Kaderin, yani Allah'ın taktiri, planlaması ile,kulların cüz'i iradeleri ile planladıkları bazen aynı, bazen farklı tezahür eder.
Kul olarak çoğu zaman bunu ve sakladığı sırları bilmeksin, kararlar alırız ama an gelir, ''kaderin vakt-i saati tecelli eder ve kalbimizi ısrarla aşka kapadığımızı sandığımız halde, tüm kapılar ''bir anda'' açılıverir...
Şu sıralar benim de öyle oldu...
Şahsıma karşı duygusal bağı olduğu halde, bunun karşılığını veremediklerimden, çok azı hariç, ''umduğun gibi olmayacak, sen yapamazsın, benim gibisini bulmazsın'' gibi neredeyse ''beddua''lar almış bulunmak; doğrusu bendenizi şaşırtmadı, yalnızca üzdü...
Belki bir çoğu, ilk anda duygusal tepkiler ve zamanla bana empati yapmayı başardıklarında, iş bu beddua gibi -kendilerine sormadığım - yorumları, beni gerçekten sevmişlerse, ''dua''ya dönüşecektir.
Çünkü seven sevdiğinin, sevdiği ile mutlu olmasını istiyorsa, gerçek sevgidir ve içinde bencillikten eser yoktur!
Yoksa, benim her gece yalnız bir erkek olarak yaşamıma, birilerinin hayallerini süsleyen kahraman (!) olarak devam etmemin neresi sevgi / sevmek Allah aşkına...
Neymiş ben topluma mal olmuşum...Görende beni megastar sanacak! Ki megastarın bile sevgilisi var..!
Murat Mesut facebook sayfamı dondurdum evet ve en azından uzun süre, ya da hiç bir zaman açmayacağım...''Bir yudum teselli'' de sevgili admin arkadaşlarım, gerek bu blogumda eski şiirlerimi, gerekse yeni gönderdiğim ''içimin saçmalıklarını'' zaten yayınlamayı sürdürüyorlar.Mesele şiir ve yazılarımı takipse, zaten sorun yok !
Önemli bir konuda bana ulaşmak içinse zaten burada mail adresim var, iletişim hakkı ve okuyucuya saygı adına.
İlginç olan, yeni durumum yüzünden küsenler, teselli sayfasına da uğramamış gözükmeyi tercih ettiler ! Ki ben zaten beğeni adedi ile başından beri ilgili değilim.''Kendimden kendime yazıyorum'' yazmak benim için bir ihtiyaç ve önemli olan ''bakkal defteri karalamalarım'' ile deftere bir şeyler çiziktirmek...Bunu yapmak bana iyi geliyor.
Uzun lafın kısası, ''hani hayatında kimse olmayacaktı'' türü serzenişler bana sevimli gelmekle birlikte, bazı dostlarımın üzülmesini hem anlıyor, hem de onlara üzülmüyor değilim. Ama nereye kadar...? Başta da dediğim gibi, ilahi taktir, zamanı gelince, tedbiri bozar ve kaderin hükmü yürürlüğe girer..Henüz yolun başında biri olarak, kendime -sevinen çok az sayıdaki dostlarım gibi- Allah tamamına erdirsin diyerek, huzurlu bir ahir ömür diliyorum, cümlemizle birlikte.
▼
20 Ağustos 2013 Salı
15 Ağustos 2013 Perşembe
biter bir gün...
Biter bir gün bu acılar bu ölümler,
Ölümün öldürüldüğü yerde !
Cennet sabahına eriştiğimizde,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler..!
Filistinli, Suriyeli, Arakan'lı,Hocalı'lı
Bosnalı,Mısır'lı, Doğu Türkistanlı çocuklara,
Bosnalı,Mısır'lı, Doğu Türkistanlı çocuklara,
Neden öldürüldükleri sorulduğu zaman,
Huzur pınarlarının başında,
Hiç bir şey olmamış gibi mutlu olunca,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler,
Biter haksızlıklar, zulümler...
Akan kan yerine,
Altlarından ırmaklar akan adn cennetlerine ulaşınca,
Biter bir gün bu acılar bu ölümler...
Adına dünya denilen aşağıların aşağısı,
Bu sefil yerden, yücelikler alemine kanat açınca...
Biter canım, inan ki ne acı kalır bir daha,
Ne de acılardan bir iz...
12 Ağustos 2013 Pazartesi
11 Ağustos 2013 Pazar
Teşekkürlerimle, burada saklamalıyım...
''Hani der ya şair ;''senin gibi bir dostu olmalı diye...''
Evet dediği gibi dostum'sun.. İyi ki doğmuşsun.
Nice güzel sağlıklı mutlu yaşların olsun, etrafında senin gibi yürekli dostların tutsun ellerini bırakmamacasına...
Dost kumbaram da varlığından mutlu olduğum güzel insan...
Hüznünün penceresine dualı kelimeler sürüp sürüp susan insan...
Kelimelerini inancın gül kokulu şakağında büyütüp yağmur olup yağan insan...
Cömert yüreğinin kıyılarına vefanın rengini de alıp insana dair güzel resimler yapan can yürek...
Nice mutlu yıllara sağlık huzur ve umutla...''
7 Ağustos 2013 Çarşamba
Bayram
Bir çırpıda bitti işte onbir ayın sultanı Ramazan..Ne kadar menziline girebildik bilmiyoruz ama ümidim şu ki, biz samimi elimizde geleni yapmışsak, Allah bizi arınmış olarak bayram sabahına ulaştıracaktır inşallah.
Mübarek Ramazan bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle, sağlıklı, huzurlu ''bayram gibi bayramlar'' dilerim...
Selam ve sevgilerimle...
6 Ağustos 2013 Salı
Osmanlı'da hayvanlara merhamet
Fotoğrafı bir Üsküdar gezimde Yeni Valide Camiinde, çekmiştim. Gülnuş Valide Sultan tarafından yaptıralan bu camide, kuşların barınması için yapılan sanat şahikası kuş yuvası.
İyi ki, ecdadımız bu camileri, vakfiyeleri yapmışlar da, İstanbul, betonlar arasında daha fazla boğulmaktan bu sayede kurtulmuş...
En azından ağaçlarıyla, sanat eseri mimarisiyle göze hitap edip, gönle sürur vermekteler.
Osmanlı'da merhamet yalnızca insanlara münhasır değildi.Öyle dizilerde uydurulduğu gibi, padişahlar astığı astık biri de değildi.Bu bizden gözükenlerin bize ve tarihe büyük iftirası ve kötülüğüdür.Hukuk var ve padişahlar da hukuka uymak zorunda yöneticilerdi.
Sözü uzatmadan,yabancı tarihçilerin tespitlerinden bir kaç kesitin de yer aldığı yazıya aynen yer veriyorum:
''Hayvanlara olan merhametlerine dair birkaç örnek verecek olursak: Hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmak kanunen yasaklanmıştır. Zabıta kuvvetleri, bu yasağı ihlâl edenleri takip edip, hayvanı dinlendirmek ve sahibine de ceza olarak aynı yükü taşıtmakla mükelleftir. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın “Süleymaniye Camii” yapılırken yük taşıttırılan hayvanlar hakkındaki bir dizi fermanı da, bu hassasiyetin bir nişanesidir.
Mezbahalarda kurban edilecek hayvanların hissiyatına dahi dikkat edilmiş, kesimle alakalı bir şey görmemesi için gözleri bağlanmıştır. Ayrıca fazla ızdırap verilmemesi için de bıçakların son derece keskin olmasına dikkat edilmiştir.
Pazarlardan canlı kuşları kafesleriyle satın alıp azat etmek, merhamet tezahürü bir anane hâline gelmiştir. Büyük binalar inşa edilirken kuşlar için de süslü yuvalar yapılmıştır. Üsküdar’daki Yeni Cami’nin duvarlarında bulunan zarif ve sanat harikası kuş yuvaları, hayrat sahiplerinin bu husustaki hissiyat ve inceliğini pek bâriz bir şekilde aksettirir.
Bunlara ilaveten Osmanlılarda, avcılık, caiz olduğu halde, ihtiyaç hâlinin dışında tavsiye edilmemiştir.
Türk düşmanlığıyla bilinen Avukat Guer şöyle der:
“... Müslüman Türk’ün şefkati hayvanlara bile şâmildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki köpek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Verilenlere alışmış olan hayvanlar da, besicilerin şefkatli seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen yanına koşmakta hiçbir kusur etmezler. Kasapların da her gün muayyen miktar kedi ve köpek beslemeleri, itiyat hâlindedir. Ayrıca Şam’da, hastalanan kedi ve köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır.”
Du Loir:
“Osmanlının bazı şehirlerinde kediler için yapılmış mekanları, gıdaları için tesis edilmiş vakıfları görünce hayret etmeyecek insan var mıdır?.. Yavruları olan köpeklerin barındırılması için sokaklarda kulübelerin yapılması ve gıdaların teminine bilhassa itina edilmesi de, hayret vericidir. Bunları yapanlar, kendilerine Cennet kapılarını açacak birçok sevaplar kazandıkları itikadındadırlar” der.
Comte de Bonneva’nın kitabında da şu ifadeler vardır:
“Türkler, kedi, köpek vesaire gibi başıboş hayvanlar için de vakıflar tesis ederler. Kasaplar da, her gün bu gibi hayvanların bir miktarını vicdanen beslemekle mükelleftirler.”
Osmanlı ülkesi, bünyesini bir muhabbet ve şefkat ağı gibi ören, vakıf ve benzeri hizmetler sayesinde adeta dilencisiz bir ülke hâline gelmiştir. Öyle zamanlar olmuştur ki, Müslüman zenginler zekatlarını verecek fakir bulmakta güçlük çekmişlerdir.
Hayvanlara bile bu kadar merhametli olan bir milletin insanlara olan merhametini siz düşünün. Bu sebeple o dönemlerde dilenciliğin ne olduğu adeta meçhuldür. Hatta nüfusu iki milyona kadar çıkmış olan İstanbul’da Türk dilenciye rastlanılmadığı bilinen bir gerçektir. Osmanlıların, öldükten sonra bile kimseye yük olmamak için, kefen paralarını dahi, henüz hayatlarındayken ayırıp, daima üzerlerinde taşımaları, malum ve maruf bir âdet hâlindedir.
Corneille Le Bruyn’in seyahatnamesinden:
“...Türklerin hayrat ve hasenata çok düşkün olduklarını ve hatta Hıristiyanlardan çok daha fazla hayrat vücuda getirdiklerini inkâra imkan yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesadüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenat vakıflarıdır.”
(Mehmet Oruç, Türkiye, 01.12.2001)
İyi ki, ecdadımız bu camileri, vakfiyeleri yapmışlar da, İstanbul, betonlar arasında daha fazla boğulmaktan bu sayede kurtulmuş...
En azından ağaçlarıyla, sanat eseri mimarisiyle göze hitap edip, gönle sürur vermekteler.
Osmanlı'da merhamet yalnızca insanlara münhasır değildi.Öyle dizilerde uydurulduğu gibi, padişahlar astığı astık biri de değildi.Bu bizden gözükenlerin bize ve tarihe büyük iftirası ve kötülüğüdür.Hukuk var ve padişahlar da hukuka uymak zorunda yöneticilerdi.
Sözü uzatmadan,yabancı tarihçilerin tespitlerinden bir kaç kesitin de yer aldığı yazıya aynen yer veriyorum:
''Hayvanlara olan merhametlerine dair birkaç örnek verecek olursak: Hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmak kanunen yasaklanmıştır. Zabıta kuvvetleri, bu yasağı ihlâl edenleri takip edip, hayvanı dinlendirmek ve sahibine de ceza olarak aynı yükü taşıtmakla mükelleftir. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın “Süleymaniye Camii” yapılırken yük taşıttırılan hayvanlar hakkındaki bir dizi fermanı da, bu hassasiyetin bir nişanesidir.
Mezbahalarda kurban edilecek hayvanların hissiyatına dahi dikkat edilmiş, kesimle alakalı bir şey görmemesi için gözleri bağlanmıştır. Ayrıca fazla ızdırap verilmemesi için de bıçakların son derece keskin olmasına dikkat edilmiştir.
Pazarlardan canlı kuşları kafesleriyle satın alıp azat etmek, merhamet tezahürü bir anane hâline gelmiştir. Büyük binalar inşa edilirken kuşlar için de süslü yuvalar yapılmıştır. Üsküdar’daki Yeni Cami’nin duvarlarında bulunan zarif ve sanat harikası kuş yuvaları, hayrat sahiplerinin bu husustaki hissiyat ve inceliğini pek bâriz bir şekilde aksettirir.
Bunlara ilaveten Osmanlılarda, avcılık, caiz olduğu halde, ihtiyaç hâlinin dışında tavsiye edilmemiştir.
Türk düşmanlığıyla bilinen Avukat Guer şöyle der:
“... Müslüman Türk’ün şefkati hayvanlara bile şâmildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki köpek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Verilenlere alışmış olan hayvanlar da, besicilerin şefkatli seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen yanına koşmakta hiçbir kusur etmezler. Kasapların da her gün muayyen miktar kedi ve köpek beslemeleri, itiyat hâlindedir. Ayrıca Şam’da, hastalanan kedi ve köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır.”
Du Loir:
“Osmanlının bazı şehirlerinde kediler için yapılmış mekanları, gıdaları için tesis edilmiş vakıfları görünce hayret etmeyecek insan var mıdır?.. Yavruları olan köpeklerin barındırılması için sokaklarda kulübelerin yapılması ve gıdaların teminine bilhassa itina edilmesi de, hayret vericidir. Bunları yapanlar, kendilerine Cennet kapılarını açacak birçok sevaplar kazandıkları itikadındadırlar” der.
Comte de Bonneva’nın kitabında da şu ifadeler vardır:
“Türkler, kedi, köpek vesaire gibi başıboş hayvanlar için de vakıflar tesis ederler. Kasaplar da, her gün bu gibi hayvanların bir miktarını vicdanen beslemekle mükelleftirler.”
Osmanlı ülkesi, bünyesini bir muhabbet ve şefkat ağı gibi ören, vakıf ve benzeri hizmetler sayesinde adeta dilencisiz bir ülke hâline gelmiştir. Öyle zamanlar olmuştur ki, Müslüman zenginler zekatlarını verecek fakir bulmakta güçlük çekmişlerdir.
Hayvanlara bile bu kadar merhametli olan bir milletin insanlara olan merhametini siz düşünün. Bu sebeple o dönemlerde dilenciliğin ne olduğu adeta meçhuldür. Hatta nüfusu iki milyona kadar çıkmış olan İstanbul’da Türk dilenciye rastlanılmadığı bilinen bir gerçektir. Osmanlıların, öldükten sonra bile kimseye yük olmamak için, kefen paralarını dahi, henüz hayatlarındayken ayırıp, daima üzerlerinde taşımaları, malum ve maruf bir âdet hâlindedir.
Corneille Le Bruyn’in seyahatnamesinden:
“...Türklerin hayrat ve hasenata çok düşkün olduklarını ve hatta Hıristiyanlardan çok daha fazla hayrat vücuda getirdiklerini inkâra imkan yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesadüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenat vakıflarıdır.”
(Mehmet Oruç, Türkiye, 01.12.2001)
5 Ağustos 2013 Pazartesi
4 Ağustos 2013 Pazar
Dindar olmasan da güzeldir Ramazan.
Dindar olmasan da güzeldir Ramazan.
Iskalanmaması, tadına varılması gereken çok özel bir dönemdir.
Ramazan; sıcak pide kuyruğundaki sabırsız bekleyiştir.
Posta kutunda davulcuların fotoğraflı ilan savaşları; elinde tokmak, kapına dayanmış bıyıklıdır.
Eski günlerdir; anneannendir, dedendir, oradan oraya koşturan aç annendir.
Gün doğumuna yakın; uykulu gözlerle içtiğin çay,televizyondaki Türk filmi, radyodaki türküler ve oyun havalarıdır.
Gün batımına yakın; mutfaktan gelen mis gibi kokular,tertemiz masanın üzerindeki zeytin tabağı, beklediğin ezandır.
Alış veriş sonrası verilmiş imsakiye, abur cubura uzun aradır.
Minarelerdeki renkli floresanlar, akşam sokakta atılan volta,ciğerin en derinine çekilmiş dumandır.
Yetişilememiş bir iftar, uyanılamamış bir sahur,erken kopartılmış bir lokma ekmektir kimi zaman.
Bir ortaklık duygusudur Ramazan.
Yalnız, yapayalnız olmadığının duygusudur.
Hep birlikteliktir.
Acıya, sıkıntıya beraber katlanma,ödülünü de beraber paylaşmadır.
Çevrende onca gönülle aç kalmış insan varken,
“sizinleyim – ben de yemiyorum!” dur.
Arkasından gelen bayram, öpülen eller, açılmış kollar,belki bir daha asla olamayacak sımsıkı kucaklaşmalardır.
“İyi dilekler”dir Ramazan.
Yüzyıllardır süregelen bir paylaşma dönemini ıskalamayın.
Dindar olmasan da, tek dua bilmesen de, çok güzeldir Ramazan.
Tadına varın...
Yalçın Ergir
2 Ağustos 2013 Cuma
Ramazan yazıları (25 ) ve son...
Ramazan 30 gün değil mi dediğinizi duyar gibiyim.
Ne bileyim, içim tamam dedi. ''Tamam, bilgin gibi; hayatında uygulamaktan eksik, aciz ve kusurlu olduğun halde, dini alanda yazman, tamam..!''
Erişmek istediğim, dalmak istediğim konular güzel de, bende iş yok.Belki bu yazıyı da yazmamalıydım.
Geçen gün bana ''değiştiniz siz'' diyen arkadaşa ne ısmarlasam azdır. İnşallah dediği gibidir, artık gitmeye hazırlanan mübarek ay, inşallah bir nebze de olsa değiştirmiştir, ben gibi mücrimleri...
Hürmet önemli, buna birileri Ramazan Müslümanlığı deseler de, çok önemli aslında.
Bir zamanlar, merhum ve meşhur vaizlerden biri anlatmıştı.Ramazanda yanında sigara içen gence :
-Oğlum ayıptır, oruçlulara saygı göstersene,
- Allah'ın bildiğini kuldan ne diye saklıyayım, demiş genç; sigarasından bir nefes daha çekerken.
Hocamız durur mu, gencin pantalonunun cinsel bölgesine işaret ederek sormuş :
- Bunun içinde ne var..?
- İç çamaşırım !
- Onun içinde ne var ?
- Kem küm, şey işte o var, malumunuz
- Peki o şeyini de Allah bilmiyor mu, ne diye Allah'ın bildiğini kullarından saklıyorsun.?
Yani kabahat/günah gizlidir. Nafile ibadetler gibi ve bir günahın varsa, onu kimselere anlatma ki, Allah gazaplanmasın, affı zora sokma !
Şimdi hem açık açık yiyor içiyorlar, hem de....evet hem de cinselliği de ulu orta yaşamaktan ar duymuyorlar.
''Ar'' da ne ? Anlamayız ''ar''dan! Bize Türkçe konuş!
Ar, haya, utanma...Tamam tamam çekinmiyorlar diyelim kısaca...
Ve hatta onlara bakan suçlu, hatalı, onlar değil !
***
Mustafa İslamoğlu, Hayreddin Karaman...benim nazarımda muteber olmayan, pek çok görüşleri aşırı uçta olan yazarlardandırlar.Okumam ve uzak dururum onlardan.Büyük tehlike !
Aslında benim listem bir hayli kabarıktır. Ali Şeriati, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hamidullah, Karadavi, M.Esed, Yaşar Nuri, Beyaz, Bayraktar Bayraklı, A.Bayındır....say say bitmez...
Bu isimleri, şahsi görüşlerini İslam diye sattıklarından eleştirir ve okumam.Yoksa kişisel olarak hepsi benden üstün insanlar, zaten şahıslarıyla bir sorunum olamaz da.
Mesela geçen gelen mailde, kadın neden regl / adetliyken camiye giremesinmiş, Kabe'yi tavaf edemesinmiş, abdestsiz Kur'an okuyamasınmış! Bunlar dini zorlaştırmakmış ! Olayı nakledene dedim, sor kimin peşinde, bu o bayanın kendi fikirleri olamazdı çünkü.
Mustafa İslamoğlu'nu takip ettiği anlaşıldı ! Gördünüz mü ? ''Klavuzu'' iyi seçmek lazım demek ki...''Dini kimden aldığınıza dikkat ediniz'' mealli hadis geldi aklıma...
Dinde reformcu hareketlerin türedileri, naylon müçtehidleri, itikadımızın, imanınımızın hırsızları her devirde olagelmiştir.
Evet sevgili dostlar,
Ramazan serisinin son yazısı olsun. Çeşitli yerlerde paylaştınız, güzel yorumlar, analizler yaptınız.Allah razı olsun, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
Artık önümüzde ''final'' bir ömre bedel mübarek Kadir gecesi var, sonra bayram ve bayramlaşma...
Ramazanı güzel geçiren, kalan ayları da güzel geçirir diyor alimler. İnşallah güzel geçmiştir, geçer ve getirdiği hediyelerden nasiplenenlerden oluruz.
Bayramı, bu çok ciddi sınavı verdiğimiz için Allah bizlere hediye etmiştir.
İnşallah bayrama günahsız erenlerden olabilmemiz duasıyla, sevgiler...
Dip Not: İslamoğlu ile ilgili aldığım itiraz için bakınız :
http://cancenk.blogspot.com/2008/05/mustafa-islamolu.html
http://cancenk.blogspot.com/2009/04/mustafa-islamoglunun-meali.html
http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/m-islamolunun-abdestsizlik-fitnesi.html
http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/m-islamolunun-baz-anormal-grleri.html
1 Ağustos 2013 Perşembe
Ramazan yazıları (24) ''şol yel esip geçmiş gibi..''
Şol yel esip geçmiş gibi...
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi.''
Benim çocukluk arkadaşım anlatmıştı. Bir gün camiye ezandan önce girmiş. Kur'an okuyan yaşlı sayılabilecek bir adam ona dönerek, dominant bir edayla :
- Kur'an okumasını biliyor musun ? diye sormuş.
- Hayır bilmiyorum.
- Neden bilmiyorsun, neden öğrenmedin, gel bakayım yanıma...
Biraz mahcup yanına sokulmuş adamın.
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi.''
Yunus Emre'mizin dediği gibi...
İşte göz açıp kapamış gibi ramazan 24 yazısı.
Ne çabuk geçti,
Daha dün Merhaba ey şehr-i ramazan diyorduk, daha dün...
Şimdi elveda ilahileri söylenirken, marketlerde bayram şekerlemeleri çoktan yerlerini aldı.
Doğrusu ramazan yazılarına başlarken, her güne bir yazı yazabileceğimden emin değildim.Her defasında bu son olur diyordum.
Sizlerin ilgisi ve sizden gelenlerle çat-pat seriye döndü.
Bu noktada biraz tefekkür etmeliyiz.
Bu mübarek ay bize neler kazandırdı ?
Kazandırdıklarını nasıl kalıcı hale getirebilirim ?
Nasıl çoğaltabilirim ?
İrademin gücünü, ben istedikten sonra daha başka, başaramamış gözüktüğüm hangi noktalarda kullanabilirim? Artık irademin gücünü bildiğime göre,yeter ki isteyeyim.Hayatımda, kendimle ilgili kararları uygulamam için, tek yapmama gereken karar verip, yola çıkmak.
Kur'an ayında elimize Kur'an aldık mı her fırsatta ?
Benim çocukluk arkadaşım anlatmıştı. Bir gün camiye ezandan önce girmiş. Kur'an okuyan yaşlı sayılabilecek bir adam ona dönerek, dominant bir edayla :
- Kur'an okumasını biliyor musun ? diye sormuş.
- Hayır bilmiyorum.
- Neden bilmiyorsun, neden öğrenmedin, gel bakayım yanıma...
Biraz mahcup yanına sokulmuş adamın.
- Bu benim kartım.Ben emekliyim.Benim işim senin gibi Kur'an bilmeyenlere, öğretmek.
Her gün senin istediğin bir camide ve saate ben gelip sana onbeş günde öğretirim anlaştık mı ? demiş.
Biraz da nazikçe nasihat etmiş.Allah bizi muhatap aldı, değer verdi ve bir Kitap gönderdi.Bu değer verişe ilgisiz kalınır mı canım a, diye tatlı sert konuşmuş.
Ve arkadaş öğrenmekle kalmamış, ''hep içimde bir dileğim vardı, ölen annem ve ölmüşlerim için Yasin'i ezberlemek, çok şükür o da nasip oldu, çok mutluyum.'' demişti.
Kur'an demişken, bu mucize kelam 600 küsür sayfa ve şu hafızlar...
İnsan beyni ile Kur'an arasında müthiş ve sırlı bir bağ var. Nasıl olur da, noktalı ha'sına kadar hatasız ezber yapar hafızlar. Mesela başka din mensubu papaz ya da hahamlar kendi kitaplarını ezberleyemiyorlar...
Geçen gün biri evde Kur'an okurken, hafız arkadaşı telefonla aramış. Hemen okuduğu yeri telefonda duyurmuş. Devamını alalım hafızım der demez, karşı taraf bülbül gibi inmiş sayfayı kaldığı yerden...Olağanüstü bir şey bu.
Ahkâmı ile yaşadığımız dönemlerde kimse bileğimizi bükemedi. Dünyanın süperi olduk. Bunu bildiklerinden Kur'an ile aramıza girdiler, bizi izm'lerle, kendi uşaklarıyla içimizden vurup ayırdılar hem bizden hem de Yüce Kitabımızdan...
İki milyar İslam dünyasını başsız, halifesiz bırakırken, kendi papalıklarını Vatikan dini devleti ile kutsayıp, korudular.İki milyar İslam dünyasının dini lideri sesi yok ama onların var !
''Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.''
Yani Kur'an bir hayat rehberi, hayat kitabıdır diyor Akif.Öyle süslü kılıflar içinde duvara asmak için değil. Klavuz bilmek, rehber edinmek için. O canlıdır, ölüye de diriye rahmettir.O bu ayda Kadir gecesinde nazil olmaya başlamıştır. İçinde yaş ve kuru her şey vardır, bulamazsak, bizim ilimsizliğimizdendir ve bulamadıklarımız onun tefsiri, Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatı ve hadisleridir, yol arkadaşları, sadık takipçileridir...
Allah bize son kitabı ve elçisini gönderdi. Artık başka kitap ve elçi gelmeyecek. Bugünlerimiz de bir daha geri gelmeyecek.Belki bazılarımızın son ramazanı, birçok insan bayrama bile erişemeyecek.
İşte temizlemek, arındırmak için geldi ve bir çırpıda gidiyor, ''şol yel esip geçmiş gibi..''
Her gün senin istediğin bir camide ve saate ben gelip sana onbeş günde öğretirim anlaştık mı ? demiş.
Biraz da nazikçe nasihat etmiş.Allah bizi muhatap aldı, değer verdi ve bir Kitap gönderdi.Bu değer verişe ilgisiz kalınır mı canım a, diye tatlı sert konuşmuş.
Ve arkadaş öğrenmekle kalmamış, ''hep içimde bir dileğim vardı, ölen annem ve ölmüşlerim için Yasin'i ezberlemek, çok şükür o da nasip oldu, çok mutluyum.'' demişti.
Kur'an demişken, bu mucize kelam 600 küsür sayfa ve şu hafızlar...
İnsan beyni ile Kur'an arasında müthiş ve sırlı bir bağ var. Nasıl olur da, noktalı ha'sına kadar hatasız ezber yapar hafızlar. Mesela başka din mensubu papaz ya da hahamlar kendi kitaplarını ezberleyemiyorlar...
Geçen gün biri evde Kur'an okurken, hafız arkadaşı telefonla aramış. Hemen okuduğu yeri telefonda duyurmuş. Devamını alalım hafızım der demez, karşı taraf bülbül gibi inmiş sayfayı kaldığı yerden...Olağanüstü bir şey bu.
Ahkâmı ile yaşadığımız dönemlerde kimse bileğimizi bükemedi. Dünyanın süperi olduk. Bunu bildiklerinden Kur'an ile aramıza girdiler, bizi izm'lerle, kendi uşaklarıyla içimizden vurup ayırdılar hem bizden hem de Yüce Kitabımızdan...
İki milyar İslam dünyasını başsız, halifesiz bırakırken, kendi papalıklarını Vatikan dini devleti ile kutsayıp, korudular.İki milyar İslam dünyasının dini lideri sesi yok ama onların var !
''Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.''
Yani Kur'an bir hayat rehberi, hayat kitabıdır diyor Akif.Öyle süslü kılıflar içinde duvara asmak için değil. Klavuz bilmek, rehber edinmek için. O canlıdır, ölüye de diriye rahmettir.O bu ayda Kadir gecesinde nazil olmaya başlamıştır. İçinde yaş ve kuru her şey vardır, bulamazsak, bizim ilimsizliğimizdendir ve bulamadıklarımız onun tefsiri, Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatı ve hadisleridir, yol arkadaşları, sadık takipçileridir...
Allah bize son kitabı ve elçisini gönderdi. Artık başka kitap ve elçi gelmeyecek. Bugünlerimiz de bir daha geri gelmeyecek.Belki bazılarımızın son ramazanı, birçok insan bayrama bile erişemeyecek.
İşte temizlemek, arındırmak için geldi ve bir çırpıda gidiyor, ''şol yel esip geçmiş gibi..''