seninle biz,
aynı bahara açmalıydık.
Sevgili Rüveyda,
Bilmem size de olur mu? Ben insanların aldanıp hazırlıksız yakalandıkları şu mevsim geçişleri zamanlarına bayılırım. Yaz ile kış arası, gelmekte olan mevsime alıştırma dönemi...
Caddelerde, yazlık giyenlerle, kışlıklar armonisi, zıtların çekimini, kesret içinde vahdeti hatırlatır. Bunun için Her şey zıddı ile kaimdir demişler. Sen benim zıddım değil, varlığımsın, vardığımsın; yokluk da ben oluyorum. Hatta deseler ki: Mektuplarda sen neredesin, kendini gizlemişsin? düşünmeden şöyle diyebilirim utana sıkıla: Öyle sevdim ve onunla öyle hemhâl oldum ki baştan sona Rüveyda olduğum için ortada ben kalmadı. Üstat Necip Fazıl’da geçtiği gibi: Benim elim, benim gözüm… Peki, ben nerede?
Ben yok zaten, ben enedir, egodur, nefistir. Hatta Peygamberimiz (sav) naklederler ki kapı çalındığında kendisini falanca diye tanıtmayıp ben diyen kişiye sitayişle: Ben, ben! şeklinde karşılık vererek bu tarzı onaylamadıklarını izhar ederler.
Öyle bir aşk ki Enel Hak! dedirtecek kadar sarhoş ve şaşkın etmiş. İstiğrakların zirvesinden ölüme kanatlandırmış. Öyle bir aşk ki Sevgili’nin (sav) mübarek dişlerinin Uhud’da şehit olduğunu duyunca hangi dişler olduğunu bilmediği için bütün düşlerine taşı çalmış… Öyle bir aşk ki Anam, babam sana feda olsun! derken varlık adına ne varsa Ballar balını buldum, kovanım
yağma olsun. diyerek aşka kanat çırpmış…
Öyle bir aşk ki Hz. Cibril’in bile Bu noktadan sonra yalnız yol alacaksın, ben bir adım daha atarsam yanarım! hitabına, Peki ben ne ile geçeceğim? sualine tek kelime ile cevap verdiği Sidre’dir: Aşkla!
Öyle bir aşk ki Yemen ellerinde hasta annesini bırakıp Resul’ün eşiğine kadar gelip göremeden kandan gözyaşlarını ardında serpe serpe geriye dönerken kendisinden sonra saadetli hanesine geldiği anda, kapısının eşiğinde Üveys’in, yani aşkın kokusunu aldığının beyanı ile âleme sarhoşluk serpiştir.
Aşk planlanmaz, hesabı yapılmaz, ölçüsü, sınırları yoktur sevgili… Gökte bulutlar vardır, yağmur da yağar ama kimse yıldırımın ne zaman ve nereye düşeceğini kesin olarak bilip söyleyemez…
Hazırlıksız yakalanış, en çok da bir aşka yaraşır. Aşk tedbirleri bozar. Onun için Züleyha’yı kınayanlar parmaklarını kestiler. Yusuf yüzlü biri gelir ve insanları aşka inandırır. Zindanlar bir aşka medrese olur.
Aşkın kokusu vardır ve ancak aşık olanlara kendisini izhar eder. Bu yüzden Hz. Yakup (as) daha Yusuf’un hırkası kendisine ulaşmazdan Yusuf’um, kokusunu duyuyorum! dedi… Odun bile aşka meyyal, aşinadır da, "..bazı kalpler taş gibi, hatta taştan da katıdır. Taşların öylesi vardır, Allah korkusundan, aşkından dağlardan yuvarlanır." [¹]
O öyle bir kütük idi ki âlemlerin övüncü (sav) artık başka bir şeyin üzerini nurlu kademleriyle şereflendirdiklerinde sesli ağladığını mecliste bulunan herkes işitmiş, şahit olmuştu… Aşk hıçkırmaktır, aşk ağlamaktır, aşk aramaktır, aşk bulduğuna kanamamaktır…
Eylül’ü de kaybetmek üzereyiz sevgili. Ağaçlarda, vedaya hazırlanan yapraklar, ayrılıkların türküsünü söylerken aklıma yine sen düşüyorsun. Belki de biz zaten hiç kavuşmadık ki ayrılıktan söz edilsin diyebilirsin.
Kavuşmak nedir? Yıllardır aynı evde, aynı yatakta, aynı hayatı birlikte kulaçlar gözüken nice iki kişilik ayrılıkları, şartlar gereği mecburen sürdürenler mi kavuşanlar? Kumarbaz isimli kitapta: Sizi hiç umudum olmaksızın seviyorum, bundan sonra bin kez daha fazla seveceğimi de biliyorum. diye geçer ya...
Benim seni sevmek için umutlanmaya da ihtiyacım yok, kavuşmaya da... Aşkın imkânsızlığı, aşkın ömrünü uzun kılar. Zaten aşk ölmez, onu içimizde öldürdüğümüze inanarak, kendimizi kandırıp yeni bir sayfayı çevirmeye çabalarız. Aşk, kelebeğe dönüşen tırtıldır ancak...
İşte bu mevsim geçişleri cümlesindeki geçiş kelimesi ruhumu acıtıyor. Çünkü ben senden geçemem, faraza geçmişsem, selâmı okusun müezzinler.
Benim nefeslendiğim içime çektiğim sensin, adını telaffuz ettikçe kalbimin dili; taze bir hayat gibi dolaşır damarlarımda... Yüksek dağların, çamlıklarında, çiçek tarlalarının kıyısında derin derin nefeslenmektir varlığın.
Hangi mevsimde, ayda olursam olayım;
Senin iklimindeyim
Senin mevsiminde
Senin renklerinde
Senin ülkende
Senin gözlerinde
Senin nefesinde
Senin ekseninde…
Öğleden sonra kendimi, biraz çiçeklerin çokça olduğu, Kent Park’a atacağım. Belki salıncakta sallanırken sana rastlayacağım. Adınla sesleneceğim: Rüveyda! Adın: Sevdiğim çiçek adları gibi sevdiğim sokak adları gibi bütün sevdiklerimin adları gibi.[²]
Bugün hüznüm koyu mu ne? Böyle zamanlarda sana yazmamalıyım. Benim yüzümden hiçbir can üzülüp, elem duymamalı, hele sen, asla...
Böyle zamanlarımda insanlardan daha fazla kaçarım. Senden kaçmak mümkün olmuyor, yazıyorum işte yine..
Aynı melodiyi kaçıncıya dinliyorum:
If you wait for me then I’ll come for you
Beni beklersen eğer senin için geleceğim...
Hiç değilse rüyalarıma gel Rüveyda…
Rüyalarındaki Rüveyda’sının Murat’ı...
[¹] Bakara suresi: 74
[²] Melih Cevdet Anday