31 Ocak 2015 Cumartesi

Ezan (3)


Ezanı,yani Allah tarafından olan ilahi daveti konuşuyorduk.

Bir yakınım anlatıyor: ''İstanbul'da arkadaşımız  vardı, Doretti isimli İngilizce öğretmeni ve Hristiyan. Bu kadın ne zaman ezan okunsa, derhal sohbeti işi bırakır, pencereyi açar ezanı dinlerdi. Yine yolda yürürken okunsa, hemen bir kenara çekilir,bitene kadar tabiri caizse hazır ola geçerdi.''

Yoruma gerek var mı ? 

Doretti ezana olan bu hürmeti sebebiyle inşallah Müslümanlıkla da şereflenmiştir diye dua ederek kaldığımız yerden devam edelim.  


"Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah"


Yine şahitlik ederim ki Muhammed - Sallallahu Aleyhi Ve Sellem- Allah'ın elçisidir.Kur'anı Kerim'in beyanatıyla O son elçi, benim tek örneğim, biricik önderim, Peygamberim, gözümün aydınlığı,Allah'dan sonra en çok sevdiğim, Sevgilim, yoluna can verilecek, izinin tozuna yüz sürülecek olan...

''Ahmed-ü Mahmud Muhammed Mustafa derler sana, (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)
Efdal-i mevcud Habib-i Kibriya derler sana...''
(Alvar İmamı Mehmet Lütfi) .

Bu sayılan pak isimlerinden başkaca,bilinen ve bilmediğimiz pek çok isim,sıfat,tabir,nişanları da vardır.
O (sav) anılınca şu ayet meali nasıl akla gelmez:

''Andolsun size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.(Tevbe suresi:128)

Bir kişiyi dahi kazanmak için,nasıl çırpındığını,cennete gitsin diye kendisini ne çok üzdüğünü,insanlara,hayvan ve bitkilere,hatta bize göre cansız gibi duran taşlara,dağlara,şehirlere...kısaca dünyamıza nasıl şefkatli,merhametli olduğunu siyer okuyanlar göreceklerdir.
O (sav) Alemlere Rahmet...Rahmetenlil alemiyn...O, (sav) aşk havzının gül kokulu bülbülü...Nezaket timsali,insanları kırmayan,güzel ahlakı tamamlamak için dünyamızı şereflendiren...

O, (sav) Anam babam canım sana feda olsun Ya Resulallah derken,gözlerimizin derununda gizli bir hasret. ''Fedake ebi ve ümmi Ya Rasulallah...''

Bu yüzden ezan-ı şerifte adı geçince : Karret bike Ya Rasulallah.(Gözüm seninle aydın oldu/olsun.)
Gözümün nuru canım Efendim diyerek iki el baş ya da şahedet parmaklarını, O'nun (sav) mübarek ellerini ziyaret ediyor gibi öper,öperiz...

Hz.Bilal (ra) aşkla gözyaşı dökmeyi,Onsuz kalışın ıstırabı ile Medine'yi ve ezan okumayı bırakıp,Şam'a kadar teselli aramaya çıkacak bir muhabbetimiz yoksa da,biz ahir zaman günahkar ümmetleri olarak; cismen görme bahtiyarlığına erişememiş olmanın, fakat ruhen görmüşcesine bir imanla ''kardeşlerinden'' olabilirsek,bahtiyarlar zümresinin bir ferdi olarak mesrur olacağız.

Hz.Bilal,müezzinlerin ilki ve efendisi.Ve aynı zamanda Peygamberimizin (sav) hazinedarı...Zahirde hazineden sorumlu ama gerçek hazineye,sırlara aşka ermiş bir kutlu kişi.Başta Ebu Cehil olmak üzere İslam'ın ilk yıllarında, sırf Allah ahad, ''bir'' dediği için müthiş işkenceler çekmiş köle ile...Daha sonra Alemlerin Fahrine,Sevgili Peygamberimize (sav) azad kabul etmez bir köle olarak derinden aşkla bağlı.

Efendimizin (sav) ahireti şereflendirmesinin ardından,Medine Ona dar gelmiş ve Şam'a göç etmişti.O Peygamberin (sav) baş aşıklarından, aşkla şakıyan bülbülü artık ezan da okumuyordu.Gül'süz bülbül susmuştu.

Birgün rüyasında Sevgilisi (sav) Ona: ''Bu ne vefasızlık ki, ziyaretime gelmiyorsun?''diye sitem edince,Medine'ye gelerek Efendimizin makber-i şerifinde katıla katıla ağlar.Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin (ra) Efendilerimizin ısrarı ile mescidin damına çıkıp ezan okuduğunda Medine'de hayat durur. 

Deprem etkisi yapar.İnsanlar seslerle ağlaşarak kendilerini sokaklara atarlar.Sanki Hz.Peygamber (sav) kısacık da olsa kabr-i şerifinden kalkarak aralarına teşrif etmiştir. Hatıraları ayyuka çıkar.Aşk rüzgarları eser Medine'de...Gözyaşlarından bir sızı,ırmak...

Ezan yalnız namaza,kulluğa değil, aşka çağıran bir davettir.Allah kulunu sevdiği için,huzuruna istiyor.''Kulun Allah'a en yakın anı secde halidir.''

Ezan ilahi vuslata davet eden,yakınlığın,aşkın sedası...

Şehrinin bırak valisi, polisinden davetiye alsan,tıpış tıpış gidiyorsun da...




30 Ocak 2015 Cuma

Ezan (2)

Önceki yazımızda Ezan-ı Muhammedi (sav) bende ne ifade ediyor diye,satırlar üzerinde kendimce düşüncelerimi görmek istemiş ve bunu da siz dostlarla paylaşmıştım.

Bazen okunan ezanlar çok kısa geliyor bana,doymuyorum. Hele merkezi sisteme tamamen karşıyım. Her cami kendisi okumalı.Ezan okumanın kötüsü olamaz, ezanın bizatihi kendisi güzeldir. Adam makam bilmese,sesi güzel olmasa bile. Her minareden ayrı bir müezzin okuyacak.Fark şu ki, mesela sabah ezanı vakti,oldukça geniş. Birbirine yakın camilerde biri biterken,diğeri başlayacak, ya da Üsküdar'da olduğu gibi camiler paşlaşacak,ezanı karşılıklı okuyacaklar,bir biri, bir diğeri...Bazı yerlerde de,bir minarenin sesi çok kısık olabilir, diğeri normal açık.Böylelikle karışmamış olur.Hoş karışsa bana da o da ayrı hoş...Kuş cıvıltısı gibi ruhuma...Güzel kokuyu,güzel kokuya karıştırmak gibi...

Ezan nasıl doğdu konusuna giriş dahi yapamadan Allah-u Ekber'in anlamını yakalamaya çabalamıştım.

Kısaca, namaz vaktini duyurmak için sahabe hazeratı bazı teklifler getirmişlerse de, Efendimiz (sav) başka din/inanç mensuplarına benzerlik teşkil ettiği için uygulatmamıştı. Derken bir sahabi rüyasında kendisine hem ezanın hem de kametin talim ettirildiğini Efendimize (sav) söyleyince, Efendimiz (sav) rüyayı hakla tasdiklediği sırada Hz.Ömer (ra) Efendimiz'de yeminle aynı rüyayı gördüğünü ama arkadaşının önce gelip anlatmasının nasip olduğunu söylediğinde, Peygamberimiz (sav) :''Elhamdulillah, sağlam oldu'' buyurarak,makamlı talimin ilk eğitimini de verirler.

Hele ezan bahsinde Hz.Bilal (ra) Efendimiz ve Peygamberimizden (sav) sonraki hali nasıl anılmaz.İnşallah nasip olursa ilerde anarız.Şimdi ezanın ikinci kelimesine bakmaya çalışalım:

"Eşhedü en lâ ilâhe İllAllah" (2 kere)


Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Bu konuda benzer yazılar yazmıştım.Kısaca: Yaratan,yaşatan,doğa ve sosyal hayatın kanunlarını tespit eden yegâne gücün,ortak kabul etmez sahibi Allah'dır.

Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah'ındır.

O'nun dışındaki ilahlar, kendilerini-haşa- Allah'ın yerine koyan her şey,şahıs,zümre,otorite,tağut için LA diyerek reddedişle,şahitliğe başlar; ancak Allah ve O'nun otoritesi/kanunları vardır.Biz yalnız O'na boyun eğer ve itaat ederiz.

Vitir namazındaki Kunut duasında : ''...ve lâ nekfüruk ve nahleu ve netrukü men yefcüruk.''
''Hiçbir nimetini inkâr etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkâr eden ve sana karşı geleni bırakır,onlardan hem kalben hem de fiilen uzaklaşır,onları desteklemez,peşlerine düşmez,başımıza geçirmeyiz'' Anlamında yakardığımızın bilinci ile müezzinle birlikte ezanı tekrarlarız. (İslam dünya işlerine,siyasete karışmamalı diyenlere ithaf olunur.Namazın içinde söylüyoruz hem de..!) 

Allah düzeni dışındaki rasyonel aklın ürünü tüm rejimleri,izmleri,ideolojileri,felsefeleri kesin olarak reddererek,kanun koyucu olarak Allah'ı ve Allah'ın yetkilendirdiği Peygamberi tanır ve iman ederiz.

''Bu benim hayatım,dilediğimce yaşarım!'' cümlesinin İslamilikten uzak şeytani bir düşünce olduğu bilinci ile ezanı dinlerken,aklına şu ayet gelir:

''Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman; ne mü'min erkekler için ne de mü'min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. 
Kim de Allah'a ve Rasulüne isyan ederse; şüphesiz ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.''           (Ahzap suresi:36)

Hakikatin şahitleri olarak seçilen Müslüman, kendisine yapılan bu ilahi seslenişe nasıl kayıtsız kalabilir.Namaz ile Allah, kulunu günahlardan korumayı murad ettiği için günün 5 ayrı vaktine dağıtarak,zamanını (hayatını) namaz eksenli ve planlı hale getirmiş oluyor.

Dünya yuvarlak ve güneşe göre ikâme edilmesi istenilen namaz ile, uzaydan bakılınca öyle bir sahne oluşuyor ki; her dakika namaz kılınan bir gezegen.İl,il,ülke,ülke,kıta,kıta her an secdede, rükuda,kıyamda Allah'ı anan, Allah'a secde eden iman ehli. Ne muhteşem bir manzara...
Bu halkadan olmaktan seni alıkoyan şey ne ? Hakkıyla namazı ikâme eden kişi, bu seçilmişler halkasındaki cennete serilen seccadesindeki yerini almış demektir.







29 Ocak 2015 Perşembe

Ezan (1)



Müslüman olarak kendi kendime düşündüm.


Dinlemekten sonsuz huzur ve anlatılmaz lezzet duyduğum (ve iyi bir Müslüman olmayı başaramama rağmen) dünyadaki en güzel ses, seda olan ezan; benim için ne ifade ediyor diye.

Sıradan bir Müslüman olarak, yapacağım yorumlarda her zamanki gibi doğruya isabet edersem, İslam'a, hatalarsa yalnızca şahsıma aittir.  


"Allâh-ü Ekber" (4 kez tekrarlanarak,günlük gündelik hayata,gafletimize bir ültimatom gibi iniveriyor.)


Allah, kâmil manada en büyük olandır.Bu bakımdan tek büyüktür. Diğer yarattığı büyük bilinen,

mesela büyük alim, büyük komutan,büyük insan...vs.gibi kavramlarla kıyas bile kabul etmeyecek kadar sonsuz büyüktür.Büyüklüğüne, kudretine sınır yoktur.Büyüklüğünde, eşi, benzeri, ortağı, yardımcısı da yoktur.

O (cc) öyle bir büyüktür ki, biz küçük kullarını Peygamberler göndererek,hizmetimize musahhar kıldığı şu kainat sahnesinde muhatap alacak kadar, vahiy ile kendisine halife/vekil yapacak kadar,keremli,merhametli,cömert bir büyüktür.


O öyle bir büyüktür ki, kainata sığmadığı,zamandan,mekandan münezzeh olduğu halde,iman eden kulunun kalbine sığacak kadar büyük, şah damarından daha yakın bir saltanatın sahibi olarak,dağların kalem,denizlerin mürekkep olması halinde bile Ekber oluşu sırrına erilemeden, kulluğun aczi ile huzurunda secdelerce abdiyet şalına bürünülerek Allah-u Ekber nidası ile gözyaşı dökülendir.


Yine O, öyle büyüktür ki, bunca kendisine isyan eden,nankör yarattıklarına bile dönüş için zaman tanıyan, hemen cezalarını vermeyen Rahmandır.Şu kısacık dünya hayatında kullukta sabredenlere sonsuz cennetlerini bahşedecek kadar da Rahim'dir.


Bildiğimiz doksandokuz ism-i şerifinin kapsadığı anlamların tüm derinliği ve sırlarının işaret ettiği Allah'ın şanına yakışan büyüklüğünü;yaratılmışlara has nitelik ve nicelikler paradigmasından arınmış olarak, sınırlı kapasitede ve hayal gücündeki aklımız,hafsalamızla sorgulamaksızın ve anlamlandırmaksızın, keyfiyet ve kemmiyet üstü, O'nun bildiği ve razı olduğu şekilde büyüktür.


İlminin ve bahşettiği nimetlerinin sonsuzluğu, taklit edilegelen san'atının ruh kamaştıran güzelliği ile de yalnız ve tek O en büyüktür.


Azametinin karşısında, her ''şey'' şey hükmünden başka bir şey olmayarak, ölümdür,sınırlıdır,acizdir ve O'na muhtaçtır.


İşte böyle En Büyük Allah'ın varlığını haber vererek başlar,ilahi davet.Bendeniz gibi cahil birinin anladıklarından satırlara dökülen özet ile O Allah ve En Büyük, ötesi,gayrısı yok.


(devam ederiz inşallah )




28 Ocak 2015 Çarşamba

bir ileri bir geri

Savruluyoruz !
Yoruluyoruz !
Kendimizce bir savaşımız var !
Ne kazandığımız belli, ne de kaybettiğimiz..!



25 Ocak 2015 Pazar

Yağmur

Prof.Dr.Nurullah Genç'e ait Yağmur, Naât-ı şerif..
Doğru saydıysam 170 dize...
Aşka çıkan 170 basmak...

Bir şiir  (Naât) bu kadar mı güzel, bu kadar mı derin yazılır.Malum şairin ''Yağmur'' diye hitap ettiği, Alemlerin Övüncü (sav) Efendimiz...

Sizler için seçtiğim dizeleri şairin hoş görüsüne sığınarak (belki bütünlüğü,orijinalitesi zedelenecek) aşağıya alıyorum. 

Dursun Ali Erzincanlı'da yine kendisine has o güzel üslubu ile seslendirmiş. Şiir çok uzun olduğu için,sesli dinlemede dikkat kaybolması yaşanıyor. En iyisi siz, sizler için seçtiğim kısımları atlamadan,duya duya,sindire sindire bir güzel okuyup, gününüzü bereketlendirip, güzelleştirin :



Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım  
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım 
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım 
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım 
O mücella çehreni izleseydim ebedi 
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım  
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin 
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü 
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım 
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü 
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü 
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara 
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü 
Badiye yaylasında koklasaydım izini 
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar 
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini 
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar 
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya 
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya 
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım 
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri 
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir 
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım 
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini 
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim 
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır 
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur 
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır 
Sesini duymayanlar girdabında boğulur 
Saatlerin ardında hep kendimi aradim 
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım 
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım 
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde 
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay 
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde 
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray 
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin 
Mekanın fırçasında solmayan resim senin 
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım 
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme 
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım 
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler 
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın 
Nazarın ok misali karanlıkları deler 
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım 
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar 
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım 
Anneler çocuklara hep seni içirecek 
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin 
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin 
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın 
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım 
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü. 










24 Ocak 2015 Cumartesi

bana öyle bir şey söyle ki


Bana öyle bir şey söyle ki, 
Ruhum kanatlanıversin şu fani bedenimden...
Sevinçler kuşanayım,bir bahar sabahı.
Bana öyle bir şey söyle ki, 
Öyle bir şey;
Her şeye bedel bir şey...
Gözümde ne dünya kalsın,ne de ukdesi.
Korkular,endişeler,
O baş edilemez merak,
Karne notumu bekleyişim son bulsun. 
Huzurla kapansın,
Ömrümün kepenkleri...
Huzuruna açılsın ruhumun kanatları...
Bana öyle bir şey söyle ki, 
Söyleyen SEN olduğun için,
Söylenen de bu mücrim,
O an sevinçten düşüp öleyim...




22 Ocak 2015 Perşembe

Dedim ya biz masal çağı çocuklarıydık.


Babaannem anlatırdı,biz dinlerdik soğuk kış gecelerinde.Hayal dünyamızda, o, çocuk ruhumuzla canlandırdığımız masalları...

Televizyon diye bir zaman hırsızı henüz girmemişti evlerimize.

Akşamları bir varmış diye başlayan, o yumuşacık naif sesin geldiği radyo masalları da bir ayrı güzeldi.Uyuma zamanımızın geldiğini anlardık.

Biz masal çağının çocuklarıydık, modern çağdan da; Kürt'den de,Türk'den de habersizdik. Irkları gökkuşağı renkleri gibi bilirdik.Hepsi lazım,üstünü var mı yok mu aklımız ermezdi zaten.

Yazlık sinemalar, yaza açan çiçekler gibi hayattaydılarve her akşamüstü etrafı afişlerle kaplı bir arabadan akşamın filmi anons edilirdi. 

Sinemanın tahta sandalyeleri için bazılarımız, gelirken yanlarında minder getirmeyi ihmal etmezlerdi.O zamanlar çekirdek çıtlatarak film izlenirdi ve yatsı ezanı okununca filme ara verilince, hiç kimse laiklik elden gidiyor diye zırıldamazdı!

Zaten laikliğin de ne menem bir şey olduğunu yıllar sonra;masal dünyamızdan,şu sefil dünyaya sürgüne geldiğimizde fark edecektik.

Dedim ya biz masal çağı çocuklarıydık.

Evimizin bahçesinde evcilik oynardık. O zamanlar evlerin bahçeleri ve top oynamak için de boş arsalar,bostanlar çokça idi.Şehirler nefes alabilir,insanlar teknolojik canlı türüne dönüşmemişlerdi.

















Tommiks,Teksas,Zagor,Mister No alırdım,okuduktan sonra;sergi açar az kârla satar;kârımla gazoz ve ''püsküüt'' alır,ana para ile yeniden okumadığım kitapları alırdım.


Cep fotoromanlar vardı.Paola Pitti, Franco Gasparri'lerin öpüşme kareleri bile daha masumcaydı yani Kadirizm kokmazdı!

O zamanlar,bir kızın eline dokunmak,gece hayallerimizi süsleyen en uçuk idealdi. 
Hele ''seni seviyorum'' demek,diyebilmek,ömre bedeldi.

Hatıra defterleri elden ele dolaşır, en afilli kelimelerle, bana da bu kalbin gibi temiz sayfada...diye klasiğe düşmemek  için başka cümleler aranırdı. Minicik elleriyle şiirleri şarkı sözleri yazan, lüle lüle saçlarıyla, tunik giyen kızlar vardı.


















Dedim ya biz masal çağı çocuklarıydık.Dünyayı masalların penceresinden gördüğümüzden midir nedir, kötü insanın var olabileceğine hiç ihtimal vermez,onların ancak filmlerde rol gereği,iyi amcalar tarafından canlandırıldığına inanırdık.

O zamanlar çok kar yağardı,ama kimseler bunun felâket olduğunu düşünmez;bu kış biraz sert geçecek mübarek türünden konuşmalara,odunun çekisinin kaç para olduğu mevzuu eklenirdi.

Kestane kokulu evlerde,komşularla birlikte candan,samimi sohbetler edilirken,biz kendi dünyamızda isim-şehir oynardık.

Dedim ya biz masal çağı çocuklarıydık.
Toprak,çamur değmiş giysilerimizle,çiçek,böcek arasındaki bir dünyanın kirlenmemiş kahramanlarıydık.Ve bu dünyanın biz büyüdükçe kirlendiğinin farkına varmamız çabuk olmayacaktı...

İp atlamasını bilir,ama insan atlatmasına asla pirim vermezdik. Sözün senet olduğu, dürüst insanların yaşadığı bir masalın, bizzat içinde bizler de yaşardık.

Sınıflarımız kitap ve tebeşir kokusunun,sevgiye bandırıldığı;resimli okuma parçalarında,platonik okul aşklarımızı düşünürken,anlaşılacak diye içten içe utanan çocuklardık.

Sobalarımızda kızarmış ekmeğe,kırmızı biber,kekik dökerek,evimizin kedisinin de hakkını unutmaksızın, ezan zamanı mis kokulu seccadesini sererek namaz kılan babaanne ve dedelerimizi izlemenin o tarif edilmez atmosferini çocuk hafızalarımıza nakşederek Allah var mesajı ile ilahi neş'eden de nasiptar bir nesildik.

Komşularımız,en yakın akrabamız gibiydi ve birinin derdi,herkesin derdi olurdu.Bisikletlerimizle uzunca turlar yapardık.''Havalı'' diye kızdırdığımız arkadaşımız bu turlarda bisikletine babasının yurt dışından getirdiği pilli teybini bantlar,yabancı disko ya da klasik Türk musiki çalar,ama moda ''aranjmanlara'' (pop) hiç yer vermezdi.

Dedim ya biz masal çağı çocuklarıydık.

Yine çocuk olup,masallara inanmak istiyorum.






21 Ocak 2015 Çarşamba

hadi gel /seslisi

Daha önce de belirttiğim gibi,cep telefonuma okuduğum ''Hadi Gel'' isimli şiirim. 

19 Ocak 2015 Pazartesi

Bir başka açıdan aşk...

Aşk iki karşı cinsi bir araya getirmek için çakan bir şimşektir.Çekim/cazibe kuvveti, kuvvetli ilgi, beğeni...

Başka..?

Ay tutulması gibi bir durum. Bizdeki karşılığı ''akıl tutulması...''

Bu yüzden, aşığın gözü kördür derler.Gönül gözü...Gönül kimi severse güzel odur...

Ve aşkın çocukları vardır.Üç tane...

Onları doğuramazsa,aşk kısırsa; puff..!

Yandı bitti,kül oldu. Ve bu küllerinden yeniden de doğması mümkün değil...

Sadece azap..!

Aşk iki karşı cinsi birbirine çekip, bağlayıp,birleştirebilir. Bunu kolay yapar. Sonra sevgi-saygı-sadakat isimli üç çocuğu doğurup,büyütemezse,bu üç temel üzerinde ilişkiyi oturtamazsa,tek başına koskoca bir ''hiç'' oluverir. 

Bu üç çocuk,ancak tarafların asgari müştereklerin de üzerinde ''anlaşabiliyor'' olmalarıyla yaşamını bir çatı altında geleceğe,güvenle taşıyabilir.Üç çocuğun meyvesi, gıdası anlaşabilmektir.Kişi anlaştığı birini sever de,sayar da.

İnsanlar arasında aşk budur.Şairin dediği gibi ''kavuşunca tılsımını yitirir.''Yitirmemesinin yegâne yolu üç çocuk doğurmasından geçer,sağlıklı üç çocuk...Sevgi,saygı,sadakat...Anlaşma sorunu yaşamayan çiftler,aşkın bu üç mevyesini asla çürütmezler...Sağlıklı,samimi,dürüst sevgi-saygı-sadakat, anlaşmazlıkların üstesinden gelmekte başarılı olabilir. Yeter ki, samimi,katkısız,çıkarsız olsun. 
(2012'de A=(3S) başlıklı bir yazımda ilk kez bu konuda bir şeyler yazmıştım.Bu yazım o yazının az farklı açılımı oluyor.)



İnsanlar arası aşk budur dedim. Yani insanlar arası aşk, aşkın mecazıdır.Gerçeğin bir gölgesi,taklidi olabilir ancak.

Gerçek aşka giden yol da yine üç merhale/basamaklıdır.Tasavvufta söz gelimi Mevlana-Şems gibi, Allah adamına, gönlü ilahi nurla kaplı bir Hak dostuna aşık olmak.Günümüz idrakiyle bunu anlamak zordur,nitekim Hz.Mevlana (ks) zamanında da anlamadı nadanlar ve onların ilahi şevkini kıran şeytanlar oldu,bazıları...

Neyse,eğer kişi gerçek bir Pir'e aşık olma nimetine ererse;sevgisi,hürmeti,sadakati nispetinde Peygamber (sav) aşkına doğru yükselişini sürdürürmüş.(Sürdürür diyemem,yaşamam gerekir.Benimkisi ancak biraz kitabi bilgi,biraz da zan.Dediğim gibi yanlışlar şahsıma aittir.)Ne diyorduk, Peygamber aşkı...Bu noktada kişi şüpheli her şeyden kaçarken,neredeyse helal olanları bile terk eder, nerede kaldı haramlar.

Takva buudunda,tefekkür kazanında,zikir dairesinde;zahiren halkla,batinen sürekli her an Hakk ile...
Bunda da şeytan ve nefs ayağını kaydırmayı başaramazsa,ilahi aşka, Allah aşkına eriş başlar. Bunun nihayeti yok, öyle diyor kitaplar.

Yani azizim, bir Yunus Emre,bir Hüdayi,Bir Mevlana,Bir Geylani,bir Veysel Karani hazretleri kolay olunmuyor. Olmadan erilmiyor. Dünyadan gönül nispetiyle vazgeçmedikçe,takvaya erişmedikçe Hak dostu olunmuyor.

''Bir gececik uyuma ne olur,''diyor Hz.Mevlanamız...Sen bunu yalnızca bildiğimiz gece kalkıp, namaz ve zikir,yani teheccüt sanma...Dünya ''bir gecedir'' Hakkı bulamayanlara,yani karanlıktır...Uyuma da,ezan çiçekleri gibi açılsın sana hakikat perdeleri diyor.Kısacık dünya gecesinde sen agâh olanlardan ol, olamıyorsan da,''Kişi sevdiği ile birliktedir'' sırrınca, ''Onları sev ki, Allah'da seni sevgisine kabul etsin..''

Ah nefsim biliyorsun da, bu biliş,anlayışa geçmedikten sonra halin nicedir.

Hani Hz.Mevlana ve müridleri sokakta yürürlerken, neş'eyle oynaşan köpekleri gören bazı talebeleri,''ne güzel geçiniyorlar''demişler. O Aşkın Çocuğu Mevlana da : ''Hele ortalarına bir kemik at da gör sen geçimi..'' buyurur ya... Başa gelmedikçe aşk, insanın hali de biraz öyle...



18 Ocak 2015 Pazar

Bir sorum var !

Bugün biraz hasbihal edelim.

Hem sizlerden gelenlere cevap vermiş olurum, hem de şundan bundan laflarız.

Ama önce benim bir sorum var: Google Plus'ta malum, kendimce sebeplerden dolayı paylaşıma veda etmiştim. 

Uzun zaman sonra dün profilime baktım. Ziyaretçi sayısına şaşırmadım desem yalan olur.

Bizim memlekette kör ölünce badem gözlü olur ya, ünlü kişilerimiz yaşarlarken, güzel güzel anılıp,onore edilmezler de, ne zaman toprağın altına def/n edilirler o zaman kadr-ü kıymetlerine zam gelir. 

Vaktiyle blog yazılarımı google'ye taşıyıp,paylaşan vefalı dostlarım da kapamışlar hesaplarını. Sanal,manal diyoruz ama çok iyi kalite dostlar tanıdım, keder veren hayatların da sırdaşı oldum. Hatta Güzin hala gibiydim :) 


 ''O okyanus yüreğinin içine onlarca sevgi sığdırabildiğini biliyorum...''Evet ben sevgi adamıyım,şiir gibi bir yüreğimin olduğu doğru da,kaleme dökmek ayrı hüner şiirlerim (şiir denirse)

vasatı bile bulamadı.
Bendenizden aşıranlar çok oluyor, ama en azından ben başkalarının emeklerinin altına asla imzamı atmadım.
Gerçek şairler ve makale yazanları da bu ''ünsüzler kervanında'' tanımaktan her zaman mutluluk duydum.

Vefa güzel şey,herkesi tek tek saygı ve sevgiyle anıyor,sonsuz teşekkürlerimle,selamlarımı gönderiyorum.

Efenim bendeniz, hiç paylaşım yapmadığım halde hem takipçim hem de profil ziyaretçim anormal artmış.Şu an itibariyle dönüp de, paylaşım yapsam,30'u bulmaz birleyen...:)

Ne diyeyim, ilginç bir milletiz vesselam.

Gelelim soruma, profilde şöyle bir şey yazıyor google tarafından :''Profiliniz için birkaç URL'nin ön onayını aldık, bunlardan bazıları: google.com/+MuratMesut''


''URL'yi al''diye de bir buton var. Bu şart ve mecbur mu, aldığım taktirde blogumu etkiler mi ? Yoksa yalnızca adres mi değişir...Bilenler lütfen muratmesut34@gmail.com ' a yazarlarsa memnun olurum.

Her zaman siz bu adresten soru soracak değilsiniz ya, bu defa sıra ben de...:) İlk defa bir yazımda gülücük simgesi kullanmış oluyorum te böle :)

Evet Twitter hesabımı da kapamış bulunuyorum. Zaten başından beri sevememiştim.Bir kaç yazar çizeri takip ederim diye açmıştım.Çok politik bir yer. Ben politikayı, ilgisiz kalmamakla birlikte sevmiyorum. Blogum dışında bir yerde olmak,ön plana çıkmak bana göre değil. Zaten bunu hak edecek bir özelliğe de sahip değilim.


''Kendimden kendime,kendimce...'' işte.''Bir Yudum Teselli''anlayacağınız. Ölümlü dünyada,yazma ihtiyacını,bir kaç güzel insanın iltifat etmesi ile sürdüren,''şöyle garip bencileyin...''


''15 te 15 yaptınız maşallah,her güne bir makale ya da şiir, tebrikler,devamını dileriz''

Zamanım olsa, sanırım her güne bir şeyler çiziktiririm gibi geliyor bana da.Çiziktirmek derken, orta okul yıllarında karikatür de çizerdim.Sonra ondan tümüyle vazgeçtim.

Yazmak, resim ve radyo programcılığı çok zevkli mesleklerden bence...Kendi çapımda üçünü de tattım,denedim en azından.


Fotoğrafçılık da ayrı güzel.Bu arada ''Hadi gel'' şiirimi sesli okuma talepleri var. Eskiden güzel bir ses kayıt sistemim vardı,radyo yıllarımda. Şimdi işin kolayını buldum.Telefonun kayıt sistemine pc'den fon açarak kaydediveriyorum şiiri. Bir kere de oldu oldu,ikinciye aynı duygu ile okumam zor,artık eksiği,hatasıyla kabul oluna.Nasipse yakında sesli olarak paylaşırım.






16 Ocak 2015 Cuma

Gözyaşı incidir.


Kaplumbağaların gözyaşlarıyla beslenen kelebekler varmış...

Şaşırdın mı ?

Ya aşkın gözyaşlarıyla ruhları beslenenlerden birini
tanısaydın halin nice olurdu..?

Malum, nisan yağmuru yılanın ağzına düşerse zehir;

Midyenin ağzına düşerse inci olur...

Sen hangisisin?

Nankörlerdensen, elbette bir yılan..!

Sureta insan gözükmene aldanma..!

Bunca zaman, içindeki yılanı öldürmek yerine, beslemişsin,anlasana!

Kaderine razı değilsin, halinden şikayet edersin içinin koridorlarında avaz avaz..!

Hayata küssün, oysa bu o hayatı yaratana küsmektir, bunu bile görmezsin.

Seni almalı, göçmen Suriye'li çadırında bir hafta yaşatmalı ki, yaşamı,biraz anlayıp,şükrü öğrenesin bir nebze...

Sonsuzluğa inanan insan,bu dünya istediği gibi olmadı diye ha bire yakınır mı ?

Yakınmak yalnızca seslenişle, söylenmekle de olmaz, ya o bakışların ?

Git aynaya bak;bir aynalar, bir de ayna gibi dostlar yalan söylemezler.

Midye  gibi sen de yüreğini aç ki,düşen nisan yağmurları kalbinde inciye dönüşsün.O yağmur nereden gelir?

Göklerden.

Peki göklere nereden gelir?

Neden yağmura Rahmet demişler,düşündün mü?

Her kuş cinsi ile uçar,sözü ne güzel sözdür.Yağmur aynı yağmur ama alıcısında eczası değişiyor.

Zehir ya da panzehir.Dert ve deva gibi...

Midye gibi aç gönlündeki ellerini dualar kıblesine ki,o yağmur şifan olsun.

Kalbin değer bulsun,ona ücret olarak cenneti versinler.

Senin de gözyaşlarına,kelebekler misali melekler konsun.

Dualarını aminlerle muştulasınlar.

Vekilim Allah'tır de ve akıl,iman nimetlerini hediye bil ve geri almaması için Rabbe her daim niyazda ol.

İşim,aşım,eşim deme...boş ver.Onlar az-çok,eksik-fazla nasılsa şu kısacık dünya hayatının bitecek ayazaları...

Bugün cum'a, Allahümme salli ala seyyidina Muhammed, desin bol bol dilin;başka söze ne hacet.



14 Ocak 2015 Çarşamba

hadi gel


Hadi gel !
Tanıdık şarkıların hüznünü silelim içimizden bugün.
Pırıl pırıl güneşe eşlik etsin ruhumuz.
Gözlerinden akmasın ırmaklar bugün,
Elim onları silmek için değil,
Yanağına dokunarak haz alsın hayattan bugün.
Hadi gel !
Yüzünde tebessüm tebessüm açan güllerle,
Sevda iklimine kanatlanalım bugün.
Aylardan ocakmış ne gam.
Karlar bize kelebek,
Karlar bize konfeti.
Biz baharlara kaçalım,
Baharlar gönlümüzde açsın bugün.
İklim hiç soğumasın,
Ay yüzün hiç solmasın.
Hadi gel !
Yeni bir şarkının başrolünde,
Biz çalalım,biz söyleyelim.
Raks etsin içimizin özlemleri bugün.
Hadi gel!
Geç kalmışlığımıza bir kurşun sıkalım bugün.
Andan,asırlar doğsun bugün...
Hadi gel...


13 Ocak 2015 Salı

Şimdiki gençler bizi bir şey anlamaz sanıyor!


 Bizim neslimiz ile şimdiki nesil arasındaki farklardan biri de biz gençken büyüklerimizin aklını tecrübesini hayranlık, dikkat ve hürmetle takip ederdik.
Şimdikiler bize ahmak/cahil bir şeyden anlamaz muamelesi çekiyor!



11 Ocak 2015 Pazar

Kar

Yağmasa, ne kar ne yağmuru yağdıramazsın...

Yağdığında da, yağanı durduramazsın..!

Yağmasa neden yağmuyor diye sızlanır,''su'' diye inim inim inlersin.Yağdığında da,utanmadan beyaz felaket (!) dersin. Böyle aciz ve böyle de karışık bir şeyiz işte.

Sözlüğe bakıyoruz, felaket nedir diye: ''Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela.'' diye karşılığını buluyoruz.

Neyse bir belediye, gölümüz % 50 oranına yükseldi çok şükür dedi de, hepten azgın, nankörler arasında yaşamadığımıza biz de şükrettik.

Kalkınmış ülkelerde kar olayı tabi ki bizdeki gibi değil.

Günlerdir direk lambalarından ışık sokaklarımızı aydınlatmıyor.Kar tepeciklerinden ve gölcüklerinden yürümek de, araç kullanmakta imkansız. Ama yine de bunlar, ya da karışan trafik için kâbus,felaket,bela demek insanlık adına utanç verici.

Milletçe bardağın dolu tarafını görme erdemini yitireli ne çok oldu.

Hayata pozitif, birbirimize sevgi ve merhametle bakmayalı...

Huzurlu pazarlar dostlarım.


7 Ocak 2015 Çarşamba

6 Ocak 2015 Salı

Namaz uykudan hayırlıdır.


''İkâme'' edilmiş bir namaz, bir ömürdür.

Beşinci mevsimidir hayatımızın.

Bu yüzden namaz günde 5 vakte taksim edilmiştir.

Namaz kılmak için dünyaya indirildik.Hayat, iman ve namazdır.
Ama namaz gibi namaz.

''Veyl''görmemiş, ''veyl''e müstehak olmamış namaz, çok büyük bir zikirdir.

Uyku mu? 

Sandığın gibi değil.Güneşin batımıyla,gece yatıp göz kapaklarına yorgunluğun,acziyetin düşmesi...uyku mu? Asıl uyku bu değil, bu yalnızca bir ''dinlence...''

Asıl uyku,gönül gözünün hakikate kapalı oluşudur.

Uyku ''küçük ölümdür.'' Allah dilerse onu sabah bedene geri iade eder.Bir ömür uyuduğumuz için,Pirler bize ''canlı cenazeler''der ve meslekleri bizi ''uyandırmaktır...''

''İnsanlar uykudadır,ölünce uyanacaklar'' mealli hadis,tam da bu hakikat sırrın işaret etmektedir. Ölmeden uyanan saadet ehline bizler evliya diyoruz. Anlayana..!

Sabah namazlarında diğer ezanlardan farklı olarak, ''Namaz uykudan hayırlıdır'' denilir. Esselatu hayrun minen nevm...İki kez...Duyalım diye,anlayalım diye...

Sen bunu sadece yatağında uyuyan ile sınırlı sanma..!

Şimdi yazının başına dönelim. İkâme edilmiş namaz eşittir bir ömür eder/se, edebilirse.Yani Allah'ı razı eden, taharetinde, vaktinde, tadilinde, huşuunda ve namaz aralarında haramlardan korunmuş incitilmemiş bir namaz...

Böyle bir musalli, namaz ehli olmak; şu kısacık fani dünya hayatını, gafilller gibi, gaflette,Allah'ın gayrinde geçirmekten, bir ömür namaza (Allah'a ve davetine) uyur kalmaktan nasıl hayırlı olmaz ve bizler bunu nasıl idrak edip,gereği gibi yaşayamıyoruz...

Bu sabah lapa lapa yağan karlara karışan sabah ezanında buna benzer anlamlar düştü,hakikate susamış yüreğime.



3 Ocak 2015 Cumartesi

Bir de dinci olmasa..!


Bazı kadınlar, bazı adamlar için : 


''Çok romantik,şair ruhlu,ince,kadın ruhundan anlıyor, ama...şu dinci yanı yüzünden...'' diye devam eden yorumlar yaparlar.


''Dinci yanı, dinci olmasa, dindar..!''


Dinci denilen, dindar; yani Allah ve Peygamberini, elinden geldiğince hayatının merkezine alan biri, ehl-i sünnet inancında yani, şu bildiğimiz 4 hak mezhepten birinin fıkhına bağlı bir inanç içinde, aşırı uçlardan, yozluktan uzak,dünyayı hikmetleriyle kavrayan biri ise, böyle bir adam(ya da kadın) bulunmaz nimettir.


Böyle bir beyle hayatını birleştiren bir kadın:


1- O romantik adamla, sıkılmadan dinini mümkün olduğunca yaşayarak, ahirette azaptan kurtulma ümidi içinde ömür sermayesini tüketir.


2- Hem bu dünyası renkli ve  eğlenceli geçer, hem de Allah'ın hudutlarını aşmadan ibadet zevkini eşiyle yaşamanın huzuruna erer.


3- ''Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya'' prensibi ile nefes alarak, ''ölçüler''in mihenginde, iki kanatlı kuş gibi, Müslüman olmanın içini doldurmuş olarak, vicdani rahatlıkla başını yastığa,kendisine şefkatle bakarak ''Allah rahatlık versin canım'' diyen buse ile gözlerini uykuya kapatır.


4- Sabah ezanlarına ölü olmaktan kurtulup, pencereyi açarak tertemiz hava ile odasına ve ruhuna ezan doldurup, eşinin ardında sabah namazını kılmanın o erişilmez zevkine erer.


5- Sinema,tiyatro,birlikte alış-veriş ve yürüyüşler hep ''iki namaz arası'' planlanarak, kulluk bilinci ile, bu dünya nimetleri ortaklaşa değerlendirildiğinden, dindar olmayanlardan eksik (!) kalınmaz ama, ''güzel olsun ölümüm'' diye de, Yaratan'ın Rızası asla gözardı edilmeden akıllı bir eş tercihi her geçen gün haklılığa muştu olur.


Kısacası, o çok korkulan ''dinci'' kelimesinin aslında kimleri kapsadığı; din, gerçek anlamda yaşanmaya başladığı zaman idrak edilmiş olur. Ölüm eskisi gibi itici ve korkunç gelmez. Manevi zenginlikle dolan ruh, ''işte bu '' diyerek Allah'a şükürde acziyetle her an secdede saadete erer.




2 Ocak 2015 Cuma

1444.Mevlid Kandilimiz Kutlu Olsun.


Bu gece 1444.Mevlid Kandili...Bilmeyenler için: Sevgili Peygamberimizin (sav) dünyamızı şereflendirdikleri doğum günleri.

Her şey'in, ama her şeyin O (sallallahu aleyhi ve sellem) gelecek diye yaratıldığını, kainat sahnesinin O'nun için kurulduğunu bilerek, O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) doğumuna seviniyor, seviniyor ve O'na ümmet olmak nimetine sonsuz zerreler adedince şükürler ediyoruz.

Bu gece yine bilmeyenlerimiz için, O'nun Peygamberlik mucizelerinden bir tanesini hatırlayalım.Malum, Allah (cc) ilk önce O'nun sallallahu aleyhi ve sellem mübarek nurunu yarattı, bundan sonra diğer yaratacağı her şeyi de O'nun nurundan yarattı.Bu kısa nottan sonra:

İbn Abbas'dan (ra) rivayet ediliyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in gölgesi yoktu. Güneşe durduğu zaman, onun aydınlığı, güneşin ışığını bastırırdı. Yanında bir kandil bulunduğu zaman, yine onun aydınlığı kandilin ışığını bastırırdı." (Ibnü'l-Cevzî) 

Zekvân (ra): "Güneşte de, aylı gecede de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in gölgesi görünmezdi" ifadesini aktarır. Bunu, Hakîm et-Tirmizi rivâvet edip hikmetini şöyle açıklamıştır: "Kâfir, Resûl-i Ekrem'e (asm) hakaret maksadıyla gölgesini çiğnemesin diye..." 

İbn Seb' (ra) da bu görüşü kabul ederek şöyle yorumlar: Onun ayrıcalıklı yönlerinden (hasaisinden) biri de; gölgesinin yere düşmemesidir. Onun gölgesi de nûr idi. Güneşte veya ay ışığında yürüdüğü zaman, gölgesi görünmezdi.