▼
31 Ekim 2012 Çarşamba
yamacında kaldım..
ıslanmak sağanak aşklarda çisil çisil,
susanmış bir hasreti,
kana kana içmek vardı,
dudaklarında..
ağrı dağı gibi..
yamacına almışken beni,
zirven için büyüyemedim..
yaşım tutmuyordu..
30 Ekim 2012 Salı
Böcek sorusuna cevabım..
Soru : Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler.
Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay...
Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.
Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık.
Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız?
Cevap :
O sana bana göre..
Böceğe göre 63 yıllık bir ömür..
Zaman farkı..
Zamanı dolu dolu ve kaliteli yaşayamadıktan sonra; bin yıl olsa neye yarar..
Kaldı ki, böceğin yaşadığı zamanla bizimkisi bir değil ki..
O kendi zaman dairesinin ekseninde yaşıyor..
Bu kıyasa göre, bizim ömrümüz de Nuh ve Adem peygamberlere göre bir aya denk gelir..
Ne kadar kısa değil mi, eylül her an kapıda..!
Adem (as) 930, Nuh (as) 950 sene yaşadılar.İbrahim (as) 195 yıl..Bu rakamları az bulan bilginler de vardır.
Doğrusnu Allah bilir..
Bir de bu dünyadaki yaşam sürelerimizi cennet hayatı ile kıyaslanacak olsak, ancak ''bir an''dan ibarettir..
Ayrıca lavra'da bir yaşam biçimi/evresidir..Kelebekler gibi..Görünür halleriyle, bir kaç gün yaşayanları ile bir kaç hafta yaşayanları var..Bir günlük, hatta bir saatlik ömrü olan mahluklar, ve hatta bir anlık ömrü olanlar var.
Bu hesapla, bizler de beden yaşımıza anne karnındaki 9 aylık 10 günlük süreyi de katabiliriz.Hatta daha da işi muazzam boyuta çekerek, ruhlarımızın ilk yaratıldığı zamansızlık zamanına gidersek, her birimiz bilmem kaç milyar yıl yaşında varlıklarız! Belki de milyar ötesi..Zira Allah (cc) ile ruhlar arasındaki sözleşme/misak zamanı olan ''kalu bela'' nın zamanını da ancak Allah bilir..
Cinlerle insanların ömrünü kıyasladığımızda da çok şaşırtıcı sonuca varırız.
Cinler çok yüksek bir hızda hareket ederler.Onları göremeyişimizin nedeni de bu yüksek hızlarındandır. Çeşitli kaynaklarda bin ila 4-5 bin yıl arasında yaşadıkları bilgisi vardır ve bu sebeple Müslüman bir cin geçmiş tarihi olayları dün olmuş gibi aktarabilir..Ama gelecek bilgisinden onlar da mahrumdur.
Fizikte ''öz zamanın kısalması'' yani ''hız yükseldikçe zaman yavaşlar, belirli bir noktaya gelince de durur.'' kaidesi zaman içinde yolculuk arayışlarında temel noktayı teşkil eder.
İşte bu hızları nedeniyle onlar, bizim normal 70 senelik ömrümüzü-gerçekte onlar da kendi yaşlarıyla 70 sene civarında yaşamalarına rağmen bize göre hesaplandığında 1000-1500 sene civarında yaşamış görünmektedir.
Zaman, kader ve ruh konularında gerçekten ''çok az bir bilgi'' sahibiyiz.Hatta çoğumuz çok cahiliz.
Sonuç olarak, ''bir şey ne içinse onun içindir'' deyişi çok anlam yüklüdür. Ağustos böceklerinde bize bence güzel de bir mesaj var, onlar yaz sonunda öleceklerini bildikleri için, ''ölümlü'' dünya için ev kredisi, araba kredisi gibi insana üzüntü ve stres işlere dalmazlar..Yaratılış gayelerinin gereğini yaparak, ölüme hazırlanırlar.
Son bir bilgi notu : Dişi için öten erkek ağustos böcekleri, bu kur ve çiftleşme uğruna çoğu kez, ötüşüyle yerini belli ettiği için, uçan kuşlara yem olmaktadırlar.Aşkı için ölümü göze alan mübarek böcek..
Müzik: Chopin - Nocturno en si bemol menor Op 9 Nº 1
29 Ekim 2012 Pazartesi
özür diliyorum sevgili!
Özür diliyorum sevgili!
Bir daha böyle sevmem!
Bir daha böyle özlemem!
Bir daha seni,
Kendimden bile kıskandığımı söylemem..!
Senden tek isteğim var:
Artık düşme düşlerime!
Rüyalarıma da gelme!
Hayalim olma..!
Özür diliyorum sevgili!
Gerçekten acemiliğime geldi!
Oldu bir kere,
Sevdim işte..!
28 Ekim 2012 Pazar
Bayram notlarımdan..
Beni yokluğunla savaştırma!.
Kaybederim
Ölürüm .! (Ö.Asaf)
Biraz ukalaca değiştirirsek:
Kendini yokluğumla savaştırma!.
Kaybedersin!
Ölürsün, ölemesen de sürüm sürüm sürünürsün..!
***
Elimdeki kitap Taoizm, Budizm, Hinduzm..gibi ''izm''lerden söz ettikçe, dün Myanmar' (Burma) da can derdinden, yurtlarından kaçmak zorunda mazlum Müslümanlara, bunu reva gören Buda'nın şefkatli (!) katillerini tekrar hatırladım..Bizlerin bayram tatlısı yediği saatlerde, onlar bıçak darbeleriyle kurban ediliyorlar, kaçanlar denizde boğularak şehit ediliyorlardı..
***
Zatın biri hükümete kızıyor, Suriye ile ''kuzu sarmasıydın, ne oldu'' diye ve ekliyor ''bize ne orada olanlardan bu onların iç meselesi..''
Ben de bir cevap vereyim:
- O kuzu postuna bürünmüş şeyin içinden bir çakal çıktığı için, hükümet mazlumdan yana tavır alarak, uzun zamandır dünyanın unuttuğu bir şeyi yaptı: Politik çıkar yerine, insani siyasetten yana tavır belirleyerek, aslında dünyada bu trendin yakalanması/yaygınlaşması halinde, ne haksız yere cana kıyılabileceğini, ne de açlık ve sefalet içinde insanların olmayacağının sembolü oldu..Esed denen zalimi durdurmaya yetmedi ama, sert tepki vererek ''haksızlık karşısında susan şeytan'' olmanın hesabından da sıyrılmış oldu..
Bugün gezegenimizde yaptırım gücü olan adil bir liderlik olsaydı, en azından başsız bırakılan Müslüman dünyasının eskisi gibi bir başı Kur'an ve Peygamber emri olan hilafet makamı olsaydı; (Onların papalığı var bizimki 1924'de lağvedildi) dünya zenginlerinden topladığı fonlarla yeryüzünde bir tane ülke değil, insan aç ve sefil kalmamış olacaktı..İslam Birliği gibi bir güç, Birleşmiş Milletler'in karşılığı olacaktı. BM, Müslüman olmayan 5 daimi üyenin güdümündedir.
Dün Fransa'ya dans için kafa tutan ecdadın neslinin yanı başında Esed denen katil bu denli pervasız olamayacaktı.
Bir yerde haksız yere cana kıyılacak, insanlar evlerinden yurtlarından sürülecek ve sen ''bize ne bu onların iç meselesi '' diyebileceksen, aslında bu, sözün bittiği yerdir..Zira, söz, insan yanı, merhameti, vicdanı olanlara söylenir.
***
İnsanları sömürmek için, önce bir put (tağut/izm/ideoloji) olmalı, onun adına, arkasına saklanan mutlu ve putlu azınlık, çoğunluklara hakim olup, sömürüp yönetebilsin..
''Sizi biz kurtarır ve dilediğimizi de yaparız !''
Bu yüzyılda, heykeller önünde çağ dışı, gerici ve yobaz anlayıştan bir örnek..Gerici diyorum çünkü, Sevgili Peygamberimiz (sav) den önceki cahiliye araplarının Lat, Menat, Uzza vesaire gibi böyyük baş putları heykelleri vardı ve onlara taparlar, onlara şikâyet eder, onları Allah ile aralarında aracı yaparlardı..
Neyse ki, günümüzde heykel önünde tapınmayı (adı da çok masum, saygı duruşu!) uygulayan ülkeler artık bir elin parmaklarını geçmiyor.
27 Ekim 2012 Cumartesi
ben en çok...
şimdi git..!
uykunun kollarına,
koynumda saklanır gibi..
yatmadan,
saçlarını sal aşka,
vur dalgalara,
demir atmadan özgürce,
yelken aç rüzgârlara..
okşarmışım gibi tara..
sonra da,
güzel bir koku sürün,
ama teninin kokusunu bastırmasın..!
asıl koku ten kokusudur..
ben en çok bu kokunu sevdim..
görmeden, dokunmadan,
seni yaşayamadan..
nefesim gibi..
26 Ekim 2012 Cuma
Güzel insan modeli
Şu sıra yeni bir kitaba başladım.Prof.Dr.Nevzat Tarhan'ın 255 sayfalık ''Güzel insan modeli'' isimli eserinin henüz 53.sayfasındayım..Sevdiğim ve ilgi duyduğum konuları sıkmadan ele almış..
Kitaptan, altını çizdiğim bir kaç yeri sizlerle paylaşmak istiyorum.Tabi bire bir bakarak yazmaktan nefret ettiğim ve yanımda bana okuyacak biri olmadığı için umarım üşenmeden başarabilirim:
'' Ancak Batı'nın son yüzyıllarda benimsediği bu hümanistlik değerler, 1990'lı senelerden sonra değişim geçirmiştir.Yaklaşık son yirmi yıldır biyoloji alanında yapılan çalışmalar, insan davranışlarının sınırlandırılması gerektiğini ortaya çıkarmıştır.Duygusal zekâya vurgu yapan bu tez, hümanizmin ''Özgür ol, zincirleri kır, duvarları yık, istediğin gibi yaşa!'' sloganının sorgulanmasını sağlamış; asıl özgürlüğün insanı esir eden duygularından kurtulmasıyla gerçekleşebileceğini söylemiştir.
Arzuların ve kimi duyguların oluşturduğu baskı sebebiyle, pek çok şeye karşı bağımlılık geliştiren kişi, gerçek özgürlükten uzaklaşmaktadır. Bir başkasının esiri olmayı kabul etmeyen insanın, duygularının esiri olmaktan da uzak durması gerekmektedir. İşte hümanizmin ''İnsanları özgür bırakırsak mutlu olacaklardır'' tezi bu noktada tehlikeye girmiştir. Ve bu tezin yanlışlığı; Hitler'in ortaya çıkması, nükleer bombaların kullanılması, uyuşturucu alımının yaygınlaşması.....'' (sh: 40) diyerek yazar güncel olaylardan örneklemelerle destekliyor..
Anladığınız gibi hem sizi sıkmamak için hem de başta belirttiğim sebepten dolayı bu uzun paragrafın devamını merak edenler kitabın kendisini alacaklar..Okunmasını tavsiye ederim.
Bir de güzeller güzeli Sevgili Peygamberimizin pak isimleri anıldığında yanında hürmeten (sav/ sallahü aleyhi vesellem/ selam O'na olsun) yazmış olsa, bunu yazmayacaksa, Peygamberimizin Has isimlerini anmaksızın Son Peygamber ya da Peygamberimiz dese daha güzel olacaktı ya..
Bir diğer kısa altını çizdiğim ''Ne Kazandık Ne Kaybettik'' başlıklı bölümde de Tibet ruhani lideri Dalai Lama'nın meşhur şiirine yer vermiş..Haliyle bunu netten bulup burada paylaşmanın pratikliği ile sizlere sunuyorum :
''Evlerimiz büyüdü fakat ailelerimiz küçüldü.
Artık daha rahatız ama zamanımız az.
Öğrenim seviyemiz arttı fakat anlama yetimiz azaldı.
Daha fazla bilgili olmamıza rağmen, daha zor karar veriyoruz.
Daha fazla uzmanız fakat daha fazla sorunluyuz.
Daha fazla tedaviye rağmen daha az sağlıklıyız.
Aya gidip gelerek onca yolu kat ettik ama caddeyi geçip yeni komşumuzla tanışmakta geciktik.
Daha fazla üretelim diye yeni bilgisayarlar geliştirdik fakat daha az iletişim kurmaya başladık.
Fast food ve uzun sindirim zamanı.
Anlamlar büyük fakat karakterler küçük.
Kârlar yüksek ama ilişkiler yüzeysel.
Şimdi artık pencerelerimizde çok şeyin olduğu ama odamızda hiç birşeyin olmadığı zaman.''
Bu naklettiğim yazıya kendi fikrimi de ekleyerek açmak istemedim değil. Uzun yazıların sıkıcı olduğunu düşündüğüm için, arife tarif gerekmez diyerek yazıyı noktalamış olayım.
25 Ekim 2012 Perşembe
sus şimdi..
Özlersin,
Susarsın,
Sustukça özlersin,
Özledikçe susarsın,
Konuşmamakla,
Bir aşka susamak arasındaki susmalar,
Artık sana hayrandır..
Artık sana hayrandır..
O ne susuştur ki,
Suskunluğunda bin lisan dile gelmiştir..
Ah kim görebilir..?
Sus şimdi..
Kapa gözlerini,
Bak dinle şarkı ne diyor:
''adsız yerlerden geldim,
toprağım yok,
sana şarkılar söylüyorum kalbimde,
yürek telim gönül yakıyor.. ''
Bayramlık yazı..!
Rahmetli Abdurrahim Karakoç'un 4 seri bayram şiirinden 1.sini sizler için seçtim..
Artık eskisi gibi kurban kesenler, fakire/muhtaca dağıtmıyorlar.
Et pahalı diyerek, önceden aldıkları buzluklarda diğer Kurban bayramına kadar koruyup tüketiyorlar.
Bu, ancak, çok çocuklu, maddi durumu gerçekten et almaya müsait olmayan, nasılsa işte kurban kesebilmiş aileler için geçerli bir tutum.
Bunun dışında aynı apartmanda kimsenin kimseyi tanımadığı bir kent yaşamında, fakir ve muhtaçları görmeksizin, unutarak bayram yapmak, bayramın amacından uzak bayramcılık oynamaktır..
Kurban bayramı, aşktır..Aşk için her şeyini feda edebileceğinin ispatıdır..Aşk için kanını/canını verebilmektir.''oğlun'' dendiğinde ''lebbeyk'' emir sendense başım üstüne diyerek her şeyi kurban ediş, sevgili uğruna adayışın öyküsü..
Mübarek Kurban bayramınızı, en kalbi dualarımla tebrik eder; sevdiklerinizle, sağlıklı, afiyetle nice mutlu bayramlar dilerim.
Bayramlar Bayram Ola (1)
Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine
Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı..
Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi, dili tutuldu
Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu
Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı
Adam “he ya” dedi, gözü kapalı..
Düşündü kış yakın, evde odun yok
Tenekede yağ yok, çuvalda un yok
Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok
Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını
Adam “evet” dedi, sıktı dişini..
Çalışsa ne iş var, ne cepte para
Dağ oldu içinde büyüyen yara
Dikti gözlerini karşı duvara
Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı
Adam “öyle” dedi, bağrında sızı..
Döndürse yönünü herhangi dosta
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
Aylar, yıllar, günler erirken yasta
Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı
Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı..
Abdurrahim Karakoç
24 Ekim 2012 Çarşamba
Kendimin kendimde hakkı var..
Kendimin kendimde, yani bende hakkı var..
Az önce verem şarkılar eşiliğinde, içime düşen katı haldeki hüznü, sulu bir şekilde gözlerimden dışarı akıtmaya karar verdiğim sırada; bir ses ''senin sende hakkın var, yapma bunu'' dedi..
Bendeniz de müzik çaları kapayıp, annemin yanına, maskemi takarak çıktım..
O evlendirme programına bakıyordu..Tv'de, ta İran'dan gelmiş bir beye ilişti önce gözüm.Tebessüm ettim..İran'da kadın mı kalmamış demedim; demek adam bizim hatunlardan hoşlanıyor ve belki de burada yaşamak istiyor diye düşündüm..
Tam karakızımı, yani hepitopumu açarken bir de Almanya'dan emekli 60'lık bir beyin kıyafetine ilişti gözlerim..20'lik gençler gibi yırtık bluciniyle o da tebessüm ettirdi beni..Benim bakışlarımı fark eden annem, hadi seni de gönderelim oraya deyince, tebessümlerim daha da arttı..
Konumuza kısaca işaret edersek: Evet, benim bende hakkım var..
Kendimi ekstra hüzünlü müzik ve şarkılar eşliğinde üzmemek gibi..
Sigara alkol içerek, bana emanet edilmiş bedenimi yıpratmamak gibi..
Kumar oynamamak, zamanı israf etmemek, dolu dolu bir farkındalık içinde anlamlı yaşamak gibi..
Düzenli ve zamanında uyumak, haftanın belli günlerinde uzun yürüyüşler yapmak gibi..
Örneklemeler tren katarı olacak gibi çok..
Bu bedeni cehenneme sokmamak gibi kısacası..
Nilüfer çiçeği çamur emerek mis gibi kokular yayarken kainata, bizler de içimizdeki hüzün çamurundan güzel bakışlar çıkartabilmeliyiz..
Ben beni düşünmeliyim..
Ben, benimle iyilikler konusunda, ''iyi, güzel ve doğru'' yaşamak adına anlaşma ve uyum içinde olmalıyım..
Ben bana çare de olabilirim, dert de..
Ben beni cennete de cehenneme de gönderebilirim..!
Ben beni seviyorsam, ''ben'' dediğim şeyin (ruh ve bedenin) mimarı, yaratıcısı, ihsanları ve lütûfları nihayetsiz olan Allah'ın, son elçisiyle (selam O'na olsun) gönderdiği reçete ve klavuzluğunda bana verilen ömrü tamamlarsam kendime gerçekten çok büyük bir iyilik yapmış olacağım..
Karnemiz hızla yazılmakta ve alma günü ''bir an'' kadar yakın !Keşke bu bilinç hep canlı kalsa..
''Her nefs, yarın için önden ne gönderdiğine baksın'' mealindeki ilahi ikaz ne kadar düşündürücü değil mi..?
23 Ekim 2012 Salı
Arefe günü..
Mutlu bayramları bayrama gönderdiğim günden beri, ne zaman bayram yaklaşsa, bir garip yetimlik yaşar yalnız gönlüm..
“Arefe günü tutulan oruç geçmiş ve gelecek olmak üzere iki senenin günahlarına keffâret olur.” büyük fırsat ve bayram ile diğer güzel bilgileri Aşk-ı Züleyha'dan okuyabilirsiniz.
22 Ekim 2012 Pazartesi
Ayrılmak Zor Değil / Ayşen
Anlamsız herşey
Öyle bakma tek suçlu sensin
Yüreğim yoruldu
Ağlarım sessizce bilmezsin
Bir gün anlarsın
Neden vazgeçtim
Yenildim sonunda
Ayrılmak zor değil
Seni unutmak zor
Akşam oldu yine
Hayalin her yerde
Rahat yok bana
Anılar ardımda oldukça
Anladın mı ne yaptın bana
Belki de suç ben de
Belki hataydı böyle bağlanmak
Değişirsin diye
Kendimi aldattım yıllarca
Aynısın hala
Gücün yok aşka
Anladım sonunda
Ayşen
aleyhte delil..!
Susma hakkını;
Sevdiğini ve çok özlediğini söylememe hakkını kullanmalısın..!
Yoksa; gönlünden, diline döktüğün her kelime, daha sonra ''sevdiğin tarafından'' aleyhinde ''naz, kapris ve arıza'' olarak kullanılacaktır..!
Benden söylemesi...
21 Ekim 2012 Pazar
anneciğim..
Bahçemdeki çiçekler solmaya yüz tutmuş,
Süpürmek için gittiğimde farkettim..Kelebeklerden zaten eser yok!Arılar da yakında kaybolurlar, börtü-böcekler gibi..
Depresyona girmiş bir adamın görüntüsünde, sanki tsunamiden kalma gibi..
Güneş varmış, hava sisliymiş, ne gam..!
Ey ölüm..!
Bildiğim bir şey varsa, önümde beni bekleyen tek ''sadık'' gerçeklik sensin..
İnsan kırkı geçince, daha mı fazla bileniyor bu gerçeğe ne..?
Akşam anneme iyi uykular derken, ona belli etmeden daha bir derinden, ''hasretle'' bakarak, öpüşüm bundan olsa gerek..
Koklayarak bir veda busesi gibi..
Zaten her görüşümüz ''son'' görüşümüz değil mi..? Sonraki ''An''için kesinleşmiş bir randevumuz yok.
Yetmişine iki varken, yaşlılık hastalığı belini iyiden iyiye büktü anneciğim..
Her sabah kendimi unutup, senin başına neden korkulu bir merakla koşuyorum..
Daha bir farkındalıkla bakıyorum, çocukluğuna dönmüş yüzüne..
Biliyorum, bir an gelecek, ölüm ya seni ya beni alarak ayıracak bizi..
Bile bile, tutamadan zamanı; bakıyorum bahçemdeki ölgün çiçeklere..
''Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!... '' Necip Fazıl Kısakürek
20 Ekim 2012 Cumartesi
tek
evet tek gün
ve tek zamanda
tek içimlik çekmeliyim seni içime..
çekmelisin beni içine..
tek içimlik..
azat istemeyen köle gibi
kapında tek bir güne kurban veren can gibi..
sonrası olmamalı..
başka bir gün, başka bir zaman,
olmamalı..
zehrini bir kerede içime akıtmalısın
senden sonra yaşayamamalıyım..!
kanımda seni bulmalı doktor raporları...
19 Ekim 2012 Cuma
Bak, sen çok iyi bir insansın ama bilmediğin çok şey var!
Bak, sen çok iyi bir insansın ama bilmediğin çok şey var !...
Bir defa benim miadım dolmuş..
Son kullanma tarihi geçmiş bir gönülle aşk yaşanmazdı küçüğüm..
Göç vakti, gözü toprağa bakan biri olmaya mahkûm ettim kendimi.
Kendi ölüm fermanına karar verip, kendi imzalayan biri işte!
Aşka dair, hakkı hoyratça zayi edilip, çöpe savrulan bir kâğıt parçası neyse, ben oyum..
Ben de bilirdim, en deli sevmelerimle; sana gül kokusu tadında bir sevda ile gelmeyi..
Gelemiyorsam, gelmiyorsam, o kahrolası sebeplerimdendir inan..
Şiir gibi gönlüm, şimdi tarumar ve sen bunu bilmiyorsun..
Notalarım saçılmış gezegene, benden beste olmaz artık, bekleme..!
Çok şey istemedim, aslında hiçlikti beklediğim..
Bir fotoğraf gibi..!
Hazırdım gözlerinin bebeklerinde kaybolmaya,
Çayda eriyen şeker gibi..
Bak, sen çok iyi bir insansın ama bilmediğin çok şey var !...
Hayata dair, tüm haklarımı kullandım ben..Ne dağları delecek taşkın bir gönlün Ferhat'ı olabilirim, ne de dizlerimde derman var artık, aşk yollarına düşmek için..
Şu gözlerime bir baksan, ne kadar yorgun ve yılgın olduğunu hemen görürsün.
Ve yaslı..
Ve bir aşka karşı inançsız..
Sen nereden bileceksin, canımın yanmışlığını..Emeklerimin hoyratça, zalimce çiğnendiğini..
Bilme de zaten..Bilmeden suçla beni, suçla ve bilme, hiç bir kadına bu kalpte neden yer olmadığını..
Bak, sen çok iyi bir insansın ama bilmediğin çok şey var !...
Ben senin gibi iyi biri değilim..
Gönülçelen avare bir serseri..Yalnız ölmeyi kafasına koymuş bir berduş..
Kelimeler arasında tesellisini bularak, gün sayfasını hızlıca kapamayı; başını tek kişilik yastığa, tek başına gömerek zıbaran, ama kimbilir kaç kadına hülya bir adam..
Dedim ya, benden bir şey olmaz artık..
Kadına ve aşka inanmayan bende sadık bir gönül de arama..!
Çizdim sadakatin de üstünü, aşk gibi..!
Hayır artık bir sevgilim olmayacak, onlarcası olacak ve ben bu hayırsız gönlü hiç birine yâr etmeyeceğim..Boş odalarda ölümü beklerken..
Buyum işte ben, ne bakıyorsun şaşkın şaşkın..!
Sana benden bir şey olmaz demiştim, alışma demiştim..
Ben sanalım, ben imkânsızım..Senin imkânsız oluşundan daha imkânsız..!
Belki de, çiçekten çiçeğe konup balını yaparak mevsim sonunu bekleyen bir arı..
Ve bilirsin arılar da çok yaşamazlar..
NOT: Yazının başlığı iktibastır..
18 Ekim 2012 Perşembe
mahrumluğuma..
Kış da yüzünü göstermeye başladı yavaştan,
Şimdi, sensiz daha çok üşüyorum,
Dipsiz bir kuyu gibi bana yatak,
Mahrumluğumun üzerine çekiyorum yorganımı..
Özledim..
grafik http://www.gifcenneti.net/den alınmıştır.
16 Ekim 2012 Salı
eleştiriler aldım..
Çok iyi tanıyorsunuz onları.
En zayıf yerlerinden vuruyorsunuz!
Size ilgi duyan arkadaşların yazdığınız şiirleri üzerlerine alıp mest olmaları kaçınılmaz bir durum:)
Allah için sizin hiç suçunuz yok!!!! :)))
Yazık ya, en azından size ilgisi olanları ümitlendirmemek adına böyle duygusal şiirler yazmayın bence
Üzüldüm hemcinslerime:)) ''
2-''Blogunuz yorumlara açık değil, bu durumda yorumcular mecburen size mail atarak yorumlamak durumunda kalıyorlar.Bu da belki sohbet kapısı açıyor!''
Birbiriyle ilintili iki ayrı eleştiri..Mecburen gittiğim İstanbul seyahatimden döndüm. Resmi işimi bitirince gitmişken de biraz gezdim..Fotoğraf çekmeye çalıştım.(Diğer fotoları daha sonra paylaşırım kısmetse)
Bu eleştirilerin birincisi bana açıkça şiir yazma diyor..Ben bakkal defteri karalamaları yapıyorum böyle olursa, gerçek şairler, isim isim saymayacağım, hepinizin aklında vardır, o zaman onlar da yazmasınlar ve asıl onlar yazmasın, zira asıl şiiri onlar yazıyorlar ve nefis kelime oyunlarıyla..Neyse ki, onlar böyle bir eleştiri karşısında, şairliği bırakmamışlar.(Zaten şair ve yazar sayfalar yerine gönlünde biriktirmeye başladığı gün ölür!)
İyi ki yazıyorlar, yoksa bizler o nefis şiirlerden, yazılardan mahrum kalırdık.Aynı durum ünlü sanatçılar için de geçerli..
Bu eleştiriyi kişisel alırsam ve vicdanen rahatsızlığım hat safhaya ulaşırsa, google plusu bıraktığım gibi, bu bloguma da veda etmem lazım..Bunu düşünmeliyim..Belki de eleştirmenim haklıdır.Aslında şeytan diyor, neti kapa, sanala tamamen veda et..!
Bir de, hiç kimseye ümit vermiyorum..Peşinen evlilik defterini kapadığımı, bundan sonra evlenmeyeceğimi sağır sultan bile biliyor.
Sevgili mi..?İsteseydim bunca zaman çoktan olurdu, ondan bile kaçındım.Ümit vermenin vebal olduğunu bilenlerdenim..Bu vesile ile bir kere daha ilan etmiş oldum..
İkinci eleştiriye kısaca şunu demem gerekir.:Yorumlar açık olunca, peş peşe yorumlara cevap verme sorumluluğu yüzünden net ile daha sık ilgili olmak gibi zaman harcama ve başka burada yazamayacağım bir sürü sebeplerim var.Yoruma kapamak benim tercihim. Her yazarın iletişim (okura saygı için mail adresi olur diye) mail adresim var.Dilersem gelen mail ile, kişisel ilgilenirim, dilersem buradan cevap veririm.Duruma göre hiç bir şekilde cevap vermeme hakkım da saklıdır, vesselam.
14 Ekim 2012 Pazar
fikr-i sabitim..
içimde ihtilâller mi olacaktı bir hazan zamanı..
her şeye ve aşka veda etmişken..
yorgun gözlerim, erkence, toprağa bakarken..
birden şaka gibi,
kaldırım kenarında ilgisiz açan bir papatya misali,
akıverdi çorak gönlüme, kaybettim dediğim..
vurgun bu, hazan zamanı
ihtilâl bu, göç vakti..
fikr-i sabitim oldu,
yalnızca ruhunu temaşa ettiğim o nazlı yar..
ışıl ışıl şebnemleriyle döküldü,
dökülürken yapraklarım sonbaharda..
kalakaldım sesinde, mıh gibi,
kalakaldım sende, öylece..
dünyamın ortasında,
çaresiz ve kimsesiz bir çocuk gibi..
ağlarken,
sessizce..
13 Ekim 2012 Cumartesi
Lüküs hayat
Bu müzikalin şarkısını hemen hemen bilmeyenimiz yoktur.
''Lüküs hayat! Lüküs hayat! Bak keyfine yan gel de yat''
Çok yattınız ayağa kalkın dediler..Ayağa kalktık, yerimize oturdular, biz ayakta kaldık.
Çeyrek asrı aşan bir sürede sahnede kalmayı başaran, Ekrem Reşit Rey tarafından kaleme alınmış olup, zaman içinde günlük olaylara uyarlamalarla kendisini yenileyerek seyircinin karşısına çıkan ve görmeyi istediğim tiyatro oyununu, Üsküdar Musahipzade Celal sahnesinde izlemeye gittim.
Beklentim yüksek olmadığı için, bizim insanımızın batı ile karşılaşma temasını güldürerek (düşündürerek değil) ve operet şeklinde sunan, tıka-basa salonu doldurmayı başarabilen ( biletler, oyun içinde reklam sunumu sebebiyle olsa gerek ucuzdu) ama verilmesi gereken mesajdan epey uzakta bir oyundu..
''Fuzuli ye sormuşlar, sevmek mi güzel yoksa sevilmek mi ?
Sevişmedikten sonra ikiside fuzuli demiş.'' misali gibi, mesajı olmayan sinema ve özellikle tiyatro/piyes, bana perşembe pazarı kargaşası gibi geliyor.
Mesaj demişken haklarını yemiş olmayayım; malum, bizde özellikle, sinema ve tiyatro, sol görüşün hakimiyet ve ilgi alanında olan san'at dalları olarak, politik mesajlar vermeyi ihmal etmediler.
Günümüz komedyenlerinin ilk malzemesi olan, cinsellik ve argo ile güncelleme yaptıklarını sanmışlar..Bunda onları da çok fazla eleştirmiyorum, adamlar bakıyor gişeleri iyi olan filmlere; ne kadar küfürbaz, argo ve cinsellik kokuyorsa, o kadar bol kahkaha ve hasılat..! Halk dalkavukluğu, yani nabza göre şerbet!
Müzikal kısımlarda yan koltukta oturan hanımefendinin, imrenilecek, çocuksu bir neş'e ile el çırparak tuttuğu temposu da, görülmeye değer ayrı bir sahne olarak hafızamda kalanlardan..
Oyuna can veren yılların usta oyuncusu Zihni Göktay idi.Yaşına göre de oldukça iyi bir performansı vardı..
15:30'da başlayan ve 3 uzun perdeden oluşan oyunun süresi 3 saat 50 dakika..2.perde de oldukça sıkıldım.Çok fazla eleştirmemeye çabaladığım için kestirmeden belirtmeliyim ki; san'at için san'at değil, hakikat arayışında mesajı olan bir san'ata evet diyenlerdenim..
Bir eser nasıl olmalı konusuna girmeksizin biraz da olumlu şeyler söylemek adına, farklı bir atmosferi soluyarak, yabancısı olmadığım dünya insanlarının ruh hallerini izleyerek, şefkatle dua ettim. Zira bana göre, hangi san'at dalı ve eser olursa olsun, ''sahibinden'' haber vermelidir..Bir tablo sahibinin adını da hafızalara kazıtır. Eser biziz, hepimiz..Sahibimiz de Allah..Derken kulağıma gelen ezan sesi ile, 2.perde bitince kendimi Üsküdar'ın rahmani kucağına atıverdim.
''Lüküs hayat! Lüküs hayat! Bak keyfine yan gel de yat''
Çok yattınız ayağa kalkın dediler..Ayağa kalktık, yerimize oturdular, biz ayakta kaldık.
Çeyrek asrı aşan bir sürede sahnede kalmayı başaran, Ekrem Reşit Rey tarafından kaleme alınmış olup, zaman içinde günlük olaylara uyarlamalarla kendisini yenileyerek seyircinin karşısına çıkan ve görmeyi istediğim tiyatro oyununu, Üsküdar Musahipzade Celal sahnesinde izlemeye gittim.
Beklentim yüksek olmadığı için, bizim insanımızın batı ile karşılaşma temasını güldürerek (düşündürerek değil) ve operet şeklinde sunan, tıka-basa salonu doldurmayı başarabilen ( biletler, oyun içinde reklam sunumu sebebiyle olsa gerek ucuzdu) ama verilmesi gereken mesajdan epey uzakta bir oyundu..
''Fuzuli ye sormuşlar, sevmek mi güzel yoksa sevilmek mi ?
Sevişmedikten sonra ikiside fuzuli demiş.'' misali gibi, mesajı olmayan sinema ve özellikle tiyatro/piyes, bana perşembe pazarı kargaşası gibi geliyor.
Mesaj demişken haklarını yemiş olmayayım; malum, bizde özellikle, sinema ve tiyatro, sol görüşün hakimiyet ve ilgi alanında olan san'at dalları olarak, politik mesajlar vermeyi ihmal etmediler.
Günümüz komedyenlerinin ilk malzemesi olan, cinsellik ve argo ile güncelleme yaptıklarını sanmışlar..Bunda onları da çok fazla eleştirmiyorum, adamlar bakıyor gişeleri iyi olan filmlere; ne kadar küfürbaz, argo ve cinsellik kokuyorsa, o kadar bol kahkaha ve hasılat..! Halk dalkavukluğu, yani nabza göre şerbet!
Müzikal kısımlarda yan koltukta oturan hanımefendinin, imrenilecek, çocuksu bir neş'e ile el çırparak tuttuğu temposu da, görülmeye değer ayrı bir sahne olarak hafızamda kalanlardan..
Oyuna can veren yılların usta oyuncusu Zihni Göktay idi.Yaşına göre de oldukça iyi bir performansı vardı..
15:30'da başlayan ve 3 uzun perdeden oluşan oyunun süresi 3 saat 50 dakika..2.perde de oldukça sıkıldım.Çok fazla eleştirmemeye çabaladığım için kestirmeden belirtmeliyim ki; san'at için san'at değil, hakikat arayışında mesajı olan bir san'ata evet diyenlerdenim..
Bir eser nasıl olmalı konusuna girmeksizin biraz da olumlu şeyler söylemek adına, farklı bir atmosferi soluyarak, yabancısı olmadığım dünya insanlarının ruh hallerini izleyerek, şefkatle dua ettim. Zira bana göre, hangi san'at dalı ve eser olursa olsun, ''sahibinden'' haber vermelidir..Bir tablo sahibinin adını da hafızalara kazıtır. Eser biziz, hepimiz..Sahibimiz de Allah..Derken kulağıma gelen ezan sesi ile, 2.perde bitince kendimi Üsküdar'ın rahmani kucağına atıverdim.
11 Ekim 2012 Perşembe
Başakşehir'deydim..
Bugün yine sevgilim İstanbul'daydım.Kanal 7'de sürekli her ramazan görüp de merak edip bir türlü gidemediğim Başakşehir sular Vadisi'ne kısa bir uğradım..Çok gelişmiş ve İstanbul içinde ayrı bir şehir gibi desem, sanırım abartmış olmam..Devlet hastanesine kadar her şeyi var.Türkiye'nin en büyük yapay gölü burada..
Düzenli temiz bir yer.Mevlana camii ve caddesi, Yunus Emre caddesi..Ama en çok da dikkatimi çeken, etaplar,bloklar, kısımlar..vs. ile yerlerin belirlenmesi..Kültür merkezi de oldukça faalmiş..
Eminönü-Başakşehir belediye otobüsü ile zaman mesafesi, trafik iyi olursa bir, bir buçuk saat..!! Şoföre çekilmez, ömür törpüsü dediğimde, İstanbul'da yaşayanların ömürlerinin 3 ayı yollarda geçiyormuş dedi.!! Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli İstanbul..
Tiyatro saatime az bir zaman kaldığı için, bu ilçemizin hakkını verdiğimi söyleyemem.Zamanlama trafik yüzünden planladığım gibi olmadı ama en azından bir yudum nefes çekmiş oldum..
Tamam, tamam tiyatrodan da bundan sonraki yazımda kısaca bahsederiz kısmetse.. İstanbul demek, denizi görmek demek..Üsküdar, Kuzguncuk, Kızkulesi, Eminönü, Eyüp demek..Sefa tepesi/Çamlıca,Küçüksu demek..Ama ille de denize kıyısı olan yerler..
Yatsı ezanında Üsküdar'daydım..Benim için dünyanın en güzel ve vazgeçilmez şeyi ezan..Bu kadar mı muazzam okunur..Okudu..Bir banka oturdum, dinlemedim, içtim..Böyle güzel makamlı ezan okuyanlara ekstra ödül vermek lazım ki, diğerlerine de teşvik olsun..
Ve belediyeyi bu konuda da tebrik ederim.Arıtma tesisleri etkisini göstermiş.Kendi gözümle Haliç'te bu müthiş olayı resmettim..Haliç, pırıl pırıldı ve balık kaynıyordu..
Değişik duygularla, farklı atmosferde kısa günü hızlı bir çeşitleme ile tamamlamış oldum..Sosyal olmak iyi mi geldi ne..? ''Seyahat edin sıhhat bulun'' hadisi şerifi ortada dururken, iyi mi geldi de soru mu yani..
8 Ekim 2012 Pazartesi
Kendine İyi Bak../ Take Care..
Sevdiğin kişiye iyi bak,
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana iyi bak,
Sevdiğin kişiye iyi bak.
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana iyi bak,
Sevdiğin kişiye iyi bak.
Sevdiğin kişiye iyi bak,
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana iyi bak,
Sevdiğin kişiye iyi bak.
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana iyi bak,
Sevdiğin kişiye iyi bak.
Sevdiğin kişiye iyi bak,
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana,
Evden uzak olan birine , ruhunu dolduran birine iyi bak.
Hava soğukken elini tutan birine iyi bak.
İhtiyaç duyduğun kişiye iyi bak,
Sana en çok ihtiyaç duyana,
Evden uzak olan birine , ruhunu dolduran birine iyi bak.
Hava soğukken elini tutan birine iyi bak.
Imany/Take Care
7 Ekim 2012 Pazar
Gelen soru: İçimizdeki çocuk..
''İçinizdeki çocuğu öldürme fikrinize katılmıyorum.Yaşam her şeye rağmen yaşamın tadını çıkartacak kadar güzeldir.70'inde insanlar yaşama sımsıkı sarılmışlarken keyifle.Kendinize ceza verdiğinizi fark etmiyor musunuz?'' Soru için teşekkür ederim.
İçimdeki çocuğun ''yaşam sevinci'' olduğunu biliyorum.Ve onu bilerek ''inadına'' öldürmeye çabalamanın, bilinçli bir intihar olduğunun da çok iyi farkındayım..Bilinçlice yaşlılığı kabulleniş de aynı şey..Kalan ömrümde ( ne kadarsa) kendi cüz'i irademle yalnızlığı ve yaşlılığı seçişimin kendime has sebepleri var..Ve bunun aynı zamanda aşka veda ediş olduğunu da bilmekteyim, sevgili okurum..
Bununla birlikte, bunu başarmanın (!) zor olduğunu da biliyorum..İçimdeki çocuk, çok güçlü çünkü.İnatla bana direniyor..Ben de ona Gencebay şarkısı mırıldanıyorum bazen : ''Nedir bu çektiğim senden/ uslan artık deli gönül'' diyerek.
Dün akşam annem Vakıa suresinin mealini okumamı istedi..Okudum, ağladı..
Bir şeyi maalesef kavrayamadık..Şu gezegene ötelerden gelişimiz ve bize sunulan sayamayacağımız nimetler büyük maliyet ve ''çok ciddi'' bir sınavdayız..
Bir arkadaşım bu durumu bilâ-teşbih diyerek şöyle anlatırdı : Anadolu'dan adam iki oğlunu İstanbul'a üniversiteye okumaya gönderiyor.Birisi o şehre ne için geldiğinin bilinci içinde, gecesini gündüzüne katarak ve gelen harçlıkları bu amaçla kullanarak okuyup, kasabasına doktor olarak dönerken, diğer kardeş, şehrin şaşaasına, güzel kızlara kapılıp, harçlıkları da zamparalıkta tüketerek ve sınıfta çakarak, doktor giden abisinin yanında; bin pişman, mahcup bakakalıyor..
Bu anlattığım hikâyeden şuraya gelmek istiyorum.İnsanın kendisiyle barışık olması, kendisini sevmesi için; bu gezegene geliş senaryosuna iman ettikten sonra, buna uygun yaşaması gerekir..Bunun farkındalığında olmayan gaflet ehli; felix culpa (mesut suç) içinde kendileri ile barışık ve mutludurlar..İki farklı mutluluk..Bir gerçek biri sahte ve bu dünya ile sınırlı..
Allah'ın istediği gibi kul olamayanlar, bu farkındalık içinde - en azından bilgi düzeyinde - bulundukları için, Allah'ın rızasına uygun yaşayamadıklarını bilerek, kendileri ile sürekli bir savaş, çatışma içindedirler..Buna, Sevgili Peygamberimiz (sav) ''Büyük cihad'' demişlerdir..Cephede düşmanla savaşmaktan da büyük.Nefs yani..
Dinin sınırları içinde yaşamayı başaranlardır, asıl kendileri ve dolayısı ile Allah ile barışık olanlar..Büyük ve asıl huzura erenler onlardır.Diğeri sun'i ve aldanmadan başka bir şey değildir..
Tefekkür de bunun için en büyük ibadetlerdendir..Yaratılış ve yaratılmışların hikmetlerini düşünüp, onlardan dersler çıkarmak san'atı.
Bu da kainat kitabını okumaktan geçer..''Eşyanın hakikatinin teşhiri'' Olayların arka planına erme hikmeti..Elin İngiliz'i gelip Hz.Şemsi, Hz.Mevlana'yı bizden daha iyi anlayabiliyorsa, bir yerde arıza var demektir.
Allah ile gerçek anlamıyla barışık yaşayan, kendi ile de barışık yaşar.Hem kendisini, hem de sevilecek şeyleri sever.Mutlu olur ve mutlu eder..Bildiği halde, bildiklerine uygun yaşayamayanlarsa, vicdanları/günahları arasında bir gel-git fırtınası içinde, (bu da bir nefs mücadelesi zaten) çok zaman da kendilerine aşırı yüklenerek, kendilerini kınayarak ömür tamamlarlar..Yoksa durduk yerde kimse kendisini yaşlılık moduna sokarak, içindeki çocuğu öldürme girişiminde bulunmaz vesselam.
6 Ekim 2012 Cumartesi
Anlamlı bir yorum..
Bundan önceki, ''Gidenlerin ardından'' başlıklı yazıma (yorumlara kapalı olduğu için) güzel bir yorum maili aldım.Noktasına dokunmadan, burada saklamak istedim.Mektubun son kısmı sebep oldu buraya almama..Teşekkürlerimle Ayşe hanım diyerek :
''İnsanın bazen keşke bu kadar çok sevmeseydim böyle çok acı çekmezdim diyesi geliyor.
Bazen de keşke gidebilecek kadar korkak olsaydım diyorum..
Şartlar insanı gitmeye zorlayabilir ama kalmanın mutlaka bir çaresi bulunur yeter ki insan kendinde kalmak için o gücü bulabilsin.
Gidenler üzerine sayfalar dolusu yazı yazabilirim.
Belki çoğu deli saçmalığı olur ama olsun yine de yazabilirim.
Çok fazla insanın ardından baktım.
Acılar çektim..
Çok fazla gözyaşı döktüm.
Bu kadar çok insan ardında bırakıp gidiyorsa demek ki var bende bir sorun dedim.
Oysa sorun bende değil -kısmen- genel olarak insanoğlu sevdiğinden emin olduğu yürekleri düşüncesizce, bencilce kırıp dökebiliyordu.
Nasıl olsa seviyor bırakıp gidemez mantığı devreye giriyordu..
İnsan ne kadar çok severse sevsin göstermemeli -başarabilirse-
Kaybetmemek için cimri olmak gerekiyormuş:)
Başınızı ağrıttım affola.
Güzeldi yazınız.
Selametle.''
''İnsanın bazen keşke bu kadar çok sevmeseydim böyle çok acı çekmezdim diyesi geliyor.
Bazen de keşke gidebilecek kadar korkak olsaydım diyorum..
Şartlar insanı gitmeye zorlayabilir ama kalmanın mutlaka bir çaresi bulunur yeter ki insan kendinde kalmak için o gücü bulabilsin.
Gidenler üzerine sayfalar dolusu yazı yazabilirim.
Belki çoğu deli saçmalığı olur ama olsun yine de yazabilirim.
Çok fazla insanın ardından baktım.
Acılar çektim..
Çok fazla gözyaşı döktüm.
Bu kadar çok insan ardında bırakıp gidiyorsa demek ki var bende bir sorun dedim.
Oysa sorun bende değil -kısmen- genel olarak insanoğlu sevdiğinden emin olduğu yürekleri düşüncesizce, bencilce kırıp dökebiliyordu.
Nasıl olsa seviyor bırakıp gidemez mantığı devreye giriyordu..
İnsan ne kadar çok severse sevsin göstermemeli -başarabilirse-
Kaybetmemek için cimri olmak gerekiyormuş:)
Başınızı ağrıttım affola.
Güzeldi yazınız.
Selametle.''
5 Ekim 2012 Cuma
gidenlerin ardından..
Su gibi gidip-dönmesine niyet edilirdi sevdiklerimizin.
Kazasız kedersiz..
Gidenlerin ardından su dökmenin şekli değişti biraz..
Kaza önce oluyor, kederi sonraya..!
Gidenler, bazen yaralamayla ve çoğu kez ölümcül bir cinayetin ardından; sudan hızlı gidiyor ve biz yine onların ardından sular döküyoruz..
Tek farkla ki, artık sular göz pınarlarımızdan ve bir ömür dökülüyor, gönül sokağımıza..
3 Ekim 2012 Çarşamba
sonsuzluk şarkısı..
İçimde bestelenmemiş bir güftenin melodisinin notaları,
birbirinden bağımsız böylesine dağınık dans ederken,
söyle ey sessizliğin dili;
hangi gecenin sabahına doğar; sonsuzluk şarkım..?
2 Ekim 2012 Salı
Bir video yaptım ve
Ama,
Fakat,
Lakin..
Bazı şarkı sözleri var ki, fena ofsayt..?
Kadere isyan gibi..
İş bu, ''Dilenci'' şarkısında mesela öyle sözler geçiyor ki; söyleyenin imanını da delip geçiyor, maazallah..!
Alt tarafı şarkı diyerek geçiştirenler, alt tarafa gidince bunun şakasının olmadığını gördüklerinde maalesef iş, işten geçmiş olacak..
Yurdum şarkıları, kadere söver, isyan eder..''Mihrabım diyerek sana yüz sürdüm ''(!) der ve dedirtir..
Oysa mihrap, camilerde imamın namaz kıldırdığı yerdir..! Dikkat, kadına tapınmadan söz ediyoruz..
Yüz süreceksen git uleyn seccadeye sür de, bari beynamazlardan sayılma!
Bu Dilenci şarkısı da, ''Orhan Gencebay'la Bir Ömür'' albümünde yer alıyor..O şahane beste, başlangıçta, ''sevmek çok zormuş'' diye tatlı bir ahenkle sizi mayıştırdıktan sonra o da ne, birden :
''Aşk olmasaydı böylesine yanmazdım
Senden bir melek yaratıp secde edip kalmazdım..'' deyiveriyor..!
Upss..!
Hem yaratıyor, hem de secde ediyor ahmak..! Hani eskiden kendi putunu hamurdan yapıp, acıkıp, yemek bulamayınca da yiyen cahiliye putperestleri gibi..
Abartmadan sevmeyi de bilmiyor bu toplum, neyse ki, şarkı dinlerken kendisini jiletleyenleri eskisi gibi görmüyoruz, ana haber bültenlerinde..!
Uzatmıyayım efenim,
Her sözden, her eylemden..Yapıp ettiklerimizden, yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızda..vesaire sorumluyuz..
Şarkıda söyleriz, şiir de yazarız..Alnımız secdeye de değip paklanmalı..Eğlenmesini de bilmeliyiz.Ama sınırlar içinde olsa, ötede morarıp, mortingen olmasak fena mı olur bile demeyeceğim, şahane olur..Öyleyse, dikkat..! Dinlediğin şarkıdan, TV dizilerine, komedi adı altında sana bana kakalananlara çook dikkat edelim derim..
Ölüm ve hesap ciddi bir vakıa ve hepimizin yolunda bizi bekliyor..
Video da yapmak akıllı işi değil be yaa..Zaman hırsızı..Hiç değilse altına bu uyarı yazısını yazarak, kefaret ödermiş olurum diye ümit ettim..
Son cümle: Plusta paylaşımı bıraktığım için kendimi tebrik ediyorum..Daha çok net dışı yaşamın içinde yer almaya başladım..Buradan oradaki arkadaşlarıma da selamlar, sevgiler..
Ne demiştim, bundan önce; yaşlanmaya ve içimdeki çocuğun burnunu sıkmaya karar verdim demiştim..İşte tam da o noktadan saygılar..