29 Mart 2017 Çarşamba

İşte yine,yeni,yeniden mübarek üç aylara eriştik.

''Recep, şaban ve ramazan ayları ibadet ve maneviyat olarak diğer aylara göre daha üstün bir şeref ve fazilete sahiptir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)  şöyle buyurmaktadır: “Recep Allah’ın büyük ayıdır. Hiçbir ay hürmet ve fazilette bu aya ulaşamaz. Bu ayda kafirlerle savaş haramdır. Şunu bilin ki recep Allah’ın ayı, şaban benim ayım, ve ramazan ümmetimin ayıdır. Kim recep ayının bir gününü oruç tutarsa, Allah’ın rızasını kazanmış olur. Allah’ın gazabı ondan uzaklaşır ve cehennem kapılarından birisi onun yüzüne kapanır.”

 “Recep benim ümmetim için mağfiret dileme ayıdır. Bu ayda istiğfar edin (tevbe edin ve bağışlanma dileyin.) Zira Hak Teala, çok bağışlayan ve rahimdir. Recep ayına “Asab” (dökülen) denir; zira bu ayda benim ümmetimin üzerine çok rahmet dökülür. O halde şu zikri çok söyleyin:

“Esteğfirullahe ve es’eluhu’t-tevbe.”

“Allah’tan mağfiret ve tevbe diliyorum.”

Salim isimli zat:
“Ben recep ayının sonuna bir kaç gün kala İmam Sadık’ın (a.s) yanına gitmiştim. Beni görür-görmez şöyle buyurdu:
“Ey Salim! Bu ayda hiç oruç tuttun mu?”
“Hayır vallahi ey Resulullah’ın oğlu!” dedim.

O büyük imam (ra) şöyle buyurdu: “O kadar sevap kaybetmişsin ki miktarını ancak Allah (c.c) bilir. Bu, Allah’ın üstün kıldığı ve hürmetini yücelttiği bir aydır. Bu ayda oruç tutanları kendi ikram ve değerlendirmesine mazhar kılmayı kendisine farz kılmıştır.

Salim : “Ey Resulullah’ın oğlu, eğer bu ayın kalan günlerini oruç tutarsam, bu ayda oruç tutanların sevabının bir kısmını elde etmiş olabilir miyim? diye sorduğumda şöyle buyurdu:

“Ey Salim! Kim bu ayın sonundan bir gün oruç tutarsa, ölüm anındaki can çekişme ve rahatsızlıklardan, ölüm sonrasının dehşetinden ve kabir azabından kurtulur. Kim bu ayın sonundan iki gün oruç tutarsa, Sırat’tan kolaylıkla geçer ve kim bu ayın sonundan üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününün büyük korkusu, dehşet ve zorluklarından kurtulur ve kendisine cehennem ateşinden kurtuluş beratı verilir.” [Müsemma]


28 Mart 2017 Salı

adımızın anılmasının hayaliyle...


seni, hasretinle bekleyen,
bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
bir ağaç altında,
az bir miktar gölgelendin.
aşıklar ordusunun neferlerine
bir lahza tebessüm ettin,
nurlar saçıldı,
o pak dişlerinin arasından kainata.
sen, bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
şimdi o nurdan kırıntı içenler,
içerek isminin mecnunu olanlar,
ve o mecnunlarına,
gıpta ile bakanlar ile
onların dahi varlığından,
habersizlerin artığı dünya,
zulüm ve gaflet uykusu.
geçtiğin yollar gül kokusu...
ardında kalanlar,
gül suyuna dalmış bir vakar ile,
sanki sana, 
efsunlanmış bir sarhoşlukla,
kokuna hep aşinaymışcasına,
vurulmuş...
kan kırmızı bir sekir haliyle,
biraz mecnun, 
biraz meczup,
çokça da mahcup,
sayısı bilinmez mağlup!
sen, bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
sana layık bir bende olamamışlıkla,
o hep aynı mesrur ve mahcup yüzlerle,
kademine yüz suyu dökerek,
güller bitirerek,
diken iken gül'e sancı çekerek,
gül'e b'ulanarak,
hasretine bir muştu gibi, ah çekerek !
asrına düşememiş olmanın,
dizlerinin dibinden ırak,
nazarından hummalı bir firakla, 
sona ve sonraya kalanların,
onulmaz feryad-ı figanıyla,
sen, bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
''kardeşlerim'' dediklerinden olma çabası,
şükründen aciz bir nasibin coşkusu
ve belki de kifayetsiz çırpınışlarıyla,
rüyaların bekçisi,
ümitvar göz kapamaların, 
sana açılan kapıların, 
sana yansın diye, 
yansın diye,
közü uman dirayetin efkarında,
sancıların dipsiz derununda,
bir kerecik,
şu kainata nazar eden,
gözlere ait, 
mübarek kelamında,
adımızın anılmasının hayali,
ve utangaç hasretiyle,
kıtmir sadakatine ulaşamayan,
içimizdeki benzer şeyle,
bir kez nefesinin dokunup,
neşv-ü nema demiyle,
dirilmesini ümit ederek,
ömrümüzün belki de sabaha ermesi,
meçhul gecesinde,
yine o aynı harareti katlayan,
nurunda ölmeye kanat çırpan,
gözyaşı deminde,
duymayı istediğimiz,
görmeyi dilediğimiz,
olması için dua edip,
olamadığımız şeyi, 
sen bilirsin...
sen, bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
vakit çok geç, 
gemi demir almak üzere,
atlar şaha kalktı,
toynaklar yere değince,
dört nala kıvılcımlar saçarak..!
maveraya hicrete koşarak,
biçare bir acziyeti,
miğferinde taşıyan gonca gibi,
geçmek bilmeyen donukluğu,
pıhtı misali bedenlerimizle,
böylesine ağırlaşmışken,
ruhumuza imdat senden beklenir,
rabbani bir inayet ile...
sen, bu dünyadan,
bir çırpıda gelip geçtin.
heba olmasını istemezsin,
ümmetinden bir ferdin dahi...
himmetinin dilencileri olarak,
kademine döktüğümüz gözyaşlarından, 
bir gonca gül  bitecek, 
umuyor ve istiyoruz.
ve belki de kifayetsiz çırpınışlarıyla,
rüyaların bekçisi ümitvar göz kapamaların, 
sana açılan kapıların, 
sana yansın diye, 
közü uman dirayetin efkarında,
sancıların dipsiz derununda,
bir kerecik şu kainata nazar eden gözlere ait, 
mübarek kelamında,
adımızın anılmasının hayali,
ve utangaç hasretiyle,
essalatü vesselamü aleyke...








kelepir 14





27 Mart 2017 Pazartesi

kelepir 13






Erkek,kadın gibi değildir !

Öncelikle şunu belirtmeliyim : İntikam duygusu,kin evvelde sahibini zehirleyip huzursuz eden negatiflerdendir.

Boşanmalarda kadın, sosyal bir birey olarak; komşularıyla münasebetlerine devam eder, ev işleri, mutfak zaten her zaman yapageldiği günlük hayatıdır. Ve genellikle de mahkeme çocukları kadına verir. Kadın için yaşamında eksik olan yalnızca kocasıdır.

Erkek tüm bunların hemen hepsinden mahrumdur.

Çok erkek ev işi, mutfak şöyle dursun iki yumurta kırmasını beceremez.

Boşanınca eski sosyal çevresine de gitmez,gidemez. Çünkü yanında eşi olmayan bir erkek, böyle ortamlara nezaketen davet edilse bile, sığıntı hissi ile girmez.

Erkekler, yaşları ne olursa olsun; küçük çocukturlar.
Kendimden örnek vereyim; zaman zaman annem koltukta otururken, gidip ona sümsüklenir, başımı dizlerine yaslarım, hadi beni sev der gibi. O da bunu anlar ve başımı okşar sever beni. Evli de olsam bu şımarıklığı zaman zaman yaparım anneciğime. Dediğim gibi, biz erkekler,yaşımız 50 de olsa,60 da olsa, annelerimizin küçük yaramaz oğullarıyızdır.

Kibir,kin,merhametsizlik, şeytan huylarındandır. Bu konuda nefsimizi sürekli kontrol altında tutmalıyız. İnsan olana, Müslümana bu ve benzeri huylar yakışmaz.

Erkek kadın gibi olmaz. Eşlerinin yokluğunda harap olurlar. Yalnızlıkla her insan iyi geçinemez! Buna ilave olarak başka ihtiyaçları zikretmeme sanırım gerek yok ''erkek kadın gibi değildir''e...

Siz, boşandığınız kocanızdan başka nasıl intikam alacaksınız, adam zaten mahrumiyet hapishanesinin duvarları arasında çilesini çekiyor. Bence dua edelim de, tez biriyle,hayırlısıyla evlensin yeniden.




26 Mart 2017 Pazar

bazı şiirler...


..bazı şiirler,
kalbimizden yolcu edip,
uğurladıklarımızın, 
mezarlarıdır artık...











sevilir...



..buralarda hüzün, 
yer çekimi gibidir,
ne yana dönsem yüzümü,
çeker..!



25 Mart 2017 Cumartesi

Sen...



Sen bende var olan güzellikleri görüp onlara odaklanıp,onları büyüttükçe, büyürsün yüreğimde...

İnsan böyle bir şey, sevgisi de, sevginin abartılmasıyla coşup,sevenine daha çok sarılan, daha çok tutunan, tutkulu bir bağla bağlanan varlık...

Sen her zaman, bende var olan güzellikleri gör; hiç yorulmadan öp en güzel hasletlerimi. Zaten çok fazla da değiller,yorulmazsın öperken...

Sen her zaman, define avcısı gibi, bende kalan güzelliklerin keşfine çık. Ülkem senindir, sana teslim olmaya hazır. Ah bilsen kaç asırdır..!

Sen canım de,candan olsun; canım senindir.

Sevgi'm böyle bir şey işte...






voltalarda...


..ve ben saçları kızıla çalan bir melodinin efsunlu kollarında,
yine içimin avuntularında voltalarda…




23 Mart 2017 Perşembe

''Yaralar yarıştırılamaz''


Ah be canım..! 

Yaralar yarıştırılamaz da, kıyaslanamaz da. 

Benimkiler ben de, seninkiler sende şık durur. 

Değiştirmek mümkün olsa, inan çok sırıtırdı; hiç senin elbiseni ben giyebilir miyim..?

Yara,yarayı tanır. 

Bu noktadan başlar, serüvenimiz..!








22 Mart 2017 Çarşamba

kelepir 12






borç..!



Bazı borçlar vardır,parayla pulla ödenmesi imkansızdır..! İçinde taze baharlar saklıdır.
Filiz vermiş umutlar gibi...Gönül kitabının sayfalarından birinde kurutulmuşcasına...
Ah ödeyemeyeceğim borçlarım her geçen gün çoğalıyor.!
Sesim,şiirlerim boynuma vebal.
Ve ben bir gönülçelen gibi,geçip gidiyorum gönüllerden;ardıma bakmıyormuş gibi yaparak, yalın ayak ve bitap...


21 Mart 2017 Salı

Aşk ya da kader sorusu...

Bu konuda daha önce uzun bir yazı kaleme aldığım için ''Kader (evlilik de kader mi ?)'' başlıklı yazımı okumanızı salık vereceğim.

O yazımda da geçen  : ''Ashab-ı Kiram’dan bir zatın Peygamberimize (s.a.v.):

''Falan kadınla evlenmek istiyorum, dua buyurun.'' demesi üzerine:

''- Eğer sana, İsrafil, Mikail, Cebrail, ve Hamele-i Arş, (as) dua etse, aralarında Ben de bulunsam, yine sen ancak, senin için yazılan (taktir edilen) kadından başkasıyla evlenemezsin.'' (Ramuz:357/9)

İlave olarak şu ekleyeyim : Bir arkadaşıma, bir arkadaşı anlatmış. Abi demiş, ben yıllar sonra karımın boyunun benden çok çok kısa durduğunun farkına vardım. İlk tanıştığımızda bunu görsem,görebilsem, büyük ihtimalle evlenmezdim..!

Demek yazılan tahakkuk edeceği zaman ki, evlilik de hayatımızdaki imtihan sorularından çetin bir sorudur, adamın gözü kör oluyor. Hani sevene,aşığa, dünyanın en çirkini de olsa, en güzel gelir misali. Zaten suretlerin tılsımı,aşk gibi geçicidir...Ruhsal bütünlük,birleşip,kaynaşmadır önemli olan.

Hep söylüyorum, aşk, cazibe kanunun bir elçisidir ve kişileri bir araya getirmeye memurdur; görevi kısadır; yerine sevgi,savgı,sadakat ve anlaşmayı siz ikâme/inşa edeceksiniz. Bunu başarabildiğiniz zaman, aşk amacına ulaşmış demektir.

Geçenlerde bir dostumun hararetle ısrar ettiği gibi,''eşler arasında daimi aşk'' diye bir şey yok. Derin sevgi bağları, saygı, sadakat var. Bu da anlaşabilmekle doğru orantılı, dediğimde o dost, bunu kabullenememiş,eşler arasında süreklidir aşk, demişti.Zaten münazaraya zaman da yoktu. Belki o derin sevgi-saygı-sadakati aşk diye tanımlıyordur. Zamanım olsa bu yazı biraz daha uzun olurdu,ama benim okurlarım arif insanlardır, uzun tarife gerek de yok.

Daimi aşk, ilahi kaynaklıdır,bunun altını kalın kalemle çizelim; dedim ve sustum.





kavuşmak şart değil


..özlüyor insan,
iyi ki özlenesi şeyler değmiş yüreklerimize,
yoksa nasıl katlanırdık şu misafirhaneye...




18 Mart 2017 Cumartesi

anlaşılmak istemiyorum artık !


anlaşılmak istemiyorum artık !
anlamsızlığa karışıyor,
anlaşılma duygum bile...
yılların yorgunluğu,
sarmışken ruhumu,
anlaşılmak istemiyorum artık !
kayıp kelimelerimi de,
aramak istemiyorum bu gece.
kaçıncı kez dönüyor şarkı,
ruhumun pencerelerinin kıyısında :
''beni sev,sev de anlama...''
bazı şarkıların güftesi mi daha güzel,
bestesi mi karar veremezsin ya,
öyle işte, ne anlaşılayım,
ne de hasretini çektiğim kelimelerin,
peşine düşeyim..!
anlaşılmak isteği,
sevilmek,özlenmek isteği,
çocukken elimden uzak göklere kaçırdığım,
balon gibi...
ne anlayın, ne arayın,
bırakın,kendi ruhumun odasında,
perdeleri yarı yarıya kapalı, 
penceremden süzülen,
gri renkli ışıkların arasından,
ara sıra bakayım,
bir yabancı gibi,
son günlerime...

17 Mart 2017 Cuma

sahiden...


..sahte gülüşleri, hep sahici sanıp,her defasında ‘’sahiden’’ yaralandığım zamanlardan beri; artık yalnızca çocukların,çiçeklerin ve kelebeklerin sahici güldüğüne inanmıştım…




15 Mart 2017 Çarşamba

bu kadar güzel...


..gel, senin olayım, hayat çok kısa,
bu kadar güzel seven bulamam bir daha...




14 Mart 2017 Salı

bir gün


ve bir gün herkes herkesten gitmiş olacak,
ne varsa yaşama dair, tozlu çerçevelerde kalacak…





13 Mart 2017 Pazartesi

işte o an


 


An gelecek, anılar da vazgeçip gelmeyecek...
Bir aşkın ölüsüne işte o an toprak atılacak!...




12 Mart 2017 Pazar

''sen varsın diye''


karda ayazda da olsan 
sıcak gülüşleri olan çılgın bir sevgilin varsa,
üşümezsin…
yormaz seni, 
annen gibi seven bir sevgili…
yormaz seni,
sevişmeler dışında…!
çok paran yokmuş, 
biraz damın akıyormuş,
ne gam..!
sımsıcak gülüşleri ile çılgın bir sevgilin varsa,
hayatla dalga geçmenin yolunu bulmuşsa, ''sen varsın diye''
sen varsın diye,
gözlerini kapamışsa kaygılara,
dayamışsa sırtını kalbinin hizasına
sen varsın diye...
karda ayazda da kalsan,
üşümezsin…





uğur böceği...


..çocukken inanırdık ya,
uğur böceklerinin uğur getireceğine,
şimdi bulmuşken seni,
hadi uğur böceğim olsana ömrüme…



10 Mart 2017 Cuma

Dede ve ben...

Zayıf ve çevik bir dede.

Sevimli de.

Genelde yanımda gelir oturur, elini de öptürmez.

Bir sonra ki gelişimde o vaazı dinlerken, hacı kokusu diye isimlendirilen minik şişeyi,usulca cebine bıraktım.

Fark etmedi.

Haftaya cuma yine geldi, yanıma oturdu.

Mis gibi kokuyordu.

Tanıdım.

Tebessüm ettim ve sevindim.

Böyle tuhaf bir şekilde sunduğum kokuyu sürüyordu.

Acaba ne düşünmüştü onu ilk cebinde bulduğunda. ''Allah'tan bana bir ikram..'' demiş miydi mesela...

Ona, onu hediye eden gerçekte ben miydim, yoksa ''o oku sen atmadın Allah attı..'' mealindeki ayet gibi, ben sadece sebepler aleminde bir vesile miydim..?

Görünüşte cüz'i iradem ile ben yapmıştım. Ama ''Allah kulun kalbi ile arasına girer, öyle hidayetiniz için dua edin..'' hükmü ne olacaktı.

Gerçekte kader sırlar manzumesi içinde nefes almak değil mi, hangi fiil iradem ile, hangisi Külli İrade sahibi Allah'tan, bilen beri gelsin ?

Bir dede, her cuma yanımda aynı safta ve benim ona ''iyilik adına'' yaptığım minik sempatik eylemden hiç haberi yok.

Aynı cebe para da sıkıştırabilirdim ve haberi olmazdı.

Birisine varlığınızdan haberi olmaksızın iyilik yapmanın o tarif edilmez lezzeti, egoyu/nefsi örseleyerek, açıktan vermekten çok daha güzel.

Güzel olsun cumamız...


9 Mart 2017 Perşembe

ah bahar


 ..ah bahar geliyorsun ya; 
yine tetikliyorsun yollara düşme hasretimi...
ah bahar geliyorsun ya; 
İstanbul sokakları bir başka tütüyor canımda...
ah bahar geliyorsun ya; 
yepyeni şiirlere savrulasım var...
ben her bahar, gonca gonca, 
nisan yağmuruna avuç açanım...
ben her bahar,
içimin menfezlerinde,
aşk aşk diye ağlayanım...


 


3 Mart 2017 Cuma

Sözcükler büyüdür…

''Ya hayır söyle ya da sus..!'' (hadis)

Kullandığınız her sözcükle bir anlaşma imzalarsınız. Hem kendinizle hem karşınızdaki ile.. Hemde tüm evrenle! Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa bugün ne konuştuğuna baksın. Olasıdır ki bugün en çok konuştuğunuz şey yarının deneyimi olacak.

Peygamber efendimizin bir hadisi vardır der ki “Bela insanın diline bağlıdır!”

Bir rivayete göre Peygamber efendimiz hasta olan birisini ziyarete gittiğinde hangi duaları ettiğini sormuş o da Allah'tan sabır dilediğini söylemiştir.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz.“ Musibetimde bana sabır vermek yerine neden yerine "Rabbena atina… 'Ya Rabbi bana dünyada da Ahirette de iyilik ver,' duasını okumuyorsun" buyurmuşlardır.

Ayrıca Peygamber yanından geçerken “ Ey Rabbim senden sabır istiyorum” diye dua eden bir kişiye “Sen Allahtan bela istemiş oldun. Bunun yerine O'ndan sağlık ve afiyet dile” buyurmuştur.

Olmasını istemediğiniz şeyleri dualarınızda dileklerinizde de anmayın.

İstemediğiniz şeyleri sıralamayın.

Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söyleyin.

Ben hasta olmak istemiyorum yerine, ben sağlıklıyım.

Yaşlanmak istemiyorum yerine ben her daim genç kalacağım.

Yaşlanmak istemiyorum diyen insanların oradaki odağı yaşlanmaktır mesela.. Ve sonucunda yaşlanmak kaçınılmazdır.

Öyle ki beyin negatifi algılamaz söylenen her sözü gerçek kabul eder. Mesela siz “Unutma” dediğinizde onu “unut” olarak alır. Onun yerine “Aklında tut” demek daha doğrudur. Birisine “Panik yapma” dediğinizde daha fazla panik olacaktır. Bunun yerine “sakin ol” demek daha uygundur.

Bu yüzden ne yapmak istemediğimizi değil, ne istiyorsak onu söylemeliyiz!

Birisi size eğer sizi gördüğünde “hasta gibi görünüyorsun” dediğinde eğer siz buna inanır ve onaylarsanız bu anlaşmayı imzalamış olursunuz ve çok fazla sürmeden hasta olacağınıza dair sizi temin ederim!

Hastalık demişken bazı insanlar var hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkan…

“Benim şekerim var!”

“Benim tansiyonum var!”

BENİM!!!

“Benim” diyerek siz bu kadar sahip çıkarsanız o hastalık da sizi hayatta bırakmaz! Çünkü"Ben" diye başlayan her cümleyi bilinçaltı sahiplenir ve emir kabul eder.

Bazen de kişi burada kurbanı oynamayı seçer. Hatta bazen bundan hoşlanır bile.. Çünkü o hastadır ve çevresinden daha önce görmediği ilgiyi görüyordur.

Farkındalığı olan kişi ise o noktada bedeninin kendine verdiği mesaja bakar.

Ve şu soruyu sorar “Bilmem gereken şey ne? Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?”

“Neden ben?” değil… “Nerede hata yaptım ve bu hastalıkla bedenim beni uyarıyor?”

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır. “Bir şeyi kırk kere söylersen olur. ”

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

Çünkü dil neyi çok söylerse bilinçaltı onu gerçek kabul eder, beyin onu gerçekleştirmek için harekete geçer.

Olumlu konuşmak ve düşünmek işte bu yüzden çok önemlidir.



Dr. Andrew Newberg şöyle der:

“Olumlu kelimelere odaklanarak ve bunları yansıtarak genel sağlığınızı iyileştirebilir ve beynimizin işlevselliğini artırabiliriz.

Enerjinizi hangi kelimeler üzerine odaklıyorsunuz? Eğer hayatınızın istediğiniz kadar güzel olmadığını fark ettiyseniz, olumsuz kelimeleri ne sıklıkta kullandığınızı not etmek için bir defter tutun. Gerçekten daha iyi bir hayatın ne kadar kolay ulaşılabileceğini gördüğünüzde şaşıracaksınız. Kelimelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin.”

Sözlerinizle birlikte davranışlarınızda değiştiğinde siz değişmeye başlarsınız.

Siz değiştikçe yaşamınızda değişir.

Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş.

Bu yüzden olmasını istediğiniz şey neyse ona odaklanın olmamasını istediğinize değil..!

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.

Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!

Sadece iki kelime AMA ve OLSA BİLE kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

Sabri Tandoğan'ın sohbetlerinden bir bölüm çok etkilemişti beni :

“İslam’ın Güler Yüzü” isimli kitabında Profesör Eva Hanımın çok ilginç bir tespiti var. “Bir kimse,” diyor, “Çayını içerken, kaşığını bardağın içinde dolaştırırken çıkan ses, uzaydaki bütün zerrelerden duyulur.”

Aman Yâ Rabbi… Bu sözü okurken tüylerim ürperdi, kendimden geçtim. Her şey ne kadar birbiriyle ilgili. Bazı kimseler der ki, evimde kapım kilitli, perdelerim örtülüyken ben yapayalnızım. Kimseler yok. İstediğimi yapabilirim. Kimin ne haberi olacak. Bugünkü modern bilime ne kadar aykırı bir düşünce. Mesele hiç de o kimsenin sandığı gibi değil. Hepimiz, her an, aklın alamayacağı bir gözetim, denetim içindeyiz. Biz sâde düşüncelerimizden değil, duygularımızdan da, bütün evrene karşı sorumluyuz.

İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor, haberimiz var mı?
Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün nebadâtı, bütün eşyayı içine alan bir hayır dua, bir güzel dilek, dalga dalga bütün zerrelere, iyinin, güzelin, temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor. Ne olur kalbimizi, kafamızı hep sevgiyle, saygı ile, edep ile, incelikle, güzel duygularla doldursak.“

Ya hayır söyle ya da sus! (Hadis)

Nur Demir

2 Mart 2017 Perşembe

Şairi meçhul bu şiire ses vermek istedim.

 

Boşuna uğraşmayınız google üzerinden şairini bulamadım.
Facebook hesabım varken 29 Mayıs 2016 da denk gelip okumuşum.
İpucu olarak bu tarih var elimde ve kendime de sitem ettim, neden şair adını yazmamışım, belki o zamanda anonim idi,neyse burada saklamak istedim...




1 Mart 2017 Çarşamba

Ah Şubat..!


Takvim 28′de idi, koparınca ömrümden, 29 gelecek sanıyordum..!
Oysa karşıma çıkan Mart..!
Şaşırdım..!
Sana daha diyeceklerim bitmemişti..!
Böyle mi olacak, insanın Şubat’ı da..!?
Koparken bir hazan yaprağı gibi dalından..!?

Ah Şubat..!
Daha çok ağlarım ardın sıra…
Sana rastlayana kadar, ben en çok Nisan sultanı ve Eylül hanımı severdim.
Hatta ikisi birden şu hovarda kalbime sığardı.
Yok, sevmem gerçekte aynı anda iki kadınla flört etmeyi, istesem de beceremem zaten...
Ama siz ikiniz bamb’aşka idiniz...
Ne Nisan sultan senden vazgeçebildim, ne de Eylül hanım senden...
Birinizle doğuyordum,yeniden...
Diriliyordum,en deli-kanımla, çağlayanlar gibi...
Mis gibi toprak kokusunda,yağmurlarda yıkanıyordu ruhum...
Tomurcuk tomurcuk karışıyordum seherin kuş seslerine...
Birinizle de, bu dünyanın öyle çok da matah bir yer olmadığını, onun hancı, bizim yolcu olmaklığımızın veda ayracını yaşıyordum. 
Dallara düşünce kır saçlar,bükülünce beli yaprakların,buruşunca yüzü yeşillerin...Sarının tonları sarınca ahenkli bir hüzzam makamında vedaları...

Nasıl vazgeçebilirdim, biriniz için birinizden...
Nisan’ım, Eylül’üm...

Gittin ya Kraliçe Şubat...
Hem de ne bir veda, ne bir haber vermeden, aniden,apansız...
İyi ki dedim sana bağlamamışım ömrümü, iyi ki adamamışım hayallerimi, gönlümü...