Alış-verişe çıktım, bir iki eksik vardı.17 yaşlarında var-yok bir delikanlı. Elinde yara bandı ''abi alır mısın?'' dedi.
Normalde yardım olsun diye alırım ya da almaz parasını veririm. Bu kez içimden gelmedi nedense...''Yok canım lazım değil'' dedim. Arkadan : ''Allah razı olsun'' deyince aniden geri döndüm ve ver hadi dedim, parasını uzatırken.(Bu da benim hatam oldu. Dini suistimal etmesine destek vermiş oldum.Ama o anda duygusallığım üstümdeydi demek ki.) Bir adet uzatınca, dedim ''her yerde bu paraya 3 adet veriyorlar..!'' Güldü bir tane daha uzattı. Ki dediğim gibi, çoğu kez kendim ya bir adet alırım, ya da hiç almadan parasını veririm. Bu kez olay başka. Baktım 3. paketi veresi yok. Bu kez son sözü söyleme sırası bende : '' İnşallah, Allah benim iyi niyetimden razı olmuştur da, senden razı olacağı şüpheli...''
*
''Ahir zaman'' son zamanlarda bu cümleyi daha sık kullanır oldum. Kütübi Sitte, okumalarımda daha önce bahsettiğim gibi, 13.cilt 460. sayfalardayım ve hep ahir zaman fitnelerinden; bozulan insan ve ahlakından,normal olmayan hadiselerden ihbar buyuruyor Sevgilimiz (sav)...Tam eve kapanacak zaman, (kitapta dağlara sığınılacak zamanlar da gelecek buyruluyor.)
Geçen cuma namazındayım. Farzdan sonra arkalarda bir yere geçtim. Yanımdaki kişi, kapı önüne durmuş; habire önünden geçiyorlar iç kapıdan çıkanlar.Ki namaz kılanın önünden geçmek cinayettir! Selam vermesini bekledim,isterseniz biraz yana kayın, önünüzden geçenler günaha giriyorlar..Bana öyle kötü, öyle korkunç bakarak homurdandı ki, dediğime pişman, tabi siz haklısınız derken; ruhum havalandı bir Osmanlı tokadı çaktı adama...Huzur kalmadı, ne caddelerde, ne Allah'ın evinde, ne ülkelerde...
*
Gelelim 2017'den beklentilerin klasiğin...Yani 2017 de Allah'tan dilediklerimiz demenin modern (!) şekli.
Belki de adam hicri yeni yıla girerken bu dileklerini seslendirmişir. Ah şu tek kanallı zamanlardan beri genlerimize yapıştırdıkları, kiliseli,papazlı,Küçük Ev dizileri ve filmleri..! Şehirlerimiz,AVM'ler ışıl ışıl süslenmişken ben sözlerim ne kadar da mat,etkisiz,güçsüz ve gölgede kalıyor değil mi..?
Bana 2017'den beklentimi soran maile, bundan önceki yazımı okuyunuz diyorum.
Karamsar mıyım..? Belli konularda evet. Dünyalıların gidişatı iyi değil! ABD-Rusya,uzaklarda Kore-Çin-Japonya,Hindistan-Pakistan...yakınımızda İran ve çevresi savaşın eşiğinde geziniyoruz. Her gelen gün, gideni aratıyor,aratacak da...Ahir zamanın özelliği böyle.
Ama Allah'ın, şahsıma keremli davranacağına olan inancım tam çok şükür...Bu konuda hiç bir zaman karamsar ve ümitsiz değilim elhamdülillah.
2016 ne şahsım ne ülkem, ne de dünyamız için iyi bir yıl olmadı. Son aylarda da,ekonomik olarak yıkılmak isteniyoruz. Pahalılık had safhada. Ama ilginçtir ki, buna rağmen sıfır araba satışı rekor seviyede olmuş, ev alanlar da fena değil. Dünyanın en pahalı benzinini tüketen ülkelerden olmamıza rağmen, şehirler hınca hınç araç sıkışıklığı içinde. Bakıyorum adam evin önünde aracını uzun süre boşta çalıştırabiliyor. Bunu Avrupa'da iki sebepten yapamazsınız. Bir, savurganlık bilinci;iki, çevre-doğa bilinci,yapanı görseler de zaten hemen ikaz ederler..! Orada ikaz edeni kimse de dövmez!
Sözün özü, hayat eskisi gibi kolay ve güzel değil...
İşte böyle sevgili dostlarım,bazen bir günde 2-3 ayrı paylaşım yapabilirim.Ve yazdıklarımı tekrar okuyup, hataları düzelme işini pek sevdiğimi de söyleyemem,hoş görün...
▼
31 Aralık 2016 Cumartesi
''iyi bilirdik'' deyin !
uzaklardan gelen nazlı sabah ezanının,
ılıklığı gibi gelse bana ölüm,
bir sarı sonbaharda yerler kuruyken,
toprak üşütmezken,
ardımdan kimseler ağlamasa,
insanlar ''iyi bilirdik'' deyip,
günlük yaşamlarında koştursa...
''iyi bilirdik'' kötü niyeti yoktu,
çocuk hallerine rağmen,
''iyi bilirdik''iyilik yapmayı çok severdi,
bile bile bir can'ı incitmezdi,
iyi insan olmayı çok isterdi...
''gerçekten iyi miyim, Hak nazarında,
ölürken belli olacak...'' derdi,
iyi birisin sen denildiğinde...
bu yüzden ''nasılsın?'' hitabında gizli,
matematik sorusunu hiç sevemedi,
hesaba çekilişi anımsatırdı,
olmayan keyfi kaçardı...
''bilmiyorum ki, nasılım,
Hak katında..!?'' diye iç çekerdi...
sabah ezanlarında doğmuşum,
annem öyle derdi,
sabah ezanlarına dolanarak gidesim var,
bir sarı sonbahar günü,
yağmur yağmasın,
yerler ıslak olmasın,
insanlar üşümesin,
ayakkabıları çamurlanmasın,
''iyi bilirdik'' derken...
çok tanıyanım da yok zaten,
şairin dediği gibi inanmış dört adam yeter,
tabutumu yeşil renkli arabaya atmak için...
sonrası zaten ölmeye gör,
düşmanın bile komaz cesedini orta yerde...
''iyi bilirdik'' deyin ne olur,
en azından iyi biri olmaya çabaladım,
''iyi bilirdik'' deyin ki,
şehadetinizi Rab makbul saysın...
sarı sonbaharda,
yerler kuruyken,
sarı yapraklar dallarından koparken,
sabah ezanı yanık yanık uzaklardan okunurken...
''iyi bilirdik, iyi olsun gittiği yerde'' deyin...
30 Aralık 2016 Cuma
Bir hadisin düşündürdükleri.
"Ahir zamanda bir grup insan türeyecek ki, bunlar dinle dünyayı talep edecekler. İnsanlara karşı yumuşak (dindar, dünyayı terk etmiş) görünmek için koyun postuna bürünürler. Dilleri şekerden tatlıdır. Kalpleri ise, canavarların kalbi gibidir. Allah onlara şöyle der: "Bana karşı laubalilikte mi bulunuyorsunuz! Şanıma ve azametime kasem olsun ki, ben onlara, kendilerinden, öyle bir fitne göndereceğim ki, (değil fiilen fenalıkları işleyenler) içlerindeki iyiler bile şaşkına dönecekler (ne def edebilecekler, ne de ondan paçalarını kurtarabilecekler)."
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/456-457
İnsanlara karşı yumuşak,mülayim,sevecen,güler yüzlü,alim havasında,çocuk sever, hatta çocuklara para dağıtır...Ağlayarak vaaz eder, etkili konuşur,her şeyi biliyormuş havası verir. Kendisine muhabbeti olmayanalarla alay eder,aşağılar,ama bunu yaparken de; enaniyetini gizleyici role bürünmeyi de ihmal etmez. Bilir ki, dinleyip ya da takip edenler içine zeki olanlar da vardır.
Oysa bu vaazlarda ağlayan,veli (evliya) pozundaki kişinin kalbi canavar kalbi gibi, menfaatine galebe çalanlara,düşman ilan ettiklerine karşı, kindar,zalim ve acımasızdır.
Dünyayı terk etmiş zahid (!) için maksadına,hevasına ulaşmak için her yol, her yol mübahtır! Haramlarla güya helal bir amaca gitmenin hiç bir mahsuru yoktur !
Dinle dini talep, dinle Allah'ın rızasını talep eder görünümünün altında, aslında dinle makam ve dünyevi hırsını talep etmekte olduğunu her zaman herkes anlayamaz...Mehdi de odur,mesih de, allame-i cihan da...
Uyanmayacaklarını bilse son peygamber'de benim diyecek ama bunun bizim topraklarda geçmeyeceğini bilir.
Merhum Prof. İbrahim Canan'ın tercüme ettiği, Kütüb-i Sitte okumalarımdan yukarıdaki hadis-i şerifi okuyunca bunlar geldi aklıma.Ve biliniz ki, bu şablona uyan pek çok portre var yurdumuzda ve dünyada..!
Allah'ım iyileri başımızdan eksik eyleme ! İyilerimizi şaşırtma. İyilerimizi sen koru. Ülkemize kötülük yapmak isteyenlere fırsat verme. Ahir zaman fitnelerinden, sen bizleri muhafaza eyle. Gelecek yılı bu yıldan hayırlı ve güzel eyle. Bereketli cumalar...
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/456-457
İnsanlara karşı yumuşak,mülayim,sevecen,güler yüzlü,alim havasında,çocuk sever, hatta çocuklara para dağıtır...Ağlayarak vaaz eder, etkili konuşur,her şeyi biliyormuş havası verir. Kendisine muhabbeti olmayanalarla alay eder,aşağılar,ama bunu yaparken de; enaniyetini gizleyici role bürünmeyi de ihmal etmez. Bilir ki, dinleyip ya da takip edenler içine zeki olanlar da vardır.
Oysa bu vaazlarda ağlayan,veli (evliya) pozundaki kişinin kalbi canavar kalbi gibi, menfaatine galebe çalanlara,düşman ilan ettiklerine karşı, kindar,zalim ve acımasızdır.
Dünyayı terk etmiş zahid (!) için maksadına,hevasına ulaşmak için her yol, her yol mübahtır! Haramlarla güya helal bir amaca gitmenin hiç bir mahsuru yoktur !
Dinle dini talep, dinle Allah'ın rızasını talep eder görünümünün altında, aslında dinle makam ve dünyevi hırsını talep etmekte olduğunu her zaman herkes anlayamaz...Mehdi de odur,mesih de, allame-i cihan da...
Uyanmayacaklarını bilse son peygamber'de benim diyecek ama bunun bizim topraklarda geçmeyeceğini bilir.
Merhum Prof. İbrahim Canan'ın tercüme ettiği, Kütüb-i Sitte okumalarımdan yukarıdaki hadis-i şerifi okuyunca bunlar geldi aklıma.Ve biliniz ki, bu şablona uyan pek çok portre var yurdumuzda ve dünyada..!
Allah'ım iyileri başımızdan eksik eyleme ! İyilerimizi şaşırtma. İyilerimizi sen koru. Ülkemize kötülük yapmak isteyenlere fırsat verme. Ahir zaman fitnelerinden, sen bizleri muhafaza eyle. Gelecek yılı bu yıldan hayırlı ve güzel eyle. Bereketli cumalar...
29 Aralık 2016 Perşembe
27 Aralık 2016 Salı
3 soru 3 cevap
Sosyal medya denilen ortamlarda,bendenize ait söz/şiirlerin çalındığını çok kez görmüşümdür ya da dostlar haber vermiştir. Bu kez tersi oldu, bana ait olmayan bir sözün altında ismim varmış.
'' Zaman her şeyin katili...''
Bazen,bazı şiirlerin/sözlerin şahsıma ait olup olmadığını hatırlamakta zorluk çeksem de; (çünkü bir sarhoşluk içinde ruhumun atıklarını döküp, bir daha ardıma bakmadığım çok olur, hatta redakte edilmesi gereken harf eksikliği ile kalanlar da az değildir.)
Zamanı mecaz bile olsa katil yapmam,yapamam. Dehre,kadere sitem edenlerden de asla olamam.
''kuşlar diyorum,
neden ölünce bağışlamazlar ki kanatlarını...?'' keza bu da şahsıma ait değil !
Yukarıdaki söz kesinlikle bana ait değil ve tumbrl'da şahsıma ait bir sayfanın olmadığını bir kez daha altını çize çize belirtmeliyim. (Bu da şüpheci dostlar için.)
*
Diğer bir mektup beni mutlu etti. Bir hoca, blogumdan bazı yazılarımın bazı kısımlarını sınıfta öğrencileriyle paylaşıp,üzerinden ders veriyormuş. Kendisine bu değer verişi için sonsuz teşekkürler.
*
Bir başka sorunun cevabına geçelim:
Yalanı sevmediğim için ve bunu dostlarımın iyi bildiğinden hareketle; bir konuda yemin ederek bana inanacak birisine belki mecbur kalırsam yemin ederim ama o kişiye tarifsiz kırılırım da...
Beni hayatta en çok ne üzer sorusuna gelirsek : Vefasızlık derim. Nankörlükle taçlandırılmış vefasızlık...
Maddi verdiklerimde gözüm olmaz, olacak olsa zaten vermem. Verirken de o kişinin buna değip-değmediğine bakmam; bakarsam çoğu kez o iyiliği yapmamam lazım. Allah rızası için ve iyilik yapmayı sevdiğim için yapmaya çalışırım. Birine hakkımı helal etmiyorsam,bu maddi sebeplerden değil, manevi olarak sevgimin hiçe sayılması, sevgime inanılmaması, sevgimin heba edilmesi sebebiyledir. Sevgi emektir ve o emeğe vefasızlık tekmesi, nankörlük tokadı atanları affedemez içim.
'' Zaman her şeyin katili...''
Bazen,bazı şiirlerin/sözlerin şahsıma ait olup olmadığını hatırlamakta zorluk çeksem de; (çünkü bir sarhoşluk içinde ruhumun atıklarını döküp, bir daha ardıma bakmadığım çok olur, hatta redakte edilmesi gereken harf eksikliği ile kalanlar da az değildir.)
Zamanı mecaz bile olsa katil yapmam,yapamam. Dehre,kadere sitem edenlerden de asla olamam.
''kuşlar diyorum,
neden ölünce bağışlamazlar ki kanatlarını...?'' keza bu da şahsıma ait değil !
Yukarıdaki söz kesinlikle bana ait değil ve tumbrl'da şahsıma ait bir sayfanın olmadığını bir kez daha altını çize çize belirtmeliyim. (Bu da şüpheci dostlar için.)
*
Diğer bir mektup beni mutlu etti. Bir hoca, blogumdan bazı yazılarımın bazı kısımlarını sınıfta öğrencileriyle paylaşıp,üzerinden ders veriyormuş. Kendisine bu değer verişi için sonsuz teşekkürler.
*
Bir başka sorunun cevabına geçelim:
Yalanı sevmediğim için ve bunu dostlarımın iyi bildiğinden hareketle; bir konuda yemin ederek bana inanacak birisine belki mecbur kalırsam yemin ederim ama o kişiye tarifsiz kırılırım da...
Beni hayatta en çok ne üzer sorusuna gelirsek : Vefasızlık derim. Nankörlükle taçlandırılmış vefasızlık...
Maddi verdiklerimde gözüm olmaz, olacak olsa zaten vermem. Verirken de o kişinin buna değip-değmediğine bakmam; bakarsam çoğu kez o iyiliği yapmamam lazım. Allah rızası için ve iyilik yapmayı sevdiğim için yapmaya çalışırım. Birine hakkımı helal etmiyorsam,bu maddi sebeplerden değil, manevi olarak sevgimin hiçe sayılması, sevgime inanılmaması, sevgimin heba edilmesi sebebiyledir. Sevgi emektir ve o emeğe vefasızlık tekmesi, nankörlük tokadı atanları affedemez içim.
26 Aralık 2016 Pazartesi
25 Aralık 2016 Pazar
ruh sestedir...
..ben ruhun seste olduğuna inanmışımdır...
yüzünü görmesem bile sesini duyduğum birini ''gördüm'' sayarım...
ses rengi güzelse,
o kişi de güzeldir zaten...
öyle sesler vardır,akar ruhum o sesin kaynağına...
tersinden de ifade edecek olursam:
fiziken çok güzel de olsa biri,
ses rengi itici gelmişse,
ısınamam,o seste gördüğüm ruhu sevemem...
23 Aralık 2016 Cuma
olur da...!
Soğuk geliyor ölüm anne,
Hele şu soğuk günlerde...
Olur da gidersen benden önce,
Sıkı sıkı sarıl ellerime...
22 Aralık 2016 Perşembe
sevmek mi sevilmek mi diye sordu...
''sevmek mi
sevilmek mi..?'' diye sordu..
sevmek, dedim..
sevilen sevenin duygularını,
hasretini, çilesini yaşamaktan mahrumdur...
oysa aşkı aşk yapan şeylerdir bunlar.
sevilen, habersiz uyur huzurla,
seven gecelere günaydın diyerek,
başlar hasretin duvarlarında türkülerini söylemeye.
sevene sevilenin dikeni batar hecelerce,
sevilense gül gibi hasret kokuları saçar habersizce...
seven ağlar,
sevilen ağlatır...
işte böyle dedim kısaca...
sevilmek mi..?'' diye sordu..
sevmek, dedim..
sevilen sevenin duygularını,
hasretini, çilesini yaşamaktan mahrumdur...
oysa aşkı aşk yapan şeylerdir bunlar.
sevilen, habersiz uyur huzurla,
seven gecelere günaydın diyerek,
başlar hasretin duvarlarında türkülerini söylemeye.
sevene sevilenin dikeni batar hecelerce,
sevilense gül gibi hasret kokuları saçar habersizce...
seven ağlar,
sevilen ağlatır...
işte böyle dedim kısaca...
19 Aralık 2016 Pazartesi
İlk kez Akdeniz'de idim...!
Evet güzel yurdumun Marmara, Karadeniz, Ege, kısmen güneydoğusunu görmek nasip olmuştu, da bir türlü Akdeniz'i yani güneyini görmek kısmet olmamıştı. Tabi kısa bir geziydi. İnşallah baharda Antalya şelalelerini görmek istiyorum.
Eshabı-ı Kehf mağarası bizde diyerek Türkiye'mizde 3, dünyada toplam 33 yer iddiada bulunuyorken ve en çok da K.Maraş'ın Afşin'i daha öne çıkıyorken;geçen hafta İzmir'e gitmem gerekiyordu;bir anda yönümü Mersin, Tarsus'a çevirdim.
Bornova'da otobüs saatimi beklerken AVM'de bu ilginç abdest alma lavabo tasarımı dikkatimi çekti. Mescid'de çok sade abartısız ama tertemizdi.
Batıda,üç-beş Suriye'li kardeşimizden şikayet edenleri, Mersin'den başlayarak, Adana, Osmaniye, Antakya, Kilis, G.Antep, Ş.Urfa...devam eden sıradan içeriye doğru götürmek gerekir. Mersin bazen size bir Arap şehrinde yaşıyormuşsunuz izlenimini veriyor.
Otelde odamın özellikle denizi görmesini istemiştim,oldu.Güneşin doğuşu,batışı sonsuzluğa uzanır gibi deniz ufkunda seyredilesi bir lezzet idi. Balkonuma konan güvercinler kalan poğaçamın sahibiymişler,itiraz etmeden yemeye koyuldular.
Gördüğünüz Ulu Camii'ne sabah namazına gideyim dedim. İmam ve bir kişi vardı cemaat olarak.Ve caminin ana kapısını açmamışlardı, kilitli ikinci kapı önünde kılıyorlarmış. Tabi kime çattıklarını öğrenesiye kadar. Dedim ben bir misafir olarak caminin içini göremeyecek miyim ? Açtılar kıldık.Genç imamının kıraatı enfesti. Ayrılırken kimse olmasa da sen içerde mihrabında kıl hocam dedim. Bilirsin dedim Sevgili Efendimiz (sav) hutbe vermek için üzerine çıktıkları''kütük'' üzerinden yeni yapılan minbere geçince o mübarek ''kütük'' nasıl da inlemişti. Sen yerinde,mihrabında kıl,ardın melekler cemaati olur. Tebessümle vedalaştık. Koskoca camide imam hariç iki cemaat olmuştuk.
Bu minibüsü neden çektim, tül perdesi için. Sanki sünnet çocuğu yatağı süslemesi gibi, hatta resmi çekerken birisi daha iyileri var, incik boncuk takılı olanlar dedi, tebessüm ettik. Tarsus'a inince Kleopatra Kapısı karşılıyor sizi. Oradan yine bir vasıta gerekiyor mağaraya gitmek için. Giderken belediye otobüsü ile gittim. Dönüş için yaklaşık 3 saat beklemek gerekiyordu ve birilerine rica ediyorsunuz, şehre inen sevabına sizi de götürüyor. Aslında biri beni bir arkadaşına kanalize etmişti.Ama arabası olan o kişilik, ne camiden çıkmak bildi, cuma bitti, imam bile evine gitti, adam yok ortada, seslendim gelicem dedi, bu kez de mağaraya daldı, bekle ki gelsin. Sanki beni götürmemek için benden kaçıyor, inip bakayım dedim ara ki bulasın, hangi kovuğa girdin ben adam. Yok bundan bana hayır yok. Bilse ''yolda kalmışa'' yardımın orada edeceği dua ve mağaradan daha hayırlı bir iş olduğunu beni o soğukta sinir etmeden gelirdi,gelmedi ve ben söylene söylene başka bir hayırsever ile indim şehre...
Mağaraya gelirken sizi bu şadırvan ve az yukarıdaki cami karşılıyor. Sonra mağaranın girişi ve korkulukların olduğu yerde ashba-ı Kehf'i vesile ederek,onların hatırına,hatırasına dua edilen yer. Tabi bilenler ya da isteyenler mağaranın ilerisine devam ediyorlar ki, anlatıldığı gibi bir kaya gelip giriş yerini kapatıyor, hükümdarın adamlarına sır oluyorlar. Mağara sabah akşam bir yerden güneş ışığı alıyormuş. Acaba bu çektiğim kare mi, yoksa daha fazla ilerleyemediğim bölümlerde de var mı gök yüzüne açılan bir pencere...
Böyle pırıl pırıl sanki parlatılmış gibi kayalar dikkatimi çekti. Ne yosunlaşmışlar, ne de solgun. Dediğim gibi mağara girişi küçüle küçüle ileriye doğru devam ediyor. Bilenler ya da meraklılar devam ediyorlardı.
Allah nasip ederse, yolum düşerse bir de Afşin'deki mağarayı da görmek isterim. Nasılsa K.Maraş'lı samimi eski bir dostumun sürekli daveti cebimde...
Çünkü Afşin'lilerin bu konuda çok iddialı olmalarının yanı sıra : Alman Şark Enstitüsü Başkanı Dr. Franz Babinger, inceleği Eshab-ı Kehf Mağaraları ile ilgili 1957 yılında "Ben Eshab-ı Kehf’ in yeri olarak Dünyadaki şu yerleri inceledim: İspanya’ da, İtalya’ da, Yunanistan’ da, Kıbrıs’ ta, Efes’te, Tarsus’ ta ve son olarak Afşin’ e geldim. Afşin deki Mağarayı günlerce inceledim. Çevresini, yörenin konumunu vs. her şeyi inceledim. Bir Astronomi Uzmanı, bir Arkeolog, bir Tarih Uzmanı, Dinler tarihini yazan araştıran bir yazar bu mevkii nasıl incelemesi gerekir ise o şekilde inceledim ve şu neticeye vardım : Benim bir araştırmacı olarak hıristiyan aleminden elde ettiğim bilgiler münasebetiyle dünyaya şunu iddia ediyorum : Eshab-ı Kehf, Efsus (Afşin) tadır.''
http://www.haber7.com/arkeoloji/haber/895468-kurana-en-uygun-eshab-i-kehf-magarasi
Eshabı-ı Kehf mağarası bizde diyerek Türkiye'mizde 3, dünyada toplam 33 yer iddiada bulunuyorken ve en çok da K.Maraş'ın Afşin'i daha öne çıkıyorken;geçen hafta İzmir'e gitmem gerekiyordu;bir anda yönümü Mersin, Tarsus'a çevirdim.
Batıda,üç-beş Suriye'li kardeşimizden şikayet edenleri, Mersin'den başlayarak, Adana, Osmaniye, Antakya, Kilis, G.Antep, Ş.Urfa...devam eden sıradan içeriye doğru götürmek gerekir. Mersin bazen size bir Arap şehrinde yaşıyormuşsunuz izlenimini veriyor.
Otelde odamın özellikle denizi görmesini istemiştim,oldu.Güneşin doğuşu,batışı sonsuzluğa uzanır gibi deniz ufkunda seyredilesi bir lezzet idi. Balkonuma konan güvercinler kalan poğaçamın sahibiymişler,itiraz etmeden yemeye koyuldular.
Gördüğünüz Ulu Camii'ne sabah namazına gideyim dedim. İmam ve bir kişi vardı cemaat olarak.Ve caminin ana kapısını açmamışlardı, kilitli ikinci kapı önünde kılıyorlarmış. Tabi kime çattıklarını öğrenesiye kadar. Dedim ben bir misafir olarak caminin içini göremeyecek miyim ? Açtılar kıldık.Genç imamının kıraatı enfesti. Ayrılırken kimse olmasa da sen içerde mihrabında kıl hocam dedim. Bilirsin dedim Sevgili Efendimiz (sav) hutbe vermek için üzerine çıktıkları''kütük'' üzerinden yeni yapılan minbere geçince o mübarek ''kütük'' nasıl da inlemişti. Sen yerinde,mihrabında kıl,ardın melekler cemaati olur. Tebessümle vedalaştık. Koskoca camide imam hariç iki cemaat olmuştuk.
Bu minibüsü neden çektim, tül perdesi için. Sanki sünnet çocuğu yatağı süslemesi gibi, hatta resmi çekerken birisi daha iyileri var, incik boncuk takılı olanlar dedi, tebessüm ettik. Tarsus'a inince Kleopatra Kapısı karşılıyor sizi. Oradan yine bir vasıta gerekiyor mağaraya gitmek için. Giderken belediye otobüsü ile gittim. Dönüş için yaklaşık 3 saat beklemek gerekiyordu ve birilerine rica ediyorsunuz, şehre inen sevabına sizi de götürüyor. Aslında biri beni bir arkadaşına kanalize etmişti.Ama arabası olan o kişilik, ne camiden çıkmak bildi, cuma bitti, imam bile evine gitti, adam yok ortada, seslendim gelicem dedi, bu kez de mağaraya daldı, bekle ki gelsin. Sanki beni götürmemek için benden kaçıyor, inip bakayım dedim ara ki bulasın, hangi kovuğa girdin ben adam. Yok bundan bana hayır yok. Bilse ''yolda kalmışa'' yardımın orada edeceği dua ve mağaradan daha hayırlı bir iş olduğunu beni o soğukta sinir etmeden gelirdi,gelmedi ve ben söylene söylene başka bir hayırsever ile indim şehre...
Mağaraya gelirken sizi bu şadırvan ve az yukarıdaki cami karşılıyor. Sonra mağaranın girişi ve korkulukların olduğu yerde ashba-ı Kehf'i vesile ederek,onların hatırına,hatırasına dua edilen yer. Tabi bilenler ya da isteyenler mağaranın ilerisine devam ediyorlar ki, anlatıldığı gibi bir kaya gelip giriş yerini kapatıyor, hükümdarın adamlarına sır oluyorlar. Mağara sabah akşam bir yerden güneş ışığı alıyormuş. Acaba bu çektiğim kare mi, yoksa daha fazla ilerleyemediğim bölümlerde de var mı gök yüzüne açılan bir pencere...
Böyle pırıl pırıl sanki parlatılmış gibi kayalar dikkatimi çekti. Ne yosunlaşmışlar, ne de solgun. Dediğim gibi mağara girişi küçüle küçüle ileriye doğru devam ediyor. Bilenler ya da meraklılar devam ediyorlardı.
Allah nasip ederse, yolum düşerse bir de Afşin'deki mağarayı da görmek isterim. Nasılsa K.Maraş'lı samimi eski bir dostumun sürekli daveti cebimde...
Çünkü Afşin'lilerin bu konuda çok iddialı olmalarının yanı sıra : Alman Şark Enstitüsü Başkanı Dr. Franz Babinger, inceleği Eshab-ı Kehf Mağaraları ile ilgili 1957 yılında "Ben Eshab-ı Kehf’ in yeri olarak Dünyadaki şu yerleri inceledim: İspanya’ da, İtalya’ da, Yunanistan’ da, Kıbrıs’ ta, Efes’te, Tarsus’ ta ve son olarak Afşin’ e geldim. Afşin deki Mağarayı günlerce inceledim. Çevresini, yörenin konumunu vs. her şeyi inceledim. Bir Astronomi Uzmanı, bir Arkeolog, bir Tarih Uzmanı, Dinler tarihini yazan araştıran bir yazar bu mevkii nasıl incelemesi gerekir ise o şekilde inceledim ve şu neticeye vardım : Benim bir araştırmacı olarak hıristiyan aleminden elde ettiğim bilgiler münasebetiyle dünyaya şunu iddia ediyorum : Eshab-ı Kehf, Efsus (Afşin) tadır.''
http://www.haber7.com/arkeoloji/haber/895468-kurana-en-uygun-eshab-i-kehf-magarasi
15 Aralık 2016 Perşembe
Hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı zamandayız!
Kütib-i Sitte okumalarımdan Fitneler bahsinde, cilt :13; sh:358,359.de dehşetimi arttıran hadis-i
şeriflerden birini daha okuyorum.
''Zamanımız,hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı bir devredir.'' diyor kitabı tercüme ve şerh eden merhum Prof.İbrahim Canan.
Ebu Musa'dan gelen bir rivayete göre, Hz. Peygamber: "Kıyametten önce mutlaka herç vardır" buyurması üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü herç nedir?" diye sordum. "Katldir" cevabını verdi. Bunun üzerine orada bulunan Müslümanlardan bazıları: "Ey Allah'ın Resûlü (bunu belirtmeniz de niye?) Biz şimdiden bir yılda şu kadar bu kadar çok müşrik öldürüyoruz!" derler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muhatablarının yanlış anladıklarını görerek, şu tavzih ve açıklamada bulunur: "(Benim kastım) müşriklerin öldürülmesi değildir. (O gün gelince) birbirinizi öldüreceksiniz, o kadar ki, kişi komşusunu, amcaoğlunu ve akrabalarını öldürecek." Cemaatten bazıları tekrar sorar:
"Ey Allah'ın Resulü, o zaman aklımız başımızda olduğu halde mi bunu yapacağız (yoksa delirmiş mi olacağız?)"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verir:
"Hayır, bu esnada akıl kalmaz. (Aşırı hırs ve cehalet sebebiyle) o devir insanlarının ekseriyetinin aklı ortadan kalkar. Bu durumda, halk içinde ortaya çıkan akıldan mahrum bir ayak takımı, öncekilerin yerine geçer."
Büyük âlim ve Velilerden Hakim-i Tirmizi “rahmetullahi aleyh” hazretlerine, bir gün akıl’dan sordular.
Cevabında;
- Akıl, başlıca iki kısımdır, buyurdu. (Selim akıl) ve (Sakim akıl). Bunların her ikisi de akıldır.
Ve izah etti:
- Tam selim akıl, hiç yanılmaz, hata etmez. Pişman olacak hiçbir harekette bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve sonu iyi olan işlerde bulunur. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. İşleri hep doğrudur.
Sordular:
- Bu akıl kimlerde bulunur efendim?
- Böyle akıl, ancak Peygamberlerde bulunur. Her başladıkları işte muvaffak olmuşlar, pişman olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır.
Ve ekledi:
- Bunların aklına yakın, Eshab-ı kiramın, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin, din imamlarının akıllarıdır. Bunların akılları, ahkâm-ı İslamiyyeye uygun akıllardır.
Sordular:
- Ya sakim akıllar efendim?
- Sakim akıllar, bunların tam tersi olan aklardır ki, düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye, pişmanlığa, zarara, sıkıntıya sebep olur.
Bunu akl-ı meaş ve akl-ı mead olarak İmam-ı Rabbani (ks) hazretleri beyan etmişlerdir.
İmandan hikmetten,sabırdan,maddi ve manevi temizlikten nasipsiz akıl,ancak dünyaya ait işlerde çalışır,çabalar,elde ettiği faydalar da dünyaya ait,dünya ile sınırlı kalır. Para,makam,şöhret,kariyer vs.
Bu akıl sahibinin ahiretten nasibi yoktur.Allah korusun.
Şu yaşadığımız günlere, haberlere bir de bu mübarek hadis-i şerif ışığında,ihbarında bakınca,korkularımız daha çok artıyor. En basit trafikte yol verme meselesinden kan döken; Halep'inden,Filsitine, Arakan'dan,Doğu Türkistan'a kadar her yerde oluk oluk kan dökülüyor. İnsan gibi mükerrem bir varlık,akıl tutulması içinde;sarhoşlar gibi, robotlar gibi,iz'ansız,hikmetsiz,bilgisizce bir savruluşun içinde veballerini çoğaltıyor ve çember gitgide daralıyor!
Artık sokaklar güvensiz,insanlar tekin değil. Tam da ''akıldan mahrum'' ve ''Zamanımız,hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı bir devrede'' iman nuruna tutunmuş aklı muhafaza savaşı yaşıyoruz.
Allah yardımcımız olsun ve selim akıl,selim kalpten bizleri mahrum etmesin. Amin.
şeriflerden birini daha okuyorum.
''Zamanımız,hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı bir devredir.'' diyor kitabı tercüme ve şerh eden merhum Prof.İbrahim Canan.
Ebu Musa'dan gelen bir rivayete göre, Hz. Peygamber: "Kıyametten önce mutlaka herç vardır" buyurması üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü herç nedir?" diye sordum. "Katldir" cevabını verdi. Bunun üzerine orada bulunan Müslümanlardan bazıları: "Ey Allah'ın Resûlü (bunu belirtmeniz de niye?) Biz şimdiden bir yılda şu kadar bu kadar çok müşrik öldürüyoruz!" derler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muhatablarının yanlış anladıklarını görerek, şu tavzih ve açıklamada bulunur: "(Benim kastım) müşriklerin öldürülmesi değildir. (O gün gelince) birbirinizi öldüreceksiniz, o kadar ki, kişi komşusunu, amcaoğlunu ve akrabalarını öldürecek." Cemaatten bazıları tekrar sorar:
"Ey Allah'ın Resulü, o zaman aklımız başımızda olduğu halde mi bunu yapacağız (yoksa delirmiş mi olacağız?)"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verir:
"Hayır, bu esnada akıl kalmaz. (Aşırı hırs ve cehalet sebebiyle) o devir insanlarının ekseriyetinin aklı ortadan kalkar. Bu durumda, halk içinde ortaya çıkan akıldan mahrum bir ayak takımı, öncekilerin yerine geçer."
Büyük âlim ve Velilerden Hakim-i Tirmizi “rahmetullahi aleyh” hazretlerine, bir gün akıl’dan sordular.
Cevabında;
- Akıl, başlıca iki kısımdır, buyurdu. (Selim akıl) ve (Sakim akıl). Bunların her ikisi de akıldır.
Ve izah etti:
- Tam selim akıl, hiç yanılmaz, hata etmez. Pişman olacak hiçbir harekette bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve sonu iyi olan işlerde bulunur. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. İşleri hep doğrudur.
Sordular:
- Bu akıl kimlerde bulunur efendim?
- Böyle akıl, ancak Peygamberlerde bulunur. Her başladıkları işte muvaffak olmuşlar, pişman olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır.
Ve ekledi:
- Bunların aklına yakın, Eshab-ı kiramın, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin, din imamlarının akıllarıdır. Bunların akılları, ahkâm-ı İslamiyyeye uygun akıllardır.
Sordular:
- Ya sakim akıllar efendim?
- Sakim akıllar, bunların tam tersi olan aklardır ki, düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye, pişmanlığa, zarara, sıkıntıya sebep olur.
Bunu akl-ı meaş ve akl-ı mead olarak İmam-ı Rabbani (ks) hazretleri beyan etmişlerdir.
İmandan hikmetten,sabırdan,maddi ve manevi temizlikten nasipsiz akıl,ancak dünyaya ait işlerde çalışır,çabalar,elde ettiği faydalar da dünyaya ait,dünya ile sınırlı kalır. Para,makam,şöhret,kariyer vs.
Bu akıl sahibinin ahiretten nasibi yoktur.Allah korusun.
Şu yaşadığımız günlere, haberlere bir de bu mübarek hadis-i şerif ışığında,ihbarında bakınca,korkularımız daha çok artıyor. En basit trafikte yol verme meselesinden kan döken; Halep'inden,Filsitine, Arakan'dan,Doğu Türkistan'a kadar her yerde oluk oluk kan dökülüyor. İnsan gibi mükerrem bir varlık,akıl tutulması içinde;sarhoşlar gibi, robotlar gibi,iz'ansız,hikmetsiz,bilgisizce bir savruluşun içinde veballerini çoğaltıyor ve çember gitgide daralıyor!
Artık sokaklar güvensiz,insanlar tekin değil. Tam da ''akıldan mahrum'' ve ''Zamanımız,hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı bir devrede'' iman nuruna tutunmuş aklı muhafaza savaşı yaşıyoruz.
Allah yardımcımız olsun ve selim akıl,selim kalpten bizleri mahrum etmesin. Amin.
12 Aralık 2016 Pazartesi
Adına köpek denilen candan özür dileyerek !
Bir köpek kadar değilsiniz !
Köpek sahibine ihanet etmez..!
Sahibi dövse de, çağırır çağırmaz yine koşar sadakatle..!
Sizler bu vatana, bu millete ihanet ettiniz..!
Doğduğunuz,ekmeğini yediğiniz, bu cennet vatanı,ahmakça düşmanlara peşkeş çektiniz..!
Uşak ruhlu zavallılarsınız..!
Canlarımıza kıyıp,canımızı yakınca efendileriniz mutlu mu oldu..?
Bizi böyle yıldıracağınızı,böleceğinizi,yükselişimizi durduracağınızı mı sanıyorsunuz..?
Çok aldanıyorsunuz..!
Köpek sahibine ihanet etmez..!
Sahibi dövse de, çağırır çağırmaz yine koşar sadakatle..!
Sizler bu vatana, bu millete ihanet ettiniz..!
Doğduğunuz,ekmeğini yediğiniz, bu cennet vatanı,ahmakça düşmanlara peşkeş çektiniz..!
Uşak ruhlu zavallılarsınız..!
Canlarımıza kıyıp,canımızı yakınca efendileriniz mutlu mu oldu..?
Bizi böyle yıldıracağınızı,böleceğinizi,yükselişimizi durduracağınızı mı sanıyorsunuz..?
Çok aldanıyorsunuz..!
11 Aralık 2016 Pazar
Bu şiiri okumaya cür'et ettim.
Nurlu bir Rebiülevvel ayının 11.pazartesi gecesine ''Alemlere rahmet olarak'' teşrif buyurdun Efendim.
Aylardan Nisan idi, hakiki bahar seninle başlamıştı.
Geldiğinde insanlık her türlü çirkefin, putçuluğun girdabında boğulmayı, sefa sanıyordu.
Geldiğinde faizle insan insanın kanını emiyordu, insan insana kuldu.
Geldiğinde, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor; köle pazarlarında insan satılıyordu.
Geldiğinde, şirk devletlerinin despotları diledikleri gibi hevalarının kanun ve kurallarını uyguluyor; ırkçılık geçer akça,sınıf farklı belirleyici unsur idi...
Geldiğinde insan merhametten yoksun, içkilerden sarhoştu.
Kumarın,fal oklarının gölgesinde;serkeş bir düzen vardı.
Geldiğinde insanlık süfli ve basit sebeplerden birbirinin kanı döküyordu. Babalar çocuklarını sevmekten utanıyor, aslen sevmeyi tanımıyor, aşk'a da fersah fersah uzaktılar.
Ukaz panayırında yolunu gözleyen, mübarek ismini heceleyenlerin vardı.
Geldin, gördün ve değiştirdin...
Putları, putçuluğu, insan aklının ürünü parlamentoları yerle yeksan etmek için Medine İslam devletini kurup, başına devlet reisi oldun.
Kula kulluğu kaldırıp, Allah devletinde, insanca adil yaşamayı gösterdin.
Kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gidilebilecek bir kalbi, kedilere merhameti, ölmüş bir hayvana burunlarını tıkayanlara;''Ne güzel de azı dişleri var, değil mi'' buyurarak, güzel bakışı öğrettin.
Sen güzelliği, iyiliği, doğruluğu tebliğ ettin ve bunun kısa adı İslam idi.
Geldin, nurlandırdın; asırlarca beklenendin, muştunu ve mührünü zamana vurdun ve bizi öksüz, yetim bırakıp asıl ve gerçek olan alemi şereflendirdin...
Geldiğin gibi şimdi dünya Efendim!
İnsan insanın kurdu, tam da buyurduğun gibi; kıyamet alametlerinin hepsini yaşamaktayız.
Güvenliğimiz, saygınlığımız, haysiyetimiz, şerefimiz yerle yeksan!
Bu dinin Kitabını korumayı bizzat üzerine alan Allah (cc); bu kerim Kitabı bizlere tebliğ edip açıklayan senin etrafına öyle aşıklar, pervaneler halk etti ki, 1438 yıldır, onlar sebebi ile alıp-verdiğin handiyse nefeslerinden bile haberdar olduk. O aşıkların hem çağında, hem de çağlar sonra bile hiç tükenmediler; seni anlatan kelimelerin tükenmediği gibi...
Geldiğin gibi şimdilerde dünya, çekilmiyor kahrı Efendim..!
Ukaz panayırlarında adını çöl susuzluğu ile haykıranların hala var olsa da; hayat yorgun,dünyamız gri, renkler solgun...
10 Aralık 2016 Cumartesi
8 Aralık 2016 Perşembe
5 Aralık 2016 Pazartesi
4 Aralık 2016 Pazar
3 Aralık 2016 Cumartesi
sırlara karış da gel...
hadi kelimelerini topla da gel,
ıslak kaldırımları aş da gel...
bir şey sormadan,
söylemeden gel...
kapı açık,çalmadan gel...
seni bekliyor olacağım balkonda,
bunca yıl bekledim,
daha fazla oyalanma,
arkamdan sarıl da,
ruhuma sıcaklığını ser...
bir fısıltı ol,
kulağımdan kalbime gel...
sessizliği melodi yapalım,
zaman dursun biz akalım...
sevişmemiz gerekmez,
ruhlarımızı seyretsek yeter...
hadi kapıyı kapat da gel..
sırlara karış da gel...
2 Aralık 2016 Cuma
1 Aralık 2016 Perşembe
29 Kasım 2016 Salı
uzak diye bir şey yok sevgili..!
ikinizi de seviyorum!
ıstıraplardan,
ayrılıklardan,
uzaklıklardan sıyrılalı çok zaman oldu
ve sen bunu bilmiyorsun aşk.
yanımda olman ile
olmaman arasındaki fark da kalmadı artık..!
uzak diye bir şey yok sevgili..!
en çok da bu saatlerde ruhum ruhunla dans eder.
gelirim, üzerini örterken,
sessiz bir buse bırakırım ateş rengi dudaklarına.
fesleğen kokusu gibi bir şeydir
dudaklarına dokunmak...
parmaklarım,
saçlarının nehirlerinde akar durur...
kim bilir sen hangi rüyanın bahçesindesin..?
öylece uyuya kalırım...
sabah kalkınca ilk işim dönüp uyumanı seyretmek olur,
çocuklar gibi uyursun sen,
gündüz ki haylazlıklarından yorgun,
bir o kadar da başka güzel...
usulca çayı demlerim
masaya iki tabak,
iki bardak koyarım,
şöyle karşılıklı güzel bir kahvaltı yaparız,
radyodan çıkan şarkılar,
bir senden bana,
bir benden sana gelir...
sonra sanki soluma bir sancı düşer,
bu kadar şarkı yeter,
tıkandım..!
bir çay daha ister misin..?
26 Kasım 2016 Cumartesi
25 Kasım 2016 Cuma
Annemin verdiği takvim yaprağı...
Anneciğime kahvaltı hazırlamak için indiğimde, çayı koyup beklerken bana bu takvim yaprağını verdi.
Okudum ve derin bakıştık, bir daha bir daha öptüm onu, o bana dualar ederken. Allah'ım onu bana daima sermaye yap,rızana giden yolda kazanç eyle... Onun hürmetine benim bütün günahlarımı affeyle...Ve annesini babasını üzenler varsa,islah eyle. Amin.
Takvimde yazan hikaye şöyleydi :
Bir zamanlar iki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtac bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, digeri Allahu Teala'ya ibadet ederdi. Bir akşam , Allahu Teala'ya ibadet eden kardeş " Bu gece de anneme sen hizmet et ben ibadet edeyim" dedi... Kardeşi kabul etti. İbadet ederken secdede uyuyakaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona "Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık " deyince genç ; " Ben Allahu Teala'ya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz " diye sordu... Ses ona ; "Evet , senin yaptığın ibadetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı var " karşılığını verdi...
Okudum ve derin bakıştık, bir daha bir daha öptüm onu, o bana dualar ederken. Allah'ım onu bana daima sermaye yap,rızana giden yolda kazanç eyle... Onun hürmetine benim bütün günahlarımı affeyle...Ve annesini babasını üzenler varsa,islah eyle. Amin.
Takvimde yazan hikaye şöyleydi :
Bir zamanlar iki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtac bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, digeri Allahu Teala'ya ibadet ederdi. Bir akşam , Allahu Teala'ya ibadet eden kardeş " Bu gece de anneme sen hizmet et ben ibadet edeyim" dedi... Kardeşi kabul etti. İbadet ederken secdede uyuyakaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona "Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık " deyince genç ; " Ben Allahu Teala'ya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz " diye sordu... Ses ona ; "Evet , senin yaptığın ibadetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı var " karşılığını verdi...
21 Kasım 2016 Pazartesi
19 Kasım 2016 Cumartesi
18 Kasım 2016 Cuma
İzlenesi...
İnsan ne zaman öleceğini bilmek ister mi...? Ya da kaçımız bunu samimi olarak bilmek isteriz.
Bir yanıyla bakınca büyük avantaj gibi, diğer yandan ölümüm o itici, soğuk yüzünü her an düşünerek her anı kâbusa çevirmek..? Kimler için tabi...
Ölümün acı ve sıkıntılık bir şey olduğunu düşünenler,aynı zamanda başka bir dünyaya doğum olduğuna da iman etmişlerse, ürpertici bir korku dışında paniklemezler...
Hele, buradayken, Yaratan ile güzel ve iyi bir irtibatları olanlar için şeb-i aruzdur.
Ölümü yok oluş sananlar içindir asıl, ölüm zamanını bilmenin huzursuz ediciliği...
Hz.Mevlana ne kadar güzel söyler bir rubaisinde bilirsiniz :
''Hangi tohum yere ekildi de bitmedi?
Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı?
Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç...
Zîrâ senin Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır.''
İnsanın kuyruk sokumunda asla yok olmayacak tohumu (acbüz-zeneb) yani cip'i var ve bu tohumla yeniden dirilecek...
Belki bazılarımız ne zaman öleceğimizi bilmek isteriz. En azından bendeniz öleceğime yakın 3-4 gün öncesinden kesin olarak bilmeyi çok isterdim...
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
*
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...
*
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
N.Fazıl Kısakürek
17 Kasım 2016 Perşembe
16 Kasım 2016 Çarşamba
Alış-veriş yaparken...
Dün yürüyüş yaparken, markete de uğradım.
Kasiyer kıza aldığımı ödemek için ''ne kadar?'' diye sordum ama cevabı duyamadım.
Sonra kulaklıkla radyo dinlediğimi fark ettim.
Birini çıkarıp, pardon dedim, kendime de ''ne salaksın ya'' deyince; kız ''estağfurullah'' demek yerine o da benim gibi samimi '' abi dedi, ne güzel bir şey insanın kendisiyle maytap geçebilmesi, bayıldım bu halinize..'' dedim sanırım o anlamda kişisel egomu kontrol edebiliyorum, kompleksim yok kendime..''
Evet kendimize de olmamalı, başkalarına da aslında...(Oysa asabi,kaprisli, alıngan,kırılgan adamın tekiyim ve berbat bir şey bu...)
Sonuçta hepimiz ''insan''cinsiyiz, yiyor,içiyor, fazlalılıkları da çıkarıyoruz. Bunu dillendirmenin ayıp yönü de yok. İçimizde hem nûr hem zulmeti birlikte taşıyoruz.
Birisi Sevgilimiz Önderimiz,Örneğimiz Peygamberimizin (sav) haşmetli ruhu karşısında titremeye başlayınca o güzeller güzeli Efendimiz şöyle hitap etmişlerdi : ''Titremene lüzum yok, ben kral değilim, Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum...'' Kainat kendisi hürmetine yaratılmış bir Ulu Zat böylesine mütevazı,böylesine güzel...
Konudan konu çıktı, aslında uzun bir makale yazılırdı da şu zamanda uzun yazıları okumaya zamanımız (!) yok...
Ne demişler anlayana saz...
15 Kasım 2016 Salı
beni kategorize etme !
beni kategorize etme !
benim de senin gibi iki gözüm,
gözümün üstünde kaşım var..
beni kategorize etme !
cehennemin dibine ideolojiler,
karolası izm'ler..!
onlar bir insandan daha önde ve önemli olabilirler mi..?
onlar aşkı bilirler mi..?
onlar insanlığın yüz karası,
canların maskarası...!
katillerin imajı,katillerin maskesi..!
beni kategorize etme !
ötekileştirme !
ne sen tanrısın,
ne de ben cehennem zebanisi..!
beni kategorize etme !
canı cehenneme ideolojini it bir tarafa,
insanım ben ''insan''
en mükemmel varlık !
sevemiyorsan da,
nefret etme bari..!
uzattığım eli tutmadıysan da,
tükürme bari..!
beni kategorize etme !
beni kategorize etme !
14 Kasım 2016 Pazartesi
taşıyamıyorum..!
içimde yokluğunun şiirlerini taşıyorum,
hayır..
taşıyamıyorum..!
bazen içlerinden birisini,
kendime okuyayım diyorum,
hani yalancı bahara erken açan goncalar vardır
bilir misin..?
onların sancısıyla her gece uyandığımda,
o,içimdeki yokluğunun şiiirlerinden
birini mırıldanırken açıyorum
gözlerimi gecelere...
ben bu şiirleri kimselere okumadım yâr,
kendime okuyayım diyorum
gündüz niyetine,
gecemin umutsuz karanlıkları
daha da koyulaşıyor...
gece, daha bir gece,
daha bir geçce
ah bir geçse diyorum...
oysa, ömür geçen sadece,
ne sensizlik geçiyor,
ne sana dokunamayan içim...
taşıyamıyorum anlıyor musun...?
içimde biriktirdiğim bu şiirleri taşıyamıyorum,
sahibine vereyim diyorum,
sonra,
hıçkırıklı bir suskunluğa bürünüyorum,
müebbet yemiş bir gönül mahkumu gibi...
içimde biriktirdiğim şiirler boyu...
12 Kasım 2016 Cumartesi
ne olurdu sussaydın...
Şair, bilgin Ahmede Xanî tarafından yazılmış Mem u Zin destanından esinlenerek karaladığım şiirım...
ne olurdu sussaydın,
sussaydık,susabilseydik...
belki kartopu olacaktı yüreklerimizde,
serin serin yakacaktı ruhumuzu.
içimizde büyüse,
içimizde alevlenseydi yangınların pırıltısı
tabiplere,yarenlere söylemezdik hem de,
serinlik uğramasın diye kalplerimize...
ne olurdu cesaret vermeseydik birbirimize
dillerimiz sussa,
gönüllerimiz çağlasaydı
zamanların koynunda...
ne olurdu şiirlerin ardına saklanabilseydik,
şarkılardan misaller getirebilseydik de,
dökmeseydik ruhumuzun nehirlerini,
yüreğimizin ateşli havzasına...
bir kelam eyliyorsun,
parmak uçlarımdan başlıyor, ruhumun zirvesine dek
üşüten titreyişler...
ah bu nasıl bir sınavdır,
güz'e erişmişken hem de...
bahar goncası ile güzün yan yana geldiği
nerede görülmüştür..?
ne olurdu, ne olurdu,
dillerimiz lâl olsa, yüreklerimiz kan...
tabipler zaten bulamaz bu derde derman,
akan ırmaklara seslensem,
nafile...
sizin oraya yoktur yolları...
halimizden rüzgâr anlar bizim
sabahı bekle,
güneş doğmadan çık pencerene
bir nefes emanet et saba rüzgarına
ve bir tel bırak nehirlerinden
sonra kapa gözlerini benim gibi
ve kavuşmadıkça açma yabana...
kavuşmadıkça açma yabana
açma...
ne olurdu sussaydın,
sussaydık,susabilseydik...
belki kartopu olacaktı yüreklerimizde,
serin serin yakacaktı ruhumuzu.
içimizde büyüse,
içimizde alevlenseydi yangınların pırıltısı
tabiplere,yarenlere söylemezdik hem de,
serinlik uğramasın diye kalplerimize...
ne olurdu cesaret vermeseydik birbirimize
dillerimiz sussa,
gönüllerimiz çağlasaydı
zamanların koynunda...
ne olurdu şiirlerin ardına saklanabilseydik,
şarkılardan misaller getirebilseydik de,
dökmeseydik ruhumuzun nehirlerini,
yüreğimizin ateşli havzasına...
bir kelam eyliyorsun,
parmak uçlarımdan başlıyor, ruhumun zirvesine dek
üşüten titreyişler...
ah bu nasıl bir sınavdır,
güz'e erişmişken hem de...
bahar goncası ile güzün yan yana geldiği
nerede görülmüştür..?
ne olurdu, ne olurdu,
dillerimiz lâl olsa, yüreklerimiz kan...
tabipler zaten bulamaz bu derde derman,
akan ırmaklara seslensem,
nafile...
sizin oraya yoktur yolları...
halimizden rüzgâr anlar bizim
sabahı bekle,
güneş doğmadan çık pencerene
bir nefes emanet et saba rüzgarına
ve bir tel bırak nehirlerinden
sonra kapa gözlerini benim gibi
ve kavuşmadıkça açma yabana...
kavuşmadıkça açma yabana
açma...
10 Kasım 2016 Perşembe
Önce iman,sahih iman..!
Benim gençliğimin güncel,dillerden sohbetlerden hiç eksilmeyen tartışmaları vardı...
Cuma namazı şartları, dar'ül harp,faiz,ulül'emr,tağut,maide suresi,egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır ve benzer konular...
Sohbet bazen de Edison dünyayı nurlandırdı, cennete gider abi gibi Allah adına ahkâm kesmelere kadar varırdı...
Karşıt fikirde olanlar, Sevgilimiz, Efendimiz,Örneğimiz, Önderimiz,Peygamberimizin (sav) amcaları Ebu Talib'in; Peygamberimizi, yaşadığı sürece koruyup gözetmesine rağmen -iman etmediği için- cehennemde olacağı örneği ile iman olmadıktan sonra, dünyada ne yaparsan yap, karşılığını bu dünyada alırsın. Edison meşhur oldu, para kazandı vs. derler ve eklerlerdi, en fazladan belki azabı hafif olabilir!
Ama cennete girişin temel ve biricik şartı, Allah ve Rasülüne, Allah'ın ve Peygamberinin istediği gibi imandır...Amel sonraki iş...
Gerek Ebu Talib, gerekse Edison'un İslam'a ve peygamberine hakaret ettiğine dair bir şey duymadık,okumadık...Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz (sav) amcasına ölüm anında yalvarırcasına iman telkin etti, de o ''Ebu Talib korkusundan dininden döndü derler'' diyerek iman etmedi...
Peki bir insan : ''..Ahlaksız bir Arap'ın dini görüşlerinden oluşan İslam artık ölmüştür. Belki çöldeki göçebe kabilelerine uygun olmuş olabilir, ama gelişmekte olan modern bir ülke için değil.. Dine ihtiyaç duyan bir yönetici korkaktır. Hiçbir korkak, yönetici olmamalıdır..." derse, yine onu anarken cennet mekanı olsun demenin,saygılar,minnettarlıklar sunmayı sürdürmenin hükmü nedir ?
Bir adam ateist olur ama İslam'ın kutsallarına hakaret etmezse, malum cehennem 7 tabaka...
Ama bir adam hem ateist olur hem de kutsallarımıza örnekte görüldüğü gibi hakaret ederse, cehennem yine 7 tabaka..!
Yukarıdaki tarihi misali naklederken bile ürperdim, içim yandı..! Güllerin efendisi, Peygamberlerin seyyidi için ne talihsiz alçakça bir cümle...!
Bu gibi küfür sözleri sıradan biri söylerken, en büyük tepkiyi ortaya koyarken, tanınmış biri söylediğinde, sus-pus oluyorsan, tarihi kaynaklara gidip,doğruluğunu araştırma hakkını bile kullanmadan, ''o başka'' diyorsan...
''Ey iman edenler, iman ediniz..!''
Cuma namazı şartları, dar'ül harp,faiz,ulül'emr,tağut,maide suresi,egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır ve benzer konular...
Sohbet bazen de Edison dünyayı nurlandırdı, cennete gider abi gibi Allah adına ahkâm kesmelere kadar varırdı...
Karşıt fikirde olanlar, Sevgilimiz, Efendimiz,Örneğimiz, Önderimiz,Peygamberimizin (sav) amcaları Ebu Talib'in; Peygamberimizi, yaşadığı sürece koruyup gözetmesine rağmen -iman etmediği için- cehennemde olacağı örneği ile iman olmadıktan sonra, dünyada ne yaparsan yap, karşılığını bu dünyada alırsın. Edison meşhur oldu, para kazandı vs. derler ve eklerlerdi, en fazladan belki azabı hafif olabilir!
Ama cennete girişin temel ve biricik şartı, Allah ve Rasülüne, Allah'ın ve Peygamberinin istediği gibi imandır...Amel sonraki iş...
Gerek Ebu Talib, gerekse Edison'un İslam'a ve peygamberine hakaret ettiğine dair bir şey duymadık,okumadık...Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz (sav) amcasına ölüm anında yalvarırcasına iman telkin etti, de o ''Ebu Talib korkusundan dininden döndü derler'' diyerek iman etmedi...
Peki bir insan : ''..Ahlaksız bir Arap'ın dini görüşlerinden oluşan İslam artık ölmüştür. Belki çöldeki göçebe kabilelerine uygun olmuş olabilir, ama gelişmekte olan modern bir ülke için değil.. Dine ihtiyaç duyan bir yönetici korkaktır. Hiçbir korkak, yönetici olmamalıdır..." derse, yine onu anarken cennet mekanı olsun demenin,saygılar,minnettarlıklar sunmayı sürdürmenin hükmü nedir ?
Bir adam ateist olur ama İslam'ın kutsallarına hakaret etmezse, malum cehennem 7 tabaka...
Ama bir adam hem ateist olur hem de kutsallarımıza örnekte görüldüğü gibi hakaret ederse, cehennem yine 7 tabaka..!
Yukarıdaki tarihi misali naklederken bile ürperdim, içim yandı..! Güllerin efendisi, Peygamberlerin seyyidi için ne talihsiz alçakça bir cümle...!
Bu gibi küfür sözleri sıradan biri söylerken, en büyük tepkiyi ortaya koyarken, tanınmış biri söylediğinde, sus-pus oluyorsan, tarihi kaynaklara gidip,doğruluğunu araştırma hakkını bile kullanmadan, ''o başka'' diyorsan...
''Ey iman edenler, iman ediniz..!''
9 Kasım 2016 Çarşamba
sen, gel diyorsun !
hiç anlatamadım ki,
nasıl bir enkaz olduğumu,
içten gülüşleri unuttuğumu,
sevilerimi yitirdiğimi...
sen, gel diyorsun !
ben, can çekişiyorum,
sen, hoş geldin diyorsun...
ben veda ediyorum..!
sen, sev diyorsun,
ben ölüyorum...
hiç anlatamadım ki,
hiç anlatamadım,
kaybetmiş bir adam olduğumu...
5 Kasım 2016 Cumartesi
Sevmek üzerine not
Sevildim diye severim.
Sevilmesem de sevebilirim, severim de...Çünkü sevmeyi seviyorum...
Aşık oldu diye aşık olmaya gelince o başka bir mana.
Severken insan pazarlık yapabilir, kriterler,prensipler,sayıp dökebilir ve bunlara sadık da kalabilir; ama aşk pazarlıklardan azadedir onu hiç kayda,şarta bina edemezsiniz.
Kötü huylarını ya görmez, ya da her defasında iyiye yorarsın. Ne de olsa bir duygu savaşı içindesindir.
Bendeniz gibilerin ruhları sevecen,sevme şekilleri dokunsaldır...
Bir bebeği,çocuğu (yakın birisine aitse) mesela uzaktan gözlerimle sevmek yetmez; ya saçını okşamalıyım, ya da öpmeliyim...Gülizar'ı da sevmek istiyorum ama çok korkak, anca acıkınca miyavlamasını biliyor ve pencereden attığımızı kapıp kayboluyor (komşumuzun kedisidir kendileri efendim ve isim babası benim...)
Bir çiçeği bile dokunarak severim. (Annemi çiçeklerini severken izlemek,ömre bereket,kıskanasım geliyor...)
Bazen de (değil çoğu kez) sevildiğimi sanır ve buna da saf saf inanırım. (Anneciğim bana saf yavrum, hemen de insanlara inanıyorsun ya,diye boş yere söylemiyor.)
Olsun ben yine de sevildiğimi sanmaktan yanayım. En azından bu beni huzurlu kılıyor. (Bu genelleme elbette,aşkta sevildiğimi sanmak istemem, emin olmak isterim.)
Sevmek üzerine kenarda kısa bir notum vardı, üzerine bir iki fırça darbesi vurunca bu yazı ortaya çıktı...
Sevilmesem de sevebilirim, severim de...Çünkü sevmeyi seviyorum...
Aşık oldu diye aşık olmaya gelince o başka bir mana.
Severken insan pazarlık yapabilir, kriterler,prensipler,sayıp dökebilir ve bunlara sadık da kalabilir; ama aşk pazarlıklardan azadedir onu hiç kayda,şarta bina edemezsiniz.
Kötü huylarını ya görmez, ya da her defasında iyiye yorarsın. Ne de olsa bir duygu savaşı içindesindir.
Bendeniz gibilerin ruhları sevecen,sevme şekilleri dokunsaldır...
Bir bebeği,çocuğu (yakın birisine aitse) mesela uzaktan gözlerimle sevmek yetmez; ya saçını okşamalıyım, ya da öpmeliyim...Gülizar'ı da sevmek istiyorum ama çok korkak, anca acıkınca miyavlamasını biliyor ve pencereden attığımızı kapıp kayboluyor (komşumuzun kedisidir kendileri efendim ve isim babası benim...)
Bir çiçeği bile dokunarak severim. (Annemi çiçeklerini severken izlemek,ömre bereket,kıskanasım geliyor...)
Bazen de (değil çoğu kez) sevildiğimi sanır ve buna da saf saf inanırım. (Anneciğim bana saf yavrum, hemen de insanlara inanıyorsun ya,diye boş yere söylemiyor.)
Olsun ben yine de sevildiğimi sanmaktan yanayım. En azından bu beni huzurlu kılıyor. (Bu genelleme elbette,aşkta sevildiğimi sanmak istemem, emin olmak isterim.)
Sevmek üzerine kenarda kısa bir notum vardı, üzerine bir iki fırça darbesi vurunca bu yazı ortaya çıktı...
4 Kasım 2016 Cuma
Zaman sudan hızlı akıyor...
Sevgili Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam buyurmuşlardır ki;
''Zaman kısalmadıkça kıyamet kopmaz; bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının yanması kadar kısa olur.''(Ahmed b.Hanbel.16/550)
Bu mucize hadisi de ibret ve şaşkınlıkla müşahede etmiyor muyuz ?
Yeni bir haftaya başlamaya görün, pazartesiye bismillah derken,az sonra işte günlerin efendisi cuma ve nihayet pazar ve ay bitti...
Yeni yıla giriyoruz, ardından hemen üç aylar,ramazan kurban bayramları...derken yıl sonu...
''Hafta bir gün'' gibi geçiyor.
Ömrümüz, ne de çabuk bitiyor...
Ve biz bu ömrü gereği gibi, Allah'ın rızası doğrultusunda bereketlendirip değerlendirebiliyor muyuz...?
Hadi derine gitmeden şunu soralım kendimize :
O Rab bizi günde beş kez huzuruna davet ediyor, icabet ediyor muyuz..?
''Erteleyenler,yarın yaparım diyenlere kaybetti!'' sözü meşhurdur.
An bu an, geçen geçti, gelecek meçhul...
Alnımızda secde izi, azalarımızda abdest nuru ile ölebilme duasıyla, bereketli cumalar diliyorum.
1 Kasım 2016 Salı
30 Ekim 2016 Pazar
ne kolay yaşıyorsun..!
ne kolay yaşıyorsun,
ne bir ev ne araba alma yarışındasın,
ne de fani bir aşkı arama çağında...
şehirler,ülkeler görmüş gezmişsin.
dünya gurbetinde,
nice gurbetler solumuşsun...
ne kolay yaşıyorsun,
ne çok kadın tanımış,
umduğunu da bulamamaktan yorulmuşsun...
ne kolay yaşıyorsun,
özlemek denen şeye bile alışmışın,
hasretlerini kendine bile söylemiyorsun.
sessizlikte ağlıyor,
seslerde sahte kahkahalara karışıyorsun...
sen ne kolay yaşıyorsun,
annen de olmasa,
hiç bir işe yaramıyorsun..!
ne kolay yaşıyorsun,
ne kolay ağlıyorsun,
beklediğin yalnızca güzel bir ölüm..!