▼
31 Mart 2013 Pazar
böyledir işte hayat...
Böyledir işte hayat...
Güne başladın mı akşam oldu say.
Hafta da öyle, ay da öyle.
Yeni yıl dersin, aralık sert rüzgârlarını üfürür yüzüne.
Böyledir işte hayat...
Bir kapıdan girer, bir kapıdan çıkarsın..
Ve bir çırpıda zamanın hay-huyu içinde,
Unutulmaktır kaderin..
Hoş hatırlanmak seni geri de getirmez...
Belki bir fatiha ile ''iyiydi'' derlerse,
Huzurun olur yattığın yerde...
Böyledir işte hayat..
Böyledir de, yine de kimse silkelemez ruhunu..!
29 Mart 2013 Cuma
İhtiyacımız olan..
Bize göre çok anlamsız hatta cahilce de gelse,karşımızdakinin kutsalıysa; susacağız..
Hindistan'da Hindu mahallesinde yaşayan bir Müslüman Kurban bayramında bir Hindu için kutsal olanı kurban etmeyiversin..(İnek dışında başka bir hayvan ile kurban ibadetini eda ediversin..Yoksa çatışma kaçınılmaz oluyor ve cami yaklamalar,insan kanı dökmeler..)
Bir Hristiyan uydurma bir kitap yazıp, İslam'a ve Müslümanların kutsallarına hakaret etmesin..
Bir Yahudi,zorla gaspettiği topraklarda Filistin'liye de yaşam hakkı tanısın.
Bir ateist kutsallara hakareti fikir özgürlüğüm diye yaftalamasın..!
İnsanlık bu seviyeye gelemediği sürece yeryüzündeki çatışmalar hiç bir zaman bitmeyecektir..
İnsanların kutsallarının hakarete ve aşağılanmaya uğramadığı bir zaman diliminin yaşanmadığı gezegenimizde; belki de barışın ilk önemli adımı, insanlığın birbirini tolere ederek, müsamaha ile anlamasından geçmektedir.
22 Mart 2013 Cuma
nereden bulmalı
Yüzün gibi bir aşkı nereden bulmalı..?
Gözlerin gibi bir şiiri nerede okumalı..?
Sesinin tonunda bir beste yapılmadı ki,
İç çekişlerden bir güfte...
Gelincikler kadar narinsin,
Sensiz zamanlarda hep özlenensin,
Hebadır, kaybediştir, ziyandır,
Sana dokunmaksızın geçen anlar kadar istenensin...
15 Mart 2013 Cuma
Kelebeğin ömrü
İnsan bazen hüzünlü olur, bir acı demirler hayatınıza ve öylece kalır yüreğinizin sahilinde! Aslında böyle zamanlarımda kendimi toparlayıp bir şeyler karalayamam, fikir dağınık, imla her zamankinden daha kötü. Ama olsun burası benim inzivam değil mi, kime ne değil mi hatalarımdan...
Şu sıralar kelebekleri, ipek böceği konularını okuyorum.Ne çok cahilim Ya Rab...Öğrenmenin sonu yok!
Çocukken mahallede kozasındaki tırtıllarla uğraşırdık. Ben haylaz bir çocukluk geçirmedim. Öyle sinek kanadı koparıp, Çin işkencesi yapanlardan değildim. Tırtılları yaprakla beslediğimizi hatırlıyorum. Ne zaman kelebek olup uçacaklar diye her gün nöbetteydim..
Kendi kozalarını örerlerdi hayal meyal hatırlıyorum. Sonra kendi vücudunun etrafını örüyor ve derken tırtıl olarak girdiği dünyadan kelebek olarak uçup gidiyor. Ve oldum olası kelebekleri çok sevdim.
Ben de kendi bedenimi bazen tırtıla benzetiyorum! Bir gün, bir an gelecek ve kelebek (ruh) olarak uçup gideceğim...
Tırtıl gibi kozamızı kendi bedenimizi örüyoruz yapıp ettiklerimizle...Kendi günlerimizi tüketerek..
Tırtılın yaşam süresi galiba kanatlanan kelebek olduktan sonra çeşidine göre çok daha az oluyormuş.Hatta öyleleri varmış ki kelebeklerin, ağız/hortumları bile yokmuş. Zira kelebek olunca çiftleşme görevini nesli için tamamlayıp ve çiçeklerin güzelliğinde uçmaktan sarhoş olsa gerek, acıkmaya zamanı olmadan göçüp giderlermiş..Yani bizim kelebek olarak gördüğümüz hali, yaşamının son zamanları!
Sürünen bir tırtıl olmaktan kurtulup, özgürce amacı için uçan bir kelebek midesini düşünmese gerek.
Nasılsa tırtıl iken oburca dut yapraklarını yeterince yemişti..İpek böceği üretimindeki vahşete hiç girmeyeceğim...
Bedenim bir tırtıl, ahirete uçmak üzere olan bir kelebek..Dünya kozasında doymak bilmez nefsimi dut yaprağı misali besledim durdum, belki de tırtıl gibi kabir kozasına konuyoruz, orada kanatlanıyoruz ağırlıklarımızı atarak!
Bazen sorarız ya, şu neden yaratıldı ne faydası var diye..Kelebeklerin faydalarını hiç bilmesek bile bu tefekkür için yaratılmış olmaları bile az şey mi? İpek için kaynar suya atılarak yok olan tırtıllar, geride pahalı ipekler bırakıyorlar.Biz geride ne bırakıyoruz?
Sonbaharda bizi terk eden son kuşlara bakarken neler hissediyoruz?Fark etmiyoruz bile şu mekanik yaşamda..! Bir kelebeğin ömrü kadar bile olsa, aşklar yaşadık mı bizi ağlatan?Kelebeğin ömrü kadar da olsa yaşanılanlar, bir ömür boyu iz bıraktı mı, unutulmayan?
Kelebeğin kanatlarındaki desenleri çizene layıkıyla kul olabildik mi? Kainat sarayında bir geçit töreni gibi gözlerimizin önünde arz-ı endam eden yaratılmışlarda O'nun (cc) mührüne nakşına hayran birer aşıklar olabildik mi?
Zerreden kürreye gören bir gönle sahip olamadan kanatlanmak ne acı!
Allah'ı bulamadan dünya kozasını terk ediş ne acı..!
Ya günahlarla kabir kozasında kaynamaya terk ediliş!
Bugün içimde ayrı bir hüzün, tüm kaybedişler kapıma dizilmiş gibi...
Kelebek kelebek uçuşurlarken, duyduğum bir sesle haykırdım kendi kozamda:
Allah merhametini 100'e böldü, yalnız 1'ini dünyaya indirdi. Anne yavrusuna o merhametle bakar, mahlukat o şefkatle birbirini sever...Öyleyse ümitsiz bir kelebek olmak yok dedim kendi kendime. Ne aşk için, ne kulluk için, ne günahlar için..Öyleyse yeni duymuşcasına bu hükmü, ''kurtulduk'' diye içimde haykırdım. Nede olsa imanımız ve aklımız var şükürler olsun.
" Gevşemeyin,üzülmeyin,eğer hakikaten inanıyorsanız,muhakkak üstün olan sizsiniz." işte ayet...
Durun bir de şairlik yaparak noktalayayım, yoruldum, bu kadar yetsin:
''An gelecek, inanmış bir kelebek olarak uçup gideceğim gül kokusu diyarlara..
Görmeseler de gülümseyeceğim, ardımdan ağlayacak dostlara''
Şu sıralar kelebekleri, ipek böceği konularını okuyorum.Ne çok cahilim Ya Rab...Öğrenmenin sonu yok!
Çocukken mahallede kozasındaki tırtıllarla uğraşırdık. Ben haylaz bir çocukluk geçirmedim. Öyle sinek kanadı koparıp, Çin işkencesi yapanlardan değildim. Tırtılları yaprakla beslediğimizi hatırlıyorum. Ne zaman kelebek olup uçacaklar diye her gün nöbetteydim..
Kendi kozalarını örerlerdi hayal meyal hatırlıyorum. Sonra kendi vücudunun etrafını örüyor ve derken tırtıl olarak girdiği dünyadan kelebek olarak uçup gidiyor. Ve oldum olası kelebekleri çok sevdim.
Ben de kendi bedenimi bazen tırtıla benzetiyorum! Bir gün, bir an gelecek ve kelebek (ruh) olarak uçup gideceğim...
Tırtıl gibi kozamızı kendi bedenimizi örüyoruz yapıp ettiklerimizle...Kendi günlerimizi tüketerek..
Tırtılın yaşam süresi galiba kanatlanan kelebek olduktan sonra çeşidine göre çok daha az oluyormuş.Hatta öyleleri varmış ki kelebeklerin, ağız/hortumları bile yokmuş. Zira kelebek olunca çiftleşme görevini nesli için tamamlayıp ve çiçeklerin güzelliğinde uçmaktan sarhoş olsa gerek, acıkmaya zamanı olmadan göçüp giderlermiş..Yani bizim kelebek olarak gördüğümüz hali, yaşamının son zamanları!
Sürünen bir tırtıl olmaktan kurtulup, özgürce amacı için uçan bir kelebek midesini düşünmese gerek.
Nasılsa tırtıl iken oburca dut yapraklarını yeterince yemişti..İpek böceği üretimindeki vahşete hiç girmeyeceğim...
Bedenim bir tırtıl, ahirete uçmak üzere olan bir kelebek..Dünya kozasında doymak bilmez nefsimi dut yaprağı misali besledim durdum, belki de tırtıl gibi kabir kozasına konuyoruz, orada kanatlanıyoruz ağırlıklarımızı atarak!
Bazen sorarız ya, şu neden yaratıldı ne faydası var diye..Kelebeklerin faydalarını hiç bilmesek bile bu tefekkür için yaratılmış olmaları bile az şey mi? İpek için kaynar suya atılarak yok olan tırtıllar, geride pahalı ipekler bırakıyorlar.Biz geride ne bırakıyoruz?
Sonbaharda bizi terk eden son kuşlara bakarken neler hissediyoruz?Fark etmiyoruz bile şu mekanik yaşamda..! Bir kelebeğin ömrü kadar bile olsa, aşklar yaşadık mı bizi ağlatan?Kelebeğin ömrü kadar da olsa yaşanılanlar, bir ömür boyu iz bıraktı mı, unutulmayan?
Kelebeğin kanatlarındaki desenleri çizene layıkıyla kul olabildik mi? Kainat sarayında bir geçit töreni gibi gözlerimizin önünde arz-ı endam eden yaratılmışlarda O'nun (cc) mührüne nakşına hayran birer aşıklar olabildik mi?
Zerreden kürreye gören bir gönle sahip olamadan kanatlanmak ne acı!
Allah'ı bulamadan dünya kozasını terk ediş ne acı..!
Ya günahlarla kabir kozasında kaynamaya terk ediliş!
Bugün içimde ayrı bir hüzün, tüm kaybedişler kapıma dizilmiş gibi...
Kelebek kelebek uçuşurlarken, duyduğum bir sesle haykırdım kendi kozamda:
Allah merhametini 100'e böldü, yalnız 1'ini dünyaya indirdi. Anne yavrusuna o merhametle bakar, mahlukat o şefkatle birbirini sever...Öyleyse ümitsiz bir kelebek olmak yok dedim kendi kendime. Ne aşk için, ne kulluk için, ne günahlar için..Öyleyse yeni duymuşcasına bu hükmü, ''kurtulduk'' diye içimde haykırdım. Nede olsa imanımız ve aklımız var şükürler olsun.
" Gevşemeyin,üzülmeyin,eğer hakikaten inanıyorsanız,muhakkak üstün olan sizsiniz." işte ayet...
Durun bir de şairlik yaparak noktalayayım, yoruldum, bu kadar yetsin:
''An gelecek, inanmış bir kelebek olarak uçup gideceğim gül kokusu diyarlara..
Görmeseler de gülümseyeceğim, ardımdan ağlayacak dostlara''
14 Mart 2013 Perşembe
sus bana, susamışlık bana...
Yazamam ki seni, geceleri çekerim üstüme,
Ahlarım mahzun karanlıkların dipsizliğinde..!
Bir kelama yetmez gücüm,
Bir de senin o beni kahreden tavrına.
Mecalsizim,sensizim,garibim,
Ağyar hal bilmez, yâr desen bu gönülden habersiz..
Bir hicranı alevlendiren şu musiki de olmasa,
Ne teselli eder bu divane gönlümü..?
Ah Yâr !
Sen sürme gözlerini kapamış,
Bu vakitlerde uyurken,
Mecnun bir çift gözde zerre uyku yok..
Haberin var mı..?
Haberin var mı sana olan tutsaklığımdan ?
Geceleri sineme sırdaş edinmekliğimden..
Sus bana, susamışlık bana...
Gönül delen bakış sana, hasret bana...
Bu nazının elinden olsa gerek ölümüm...
8 Mart 2013 Cuma
Hz.Peygamber (sav) ve kediler.
Peygamber Efendimiz (sav) de kedileri çok severdi bakımı ile uğraştıgı bir çok kedisi vardı Fakat bunların içinde en çok sevdiği kedi, "Müezza" idi.(Müzezza:"izzet veren, şereflendiren".anlamında dişil bir kelimedir, Müezza da muhtemelen dişi bir kediydi)...Hz. Muhammed kedisi Müezzayı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde oturan Hz.Peygamber(sav)'in giysisinin ucunda uyuya kalınca kediye kıyamayan Hz.Peygamber (sav) giysisini keserek sedirden kalkmayı tercih etmiştir.
Müezza çok muhtemelen bir sokak kedisi. Mekke'nin kavurucu sokaklarından Hz.Peygamber (sav)'in ilgisi ile kurtulmuş. Bugün Müezza gibi damağı lekeli olan kedilerin, onun soyundan geldğine inanılmaktadır.
Hz.Peygamber (sav) ve Müezza o kadar yakınlardı ki, Müezza bazen peygamberin abdest almak için hazırladığı sudan içerdi. Peygamber Müezza suyunu içinceye kadar beklerdi ve aynı su ile abdestini alıırdı. "Su Kirlenmedi mi ?" diye soranlara "Kediler hiç bir şeyi kirletmez" buyurmuşlardı...
Bir yılan Hz.Peygamber (sav) 'e gelmiş ve kendisinden yardım istemiş. Hz.Peygamber (sav)'de yılana yardım etmiş. Fakat yılan Hz.Peygamber (sav)'i sokmaya kalkışmış. O sırada bir adam yetişip kedisini yılanın üzerine salmış. Yılanın zehirli ısırığından kedi vesilesiyle kurtulan Hz.Peygamber (sav) kedinin sırtını okşamış. Kedilerin ne kadar yüksekten olursa olsun dört ayak üzerine düşme yeteğini sebebi bu mucizevi olaydır.
Peygamberimiz kedileri birer hayvandan çok evin bir ferdi gibi görürlerdi. Bir gün bir eve yemek göndercekti ve ev sahibine evde kaç kişi olduklarını sordu. Ev sahibi "3 Kişiyiz" dedi. Peygamberimiz bunun üzerine, "Evinizde kedi var mı? " diye sordu, ev sahibi "Evet var" diyince kediyide evin bir ferdi olarak görüp aynı yemekten ayırt etmeden 3 değil 4 kişiik yemek gönderdi.
Hadislerde peygamberimizin çevresinde vahşi ve büyük kedilerinde olduğunu öğreniyoruz. Hatta bu kedilere o kadar müsamaha gösterirmiş ki, kediler eşi Hz Aişe ekmek yaparken eve girer yaptıgı ekmeği alır götürürlermiş... (Şimdi aynısı olsa kaç kişi o kediyi kovalamaz acaba? Ki burada bahsedilen vahşi bir kedi)
Ebu Hureyre Radiyallahu Anh kedileri cok sevdiginden, beslediginden ve ilgilendiginden Efendimiz (sav) kendilerine ”Ebu Hureyre” [Kedilerin Babasi] lakabını vermişlerdir.
Hz.Peygamber (sav) o zamanlar sık olan kedilerin ticari alım satımını yasaklatmıştır.Aktarılan bazı hadislerde "Kedisine eziyet eden bir kadının cehennemde çektiklerinden " bahsedilir. Mesaj oldukça açıktır. Kedilere iyi muamele şarttır.
Evde Kedi beslenebilir ve sevaptır. Çocukların merhamet duygusunun gelişmesine katkıda bulunurlar. Nitekim Evliya Zatların coğunun etrafinda ve evinde kediler vardı...
Kedileri sevmek sünnettir. Hayvanlara ve canlılara merhamet imandandır. (iktibas)
7 Mart 2013 Perşembe
yalnız kalpler
şehir çekildi işte kendi kabuğuna yeniden,
binlerce ışık ve binlerce hayat sızıyor pencerelerden..
yalnız bir kadın, ağlıyor sevgisizlikten,
ve yalnız adamın gözleri, onun solgun penceresinde gezinirken..
kırık hayatlar; eş,eşini bulmuyor,
yalnızlığa mahkûm kalpler, böyle de avunamıyor,
bir şarkı sesi gecenin içinde, kimseler duymuyor,
bir yaşam, böyle zamanlarda kendisini sorguluyor..
6 Mart 2013 Çarşamba
Ölüm gündemi
Acaba ölüm “aktüel” bir şey mi? Yani haftalık bir dergiye, hatta günlük bir gazeteye aktüel niteliği sebebiyle yazılabilir mi?
Allah Teala’nın “Batın” olma sıfatı izah edilirken, “Zuhurunun şiddetinden dolayı gizlidir” sözü söylenir.
Belki ölüm için de zuhurunun şiddetinin onu aktüel kıldığı söylenebilir.
O kadar hayatın içinde ki ölüm, aktüel olmaması mümkün değil.
Ölüm her an var.
Hayatın bir boyutu ölüm.
İnsan ne kadar ölümü hayatının dışına çıkarmaya çalışırsa çalışsın, onun var olduğunu ve her an yanını yöresini, kendisini yoklayacağını bilir.
“Ölümü ve hayatı yaratan kudret” kanunu böyle koymuş çünkü. Bu Kur’an ifadesinde, ilginç ki, “ölümün yaratılması” “hayatın yaratılması”ndan önce zikrediliyor. (Mülk Suresi, 2)
“Medyatik ölümler” -ki çoğaldı, çoğalıyor, çoğalacak- ölümü daha çok hayatın içine çekiyor.
Hani ölmesi mümkün değilmiş (!) gibi görünenler bile gittiğine göre diye düşünmeye başlıyor insanlar.
Bir sanatçı “Sabancı’nın ölümü benim yeniden doğuşuma imkân hazırlamıştı” demişti bir ara ve sonra, hayatında köklü değişimler yaşamıştı.
Her şeyi satın alabilecek bir insan, bir saniyelik ömür satın alamamış ve insanoğlunun kadim çağrısına boyun eğerek göçmüştü ebediyyet âlemine... Nice kudretli devlet başkanı, komutan vs de göçmüştü o çağrıya boyun eğip.
“Ebediyyet âlemi” dedim.
Belki pek çok insanın gündeminde o da yok.
Yok değilse bile, çok flu...
Ne var ölüm ötesinde?
Buna dair bilgiyi vahiy veriyor.
Yani Allah’tan gelen bilgi.
İnsanoğlu, var oluşuna hükmedemediğini, dünyadan gidişine de hükmünün geçmediğini, kendi varlığı için son derece kritik bu iki hadisenin de kendi dışında olduğunu “idrak” ediyor, çünkü bunu görmemesi mümkün değil.
Mümkün olsa, gelmeye hükmü geçmese bile, mesela gitmemeyi başarmak ister. Koşar, arar, çırpınır, bir yol bulmak ister, ölüm meleğinin elinden kaçmak için. Ama olmuyor. Bir yol yok. Bulunamadı bugüne kadar.
O zaman, bu işin hikmeti üzerine düşünüp, “Acaba beni gönderen ve alan, aldıktan sonra bana nasıl bir gelecek planladı?” diye kafa yormaz mı?
Geçen hafta “medyatik ölümler” gerçekleşti. “Medyatik ölümler” herkesin evine giren ölümlerdir. İnsanın medyalaşması ölçüsünde medyatik ölümlerin de çoğalacağı bir vakıa.
Herkes ölen üzerine konuşuyor, konuşuyor.
Ama ölüm ötesi üzerine bir şey yazılmıyor, ölümün hayata yüklediği anlam üzerine bir şey söylenmiyor ve daha önemlisi “Ölümü ve hayatı Yaratan ile insanın ilişkisi” üzerine bir şey yazılmıyor.
-Acaba ölüm ötesinde bizi ne bekliyor?
-Acaba ölüm ötesindeki şeylerle bu dünyada yaşadığımız hayatın bir ilişkisi var mı?
-Acaba “ölümü ve hayatı yaratan” Kudret, bizden, hayatta iken ölüm sonrasına ilişkin bir şeyler hazırlamamızı istemiş miydi?
-Gidenler geri gelmediğine göre, şayet istenenler yapılmamışsa orada ne oluyor, ne olacak?
Ben kendi hayatımı, kendi ölümümü, kendi ölüm ötemi ve bütün bunlarla bağlantılı olarak “ölümü ve hayatı yaratan Kudret olarak Allah Teala ile ilişkimi”, bu dünya hayatında O’nunla ilişkinin hayatıma nasıl yansıması gerektiğini düşünmeden edemiyorum.
“Dünyevileşme” diye bir hadise var, sosyal bilimcilerin gündeminde.
“Ölüm ötesini gündemden çıkarma” diye de anlaşılabilir bu.
İnsanoğlunun, dünyayı, Yaratan’la bağını kopararak düzenleme yönelişinin uzantısı olarak gelişiyor dünyevileşme.
Dünyevileşme, insanı, ölüm gündemini ötelemeye yöneltiyor.
Ama mümkün olmuyor bu.
Ölüm insanın en çok dünyevileştiği bir noktada bile geliyor, ve en sarsıcı biçimde gündeme giriyor.
Böyle bakıldığında dünyevileşme insanoğlunun bir aldanışından ibaret oluyor.
Kaldı ki, ne kadar koparsa kopsun bu gündemden, ölüm ötesi kaygısını ortadan kaldıramıyor insan.
En iyisi, kadim gerçeği kabul edip, varoluşun gayesini anlamaya çalışıp, “Ölümü ve hayatı Yaratan kudret”in insanoğluna yüklediği sorumluluğu yüklenmek. İnsan olmak.
Ahmet Taşgetiren / Aksiyon dergisi
Allah Teala’nın “Batın” olma sıfatı izah edilirken, “Zuhurunun şiddetinden dolayı gizlidir” sözü söylenir.
Belki ölüm için de zuhurunun şiddetinin onu aktüel kıldığı söylenebilir.
O kadar hayatın içinde ki ölüm, aktüel olmaması mümkün değil.
Ölüm her an var.
Hayatın bir boyutu ölüm.
İnsan ne kadar ölümü hayatının dışına çıkarmaya çalışırsa çalışsın, onun var olduğunu ve her an yanını yöresini, kendisini yoklayacağını bilir.
“Ölümü ve hayatı yaratan kudret” kanunu böyle koymuş çünkü. Bu Kur’an ifadesinde, ilginç ki, “ölümün yaratılması” “hayatın yaratılması”ndan önce zikrediliyor. (Mülk Suresi, 2)
“Medyatik ölümler” -ki çoğaldı, çoğalıyor, çoğalacak- ölümü daha çok hayatın içine çekiyor.
Hani ölmesi mümkün değilmiş (!) gibi görünenler bile gittiğine göre diye düşünmeye başlıyor insanlar.
Bir sanatçı “Sabancı’nın ölümü benim yeniden doğuşuma imkân hazırlamıştı” demişti bir ara ve sonra, hayatında köklü değişimler yaşamıştı.
Her şeyi satın alabilecek bir insan, bir saniyelik ömür satın alamamış ve insanoğlunun kadim çağrısına boyun eğerek göçmüştü ebediyyet âlemine... Nice kudretli devlet başkanı, komutan vs de göçmüştü o çağrıya boyun eğip.
“Ebediyyet âlemi” dedim.
Belki pek çok insanın gündeminde o da yok.
Yok değilse bile, çok flu...
Ne var ölüm ötesinde?
Buna dair bilgiyi vahiy veriyor.
Yani Allah’tan gelen bilgi.
İnsanoğlu, var oluşuna hükmedemediğini, dünyadan gidişine de hükmünün geçmediğini, kendi varlığı için son derece kritik bu iki hadisenin de kendi dışında olduğunu “idrak” ediyor, çünkü bunu görmemesi mümkün değil.
Mümkün olsa, gelmeye hükmü geçmese bile, mesela gitmemeyi başarmak ister. Koşar, arar, çırpınır, bir yol bulmak ister, ölüm meleğinin elinden kaçmak için. Ama olmuyor. Bir yol yok. Bulunamadı bugüne kadar.
O zaman, bu işin hikmeti üzerine düşünüp, “Acaba beni gönderen ve alan, aldıktan sonra bana nasıl bir gelecek planladı?” diye kafa yormaz mı?
Geçen hafta “medyatik ölümler” gerçekleşti. “Medyatik ölümler” herkesin evine giren ölümlerdir. İnsanın medyalaşması ölçüsünde medyatik ölümlerin de çoğalacağı bir vakıa.
Herkes ölen üzerine konuşuyor, konuşuyor.
Ama ölüm ötesi üzerine bir şey yazılmıyor, ölümün hayata yüklediği anlam üzerine bir şey söylenmiyor ve daha önemlisi “Ölümü ve hayatı Yaratan ile insanın ilişkisi” üzerine bir şey yazılmıyor.
-Acaba ölüm ötesinde bizi ne bekliyor?
-Acaba ölüm ötesindeki şeylerle bu dünyada yaşadığımız hayatın bir ilişkisi var mı?
-Acaba “ölümü ve hayatı yaratan” Kudret, bizden, hayatta iken ölüm sonrasına ilişkin bir şeyler hazırlamamızı istemiş miydi?
-Gidenler geri gelmediğine göre, şayet istenenler yapılmamışsa orada ne oluyor, ne olacak?
Ben kendi hayatımı, kendi ölümümü, kendi ölüm ötemi ve bütün bunlarla bağlantılı olarak “ölümü ve hayatı yaratan Kudret olarak Allah Teala ile ilişkimi”, bu dünya hayatında O’nunla ilişkinin hayatıma nasıl yansıması gerektiğini düşünmeden edemiyorum.
“Dünyevileşme” diye bir hadise var, sosyal bilimcilerin gündeminde.
“Ölüm ötesini gündemden çıkarma” diye de anlaşılabilir bu.
İnsanoğlunun, dünyayı, Yaratan’la bağını kopararak düzenleme yönelişinin uzantısı olarak gelişiyor dünyevileşme.
Dünyevileşme, insanı, ölüm gündemini ötelemeye yöneltiyor.
Ama mümkün olmuyor bu.
Ölüm insanın en çok dünyevileştiği bir noktada bile geliyor, ve en sarsıcı biçimde gündeme giriyor.
Böyle bakıldığında dünyevileşme insanoğlunun bir aldanışından ibaret oluyor.
Kaldı ki, ne kadar koparsa kopsun bu gündemden, ölüm ötesi kaygısını ortadan kaldıramıyor insan.
En iyisi, kadim gerçeği kabul edip, varoluşun gayesini anlamaya çalışıp, “Ölümü ve hayatı Yaratan kudret”in insanoğluna yüklediği sorumluluğu yüklenmek. İnsan olmak.
Ahmet Taşgetiren / Aksiyon dergisi