▼
31 Mayıs 2019 Cuma
Düşündürücü değil mi?
Sizce de düşündürücü değil mi? Canımızın (nefsimizin) izin verdiği kadar Müslümanız.
Ramazan-ı Şerifin son cuması ve Kadir gecemiz mübarek ola, dedikten sonra, aynı minvalde gelen sorulara buradan cevap vereyim:
Bendenizi az tanısaydınız o hesaplarla sadece isim benzerliği olduğunu anlamanız gerekirdi sevgili dostlarım! Facebook hesabımı Ramazan dolayısı ve kitaba yoğunlaşmak adına dondurmuştum, nasipse bayramda açacağım.
Kitap demişken, hayır vazgeçmiş bir halim yok, malum kitap kalıcı, bir kez yayınlandı mı, blog gibi hataları düzeltme şansım yok, mutlaka çıkınca da şuraya şunları ekleseydim...vs. gibi şeyler hep olacak ama bunun adı tekâmüldür zaten.
Twitter'in bana göre olduğunu düşünmüyorum, bir ara vardı kapattım, politika ile uğraşmayı sevmiyorum.
Selam ve sevgilerimle...
30 Mayıs 2019 Perşembe
''Bilinçli aptal!''
Annem haklıydı!
Bilinçli bir aptaldım!
İçimde bir çocuk saklardım.
Çok çabuk kanardım!
Annem anlardı!
İçimde bin acı saplıydı!
Yine de akıllanmazdım!
Sonra gönlümde ağlardım!
*
Maille sormayın diye not düşeyim: ''Bilinçli aptal'' nasıl oluyor diyenler çıkabilir.
Bir kaç türü var efendim, bu saatte aklıma geleni ise; karşınızdakinin ne yapacağını önceden bildiğiniz halde, ona emek, zaman, sevgi, ilgi sunmaktır.
Verirsiniz neyiniz varsa... Sonra o, bir çırpıda hepsini heba eder, yerle yeksan!
Siz de ''şey'' gibi kalır, ''Hak ettim!'' dersiniz...
Bir yalana herkes kanabilir. Bin yalana hiç kimse!
Oysa insan bir kere aldanabilir.
Aynı şeylere yine kanmak, ''aşırı ve yersiz merhametten maraz doğar'' ile kayıtlanmış hâldir.
Siz, siz olun denenmiş şeylerin kötülerini, sizi üzenlerini tekrar denemeyin!
Beyninizin sağ tarafı, duygusal ''temporal lob''mu her ne karın ağrısı yok kalp ağrısıysa o kısmı çok fazla ya da sürekli kullananlardan olmayın. Elbette tamamen sol kısmı kullanın da demiyorum ama teraziniz mantığı kullanan tarafa daha yakın olsun yine de...
Yoksa, şarkıda geçtiği gibi: ''Kendine kalıyor insan eninde sonunda...'' (Candan Erçetin)
Bilinçli bir aptaldım!
İçimde bir çocuk saklardım.
Çok çabuk kanardım!
Annem anlardı!
İçimde bin acı saplıydı!
Yine de akıllanmazdım!
Sonra gönlümde ağlardım!
*
Maille sormayın diye not düşeyim: ''Bilinçli aptal'' nasıl oluyor diyenler çıkabilir.
Bir kaç türü var efendim, bu saatte aklıma geleni ise; karşınızdakinin ne yapacağını önceden bildiğiniz halde, ona emek, zaman, sevgi, ilgi sunmaktır.
Verirsiniz neyiniz varsa... Sonra o, bir çırpıda hepsini heba eder, yerle yeksan!
Siz de ''şey'' gibi kalır, ''Hak ettim!'' dersiniz...
Bir yalana herkes kanabilir. Bin yalana hiç kimse!
Oysa insan bir kere aldanabilir.
Aynı şeylere yine kanmak, ''aşırı ve yersiz merhametten maraz doğar'' ile kayıtlanmış hâldir.
Siz, siz olun denenmiş şeylerin kötülerini, sizi üzenlerini tekrar denemeyin!
Beyninizin sağ tarafı, duygusal ''temporal lob''mu her ne karın ağrısı yok kalp ağrısıysa o kısmı çok fazla ya da sürekli kullananlardan olmayın. Elbette tamamen sol kısmı kullanın da demiyorum ama teraziniz mantığı kullanan tarafa daha yakın olsun yine de...
Yoksa, şarkıda geçtiği gibi: ''Kendine kalıyor insan eninde sonunda...'' (Candan Erçetin)
28 Mayıs 2019 Salı
Hayalin önümde / seslendirdim.
O ara nasıl bir ara ise üzerinden aylar değil,yıllar geçmiş. Bugün şiirin ilk kıtasının dilimde döndüğünü fark edince o ''bir ara''ya dönüş yapayım dedim.
Giriş fonu ne güzel uzundu ama, malum amatör işi telefona kayıtta iki yerde hafif ''kıpraşma'' sesi çıkınca şiire bodoslama dalmış gibi oldum. Beni bilirsiniz ilk seferde okudum okudum, sonra pek ısrar edemem, ne şiire ne hayata/aşka...
Şairi kim, yine bilmiyorum ama enfes bir şiir. Videonun görseline üşenmedim, az itina ettim bu sebeple...
Mübarek Ramazan-ı Şerifi uğurlamak istemediğimiz, bu kıymetini idrakten uzak olduğumuz zaman dilimine anlamlı bir iş eklemiş olma ümidindeyim.
Şiiri ilahi olarak söyleyenler olmuş ama okuyana ben denk gelmedim. Gerçekten şimdiye kadar okunmamış ise şiire çok ayıp olmuş.
Tamam tamam sözü çok uzattım, dinleyelim:
https://www.youtube.com/watch?v=By9fDdXYThU&feature=youtu.be
26 Mayıs 2019 Pazar
25 Mayıs 2019 Cumartesi
22 Mayıs 2019 Çarşamba
uyandım kalbim
Uyandım kalbim...
Uyandım, sesinden öpmek için,
Soluksuz,
Hudutsuz...
Uyandım kalbim...
Uyandım, avuç içlerinden öpmek için...
Sorgusuz,
Fasılasız...
Uyandım kalbim...
Bugün de senin gül yüzüne.
Bilirim en güzel sen seversin...
Ve en güzel sen öpersin...
Uyandım kalbim,
Uyandım ve sana kanatlandım...
Hadi uçur beni,
Sal göklerine,
Maviler bizim...
21 Mayıs 2019 Salı
Neyi kaybettik, biz kimiz, onlar kim?
Çağdaş demokrasilerde, ''herkesin kendi hayatı'' vardır ve kendisi kendisini yaratmışcasına, işbu
hayata dışarıdan kimseler müdahale edemez!
Başkalarının özgürlük alanlarına dahi sirayet edebilen geniş özgürlük anlayış ve kullanımı söz konusu olduğu için; fikri temelini Weber'ler, Adam Smith'ler düşünce ahlakını kurumsallaştıracaklar ve modern insan Bacon ile tüme varacak, olmadı kanuni olarak ölecektir!
Sonra gelsin Martin Luther'in fitilini ateşlediği laik sistem ve laik ahlak ve anlayış biçimi...
Buna göre yine başa dönelim; ''herkesin kendi hayatı'' vardır ve dışarıdan bireyler onu eleştirme hakkına, hele hele baskılama/sınırlama hakkına zinhar sahip değillerdir.
Bu ara dolaşımda olan bir yazıyı şuraya ekleyeyim ve devam edelim.
Peki İslam'da böyle midir ? ''Emri bil maruf, nehyi anil münker'' şeklinde orijinali olan, ''iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak'' diye Kur'an ve Sünnette geçen çok önemli bir kavram, hukuk ve fıkıh mevcut.
Bugün kişinin en yakınına ailesine, kızına, eşine bile pek icra edemediği bir ödev...Konuyla ilgili onlarca ayet ve hadis ile yazıyı uzun tutmak istemiyorum, aslında kitaplık çapta bir konu.
Demokrasilerde buna hakkınız yoktur, kimseyi (özellikle dini alana giren) kötü bir fiilinden dolayı ikaz edemezsiniz, ancak kanunen suç olan bir durumda, dilerseniz ''vatandaşlık görevi'' olarak ihbar edersiniz. Bunun dışında yumruğu gözünüzün üzerine yersiniz..!
Bu anlayışın bizi getirdiği nokta sebebi iledir ki, camide cuma kılarken bile konuşarak vaazı katledenlere, kibarca ''susar mısınız, dinleyemiyorum,'' ya da hutbe okunurken ''elde cep telefonu ne menem şeydir'' diyemiyorsunuz. (Hutbe zaten namaz gibidir, konuşmak hatta sesli amin demek bile olmaz.)
En sevdiğinize, en yakın arkadaşınıza, oğlunuza, eşinize dinen farz olan güzellikleri söyleme ehliyetinin kaybedildiği modern zamanlara biz ahir zaman diyoruz. Kimselere gözünün üzerinde kaşının olduğunun söylenmediği asabi zamanlar...
İslam dünyası bu hale ille de Fransız ihtilali sonrasında icad olunan laik ahlak ile gelmedi, sekülerleşmenin tarihi daha eskiye dayanır ve dünyaya meyil, tamah, hırs ile tohumları atılalı uzun yüzyıllar olmuştur.
Güya çok kısa özetle yalnız işaret edecektim.
Diyeceğim o ki dostlar!
Adımız Müslüman, inşallah ruhumuz kalbimiz de kalıbımız gibi Müslümandır!
Hani şu meşhur rivayet gibi.
Bir gün tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basri hazretlerine (ra) :''Efendim siz sahabeler gibisiniz...'' dediklerinde çağlara mührünü vuran şu müthiş cevabı verir :
- "Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi 'bunların ahirette bir nasibi yok' derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, 'bunlar hesap gününe inanmıyorlar' derlerdi."
Bizim ''iyilerimize'' ne oldu? Hangi dağın ardına kaçıp saklandılar?
Neden kötülük yapanlara engel olamaz olduk da kötülükler bu kadar çok arttı ve yayıldı.
Adam TV'de, çok affedersiniz karısını pazarlamış olarak suçlanmış ve yüzü kızarmadan orada milyonların önünde eşiyle karşılıklı suçlamalarla oturup, kıytırık savunma yapabiliyor.
Adamın karısı kendini aldatmış, telefonla yayına bağlanıp, eşine hakaretle yenisini (!) öve öve bitiremiyor. İki hafta geçmeden pat kadın ekranda, kocası onu affetmiş!
Caddelerde açıktan bu mübarek aya ve böylesi ciddi ibadet yapanlara, oruca saygı göstermeyi akıllarının ucundan geçirmeyen insanlar kim? (Sadece yeme-içeme de değil, mesela mümkün mü, bari bir ay mini etek giymesen, o göğüslerini gözümüze sokmasan diye fikir beyan etmek, anında sapık ilan edilir, özgürlüklere müdahaleden yargısız infazla linç edilirsin!)
Eskiden azınlıklar Ramazan gelmeden çocuklarına tembih ederlermiş ''yarın ramazan, sakın dışarıda bir şey yeyip içtiğinizi duymayayım, görmeyeyim!''
Neyi kaybettik, neyi kaybettirdiler bize?
Kimiz biz,bize ne oldu, neyi kaybettik?
Kur'an bize, bizde olan her şeyin Allah'ın emaneti olduğunu, ölümü ve hayatı yaratanın Allah olduğunu ihbar ve ihtar etmektedir. Yani senin hayatın değil, Allah'ın sana sınav için verdiği bir dosyadır sende gözüken ve bir müddet sonra bu dünyada sona erecek olan hayat vesselam.
hayata dışarıdan kimseler müdahale edemez!
Başkalarının özgürlük alanlarına dahi sirayet edebilen geniş özgürlük anlayış ve kullanımı söz konusu olduğu için; fikri temelini Weber'ler, Adam Smith'ler düşünce ahlakını kurumsallaştıracaklar ve modern insan Bacon ile tüme varacak, olmadı kanuni olarak ölecektir!
Sonra gelsin Martin Luther'in fitilini ateşlediği laik sistem ve laik ahlak ve anlayış biçimi...
Buna göre yine başa dönelim; ''herkesin kendi hayatı'' vardır ve dışarıdan bireyler onu eleştirme hakkına, hele hele baskılama/sınırlama hakkına zinhar sahip değillerdir.
Bu ara dolaşımda olan bir yazıyı şuraya ekleyeyim ve devam edelim.
Peki İslam'da böyle midir ? ''Emri bil maruf, nehyi anil münker'' şeklinde orijinali olan, ''iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak'' diye Kur'an ve Sünnette geçen çok önemli bir kavram, hukuk ve fıkıh mevcut.
Bugün kişinin en yakınına ailesine, kızına, eşine bile pek icra edemediği bir ödev...Konuyla ilgili onlarca ayet ve hadis ile yazıyı uzun tutmak istemiyorum, aslında kitaplık çapta bir konu.
Demokrasilerde buna hakkınız yoktur, kimseyi (özellikle dini alana giren) kötü bir fiilinden dolayı ikaz edemezsiniz, ancak kanunen suç olan bir durumda, dilerseniz ''vatandaşlık görevi'' olarak ihbar edersiniz. Bunun dışında yumruğu gözünüzün üzerine yersiniz..!
Bu anlayışın bizi getirdiği nokta sebebi iledir ki, camide cuma kılarken bile konuşarak vaazı katledenlere, kibarca ''susar mısınız, dinleyemiyorum,'' ya da hutbe okunurken ''elde cep telefonu ne menem şeydir'' diyemiyorsunuz. (Hutbe zaten namaz gibidir, konuşmak hatta sesli amin demek bile olmaz.)
En sevdiğinize, en yakın arkadaşınıza, oğlunuza, eşinize dinen farz olan güzellikleri söyleme ehliyetinin kaybedildiği modern zamanlara biz ahir zaman diyoruz. Kimselere gözünün üzerinde kaşının olduğunun söylenmediği asabi zamanlar...
İslam dünyası bu hale ille de Fransız ihtilali sonrasında icad olunan laik ahlak ile gelmedi, sekülerleşmenin tarihi daha eskiye dayanır ve dünyaya meyil, tamah, hırs ile tohumları atılalı uzun yüzyıllar olmuştur.
Güya çok kısa özetle yalnız işaret edecektim.
Diyeceğim o ki dostlar!
Adımız Müslüman, inşallah ruhumuz kalbimiz de kalıbımız gibi Müslümandır!
Hani şu meşhur rivayet gibi.
Bir gün tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basri hazretlerine (ra) :''Efendim siz sahabeler gibisiniz...'' dediklerinde çağlara mührünü vuran şu müthiş cevabı verir :
- "Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi 'bunların ahirette bir nasibi yok' derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, 'bunlar hesap gününe inanmıyorlar' derlerdi."
Bizim ''iyilerimize'' ne oldu? Hangi dağın ardına kaçıp saklandılar?
Neden kötülük yapanlara engel olamaz olduk da kötülükler bu kadar çok arttı ve yayıldı.
Adam TV'de, çok affedersiniz karısını pazarlamış olarak suçlanmış ve yüzü kızarmadan orada milyonların önünde eşiyle karşılıklı suçlamalarla oturup, kıytırık savunma yapabiliyor.
Adamın karısı kendini aldatmış, telefonla yayına bağlanıp, eşine hakaretle yenisini (!) öve öve bitiremiyor. İki hafta geçmeden pat kadın ekranda, kocası onu affetmiş!
Caddelerde açıktan bu mübarek aya ve böylesi ciddi ibadet yapanlara, oruca saygı göstermeyi akıllarının ucundan geçirmeyen insanlar kim? (Sadece yeme-içeme de değil, mesela mümkün mü, bari bir ay mini etek giymesen, o göğüslerini gözümüze sokmasan diye fikir beyan etmek, anında sapık ilan edilir, özgürlüklere müdahaleden yargısız infazla linç edilirsin!)
Eskiden azınlıklar Ramazan gelmeden çocuklarına tembih ederlermiş ''yarın ramazan, sakın dışarıda bir şey yeyip içtiğinizi duymayayım, görmeyeyim!''
Neyi kaybettik, neyi kaybettirdiler bize?
Kimiz biz,bize ne oldu, neyi kaybettik?
Kur'an bize, bizde olan her şeyin Allah'ın emaneti olduğunu, ölümü ve hayatı yaratanın Allah olduğunu ihbar ve ihtar etmektedir. Yani senin hayatın değil, Allah'ın sana sınav için verdiği bir dosyadır sende gözüken ve bir müddet sonra bu dünyada sona erecek olan hayat vesselam.
18 Mayıs 2019 Cumartesi
16 Mayıs 2019 Perşembe
15 Mayıs 2019 Çarşamba
13 Mayıs 2019 Pazartesi
Her şey gönlünüzce olsun!
''Her şey gönlünüzce olsun''
- Gönlünde Allah kaygısı var ise olsun..!
- Allah kaygısı ne demek hocam?
Allah'ın rızasını gözetmek, Onun muradınca nefes alabilme cehd ve gayreti.
Bu gayretin vecde bürünerek, haşyet kapısından içeri aşk ummanına düşmek...
Senin anlamadığın şeyleri yazmak bana ne kolay, ya uygulaması, ya yaşaması...
Ya o gönlü Allah'ın ''boyası ile boyamak'' (1) Allah'ın nuru ile nurlandırmak. (2)
Bu da salt bilgi ile ve tek başına olacak bir şey değil, öyle olsa, aklımıza gelen onlarca tasavvuf yolunun büyükleri soluğu bir mürşidin kapısında almazlardı.
Düşünsene, Hüdayi hazretleri zamanın meşhur kadısı idi, mürşid kapısında (Üftade hz.ks) tuvalet temizledi, sokaklarda ciğer sattı, ta ki enaniyetin, varlığın var'ı, böylece değirmen taşında ezilir gibi un ufak olsun da, gönül olması gereken yere gelip, nefsin galebesinden kurtulup ''mutmain''(3) olsun.
Sonrası razı oluş basamaklarında Hakkın tecellilerinde deveran ve halk içinde Hakla birlikte oluş sırrında, Haktan aldıklarını halka sunuş...
''..göğüslerde olan kalpler körelince...'' (4) değil bunları yaşamak, yazılanları bile anlamak mümkün olmaz. Din ile ilgili hiç bir söz duymak istemez, okumak istemezsin.
İnsan ne kadar teveccüh ederse bu yola, o kadar anlar ve nasiplenir. Herkes kabı kadar doldurur.
İtminan olmuş, daimi bir huzura erişmiş gönül yani kalbin gıdası da, Allah'ın zikridir. ''Kalpler ancak Allah'ın zikri ile itminan bulur,'' (5) yatışır, huzura ve ilahi lezzetlere erişir. Çünkü ''hakiki iman ehli oluşun temel özelliği Allah anıldığında, kalplerin titremesi'' (6) diye tavsif buyrulmuştur.
Allah kulun suretine bakmaz, kalbine,niyetine bakar.
"İnsan vücûdunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olduğunda bütün vücut ifsâd olur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalbtir" (6)
Bu sebeple Sevgili Peygamberimizin (sav) sıklıkla ''selim kalp''için dua ettiğini görürüz. (7)
Bizlerin dahi dilimizden düşürmememiz gereken çok önemli dualardan biri de şudur :
"Allahümme Yâ Mukallibel Kulûb Sebbit Kalbî Alâ Dinike''
"Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Allah'ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl" (8)
Gönül, Allah'ın mümin kulunun nazargahi ilahisi olan sırlar ve iman evidir, orada nefse yer yok. Kibre, benliğe yer yok. Şüpheye,itiraza yer yok.
İman nurunun önüne bulut olacak küçük-büyük her tülü günah, kalbe leke bırakır, büyümesi gerçek tehlikedir ve kişi kendisine çeki-düzen vermez tevbe ile o pasları, lekeleri yıkamazsa, Allah korusun kalbin mühürlenmesi ile sonuçlanır. (9)
Allah ezeli ilmiyle kullarını bildiği için, kalplerini mühürledikleri de vardır. ''Doğrusu onların kazandıkları günahlar, kalblerini kaplamıştır.'' (10) Günahların en büyüğü ve (imana dönmedikçe bağışlanamaz olanı ise) şüphesiz ki şirktir...(11)
Kalbin mühürlenmesi kulun kesbidir. Kul hür iradesi ile yolunu seçer, Allah-u Teala'da (rızası olmaksızın) fiileri yaratandır. (12) Dünya imtihanın sorularının cevapları da kabirden başlayarak mahşer yerinde neticelenir. Çok insan hem iman etmez, hem Allah'a ve kutsala saygısızca hakaretler eder, hem de maddi refah içinde yüzer ve kendisinin statüsünün, fikrinin böylece haklı olduğu zannı ile yaşar. O kişiler keşke Allah'ın mekrinden haberdar olsalardı! (ve mekeru ve mekerallah, vallahü hayrül makirin) (13)
Halbu ki, ''Mü’minler korku ve endişeyle ibâdet ederken, kâfirler güven içinde günah işlerler.'' (14) Bu sebeple insan olarak, günahlara düşsek bile, o günahı işlediğimiz anda, bu durumdan hoşnut olmamalı, olmuşsak da tevbe ile hemen üzülmeliyiz. Zira ''Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider!'' (15) Madem ''Pişmanlık tevbedir.'' (16) buyruldu, o zaman hüzünlü bir gönül ile bağışlanma o gönlü günah kirinden arındıracaktır.
''Hüzünlü, gönlü kırık kimse, Allah’ın himâyesine girer, her türlü hayra mazhar olur.'' (17)
Yazımı uzun tutmak istemedim ama özetlerken bile sanırım uzadı. Sonuç olarak ''her şey gönlünce olsun'' diye ağız alışkanlığı ile söylediğimiz söze bundan sonra şu görünmez niyetimizi de ekliyoruz. Her şey Allah'ın rızasına uygun olsun inşallah. Gönlün Allah'ın nuru/zikri ile dolsun.
Aksi durum her şey nefsin/egonun bitip tükenmeyen arzuları ve şehvetlerine uygundur.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, yazmakla, yazdığı gibi olup, anlamak bambaşka şeyler. Mübarek onbir ayın sultanı geliyor, bu fukara Murat'ı bir kırıntıcık insan eyleyince böyle ''hoca'' gibi makaleler çıkıyor.
Bunlar hep Ramazan-ı Şerif'in eserleri, esintileri,güzellikleri.
Allah'ın gazabından emin olmadığımız gibi, Allah'ın azabından Allah'ın merhametine sığınıyoruz.
Hangi halimizin, günahımızın, iç geçirişlerimizin Mevlayı gazaplandıracağını bilmiyoruz. Aynen bunun gibi, hangi iyiliğimizin, iç çekişimizin Allah'ın rızasını celb edeceğini bilemediğimiz gibi.
Duamızı tekrarlayarak noktalayalım:
"Allahümme Yâ Mukallibel Kulûb Sebbit Kalbî Alâ Dinike''
"Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Allah'ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl"
_______________
(1) Bakara : 138
(2) Nur : 35
(3) Fecr: 28
(4) Hac suresi : 46
(5) Ra'd : 28
(6) Buhari
(7) Buhari
(8) İbn Mace
(9) Tirmizi
(10) Mutaffifin, 14
(11) Nisa; 116
(12) Elmamlılı tefsiri
(13) A'raf : 99 ; Mü'minun: 55-56
(14) Hasan-ı Basri kuddise sirruh.
(15) Ebu Nuaym
(16) İbn Mace
(17) İbn Asakir
- Gönlünde Allah kaygısı var ise olsun..!
- Allah kaygısı ne demek hocam?
Allah'ın rızasını gözetmek, Onun muradınca nefes alabilme cehd ve gayreti.
Bu gayretin vecde bürünerek, haşyet kapısından içeri aşk ummanına düşmek...
Senin anlamadığın şeyleri yazmak bana ne kolay, ya uygulaması, ya yaşaması...
Ya o gönlü Allah'ın ''boyası ile boyamak'' (1) Allah'ın nuru ile nurlandırmak. (2)
Bu da salt bilgi ile ve tek başına olacak bir şey değil, öyle olsa, aklımıza gelen onlarca tasavvuf yolunun büyükleri soluğu bir mürşidin kapısında almazlardı.
Düşünsene, Hüdayi hazretleri zamanın meşhur kadısı idi, mürşid kapısında (Üftade hz.ks) tuvalet temizledi, sokaklarda ciğer sattı, ta ki enaniyetin, varlığın var'ı, böylece değirmen taşında ezilir gibi un ufak olsun da, gönül olması gereken yere gelip, nefsin galebesinden kurtulup ''mutmain''(3) olsun.
Sonrası razı oluş basamaklarında Hakkın tecellilerinde deveran ve halk içinde Hakla birlikte oluş sırrında, Haktan aldıklarını halka sunuş...
''..göğüslerde olan kalpler körelince...'' (4) değil bunları yaşamak, yazılanları bile anlamak mümkün olmaz. Din ile ilgili hiç bir söz duymak istemez, okumak istemezsin.
İnsan ne kadar teveccüh ederse bu yola, o kadar anlar ve nasiplenir. Herkes kabı kadar doldurur.
İtminan olmuş, daimi bir huzura erişmiş gönül yani kalbin gıdası da, Allah'ın zikridir. ''Kalpler ancak Allah'ın zikri ile itminan bulur,'' (5) yatışır, huzura ve ilahi lezzetlere erişir. Çünkü ''hakiki iman ehli oluşun temel özelliği Allah anıldığında, kalplerin titremesi'' (6) diye tavsif buyrulmuştur.
Allah kulun suretine bakmaz, kalbine,niyetine bakar.
"İnsan vücûdunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olduğunda bütün vücut ifsâd olur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalbtir" (6)
Bu sebeple Sevgili Peygamberimizin (sav) sıklıkla ''selim kalp''için dua ettiğini görürüz. (7)
Bizlerin dahi dilimizden düşürmememiz gereken çok önemli dualardan biri de şudur :
"Allahümme Yâ Mukallibel Kulûb Sebbit Kalbî Alâ Dinike''
"Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Allah'ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl" (8)
Gönül, Allah'ın mümin kulunun nazargahi ilahisi olan sırlar ve iman evidir, orada nefse yer yok. Kibre, benliğe yer yok. Şüpheye,itiraza yer yok.
İman nurunun önüne bulut olacak küçük-büyük her tülü günah, kalbe leke bırakır, büyümesi gerçek tehlikedir ve kişi kendisine çeki-düzen vermez tevbe ile o pasları, lekeleri yıkamazsa, Allah korusun kalbin mühürlenmesi ile sonuçlanır. (9)
Allah ezeli ilmiyle kullarını bildiği için, kalplerini mühürledikleri de vardır. ''Doğrusu onların kazandıkları günahlar, kalblerini kaplamıştır.'' (10) Günahların en büyüğü ve (imana dönmedikçe bağışlanamaz olanı ise) şüphesiz ki şirktir...(11)
Kalbin mühürlenmesi kulun kesbidir. Kul hür iradesi ile yolunu seçer, Allah-u Teala'da (rızası olmaksızın) fiileri yaratandır. (12) Dünya imtihanın sorularının cevapları da kabirden başlayarak mahşer yerinde neticelenir. Çok insan hem iman etmez, hem Allah'a ve kutsala saygısızca hakaretler eder, hem de maddi refah içinde yüzer ve kendisinin statüsünün, fikrinin böylece haklı olduğu zannı ile yaşar. O kişiler keşke Allah'ın mekrinden haberdar olsalardı! (ve mekeru ve mekerallah, vallahü hayrül makirin) (13)
Halbu ki, ''Mü’minler korku ve endişeyle ibâdet ederken, kâfirler güven içinde günah işlerler.'' (14) Bu sebeple insan olarak, günahlara düşsek bile, o günahı işlediğimiz anda, bu durumdan hoşnut olmamalı, olmuşsak da tevbe ile hemen üzülmeliyiz. Zira ''Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider!'' (15) Madem ''Pişmanlık tevbedir.'' (16) buyruldu, o zaman hüzünlü bir gönül ile bağışlanma o gönlü günah kirinden arındıracaktır.
''Hüzünlü, gönlü kırık kimse, Allah’ın himâyesine girer, her türlü hayra mazhar olur.'' (17)
Yazımı uzun tutmak istemedim ama özetlerken bile sanırım uzadı. Sonuç olarak ''her şey gönlünce olsun'' diye ağız alışkanlığı ile söylediğimiz söze bundan sonra şu görünmez niyetimizi de ekliyoruz. Her şey Allah'ın rızasına uygun olsun inşallah. Gönlün Allah'ın nuru/zikri ile dolsun.
Aksi durum her şey nefsin/egonun bitip tükenmeyen arzuları ve şehvetlerine uygundur.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, yazmakla, yazdığı gibi olup, anlamak bambaşka şeyler. Mübarek onbir ayın sultanı geliyor, bu fukara Murat'ı bir kırıntıcık insan eyleyince böyle ''hoca'' gibi makaleler çıkıyor.
Bunlar hep Ramazan-ı Şerif'in eserleri, esintileri,güzellikleri.
Allah'ın gazabından emin olmadığımız gibi, Allah'ın azabından Allah'ın merhametine sığınıyoruz.
Hangi halimizin, günahımızın, iç geçirişlerimizin Mevlayı gazaplandıracağını bilmiyoruz. Aynen bunun gibi, hangi iyiliğimizin, iç çekişimizin Allah'ın rızasını celb edeceğini bilemediğimiz gibi.
Duamızı tekrarlayarak noktalayalım:
"Allahümme Yâ Mukallibel Kulûb Sebbit Kalbî Alâ Dinike''
"Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Allah'ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl"
_______________
(1) Bakara : 138
(2) Nur : 35
(3) Fecr: 28
(4) Hac suresi : 46
(5) Ra'd : 28
(6) Buhari
(7) Buhari
(8) İbn Mace
(9) Tirmizi
(10) Mutaffifin, 14
(11) Nisa; 116
(12) Elmamlılı tefsiri
(13) A'raf : 99 ; Mü'minun: 55-56
(14) Hasan-ı Basri kuddise sirruh.
(15) Ebu Nuaym
(16) İbn Mace
(17) İbn Asakir
10 Mayıs 2019 Cuma
9 Mayıs 2019 Perşembe
sen hiç eskime
Sen bende eskimeyen bir şeysin.
Pırıl pırıl bir yeni.
Hep canlı duygularımsın...
Günlerim eskir, yıllarım eskir,
Sen eskimezsin.
Nasıl da avuçlarıma döktüm seni bir görsen.
Umut gibi, dua gibi, aşk diye diye...
Ruhum eskimez,bedenimi boş ver!
Aşkım hiç eskimez,
Sevdikçe severim seni...
Ben eskirim, hayat eskir,
Sen eskimezsin.
Ölümsüzlüğü gözlerinden,
Sarhoşluğu dudaklarından içerim...
Sen bende eskimez bir yenisin.
Gözlerime nur, ömrüme ikramsın.
Her şey eskir, sen eskimezsin.
Bahar goncası yanaklarında,
Koklasam doyamadığım boynunda,
Hep benim talihime hep benim yoluma,
Saklımsın ateş koynumda...
Ben eskiyeyim, hayat eskisin,
Sen hiç eskime yâr...
Sen hiç eskime...
8 Mayıs 2019 Çarşamba
Ramazanda ne okuyorum?
Bizim şehrimizde Ramazan boyunca ''Kitap Sokağı'' açılır ve şehrin yayın evleri, sempatik minik dükkanlarında indirimli fiyatlarla kitaplarını halka sunarlar.
Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim dışında, epeydir ününü duyduğum ve okumak için aslında çok çok geç kaldığım Hindistanlı büyük alim Yusuf Kandehlevi'inin Hayatü's sahabe adlı eserini aldım.
İçinde Sevgili Peygamberimiz (sav) ve güzide arkadaşlarının (ashab) hayatlarından kesitlerin olduğu enfes bir eser.
İlmi değerini takdirden aciz olarak, haddimce diyebileceğim şey : Eser hadis, siyer, tabakat, tarih kitaplarının kaynaklığında büyük emek ürünü olarak kaleme alınmış, sahih güvenilir bir eser olarak hak ettiği yerde haklı ünüyle Müslüman düşüncesinin temel taşları arasında yerini almış. Sahabelerin yaşayışlarından öyle nezih ve net örnekler veriyor ki,adeta yaşıyorsunuz...
Çehovları, Dosto'ları, Zweigları, Kafkaları okuyunca kalbimizde kalanlarlar bu tür muhteşem eserleri okuduktan sonra kalbimizde kalanlar arasında gökteki yıldızlarla, yeryüzündeki karınca arasındaki mesafeden fazladır... Entel dantel olmak için Batı/Rus edebiyatına dair okunmadık klasik bırakmayan ve bununla övünenleri iş kendi ait olduğumuz dünyaya gelince Fransız kalmaları esef vericidir...
Çok şükür, ömrüme her iki dünyadan da (biz ve onlar) eser okumalarını, gücüm nispetinde sığdırdım. Geldiğim noktada okuduğum eserlerin isimlerini unutmuş ve kitap elimde geldiğinde biraz karıştırıp pasajlar okumadıkça hatırlamadıklarımla doludur.(Yaşlanıyorum))
Konu ile alakalı temel bir soru var aslında.
İnsan ne için okur?
Bu sualin cevabı herkese ya da ait olduğunuz dünya görüşüne göre değişir, diyerek iyi,güzel ve doğru eserlerin iyi arkadaşlar olduğunun altını çizerek noktalamış olayım.
7 Mayıs 2019 Salı
Fabrika ayarları dedikleri şeyi...
Dağılmışlıklarımızı toplamak için gelir Ramazan- Şerif...
Her yıl böyle olur zaten...
O gelir bizi derler toparlar. Disipline eder, daha Türkçesi biraz adam eder.
Sonra biz onun ardından sanki haramlar mübahmış gibi dalarız dünyanın nefsimizi tatmin eden lezzetlerine...
Bu ay, gelişiyle bize bizi gösterir, öyle bir ayna olur ki, yalanın kırıntısı yok.
Vicdanımızı parlatır, öyle keskin olur ki, kendimize ait ne kadar fazlalık, israf edilmiş aşırılıklarımız varsa, törpületir...
İlk günler nefsimiz içeride bas bas bağırır. Kendisine güç verecek materyaller bir bir elinden alınır.
İstediği zaman istediğini yiyemez, içemez, güçten düşer. Cinsel dürtüleri dumura uğrar ve feryat eder: ''hayat bitti beni kabre koydular!''
İftarda sevincimize ortak olur sinsice. Biz Allah'ın bize olan emrini başardığımız için huzurlu sevinçliyken, o tek kişilik orucumuza beş kişilik iftar yaptırma derdindedir.
O zaman anlarız ki, yine yeni bir sınav var, rahat durmayacak. Disiplinimizi bozmak, sekteye uğratmak isteyen sinsi bir düşman yine sahnede!
Dağınıklarımız toplanacak ya, hazır şeytanların büyükleri de zincire vurulmuş. Bu kez günahlarımıza, suçlarımıza şeytanı bahane edemeyeceğiz. O ve ben var...Nefs ve ruh...
Günler ilerledikçe, insan/kul olarak aslında ayarlarımızın nasıl da kaçtığını, bozulduğunu anlarız. Fabrika ayarları dedikleri şeyi, Ramazan- Şerif yapar bize...
Her yıl böyle olur zaten...
O gelir bizi derler toparlar. Disipline eder, daha Türkçesi biraz adam eder.
Sonra biz onun ardından sanki haramlar mübahmış gibi dalarız dünyanın nefsimizi tatmin eden lezzetlerine...
Bu ay, gelişiyle bize bizi gösterir, öyle bir ayna olur ki, yalanın kırıntısı yok.
Vicdanımızı parlatır, öyle keskin olur ki, kendimize ait ne kadar fazlalık, israf edilmiş aşırılıklarımız varsa, törpületir...
İlk günler nefsimiz içeride bas bas bağırır. Kendisine güç verecek materyaller bir bir elinden alınır.
İstediği zaman istediğini yiyemez, içemez, güçten düşer. Cinsel dürtüleri dumura uğrar ve feryat eder: ''hayat bitti beni kabre koydular!''
İftarda sevincimize ortak olur sinsice. Biz Allah'ın bize olan emrini başardığımız için huzurlu sevinçliyken, o tek kişilik orucumuza beş kişilik iftar yaptırma derdindedir.
O zaman anlarız ki, yine yeni bir sınav var, rahat durmayacak. Disiplinimizi bozmak, sekteye uğratmak isteyen sinsi bir düşman yine sahnede!
Dağınıklarımız toplanacak ya, hazır şeytanların büyükleri de zincire vurulmuş. Bu kez günahlarımıza, suçlarımıza şeytanı bahane edemeyeceğiz. O ve ben var...Nefs ve ruh...
Günler ilerledikçe, insan/kul olarak aslında ayarlarımızın nasıl da kaçtığını, bozulduğunu anlarız. Fabrika ayarları dedikleri şeyi, Ramazan- Şerif yapar bize...
4 Mayıs 2019 Cumartesi
kendine iyi bak!
"Kendine iyi bak" demek; bazen: "sana ben bakmak isterdim..."
Bazen: "sen bensin, diğer yarımsın, kendine iyi bakman,bana bakmandır..."
Bazen de: "bende umudun kalmasın, elveda..." demektir...