28 Ocak 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (47)

 


içimizdeki depremlerle, 
sessiz sedasız geçip gidiyoruz hayattan…


Havalar soğuk, Kent Park sessiz, sakin ve üşüyordu… Biraz seni konuştuk. Sen ağlama, senin yerine akar derem taşkın taşkın! Gözyaşlarının bedelini bari bırak ben ödeyeyim! dedi bana…

Kabul etmedim! Her yara kendi içinde anlamlı ve herkes kendi yarasını kendisi sarmalı… Birinden yardım alırsan, sonra ömrünce borçlu kalırsın. Yardım aldığın bir insansa, gün gelir bir hatanda yüzüne vurmasa bile içinden geçirir yaptığı iyiliği…

Bir insana iyilik yapmak nasip olmuşsa ve bunu unutamıyorsa, çok hamdır pişmemiştir henüz… İnsan yaptığı iyiliği ve kendisine yapılan kötülüğü unutmadıkça pişmemiştir… Bizde bizim olan bir şey yok ki sevdiğim… Her şey Allah’ın mülkü ve O, dilediğine dilediğince veren ya da vermeyendir, arka planında binler hikmetler saklı…

Mesela Kent Park’a giderken yolumun üzerinde yaşlı, kuruyemiş satan bir dede var. Az sohbet etmişliğim de var. Emekliliği yok, gençliğinde her nasılsa serbest çalışmış ve ödeyememiş. Tonton ve çok onurlu bir dede. Kuruyemiş alınca paranın üstünü bıraksan, peşinden ısrarla gelir vermek için. Tabi benimle baş edemeyeceğini anladı artık ısrar edemiyor. Burada söylemek istediğim bana nasip olan küçük bir hayrı ifşa etmek değil, eğer Ben bir iyilik yaptım! dersem bu hamlıktır. Allah bana bir iyilik nasip etti, kerem eyledi, Allah bana bir iyilik yaptı, dersem hakikate dokunuştur. Bu sebeple dualarım arasında şunlar da vardır. Allah’ım cümlemizi iyilerle karşılaştır. Allah’ım karşıma ihtiyaç sahiplerini çıkart, beni o hayra layık gör. Amin.

Zekât vermeyi de buna kıyasla, o maddi fakir olmasa, sen zekât ibadetini nasıl eda edecektin. Yalnız o sana muhtaç değil, sen de ona muhtaçsın. Öyleyse verirken, tepeden bakarak, inciterek verme! Bildiğim bir şey varsa, insan parayı çok seviyor ve zenginler üzerlerindeki fakirlerin haklarını yeterince, cömertçe ödemiyorlar!

Sevdiğim,

Günlerden gri... Ayın kaçı diye sorma. Senin olmadığın yerde günlerin adının, ayın kaçıncı günü olduğunun ne önemi var ki...

Hastayım. Ruhumun derinliklerinden, onu içinde hapseden bedenimdeki her zerreme kadar hastayım. Ve şifam sensin Rüveyda, bunu biliyorsun?

Kendimi şu moda tabirle çevrim dışı nefeslenir buluyorum. Ne yediklerimde ne de içtiklerimde bir lezzet yok. Tadı alınmış, içi boşaltılmış, manasından uzaklaşmış bir sürgün benimki... Yaşamak nefes almaksa eğer, yaşıyorum.

Sanki içinde olmadığım bir hayata, dışarıdan bakan biri gibi ruhum. Sanki olayların benimle hiç ilgisi yokmuş gibi nötr bir hâldeyim bugün de...

Dedim ya günlerden gri ve benim gökkuşağım bir fon eşliğinde sana yazmak. Sana yazınca renkler yıldız tozu gibi serpiliyor gönlümün penceresinin önüne... Dalıp gidiyorum, beni çağıran uzaklara... Sana...

Basit kelimelere abanıp, onlara kimselerin görmesini istemediğim anlamlar, şifreler yüklemek; kendi sırları içinde bir mektubun son cümlesine kadar kontrolü mümkünsüz nefeslerle varıp iki damla gönül yaşıyla onların üzerini, tıpkı küçük masum bir çocuğun uykuda üzerini örtmek gibi örtüp kokusunu da içime çekerek yazmış olmak sana, hep sana… 

Sevgilim,

Seninle gri bile öyle asil, öyle güzel ve anlam yüklü ki bu rengi bir tek resmi kurumların yarım çekilmiş duvarlarında badana rengi olarak şık bulmazdım, soğuk gelirdi. Sanki gasil hane soğukluğunda. Zamanla duvarlara yakışmayan bu farklı renkten de vazgeçtiler. Yani bana bıraktılar, artık dilediğimce griyim ve derinliğine gri...

Gri bende yaradır.
Yaralarımdır.
Gelir her renk o yaraya dokunur,
Kanatır.

Rüveyda,

Bu insanlığın azaldığı, insan kalabalıklarının/kabalıklarının çoğaldığı çağda, sen benim tesellim, tutkum, hayalim, rüyam, nefes alma sebebim, ruhumun beslendiği kaynak... Belki de alın yazımsın.

Sen benim uyanmak istemediğim bir rüyasın. Biliyorum uyandığım gün, gözlerimi adına kabir denilen bir çukurda açacağım! Sürsün o ana dek bu sarhoşluğum. Bunu bana çok görmesin hayat...

Hadi bugün beni yatır dizlerine, sakalımı yüzümü okşa. Şarkılar söyle, şiirler oku... Yüzümde dolaşan parmaklarından çıkan notalarda tadayım huzuru...

Gözlerim kapalı, sonsuza dek dinleyebilirim onları... Günlerden gri ve her gün, her renk sana muhtaç Rüveyda, Bilseydin, gelirdin...

Gelişinin şerefine nice mısraların, dize dize dizildiğini görürdün, aşkla… Bilseydin, gelirdin… Bilseydin keşke... 

Rüveyda,

Sen benim zayıf yanım, zaafım, açlığımsın. Bazen ben kadar yakın, bazen siz kadar uzak... Bazen ben kadar içimde, nefesimde, saklımda, avucumda, kanımda... Bazen de siz kadar kâinatın başka bir galaksisinden bana el sallayan bir yıldızın üzerinde, bir peri kızı...

Özledim seni,

Grinin tonlarınca, griye hayat veren ne kadar renk cümbüşü varsa gel,
Gel ve boya beni baştan aşka...


Rengine adanmış  bir gri adam...