görmeliyim.
Yemek daha önceki yorumları haklı çıkartırcasına pahalı idi.Gecelik oda da 400 TL.
Bol miktarda Arap turisti ağırlayan köyde, gözüme mafya tipli kişilikler de çarptı.
Çok ısınamadığımız bu yerden, daha fazla zaman kaybetmeden ayrılırken, aşağıdaki resimler hatıra kaldı.











17 Ekim 2014 Cuma

yaşıyor musun ?


Bilseydim keşke yaşadığını,
Keşke bilebilseydim...
Yaşamak, 
Yalnızca nefes alıp vermek değil,
Biliyorum.
Ama,
Bazen insan buna bile razı olur...

16 Ekim 2014 Perşembe

Dizi kahramanı

- Filan dizideki kahraman öldü diye az ağlamadık!
- Sonra bir de baktık ki, başka dizide oynuyor..!
- Desenize bizim ölen sevdiklerimiz gibi,
- Nasıl yani ?
- Bizler de bu dünya dizisindeki oyunumuzun süresi bitince, geride kalanlar dövünse de,
kabir dizisinde yeni bir rolü oynamaya gidiyoruz.
Derken yeniden bedenlerimizin dirilişi ile kabir dizisi de biter, mahşer, mizan, hesap dizileri derken
inşallah en son ebedi cennet dizimiz başlar.
Yani ölüm ile öteye geçenlere az ve öz ağlayalım, onlar yok olmadılar, kabir dizisindeki rollerini aldılar ve ziyaretlerine gittiğimizde bizi hem duyar, hem de görürler.
Biz dizimizdeki rolümüzde iyi insanı, iyi Müslümanı oynayabiliyor muyuz, buna odaklanalım.




''İnsan bir yolcudur.Bu yolculuk ise,alem-i ervahtan (ruhlar alemi), rahmi maderden (anne rahmi),dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.'' (Bediüzzaman )

14 Ekim 2014 Salı

Döndüm kıbleye demek yetmiyor

Namaz kılarken söylenir : Döndüm kıbleye / Kâbe'ye ''diye.

İmanımızın da kıblesi Kâbe'dir.

Biz kıble diyorsak, keşişleme, poyraz değil bu, Kâbe demektir.

Bunu tespit ettikten sonra, kıble diyerek devam edebiliriz.

Her insanın bir kıblesi (yönü) vardır ve bu yöne gitmek için pusulası, yani fikrine temel olan din, izm ya da ideoloji.

Bazılarında hem din hem insan aklından neşet eden izmler karması. Zaten bu insanların (Müslümanım diyenleri kasdediyorum) kafası da- kendileri bilmeseler de- karışıktır.

Biraz dinden, biraz izm'den. Oysa Din (hak din İslam'dan bahsediyorum) izm/ideoloji kabul etmez.

O yalındır, Bir olan Allah'ın şeriksiz (ortak kabul etmez) nizamıdır.

Bir izme iman etmiş (inanmış) kişi (Komünizm, Darwinizm gibibununla birlikte Müslüman olduğunu iddia etse; İslam bu iddiayı - ortada saflık derecesinde gerçek bir cehalet yoksa- hele de okumuş, az da olsa mürekkep yalamış biri ise söz konusu olan; reddetmektedir.

''Dini yalnız Allah'a has kıl'' (Zümer: 2; Beyyine : 5; Mü'min: 14) ilahi uyarısı doğrultusunda izmlerden, ideolojilerden arınması şart bir Kıble'yi (hayat yönünü,görüşünü) gerekli kılmaktadır.

Hacda şeytanı taşlayıp, yurda dönünce şeytanın oyuncağı kuklaları, lider bilmek, oy zamanı İslam şeriatına, örtüye, namaza,camiye düşman olanları tercih etmek;kıblede ayarsızlık, sapma ve koca bir aldanıştır.

Düşününüz; Allah insanı yoktan varlığa getirdi, sonra Yüce varlığını elçileriyle duyurup, bu dünyaya geliş amacımızı ve bizden istediklerini beyan etti. Din (yaşam tarzı, gidilecek yol ) olarak ancak İslam nizamından razı olacağını ve başka hiç bir izm ve ideolojiden asla razı olmayacağını Kitabında defaeten  ilan etti. Artık dileyen böyle iman etsin ve yaşam tarzı kursun, dileyen sapıklıkta kalsın, ihtarıyla, hayat sınavımıza start verdi.

Müslümanın kıblesi bellidir ve o arınmış, sentez kabul etmez Yüce İslam Nizamıdır. Artık bu sistemin içinde Müslüman olarak, dünya hayatında kimlerin/izmlerin peşinden gittiğine dikkat edecektir. Oy verdiği, önder bildiği, hayranlık duyduğu şeyler;İslam'a uymuyorsa,büyük aldanış içindedir. Kur'an ''bekleyin, biz de beklemedeyiz, yakında bileceksiniz'' der.

Yukarıda ''Her insanın bir kıblesi (yönü) vardır ve bu yöne gitmek için pusulası, yani fikrine temel olan din, izm ya da ideoloji.'' dedim.
İnsan hayatını bu temele göre şekillendirir, aile yapısını, eşini, çocuklarını da buna göre seçer ve şekillendirir. Olaylara bu gözlükle bakar. Bu açıdan dini yaşamakla, dini temele uygun düşünce biçimine sahip olmak aslında aynı gibi gözükse de, birbirinden farklı şeylerdir. Çevresinde dindar sayılan kimselerin pekala bu sahih dini temelden uzak bir sapma içinde oldukları gözlemlenebilmektedir. Bu dini gerçek çehresi ve kuşatıcılığı, evrenselliği ile bilmemekten kaynaklanan dar bir anlayış tarzıdır. Din ( Allah) her şeye karışır ve O'ndan bağımsız ne fizik kanunları, ne de sosyal hayatın prensipleri düşünülemez. Müslüman da buna (laik olmaksızın) tam iman eden insandır. 

Yazımı noktalamadan, yine kaydetmeliyim ki, bugün gezegenimizde gördüğümüz gerek devlet bazında, gerekse terör gurupları arasında Kur'an ve Sünnetteki İslam yoktur. Aksine yörüngesinden çıkmış, saptırılmış/sapık bir takım görüş/cemaat ve devletçikler vardır. Bunlara bakarak, bunlardan etkilenerek siz siz olun, Yüce İslam Nizamına karşı olmayın. Zaman ahir zaman, asıl/aslı gün yüzüne çıkana dek, bu sahteler bizleri kandırmayı ve meşgul etmeyi sürdüreceklerdir.

Kıblemizde ne bir izm, ne de bir ideolojiye yer yoktur. Örnek ve Önderimiz bir tanedir ve o da güzeller güzeli Sevgili Peygamberimiz, Efendimiz (sav) dir.Hem dünya hem ahiret liderimizdir ve O (sav) ne diyorsa o...

Rasyonalist düşünce biçimlerini kurumsallaştıran akıl, asla Allah ile boy ölçüşemez.  



11 Ekim 2014 Cumartesi

atışma

Anlatmasaydı da anlardım,
Anlatmasaydım da anlardı.
Anlatmak yalnız lisanın işi olsaydı,
Şu gönül sayfamdakiler nereye akarlardı..?
Ağlayan yüzü değil, yüreği idi...




9 Ekim 2014 Perşembe

Unutmamalısın..!


Yenilenmek, yenik düşülen yenilgilerden sonra,
Sanıldığı kadar kolay değildir, zor da...
Amacını biliyorsan şu kısa dünya hayatında,
İnsanların yapıp ettiklerine sakın aldırma...
Bir O var şu uçsuz bucaksız kainatta,
Bir de sen varsın, asıl bunu unutmamalısın..!

3 Ekim 2014 Cuma

Kurban üzerine...

Uzun zamandır aslında yazı yazmaya ne vakit bulabiliyorum, ne de kendimde istek. Mavi Defterim'den geçiniyoruz genelde...

Bugün arefe...

Çok çok övülen mübarek bir gün. 

Kurban hadisesine bakarken, şunu düşündüm: Aslında bu bayram sadece fakirlere karşı (oruç ve açlıktaki gibi) farkındalığımızı arttırmıyor;( malum Kurban önce Allah için, O'nun rızası içindir. Söz gelimi ortaklardan birisi sadece et sahibi olmak niyeti ile bu ''rıza''yı öncelemezse ve bunu diğer ortaklar bilirse, hepsinin kurban ibadeti heba olur. Ya da ortaklardan birisi, Allah korusun, tağuti rejimlerden, ideoloji ve izmlerden yana ise, yani İslam'ı, hukuku yani, şeriatı ile bir bütün olarak desteklemiyor ve tek önder, örnek olarak yalnızca sevgili Peygamberimizi Efendimizi (sav) bilmiyorsa, kendisine başka idoller,önderler de seçmişse; o kişi de biliniyorsa, onunla da ortak kurban kesilmez, kesilirse hepsinin kurbanı - en hafif tabiriyle- heba olur.)

Bu kısa girişten sonra başa dönersek; bir yıl hayvan etini iştahla yerken, sofralarımızdaki ete çatal batırırken bir an bile o etin öncesine (canlı haline)  empati yapabilme farkındalığı. 

Bunu çoğunluğumuz yalnızca yılda bir kez, o da kurbanımızın başına kesim zamanı gidersek, Allah'ın biz insana verdiği değeri ve bizler için kainat sarayındaki muazzam masraflarını gözlemlemiş oluyoruz. O koskoca güçlü hayvanları bile bize musahhar kılan, itaat ettiren Allah'ın şanı yücedir.
Hayvanatından, nebatatına, cemadatına kadar içimizdeki ve dışımızdaki her şey bize hizmet ediyor.

Şairin dediği tam da bu :''Alemi bizim için, bizi kendin için yarattın.'' ( Necip fazıl )

Bunun dışında  iman zaafları yüzünden Kurban bayramını haşa katliam gibi lanse edenlere,  ya da Kurban yerine o parayla hayır yaparım saçmalıklarına değinmeyeceğim. Allah anlamak nasip etsin.

Bu vesile ile Mübarek Kurban bayramımızın, insanlığın hidayetine, İslam'ların islahına ve de ebedi saadetimize vesile olmasını Yüce Allah'ımızdan niyaz ediyorum. Sevdiklerimizle nice sağlıklı, huzurlu bayramlar inşallah.