▼
18 Temmuz 2013 Perşembe
Ramazan yazıları (10) Oruçlulara saygılı olmanın karşılığı ve iki temel soru.
''Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş...'' buyrulan bir mübarek misafirin işte 3/1'lik ''rahmet''i hediye eden kısmının son gününü bugün inşallah idrak edeceğiz...
Mis gibi serin rüzgarlar ve yağmurlarla girdiğimiz 10.güne ne çabuk geldik.
Ahirette insanlar birbirleri ile iddia edecekler, bazıları bir ya da iki gün kalmıştık dünyada, bazıları hayır bir saat kadar bir şeydi diye.
Hep söylerim.An var. Yalnızca bu an'da yapıp ettiklerimiz, bu an'ın sayfalarına bıraktıklarımız. Bir daha telafisi (tevbe ve pişmanlık dışında) yok..!
Geçen geçti, mazi oldu.Gelecekse meçhul ve her gelecek yakındır.An bu andır.Hayat yaşamakta olduğumuz andır.
''Hayat ahiret hayatıdır.'' Ne muazzam bir hadis yine...Kesin olarak yaklaşan bir şey var: Ölüm.
Ve nefislerimiz buna inanmamıza engel. Bize daha çok vardır derken bile, ben ölmem diyesi var!
TRT 1'de dün iftar saatinde Ahmet Taşgetiren'i dinledim. Güzel şeyler söyledi ve aklımda şu anahtar cümleleri kaldı :
1- İslam bizim neyimiz olur ?
2- İslam'ın kapsama alanı nedir ?
Öyle müthiş, can alıcı, temel iki soru ki; üzerine kitap yazsa yeridir. ''İslam bizim hayatımız, yaşantımızın merkezi ve tek vazgeçilmezimiz.Var oluş gayemiz, bunun için yaratıldık, Allah'a kul olmak için...''
İslam'ın kapsama alanı ile ilgili de mealen şunları söyledi : ''İslam bizim için bir hobi midir? Belli zamanlarda nefsimizin izni kadar uyguladığımız, yapar göründüğümüz bir şey midir? Yoksa gafletten uzak kıldığımız beş vakit namazı, tüm yaşamımıza taşıdığımız gerçekliğimiz midir? Yani, namazı seccade üzerinde, camide bırakmayıp yanımıza alarak yaşadığımız ve hayatın her alanında Allah'ın yegane hüküm/kanun koyucu oluşu bilinci ile İslam'ın kapsama alanı tüm hayatımızdır diyebilirsek, has, samimi Müslümanız.''
Heba edilmemesi ve altı çizilmesi gereken tespitlerdi, sizlerle paylaşmış oldum.Okuyarak geçmeden, üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekir.
Yakın çevrem beni bilgili gördüklerini yüzüme söylediklerinde, inanın çok utanırım, ağlamaklı olur içim.Çünkü yine hep söylediğim bir şey vardır: Bilmekle anlamak farkı. Herkes hemen her konuda az-çok bir şeyler bilir.Ama anlamak, idrak etmek, bilinene nüfus etmek apayrı bir ayrıcalık, nasip işidir.Anlayan hayatında samimi kuldur.
Yoksa ne ilahiyat prof.ları var, yoldan çıktıkları yetmiyormuş gibi, çıkarıyorlar da..!
Allah cümlemize anlamak ve istikamet üzere olmayı nasip etsin.Amin.Yoksa ''kitap yüklü merkep'' (ayet meali) olmak, sadece bu dünyada biraz menfaat sağlasa da, ahiret nasibine eriştirmekten uzaktır. Bendeniz de, birilerinin dediği gibi, ramazan yazıları ile, ''manen iyi görünüyormuşum'' ama bu, manen düzeldiğim anlamına gelir mi, Allah biliyor. Ama en azından aşağıda aktaracağım olay gibi, en günahkarımız bile bu mübarek aya hürmet ederek, eski günahlı hallerimize hiç değilse bu ay biraz sabırla mola vermeliyiz.Zira gelen misafir çok çok ağır ve eli kolu hediyelerle dolu, incitmemek lazım.Serkeşliğimizi disipline edip, kendimize çeki-düzen verme fırsatı.Olur ya, bu ayda kazanacağımız güzellikler, kalıcı olur da, inşallah kalan ömrümüze temel olur.
Uzun yazmamaya çabalıyorum.Son bir not ile sizleri gerçek olay ile başbaşa bırakayım.
Bu hitabım da kadınlara !
Çoğunuz oruç da tutuyorsunuz, ne güzel. Allah kabul etsin.
Be mübarekler, erkek olmadığınız için anlamanız zor ama empati kurun.
Hiç değilse bu ayda, biraz açmasanız bazı yerlerinizi..!
Mini etekler, açık omuzlar, iç çamaşırlarını gösteren kıyafetler.
Böylesi önemli, ciddi ibadet maratonunda, bir aycık özenli olsanız, erkek kulların oruçlarına yardımcı olsanız ölür müsünüz ?
''Bir Ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir mecusi’nin çocuğu daha Müslümanların ne yaptığını idrak edecek çağa gelmediği için oruçlu Müslümanların arasında ekmek yiyordu. Hemen babası, çocuğun bu halini farketti: ‘Oğlum Müslümanların Arasında yemek yenir mi? Onlar bu günlerde oruç tutarlar, onlarca bu günler muhterem günlerdir.’ diyerek çocuğu azarladı ve eve gönderdi.
Her faninin başına gelen ölüm , bir gün onu da alıp götürdü. Ölümünden sonra o şehrin dinde ileri gelen zevatından bir çoğu , mecusiyi rüyalarında Cennet-i âlâ da gördüler. Halbuki, hayatında ateşe Allah diye ibadet eden bir kimsenin, Cennete girmesi adl-i ilahiye muğayırdı. Mecusiye: ‘Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni imansız bilirdik. Hatta öldüğün zaman, cenaze namazını bile kılmadık.’ dediklerinde O, şu cevabı verdi:
- Evet! Doğru söylüyorsunuz. Ben bir mecusi idim. Fakat bir gün küçük oğlum, Müslüman mahallesinde , onlar oruçlu olduğu halde yemek yiyordu. Ben çocuğun onların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet ettiğim için Cenab-ı Allah, benim ruhumu Müslüman olarak aldı. Ölüm anında Azrail (a.s.) geldiği zaman, Allah (c.c.) ona emretti. Evvela bana: ‘Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü’ dedirtti, ondan sonra canımı aldı. O sebepten ben, işte bu gördüğünüz nimete kavuştum, dedi.
Yani kimin nereden kazanıp kaybedeceğinin belli olmadığı bir sınavdayız, dikkat !