27 Ocak 2017 Cuma

Mesnevi'den ders alsak (1)

Bir evde Hz.Mevlana kuddise sirruhun Mesnevi-i Şerif'i mutlaka bulunmalı dostlar ve mutlaka Hz.Gazali(ks) ve Hz.Geylani (ks) kitapları gibi bir ömür döne dolana okunmalı.

Hey ! Okuduğun kitaplar ahiretine de yarasın! Gönlüne sürur, kalbine nûr olsun.Gidilecek yol uzun, zaman az ve çok azık lazım. Şimdiye kadar hiç Mesnevi okumayanlara aslı çok uzun olan bahisten Hz.Pir'in affına keremine sığınarak kısaltarak paylaşmak istedim,olur ki mübarek cum'a günü iyiliğe uğrarız. Tabi şerhsiz kim ne kadar ne anlar o da bahs-i diğer. İşte o çok lezzetli,derin kelimeler,cümleler :


''Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi. Mustafa (sav) halini hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamberin huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti. Hasta halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır. Birinci faydası şudur; O hasta adam bir kutup, bir ulu şah olabilir.

Alemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön dolaş! Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san. Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir. Kim olursa olsun ister yaya, ister atlı yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı hatırlarını ele almayı lazım bil.

Hatta o adam düşman bile olsa yine iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine adeta merhemdir. Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.

Allah'tan Musa’ya (as) şu hitap geldi “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören! Seni Allahlık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Allah'ım hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?” Musa “ Allah” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remiz bu ne sırdır, Yarabbi, bunu bildir” dedi. Bunun üzerine Allah, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu. Musa “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi. Allah “ Evet, has ve seçilmiş bir kulum hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.

''Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır.''buyurdu. Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen helak oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzsün. Şeytan birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz kimsesiz bir hale kor, o halde de bulununca başını yer, mahvedip gider. Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki şeytanın hilesinden ibarettir.

Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur. Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü. Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Allah'dan uzaklaşırsın. Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. Her an durma padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin. Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!

Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü. Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki? “ Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” o da şöyle cevap verdi “ ışık gelsin diye” şeyh “ O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.

Peygamber(sav), o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakiki dosta iltifatlarda bulundu. Adam, peygamberi görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı. Sahabe “ hastalık beni bu bahta eriştirdi, bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi. Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. Ne güzel, ne mübarek ağrı sızı.
Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu! İşte Allah bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi. Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı. Bütün gece manda gibi uyuyamayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti. Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukut etti” dedi.

Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir. Kardeş, karanlık yere soğuğa, gama kırıklığa ve hastalığa sabretmek, Abıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır. Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda.

Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır. Ben nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir. Sana yeniden yeniye vaitlerde bulunur da binlerce kere bozar. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mani olur; soğuk vaitleri sıcak bir surette söyler.

O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar. Ey hak ziyası Hüsameddin, gel bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor. Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.

Peygamber (sav), o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki : “ acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin? Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?” Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de Hatırlayayım” dedi.

Mustafa'nın (sav) nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı. Her yanı aydınlatan Peygamberin himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı. Hakla batıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı. Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim,daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum. Sen suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı. Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkan. Elemden Harut!la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Allah'ım Harut’la Marut tehlikesinden kurtulmak için Babil Kuyusunu dilediler.

Gürbüz, akılı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir. Ahiret azabını tarife imkan yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz. Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar.

O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, O alemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalıyordum. Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten aramsız bir hale düştü.

''Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de Yüzünü görmeseydim, ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ; Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip dertdaş oldun da bu gamdan kurtardın.''

Peygamber(sav) ''Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun.'' dedi.


Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir laf etmem” bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilalara uğramış kişileriz. Yıllardır yol görüyoruz, fakat sonun da yine ilk konakta esiriz. Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular. Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.

Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi? Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı çölde canımızı kurtarabilir miydik? Hatta bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık. Musa, bizden hem hoşnut, hem değil gah dostumuz, gah düşmanımız. Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte hilmi belaya siper olmakta. Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Allah, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki. Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı medhetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum. Yoksa değil Musa, kim olursa olsun senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?

Bizim ahitlerimiz yüzlerce binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgara karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli. O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!


Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da Padişahım, bizi fazla imtihana çekme. De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Allah, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak. Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! Şu bir avuç aşağılık kişilerin kötülükteki sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.

Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde. Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin. Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi. Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Allah. Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Allah sen bize bir dua öğret. [devamı var]