31 Ekim 2020 Cumartesi

kolay sanma!


Sonlar içinden bir "son" seçmeye çabalıyorum! 
Kolay sanma! 
Gitmeye direnen şu gönlümü ikna etmeye çabalıyorum!
Duy da inanma!



29 Ekim 2020 Perşembe

Rüveyda'ya Mektuplar (58)



Kalbim!

Bazı şiirlerde, şarkılarda ''senden sonra'' diye bir cümle geçer! 
Hançerlenmek gibi bir şey! Ecel, ölüm gibi! 
Öyle bir iç acısı ki tarifi kelimelerin işi değil! 
Anlamak da her insin harcı değil..!
''Senden sonra!'' ağır bir cinayet, mecaz bile olsa Kalbim..!

Benim senden sonram yok ve olmayacak! Ya geçmişte ya da bu anda hep sendeyim Rüveyda! 
İki anda yaşarım seni hep; geçmişimde sana rastladığım bir eylül iklimi, miladım o zaman dilimi ve şu an yine seni yazdığım/yaşadığım anlar gibi hep tazecik. Öyle ya da böyle sendeyim anlayacağın...
İki zaman ve iki mevsimim gibi. İlk ve sonbahar... İlk sen ve giderken yine sen... 

''Senden sonra!'' diye bir şey olsaydı eğer, senden sonra güneş açmadı, yağmur yağmadı, insanlar gülmedi, çiçekler açmadı, çocuklar oynamadı, kuşlar cıvıldamadı, renkler soldu, kainat siyah beyaz, içinde bir ben gri... sesler de kısıldı... 
Orada da iki ses vardı sayha sayha... Ezanlar ve selalar... İki mevsim gibi, iki zaman gibi...  

Başkaca ne duydum, ne de gördüm... Ben ilmek ilmek seni ördüm... Sana tutundum; yoksa yaşamadığım, yalnızca nefeslendiğim şu misafirhane hepten çekilmezdi... Her özlediğimde seni, güzel kokulara sarıldım, sarhoş olasıya dek çektim ruhumun en ücra kıyılarına kadar seni... Bir yudum tesellim oldu güzel kokular, tekrar tekrar dinlenen melodiler ve ruhumun atıkları şiire benzeyenlerim...

''Senden sonra!'' diye bir şey olsaydı eğer, yeryüzünde göz yaşlarında bereket görüldüğünü herkes görürdü... Sen vardın bir de sen... Seni aşka boyayan, zaten her yarattığında o kadar şiddetli görünmekte ki, zuhurunun şiddetinden Onu görmekten gözler aciz. Bu gözlerle, bu dünyada zaten imkânsız!

Ah rüyalar..! İyi ki varlar! Sırlı, tarife gelmeyen, tadı ruhta kalıp, uyanınca hatırlanmayan rüyalar...Sükutu şart koşan, sırrı faş edenlere küsen rüyalar... 

Heba edilmiş vakitler içinde, zamansızlıktan yakınanların dünyasında "sana hep vaktim vardır benim!" Kalbim... Sanadır bütün zamanlar, seslenişler, hasretler...

Vakitlerin nakitten daha kıymetli olduğunu fark ettiren ömür basamaklarına varınca insan, 
kalbini de en kıymetli olana ayırmanın önemini kavrıyor sanki...
 
''Senden sonra!''
Birazcık dalsam, ya bir şarkıdan seslenirsin, ya bir şiirden tebessüm edersin... Bu iklimde ''Senden sonra!'' diye bir şey ne bilindi ne duyuldu yâr...

Bir Sümer şiirinde geçiyormuş:
"Seni bin kere öpmek lazım;
 Yedi bin yıl boyunca süren susuzluksun!" Bir haksızlık var bence. Ben senden yedi bin yıl ayrı kalıp sonra kavuşsam, bin değil on dört bin yıl öperdim... 

Seni her gün ruhundan öpen bir Murat

28 Ekim 2020 Çarşamba

Onun sallallahu aleyhi ve sellem gölgesi aşktı!



İman nasıl bir nur ve  büyük bir nimet/kurtuluş bunun bile idrakinden mahrumuz! 
Ve imansızlık nasıl bir zulmet/zillet ve mahrumiyet bundan da hem kendimiz hem de insanlık için Allah'a sığınırız. 

Düşünün biri var ki Peygamberimizden  kendisine bir söz nakledildiği zaman :''Bunu O (sav) dediyse el- hak doğrudur.'' diyor ve Sıddık ünvanı ile şerefleniyor, malum (Mirac hadisesinde Hz.Ebubekir (ra) Efendimizin şeksiz cevapları.)

Bir nasipsiz de var ki onca mucizeye rağmen iman etmemekte inat ediyor! 
Düşünün Güzeller Güzeli Efendimizin -sallallahu aleyhi ve sellem- gölgeleri gündüz güneşte, gece ay ışığında yere düşmüyor! Bunu hepsi her an görüyorlar, hepsi! 

Karşınızda o sıcakta, güneşin altında ''bir insan'' var ve gölgesi yok! Allahu Ekber demenin SubhanAllah demenin tam vakti! 

Ve O İnsanın mübarek gül kokusu latif bedenlerine sinekler de konup rahatsızlık vermiyorlar. Bir kişi görmemiş sinek konduğunu, bir kişi... Çünkü vaki değil. Bu da gölgesizliği, yüksek ahlakları ve eminliği gibi sürekli gördükleri mucizattan... Demek ki iman nimeti başka bir şey. Ve imansızlık külfeti başka bir mahrumiyet! 

Gölgesi toprağa düşmezdi. Düşmezdi ola ki biri kazara ya da kasten o gölgenin üzerine haşa basıp, hürmetsiz edip helak olmaya! 

Elinize fener alın ve yanan lambanın altına tutun gölgesi olur mu? Işığın kuvvetine göre yanan lambada ya görünür ya da kaybolur bu da ayrı bir bahis ve Kur'anda geçer.

Nurun gölgesi olmaz. Her şey O'nun -sallallahu aleyhi ve sellem- nurundan yaratıldı diye haber verilmemiş miydi, işte bu gölgesiz oluş onun ispatı değil de nedir? O kadar ortada ayan beyan.
  
Süleyman Çelebi hazretlerinin Mevlid-i şeriflerinde veciz ifadesi:
"Nur ayandır, nurun olmaz gölgesi." 

Ömrünce kimse Peygamberliğinden önce de ''bir kez bile'' haşa yalan söylediklerine şahit olmamış, bir kez... 
Düşünün bir insana düşmansınız ama korunmasını istediğiniz en kıymetli para ve mallarınız O İnsanda duruyor ve tüm düşmanlığınıza rağmen, haşa ''ihanet eder'' fikri aklınızdan geçip de ''seninle düşmanız ver emanetlerimi hemen!'' demiyorsunuz. Biliyorsunuz ki O kişi ''asla ihanet etmez'' asla. Ve etmiyor, hicret zamanı kendisinde olan emanetleri damadı Hz. Ali (ra) Efendimize, sahiplerine vermesi için bırakıp gidiyor...Yanında götürmüyor, bir şehri, onca işkencenin ardından terk etmek zorunda bırakıldığı  halde. Bu, Kur'anın beyanı ile  ''yüce ve üstün ahlak olarak yaratılış'' da ayrı ve sürekli şahit oldukları mucizelerinden değil mi? 
Bu kısa makalede iman nimeti ve zıddı imansızlık denkleminde Sevgilimiz, Önderimiz, Örneğimiz, Efendimiz, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in bilinen mucizeleri  üzerinde kısa bir tefekkür yapalım istedim ve O'nun -sallallahu aleyhi ve sellem- gölgesinin aşk olduğunu, bu sebeple Allah Teala indinde ''Habib'' Sevgili olarak taltif edildiğini hatırlayarak  Mevlid Kandilimiz O'nun -sallallahu aleyhi ve sellem- aşkına açılan bir vesile olsun duasına amin diyelim. 


   

Mevlid kandilimiz mübarek kılsın


Başımız eğik, mahcup mücrimlerin olarak, 
Sana aşık olanların gölgesine s'aklanarak onlar gibi: 
"Fedâke Ebî Ve Ümmî ve Nefsî Yâ Rasûlallâh [sav] 
anam-babam ve varlığım uğruna feda olsun diyoruz Ey Kutlu Nebi...
Allahümme salli ala seyyidina Muhammed💞

27 Ekim 2020 Salı

O da kabulüm!

 


Artık uzun yazmayı da sevmez oldum. Uzunca konuşmayı bırakalı zaten uzun zaman oldu... 

Karşımda biri uzun ve nefes almadan konuşsa boğuluyorum! İçim imdat feryatlarıyla SOS veriyor! 

Yoruyor her şey beni yaşlanıyorum..! 

Bunu eskiden kabul etmezdim. ''Yaşlanmak ne haddime!  Ha ha! Yaşlılık benim semtime uğramadan çeker giderim buralardan, hey yavrum hey!''

Artık o da kabulüm. ''O zaman sen normal değilsin!'' O da kabulüm! Yabanileştim, yabanlaştım! Hani bir yerlerde insanlardan uzak büyümekte olan kedi yavruları görürsünüz, yanlarına yaklaştırmazlar. Cedleri aslan, puma vs. gibi sesler çıkartarak tırnaklarını gösterirler. Ben de biri sohbete çekse gardımı alıyorum! Canım almıyor! Birileriyle tanışmaktan ''özenle'' kaçınıyorum. Vallahi kibir değil! Hazetmem kibirli, cimri ve pis insanlardan! 

Dedim ya: ''Sevdi beni yalnızlık! Sonra bir baktım, ben de ona tutulmuşum!'' 



adı sonbahar!


Adı sonbahar!
"Son" bahar/ihtar diye mi?
Yoksa sonu "sonsuzluk baharına" çıkacak müjdesi mi?


26 Ekim 2020 Pazartesi

Ayşe Gezer'den Rüveyda'ya Mektuplar incelemesi

okuyan.zebra Ayşe hanım İnstagramda [bookstagram] sayfa sahibiymiş ve okuma gurupları yöneticisi. Kendisine  kıymetli yorumu ve emeği için çok teşekkür ediyorum.
 
İnstagram'da (sosyal medya hesaplarında) kitabımın daha çok tanınması için çaba sarf eden herkese ayrı ayrı şükranlarımı arz ediyorum. İşte o video yorumun linki:



İnstagram'da çevrimdışıyım desem yeri var. Aktif değilim. Paylaşım yapmıyorum. Adıma açılmış sayfaları takip etmek için oradayım.

Değerli Ayşe hanımdan videoyu kanalımda, bloğumda, face'de vs yayınlama iznini sevgili rüveydaya_mektuplar adminesi vasıtası ile almış bulunmaktayım. 

Kısacası güzel insanlar, Mektuplar için güzel bir çaba içindeler. Borçlu hissettiğim için de şu notu düşmeliyim: Ne zaman sıkıldınız, nasıl ki başlarken bu adama sormadınız, ''buraya kadar!'' dediğinizde de sormayın. Öylece bırakın ya da silin, size olan sevgimde zerre değişiklik olmaz.   


Ne çok sevmişim seni Rüveyda!

 



Ne çok sevmişim seni Rüveyda ne çok!

Bunu cümle alem anladı da, bir sen mi anlayamadın? 

''Kalbim'' dedim sana, kalbimde sakladım. 

Seni kıskananlara aldırmadım. Ser verdim sır vermedin, seni vermedim.

Adın dilime gelse, duyacaklar diye dudaklarımı kilitledim. 

Ruhumun tuvalindeki sırlı renksin sen...

 



25 Ekim 2020 Pazar

Bir Adın da Yalnızlık Olsun / Cihat Erboğa

Cihat Erboğa bey tarafından yorumlanmış bir şiirimi keyifle dinledim ve siz şiir sever dostlarımla paylaşırken, kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=E_G-__PvfE4


 


benim omuzlarımda yeryüzünde ne kadar acı varsa!


benim omuzlarımda,
yeryüzünde ne kadar acı varsa..! 
sokaklarda üşüyen hayvanlardan başlasak,
evsiz-barksız banklarda yatanlara rastlarız!
evsiz derken evliliği yıkılanlar da çıkar karşımıza!
ve yanı başımızda sevdiğine kavuşamamış aşıklar,
baksan bir ömür boyu yangınlardalar!
ya şu gece vakti,
damlarına yağmur yerine, 
bomba düşen masumlar..!
evlerinden, yurtlarından edilen muhacirler!
onların üzerinden servet yapan kanlı tacirler!
ya okul yolu için kilometrelerce, 
tehlikeli yolları her gün kat etmek zorunda kalan,
o mini mini yavrucaklar!
sana, bir yudum bulanık suyu,
başlarında uzak yollardan taşıyanları,
açlıktan kaburgaları sayılanları,
ve bir kemiyet içinde, 
insandan sayılmayanları anlattılar mı?
benim omuzlarımda,
yeryüzünde ne kadar acı varsa! 
istemediği adamın zorbalığından kaçarken,
cinayeti ile hayatından edilen kadınlar!
şiddetin her türlüsüyle, 
zoraki bir hayata mecbur edilmiş kadınlar!
aldatılmış ve horlanmış vefakâr kadınlar diyorum!
mutsuz aile ve boşanmaların travmasının izlerini,
bir ömür yüzlerinde saklayan çocuklardan bahsediyorum!
diyorum ya benim omuzlarımda,
yeryüzünde ne kadar acı varsa! 
zalimlerin yönettiği-yok- sömürdüğü halklar
zayıf devletlerin köleleştirdiği,
modern zamanların bilinmeyen suçları!
insanların azınlıklar tarafından, 
insanlıklarından edildiği ahir günlerde,
şiirlere firar edişimizi çok görme kardeş!
türkülerce ağıtlarımız var bizim!
sazımızı taşa çalma kardeş!
benim omuzlarımda,
yeryüzünde ne kadar acı varsa!
gülüşlerime sakın aldanma!
acısı derin olanın, kahkahası sahtedir, iyi anla!
benim omuzlarımda,
yeryüzünde ne kadar acı varsa! 
saysam saysam bitmez nasıl olsa..! 
güçlünün haklı gösterildiği şu dünyada...
hepsi benim omuzlarımda
benim omuzlarımda...

hadi gel benimle sen de ağla...




24 Ekim 2020 Cumartesi

22 Ekim 2020 Perşembe

akşamlar!


Akşamlar! 
Ah akşamlar!
Sanki birbirini kopyalamışlar!
Hepsi durgun, 
Kederinden vurgun! 
Hüzne tutkun!
Müebbetle suskun! 
Akşamlar! 
Ah akşamlar!
Bir izin versem,
Hiç susmayacaklar..!


Teşekkür ve bir sesli şiir daha!

İnstagramda benim yönetmediğim 3 hesap canla başla kitabımın tanıtımı ve fukara sözlerimi paylaşıyorlar. Sayfa adresleri profilimde mevcut. Onlara bir de Oğuz İnal bey ve Ateş yayınları katıldılar. Okuma gurupları düzenliyorlar. 

Okuyan, okunması için emek veren herkese gönül dolusu teşekkürler ediyorum. Onlardan kareler sunarken (ki o kadar çok) bir de dünkü şiirime ses verdim. Dinlemek isterseniz: 

https://www.youtube.com/watch?v=cEOruAqIuDk 











21 Ekim 2020 Çarşamba

Dolmuyor işte!


"Yazgımız belli, yaşadığımız belli!" 
"Boşumuz dolmaz gayrı..!" dedi gönlünü arkada bırakıp giderken...


sahte bir veda bu!


ne çok gittik birbirimizden!
ne çok sevmiştik oysa!
suçlu  ne sendin ne ben!
şartların arasına sıkışıp kalmıştık!
çaresizlikti bizi  halden hale koyan!
sebepsiz değildi gidip gidip gidememeler!
sebepsiz değildi yaşanan ne varsa
ve yaşanamayan..!
hayatın iniş çıkışlarında,
sıkışıp kalmıştık gerekli gereksiz telaşlarla...
hicazla hüzzam arasında,
birbirimiz için çıkmaz sokakken,
çay mı kahve mi derken,
akıp geçti işte yıllar... 
bir kez dokunamadık birbirimize!
bir kez sarılamadık içimize..!
gözümüz arkada,
sahte vedalar için
el bile sallayamadık birbirimize..!


19 Ekim 2020 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (57)


Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Oralarda bahar olmazdı. İki mevsim vardı ya yanar ya da çok üşürdük! 
Bizleri hayata hazırlayacak bir ilkbahar bulunmazdı. Ve geçici bu hayatın sonunu bizlere hatırlatacak  sonbahar kapısını da hiç görmemiştik biz. Dedim ya bizim oralarda renkler ya siyahtı ya beyaz. Henüz gri ile tanışmamıştık!

Hızlı akan günlere öyle kaptırmıştık ki, şiddet gece duvarlara yazılan kırmızı boyalı yazılardaki köşe kapmacalardan başlar, gündüz basılan kahvehanelerde kaybedilen canlara kadar uzanırdı! Sloganlar hep emperyalizme karşı omuz omuza idi de; aşk için el ele, sırt  sırta olamamıştı!

Boynu bükük bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Lafı eğip bükerek dil ucuyla konuşulmayan, kalbini dilinin ucuna verenlerin haşin tonlamalarından geliyorum hem... Bizim oralarda iyi insanlar çoktu, çoktu da, ah o kötülüğü huy edinenler yok mu? Onlar yüzünden yaşamı doya doya yaşamadık biz ve bu yüzden ruhumuzun her bir yanı kesik kesik ve yamalı kaldı... Dikişlerden sızıyor içimize gömüp sakladığımız acılarımız, anılarca...

Kızıl bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Anarşinin orta okullara kadar indiği, seven aşıkların sevdiğinin eline dokunduğu anı aylarca taze olarak koruyup zamanlarca hayalinde yaşattığı yerlerden geliyorum ben... 

Bu yüzden hep sen varsın ruh tuvalimde Rüveyda! 
Sen öyle güzel bir hayalsin ki senin yerini kimseler alamaz, almasın da..!

Biliyorum, son nefesime kadar sol yanıma saplı bir sancı olarak kalacaksın ve düştüğüm uçurumda tutunduğum bir uçurum çiçeği olarak sarılacaksın ellerime...Ne yaşamak bu, ne de ölmek! Ne kavuşmak ne de ayrılık! Bu da bizim nasibimize kaderin yazdığı! 

İsminle başlamadım mektubuma Rüveyda! 
Sen anlarsın beni! 
Sen anladığın için bu kadar güzelsin ya! 
Sen anladığın için, yormadığın için hep güzelleşensin ya! 
Bir insanı, bir kadını asıl güzel kılan da budur. Gönül kelamını duyar ve anlar. Dil üzmez, göz düşürmez. Sevmenin hası budur kalbim. Irakları yakın eder, yakınları unutulmaz hissedişlerle taçlandırır. Özlemin dibi en koyusudur, ne içtiğin şekersiz kahve, ne gece yarıları pencereden içine çektiğin derin nefesler teskin eder! Gökte ay ve arkadaşları yıldızlar ellerinden gelse pencerenin pervazına üşüşüp teselli edecekler. 

Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım sana Rüveyda!
Şair olsaydım ne güzel bir mektup olurdu bu. İçinde aşka dair nice ağıtlar, uçsuz bucaksız denizler, tek tek saydığım kirpiklerinin buğusuna karışmış arzular, susamış çöl dudaklarımın el açıp senin dudaklarını dileyişi olurdu belki. Olmuşa, olmamışa edilen sitemlerin, belki biraz da sövmelerin afilisi dizilirdi art arda...

Kırgın bir adamın sevmesi derin, içli ve vazgeçilmez olur Rüveyda!
Gitmiş gözüktüğüne sakın inanma!

Kırgın bir Murat
 
 



İnstagram hesabım hakkında kısa not! (Görsel no: 1043)


 

Açmazdım da, adıma açılmış ve emek verilmiş hesaplar sebebi ile; kayıtsız kalmamak adına onları takip ediyorum. 

Paylaşım yapmadan konu dışında takipçi almadan!

Israrla takibe almak isteyenler kıymetli dostlardan özür diliyorum! Zaten bir şey paylaşmıyorum, niyetim de yok! 

İlgili olduğum sayfaları takip ediyor ama varlığım başkalarınca fark edilmesin diye beğeni yapmıyorum!

Bu aralar İstanbul'da kitabımla ilgili güzel çabalar, okuma gurupları falan düzenleniyor. Sebep olanlara güzel niyet ve desteklerinden dolayı bir kez daha çok teşekkür ediyorum. 


17 Ekim 2020 Cumartesi

16 Ekim 2020 Cuma

fark ediş


Baharı beklerken fark ettim ki, benim ömrüm
baştan sona sonbaharmış!


14 Ekim 2020 Çarşamba

tenhalaştığı gün!


Kalbim!
İçimin kendi kalabalığı tenhalaştığı gün,
Sendeyim!

__________
Görsele çok çok teşekkürler 🌺


13 Ekim 2020 Salı

İstihkak tamam!


Bugün de günlerin kuyruğuna "birilerini" takıp yolcu ettin!
İstihkak tamam!
İzin yok demirlemeye!
İzin yok yeniden sevmeye!


12 Ekim 2020 Pazartesi

Şiirci!

 

- Güzel şiirlerim var! 
Güzel şiirlerim vaar!
Şiirci..!
Şiirci..! 
Gidemediğim bir aşktan kalan güzel şiirlerim var!
Yüzüstü, şiir üstü düştüğüm şiirlerim var!
Kimselerin görmediği, 
Kimselerin bilmediği şiirlerim var!
Gönül defterimde,
Kan ağlayan, 
Kanla yazılan şiirlerim var!
Şifasız yarama merhem kelimelerim var!
Şiirci..! 
Şiirci!
Şiirler satıyorum!
Yok mu alan?
Yok mu beni bana bırakan!
Şiirci!
Şiirci!

Uzaktan hep uzaklardan...


Uzaklardan gelen ezanları sevdiğim gibi, uzaktan sevdim insanları...

Müezzinin "felah" dediği şeyin bir b'aşka izdüşümü     belki de bu seçilmiş yalnızlığımdı...


hep çocuk!


Bu ruh denen muamma var ya! 
Galiba bazı bedenlerde geldiği gibi kalıyor! 
Hep çocuk..! 


10 Ekim 2020 Cumartesi

Arkadaşım güzel bir sürpriz yapmış!

Bu hafta resmimin çizilmesinden sonra ikinci bir güzellik.

 Cananım isimli bir şiirim var biliyorsunuz. Mübeccel İler arkadaşım da ona ses vermiş. Kendime ait karalamaları başka bir sesten duymak ayrı bir keyif veriyor. 

Kendisine bir kez daha çok teşekkür ediyorum 

https://www.youtube.com/watch?v=Xkkr05X1o4A


bilinmez susuşlar


bildiğimiz gibi söyledik hepimiz!
bilinmez susuşlarımızla baş başa kaldığımızı 
kimselere göstermedik! 


9 Ekim 2020 Cuma

pay!

 

Payıma göçmen kuşlara 
el sallamak düştüğü günden beri
insanlar halimi sormaya çekinir oldu!


Bir başka açıdan sevmek!


Uyuşturucu müptelası olmadım çok şükür... 

Olanları filmlerde gördüm. Murat Soydan'ın bir filmi gibi mesela...

Bir de çocukluğumuzda birini (kimdi bilmiyorum) ruh ve sinir hastanesinde ziyarete gitmiştik ailece... Orada sigara için yalvaranların acıklı halleri hayal meyal hatırımda...

Sigara gibi bir bağımlılığım (tiryakilik değil, bağımlılık) olmuştu. Oradan bilirim zorluklarını. Gece paketiniz bitse ya çıkıp, soğuk yağmur demeden gidip alacaksınız  ya da bir yanınız eksikmiş gibi kendinize niçin yedek paket konusunu ihmal ettiğiniz için kızarak uyuyacaksınız! Hatta elbise ceplerini karıştıracaksınız, belki unutulmuş bir paket çıkar diye, bazen çıkar ve çocuk gibi sevinirsiniz! Sevinilen şeye de bak!

Sanki o tek sigarayı içince tamamlanıyorsunuz! Kötü kokusu gibi pis bir bağışıklık için kıvranış..!  Oysa insan beyni neye kanalize edilirse -ki bunu da niyetiniz belirliyor- kararlı bir niyetle gelen azim ve sabır. Gerisi çok kolay. Anında karşıya geçiyor ''içmeyenlerden'' oluveriyorsunuz.  

Alışkanlıklar bağımlılık olunca... Aşk sandığımız tutku olunca..!

Nelerden vaz geçebilir insan?  Ya da vaz geçmiş gibi mi durur çoğu zaman?

Ya sevdiğinden ayrılanlar? Haber alamayanlar? 

Bu hangi bağımlılık gurubuna girer? 

Sevilenin varlığı kalpte, ismi dilde nasıl volta atılır dünya hücresinde? 

İnsan çıldıracak gibi mi olur? 

Yenilenlerin içilenlerin tadı tuzu kalmadan, renkler ölgün bir gri... 

Gözlerin feri kalmamış. Boyun bükülü, günler birer birer aksa da ismi hep aynı... Takvim yapraklarını koparmaya da mecal yok!

Dayanılması zor bir hastalık gibi mi? 

Sevmek böyle bir şey mi?  Ya kavuşamamak?




Üzecekseniz bir şairi üzün!


Üzecekseniz bir şairi üzün! 
Dilerseniz kelimelerinizle dövün! 
Yetmediyse bin vurun!
Ayrılık rüzgârlarına savurun!
Ama sonra lütfen dinlemek için oturun!

Size minnet duyar bir şair!
Şiirine çiçekler sizsiniz 
Ki bal olsun...
Kalemi arı, dili lâl olsun...
Okumak yetmez, özümsemeye dar olsun!

Hokkasında bolca hüzün,
Divitinde melankolik bir tüzün.
Üzecekseniz bir şairi üzün! 
Dilerseniz o aynada siretinizi g/örün...
Dilerseniz öfkenizi söndürün...

8 Ekim 2020 Perşembe

Bir zamanlar..


Bir zamanlar bir kaç istasyonu olan radyolar vardı, televizyonlar ve internet yok iken...

Bir zamanlar kuzine sobalarında pişen yemekler, kestaneler eşliğinde içilen çaylar vardı, kaloriferler yok iken...

Bir zamanlar bir odada akşam sohbetlerine "bir maniniz yoksa size geleceğiz!" diyerek katılıp geceyi rengârenk yapan komşuluklar vardı...

Bir zamanlar "gelin ey fatihalar, yasinler..."diyen Arif Nihat Asyaların ruh ikliminde can bulduğumuz cum'a akşamları vardı...

Bir zamanlar "zaman" vardı, o zamanın oğlu adam gibi adamlar vardı...


7 Ekim 2020 Çarşamba