29 Kasım 2016 Salı

uzak diye bir şey yok sevgili..!


ikinizi de seviyorum!
ıstıraplardan,
ayrılıklardan,
uzaklıklardan sıyrılalı çok zaman oldu
ve sen bunu bilmiyorsun aşk.
yanımda olman ile 
olmaman arasındaki fark da kalmadı artık..!
uzak diye bir şey yok sevgili..!
en çok da bu saatlerde ruhum ruhunla dans eder.
gelirim, üzerini örterken,
sessiz bir buse bırakırım ateş rengi dudaklarına.
fesleğen kokusu gibi bir şeydir
dudaklarına dokunmak...
parmaklarım,
saçlarının nehirlerinde akar durur...
kim bilir sen hangi rüyanın bahçesindesin..?
öylece uyuya kalırım... 
sabah kalkınca ilk işim dönüp uyumanı seyretmek olur,
çocuklar gibi uyursun sen,
gündüz ki haylazlıklarından yorgun,
bir o kadar da başka güzel...
usulca çayı demlerim
masaya iki tabak,
iki bardak koyarım,
şöyle karşılıklı güzel bir kahvaltı yaparız,
radyodan çıkan şarkılar,
bir senden bana,
bir benden sana gelir...
sonra sanki soluma bir sancı düşer,
bu kadar şarkı yeter,
tıkandım..!
bir çay daha ister misin..?

26 Kasım 2016 Cumartesi

25 Kasım 2016 Cuma

Annemin verdiği takvim yaprağı...

Anneciğime kahvaltı hazırlamak için indiğimde, çayı koyup beklerken bana bu takvim yaprağını verdi.

Okudum ve derin bakıştık, bir daha bir daha öptüm onu, o bana dualar ederken. Allah'ım onu bana daima sermaye yap,rızana giden yolda kazanç eyle... Onun hürmetine benim bütün günahlarımı affeyle...Ve annesini babasını üzenler varsa,islah eyle. Amin.


Takvimde yazan hikaye şöyleydi :

Bir zamanlar iki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtac bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, digeri Allahu Teala'ya ibadet ederdi. Bir akşam , Allahu Teala'ya ibadet eden kardeş " Bu gece de anneme sen hizmet et ben ibadet edeyim" dedi... Kardeşi kabul etti. İbadet ederken secdede uyuyakaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona "Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık " deyince genç ; " Ben Allahu Teala'ya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz " diye sordu... Ses ona ; "Evet , senin yaptığın ibadetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı var " karşılığını verdi...






21 Kasım 2016 Pazartesi

20 Kasım 2016 Pazar

19 Kasım 2016 Cumartesi

18 Kasım 2016 Cuma

İzlenesi...


İnsan ne zaman öleceğini bilmek ister mi...? Ya da kaçımız bunu samimi olarak bilmek isteriz.
Bir yanıyla bakınca büyük avantaj gibi, diğer yandan ölümüm o itici, soğuk yüzünü her an düşünerek her anı kâbusa çevirmek..? Kimler için tabi...

Ölümün acı ve sıkıntılık bir şey olduğunu düşünenler,aynı zamanda başka bir dünyaya doğum olduğuna da iman etmişlerse, ürpertici bir korku dışında paniklemezler...

Hele, buradayken, Yaratan ile güzel ve iyi bir irtibatları olanlar için şeb-i aruzdur.

Ölümü yok oluş sananlar içindir asıl, ölüm zamanını bilmenin huzursuz ediciliği...

Hz.Mevlana ne kadar güzel söyler bir rubaisinde bilirsiniz :

''Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? 
Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? 
Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? 
Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin? 
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç...
Zîrâ senin Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır.''

İnsanın kuyruk sokumunda asla yok olmayacak tohumu (acbüz-zeneb) yani cip'i var ve bu tohumla yeniden dirilecek...

Belki bazılarımız ne zaman öleceğimizi bilmek isteriz. En azından bendeniz öleceğime yakın 3-4 gün öncesinden kesin olarak bilmeyi çok isterdim...

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

*
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...

*

Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!

N.Fazıl Kısakürek






17 Kasım 2016 Perşembe

16 Kasım 2016 Çarşamba

Alış-veriş yaparken...



Dün yürüyüş yaparken, markete de uğradım.

Kasiyer kıza aldığımı ödemek için ''ne kadar?'' diye sordum ama cevabı duyamadım.

Sonra kulaklıkla radyo dinlediğimi fark ettim.

Birini çıkarıp, pardon dedim, kendime de ''ne salaksın ya'' deyince; kız ''estağfurullah'' demek yerine o da benim gibi samimi '' abi dedi, ne güzel bir şey insanın kendisiyle maytap geçebilmesi, bayıldım bu halinize..'' dedim sanırım o anlamda kişisel egomu kontrol edebiliyorum, kompleksim yok kendime..''

Evet kendimize de olmamalı, başkalarına da aslında...(Oysa asabi,kaprisli, alıngan,kırılgan adamın tekiyim ve berbat bir şey bu...)

Sonuçta hepimiz ''insan''cinsiyiz, yiyor,içiyor, fazlalılıkları da çıkarıyoruz. Bunu dillendirmenin ayıp yönü de yok. İçimizde hem nûr hem zulmeti birlikte taşıyoruz.

Birisi Sevgilimiz Önderimiz,Örneğimiz Peygamberimizin (sav) haşmetli ruhu karşısında titremeye başlayınca o güzeller güzeli Efendimiz şöyle hitap etmişlerdi : ''Titremene lüzum yok, ben kral değilim,  Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum...'' Kainat kendisi hürmetine yaratılmış bir Ulu Zat böylesine mütevazı,böylesine güzel...

Konudan konu çıktı, aslında uzun bir makale yazılırdı da şu zamanda uzun yazıları okumaya zamanımız (!) yok...

Ne demişler anlayana saz...

15 Kasım 2016 Salı

beni kategorize etme !


beni kategorize etme !
benim de senin gibi iki gözüm,
gözümün üstünde kaşım var..
beni kategorize etme !
cehennemin dibine ideolojiler,
karolası izm'ler..!
onlar bir insandan daha önde ve önemli olabilirler mi..?
onlar aşkı bilirler mi..?
onlar insanlığın yüz karası,
canların maskarası...!
katillerin imajı,katillerin maskesi..!
beni kategorize etme !
ötekileştirme !
ne sen tanrısın,
ne de ben cehennem zebanisi..!
beni kategorize etme !
canı cehenneme ideolojini it bir tarafa,
insanım ben ''insan''
en mükemmel varlık !
sevemiyorsan da,
nefret etme bari..!
uzattığım eli tutmadıysan da,
tükürme bari..!
beni kategorize etme !
beni kategorize etme !

14 Kasım 2016 Pazartesi

taşıyamıyorum..!


içimde yokluğunun şiirlerini taşıyorum,
hayır..
taşıyamıyorum..!
bazen içlerinden birisini,
kendime okuyayım diyorum,
hani yalancı bahara erken açan goncalar vardır
bilir misin..?
onların sancısıyla her gece uyandığımda,
o,içimdeki yokluğunun şiiirlerinden
birini mırıldanırken açıyorum
gözlerimi gecelere...
ben bu şiirleri kimselere okumadım yâr,
kendime okuyayım diyorum
gündüz niyetine,
gecemin umutsuz karanlıkları
daha da koyulaşıyor...
gece, daha bir gece,
daha bir geçce
ah bir geçse diyorum...
oysa, ömür geçen sadece,
ne sensizlik geçiyor,
ne sana dokunamayan içim...
taşıyamıyorum anlıyor musun...?
içimde biriktirdiğim bu şiirleri taşıyamıyorum,
sahibine vereyim diyorum,
sonra,
hıçkırıklı bir suskunluğa bürünüyorum,
müebbet yemiş bir gönül mahkumu gibi...
içimde biriktirdiğim şiirler boyu...

12 Kasım 2016 Cumartesi

ne olurdu sussaydın...

Şair, bilgin Ahmede Xanî tarafından yazılmış Mem u Zin destanından esinlenerek karaladığım şiirım...




ne olurdu sussaydın, 
sussaydık,susabilseydik...
belki kartopu olacaktı yüreklerimizde,
serin serin yakacaktı ruhumuzu.

içimizde büyüse,
içimizde alevlenseydi yangınların pırıltısı
tabiplere,yarenlere söylemezdik hem de,
serinlik uğramasın diye kalplerimize...

ne olurdu cesaret vermeseydik birbirimize
dillerimiz sussa,
gönüllerimiz çağlasaydı 
zamanların koynunda...

ne olurdu şiirlerin ardına saklanabilseydik,
şarkılardan misaller getirebilseydik de,
dökmeseydik ruhumuzun nehirlerini,
yüreğimizin ateşli havzasına...

bir kelam eyliyorsun,
parmak uçlarımdan başlıyor, ruhumun zirvesine dek
üşüten titreyişler...
ah bu nasıl bir  sınavdır,
güz'e erişmişken hem de...
bahar goncası ile güzün yan yana geldiği 
nerede görülmüştür..?

ne olurdu, ne olurdu, 
dillerimiz lâl olsa, yüreklerimiz kan...
tabipler zaten bulamaz bu derde derman,
akan ırmaklara seslensem,
nafile...
sizin oraya yoktur yolları...

halimizden rüzgâr anlar bizim
sabahı bekle,
güneş doğmadan çık pencerene
bir nefes emanet et saba rüzgarına
ve bir tel bırak nehirlerinden
sonra kapa gözlerini benim gibi
ve kavuşmadıkça açma yabana...
kavuşmadıkça açma yabana
açma...




10 Kasım 2016 Perşembe

Önce iman,sahih iman..!

Benim gençliğimin  güncel,dillerden sohbetlerden hiç eksilmeyen tartışmaları vardı...

Cuma namazı şartları, dar'ül harp,faiz,ulül'emr,tağut,maide suresi,egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır ve benzer konular...

Sohbet bazen de Edison dünyayı nurlandırdı, cennete gider abi gibi Allah adına ahkâm kesmelere kadar varırdı...

Karşıt fikirde olanlar, Sevgilimiz, Efendimiz,Örneğimiz, Önderimiz,Peygamberimizin (sav) amcaları Ebu Talib'in; Peygamberimizi, yaşadığı sürece koruyup gözetmesine rağmen -iman etmediği için- cehennemde olacağı örneği ile iman olmadıktan sonra, dünyada ne yaparsan yap, karşılığını bu dünyada alırsın. Edison meşhur oldu, para kazandı vs. derler ve eklerlerdi, en fazladan belki azabı hafif olabilir!
Ama cennete girişin temel ve biricik şartı, Allah ve Rasülüne, Allah'ın ve Peygamberinin istediği gibi imandır...Amel sonraki iş...

Gerek Ebu Talib, gerekse Edison'un İslam'a ve peygamberine hakaret ettiğine dair bir şey duymadık,okumadık...Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz (sav) amcasına ölüm anında yalvarırcasına iman telkin etti, de o ''Ebu Talib korkusundan dininden döndü derler'' diyerek iman etmedi...

Peki bir insan : ''..Ahlaksız bir Arap'ın dini görüşlerinden oluşan İslam artık ölmüştür. Belki çöldeki göçebe kabilelerine uygun olmuş olabilir, ama gelişmekte olan modern bir ülke için değil.. Dine ihtiyaç duyan bir yönetici korkaktır. Hiçbir korkak, yönetici olmamalıdır..." derse, yine onu anarken cennet mekanı olsun demenin,saygılar,minnettarlıklar sunmayı sürdürmenin hükmü nedir ?

Bir adam ateist olur ama İslam'ın kutsallarına hakaret etmezse, malum cehennem 7 tabaka...

Ama bir adam hem ateist olur hem de kutsallarımıza örnekte görüldüğü gibi hakaret ederse, cehennem yine 7 tabaka..!

Yukarıdaki tarihi misali naklederken bile ürperdim, içim yandı..! Güllerin efendisi, Peygamberlerin seyyidi için ne talihsiz alçakça bir cümle...!

Bu gibi küfür sözleri sıradan biri söylerken, en büyük tepkiyi ortaya koyarken, tanınmış biri söylediğinde, sus-pus oluyorsan, tarihi kaynaklara gidip,doğruluğunu araştırma hakkını bile kullanmadan, ''o başka'' diyorsan...

''Ey iman edenler, iman ediniz..!'' 




9 Kasım 2016 Çarşamba

sen, gel diyorsun !



hiç anlatamadım ki, 
nasıl bir enkaz olduğumu,
içten gülüşleri unuttuğumu,
sevilerimi yitirdiğimi...
sen, gel diyorsun !
ben, can çekişiyorum,
sen, hoş geldin diyorsun...
ben veda ediyorum..!
sen, sev diyorsun,
ben ölüyorum...
hiç anlatamadım ki,
hiç anlatamadım,
kaybetmiş bir adam olduğumu...



7 Kasım 2016 Pazartesi

5 Kasım 2016 Cumartesi

Sevmek üzerine not

Sevildim diye severim.

Sevilmesem de sevebilirim, severim de...Çünkü sevmeyi seviyorum...

Aşık oldu diye aşık olmaya gelince o başka bir mana.

Severken insan pazarlık yapabilir, kriterler,prensipler,sayıp dökebilir ve bunlara sadık da kalabilir; ama aşk pazarlıklardan azadedir onu hiç kayda,şarta bina edemezsiniz.

Kötü huylarını ya görmez, ya da her defasında iyiye yorarsın. Ne de olsa bir duygu savaşı içindesindir.

Bendeniz gibilerin ruhları sevecen,sevme şekilleri dokunsaldır...

Bir bebeği,çocuğu (yakın birisine aitse) mesela uzaktan gözlerimle sevmek yetmez; ya saçını okşamalıyım, ya da öpmeliyim...Gülizar'ı da sevmek istiyorum ama çok korkak, anca acıkınca miyavlamasını biliyor ve pencereden attığımızı kapıp kayboluyor (komşumuzun kedisidir kendileri efendim ve isim babası benim...)

Bir çiçeği bile dokunarak severim. (Annemi çiçeklerini severken izlemek,ömre bereket,kıskanasım geliyor...)

Bazen de (değil çoğu kez) sevildiğimi sanır ve buna da saf saf inanırım. (Anneciğim bana saf yavrum, hemen de insanlara inanıyorsun ya,diye boş yere söylemiyor.)

Olsun ben yine de sevildiğimi sanmaktan yanayım. En azından bu beni huzurlu kılıyor. (Bu genelleme elbette,aşkta sevildiğimi sanmak istemem, emin olmak isterim.)

Sevmek üzerine kenarda kısa bir notum vardı, üzerine bir iki fırça darbesi vurunca bu yazı ortaya çıktı...



4 Kasım 2016 Cuma

Zaman sudan hızlı akıyor...


Sevgili Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurmuşlardır ki;


 ''Zaman kısalmadıkça kıyamet kopmaz; bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının yanması kadar kısa olur.''(Ahmed b.Hanbel.16/550)


Bu mucize hadisi de ibret ve şaşkınlıkla müşahede etmiyor muyuz ?


Yeni bir haftaya başlamaya görün, pazartesiye bismillah derken,az sonra işte günlerin efendisi cuma ve nihayet pazar ve ay bitti...


Yeni yıla giriyoruz, ardından hemen üç aylar,ramazan kurban bayramları...derken yıl sonu...


''Hafta bir gün'' gibi geçiyor. 


Ömrümüz, ne de çabuk bitiyor...


Ve biz bu ömrü gereği gibi, Allah'ın rızası doğrultusunda bereketlendirip değerlendirebiliyor muyuz...?


Hadi derine gitmeden şunu soralım kendimize : 


O Rab bizi günde beş kez huzuruna davet ediyor, icabet ediyor muyuz..?


''Erteleyenler,yarın yaparım diyenlere kaybetti!'' sözü meşhurdur. 


An bu an, geçen geçti, gelecek meçhul...


Alnımızda secde izi, azalarımızda abdest nuru ile ölebilme duasıyla, bereketli cumalar diliyorum.

1 Kasım 2016 Salı

ses


..huzurlu bir rayiha vardır,
bazı insanların seslerinde...
saçlarını okşar gibi bir çocuğun,
alıverir kederini ruhunuzun...