şiirler diz çöktü varlığının önünde,
aciz kaldı kelimeler, kalemim kırıldı...
bir ihtilal isterim, senden yana...
güftelere yeni bir beste,
bestelere senden bir nefes...
Rüveyda,
Anlaşılmak istemiyorum artık! Anlamsızlığa karışıyor, anlaşılma duygum bazen... Yılların yorgunluğu sarmışken ruhumu, anlaşılmak istemiyorum artık! Kayıp kelimelerimi de aramak istemiyorum bu gece. Kaçıncı kez dönüyor şarkı, ruhumun pencerelerinin kıyısında:
beni sev, sev de anlama... diye…
Şarkıları hüznümün suç ortağı yapıyorum yine… Bir de sessizliğin melodisi var, engin bir dinginlik, herkese notalarını göstermeyen, sırdaş kalplerin yâreni…
Düğünlerde insanları eğlendirmek için çalınan şarkılar bile benim ruhuma gelesiye kadar hüzzama eviriliyor. Elimde değil, sen yoksan bütün şarkılar hüzün makamında… Bazı şarkıların güftesi mi daha güzel, bestesi mi karar veremezsin ya öyle işte, ne anlaşılayım, ne de hasretini çektiğim kelimelerin ardına düşeyim.
Anlaşılmak isteği, sevilmek, özlenmek isteği, çocukken elimden uzak göklere kaçırdığım, balon gibi...
Bıraksınlar, kendi ruhumun odasında, perdeleri yarı yarıya kapalı, penceremden süzülen, gri renkli ışıkların arasından, ara sıra bakayım, bir yabancı gibi, kayıp giden günlerime... Kendi kalabalığımda kavrulup dururken ilgimi çekmez oldu başka tenhalar. İnsanlar oldu insancıklar… Zaman devrini yaparken çoğumuzdan usanmış, yeryüzü utanç içinde. Hoyratlık, adaletsizlik, cana kıymalar, sevgisizlikten, merhametsizlikten kurudu dünya, can çekişiyor.
Sahte gülüşleri, hep sahici sanıp her defasında sahiden yaralandığım zamanlardan beri; artık yalnızca çocukların, çiçeklerin ve kelebeklerin sahici güldüğüne inanır oldum… Sonra bir Rüveyda masalına, sana…
Sevgili Rüveyda,
Kim bu Rüveyda? diye sordular seni benden...
Ne çetin, ne zorlar zoru ve bir o kadar da lezzetli bir sual...
Kim bu Rüveyda?
Dilimde hece, dilimde kapan, dilimde şarkı, dilimde şiir, dilimde destan...
Güzel ve asil yüzüne bakmaya doyamadığım kadın.
Bir ömür, ömrümü uğruna adamak isteyip de aradığım...
Bir ömür yanmaklığım...
Bulamayıp da, bulur gibi kanıp, ağladığım...
Sayfalarca ilmek ilmek, hasretinden bir kırıntıyı satırlara dökebildiğim ve dökemediğim.
Rüveyda, kadir kıymet bilenim. İncinmeyenim ve incitmeyenim
Dil üzmezim, gönül yormazım.
Karşılıksız, katıksız sevenim, hissedenim, hislerim.
Gözüm, kulağım, sesim soluğum, nefesim.
Yaşama sevincim.
Gökyüzüm, göklerinde kanat çırpıp özgürce uçtuğum... Kanatlarımı açıp, çırpmadan, rüzgârına, büyüsüne, göğsüne kendimi bırakıp, yıllarca, hasretine savrulduğum. En güzel sevenim, en güzel öpenim, en güzel nefeslendiğim...
Gözyaşlarımın membaı, ruhumun ilham kaynağı. Sevgilim Kalbim, Seni soruyorlar bana...
Seni nasıl anlatabilirim ki her tamam dediğim kelimede, eksikliğim, perçinlenir.
Her mektupta, bitmeyecek serüvenimize, kıvılcım kıvılcım ateş düşer, büyür içimin yangınları, büyür hasretler, büyür bekleyişler. Her bulduğumda kaybettiğim her kavuştuğumdaa hasret çöllerinde kavrulduğumsun…
Ağrı dağı olur, ağır olur, ağrılar, sancılar başımda duman olur. Türkülerce duvarlarıma çerçeve olur. Her bir tablodan, Rüveydam bir başka güzel surette belirir. (Yazım kuralı Rüveydam derken ismini üstten virgülle ayırmak bile bana zulüm gelir.)
Zamanlarıma bitimsiz bir senfoni gibi arzı endam eyler...
Ruhumun izdüşümü, izleri peşinden, yalın ayak, başı kabak yollarına düştüğümdür...
Kalan ömrümü, yankısının gri bir renkle sardığı şarkı şarkı ağladığım, içimde yankılanarak büyüyen avazlarımdır.
Gelmek istemiyor gece Ne sen gelebiliyorsun o yüzden Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.[¹]
Yalnız akşamlarda, yalnız grup eden güneşe bakarak Ah Rüveyda, yine yoksun! diye çocuklar gibi dudak bükerek iç çeken içimin acısıdır...
Kapıdan girerken güneş yüzüyle beni sımsıcak sevgisiyle karşılayanımdır Rüveyda...
Bakmaya kıyamadığım, kadifelere sarıp sarmaladığımdır Rüveyda...
Kavuştuğumuzda, ayrılığın elemini bir an olsun unutmadan, kıymeti bilinen zamanların, zafer ve şükür hazzıdır Rüveyda...
Varlığımda kıymet bilen, bulduktan sonra yokluğuma düşmeyenimdir Rüveyda...
Adını anmakla zenginleştiğim, dilime çalınmış lezzet, gönül tahtımda bir prensestir Rüveyda...
Uyuduğunda, sessizce, bir çocuğu seyredişimdir Rüveyda...
Sabahları özlediğim, gül yüzünü görmeye sabırsızlığımdır Rüveyda...
Ömür çölüme yağmasını beklediğim yağmurumdur Rüveyda...
Bir kadından fazlası, bir insandan fazlası, bir melektir Rüveyda...
Rüveyda bana verdiği huzur ile kendisine âşık olunandır.
Bir gün yazmayı bıraksam da, ruhumun tuvalindeki suretinin dibine notlarımın son nefesime kadar yazmaktan vazgeçilmeyecek olandır Rüveyda...
Bembeyaz dişlerin, inci tanesi gibi dizilmişliğinden ışıklar saçarak beni sevdiğini söylemekten bıkmayanımdır Rüveyda...
Kadınımdır, karımdır, canımdır, yol arkadaşım, cananım, aşkım, yârim...
Çok şeydir Rüveyda, ne yazsam, ne söylesem azımsadığım, anlatamadığım, acizliğim, doymadığım, arsızlığımdır Rüveyda...
Dudaklarından nefes alıp solumaklığım, öpmelere doyamadığım, ahufigânımdır Rüveyda...
Rüveyda, bazen şairin çocuksun sen dediği yaramaz, ürkek bir ceylan goncası.
Bazen sığınıldığında, insana huzur veren, bir tavan arası...
Rüveyda bazen çok tanıdık, tanıdıktan da tanıdık, sanki kadim zamanlarda, ruhumun yol arkadaşı...
Bazen de gökkuşağının tüm renkleri, beni hiçbir zaman üzmeyen, hep özümseyen...
Rüveyda, hayatımda hiçbir zaman nefesinin nefesime değmediği ve sanırım kalan ömrümde de, artık yolunu gözlemediğim güzel bir masal...
Rüveyda, ruh tuvalimde sakladığım, ömrüme hasretim...
Tükenmekte olan ömrüme, Bir yudum tesellim.
Rüveyda’sında kaybolmuş bir Murat
[¹] Federico Garcia Lorca
Not: Ağustos 2025 itibariyle kitap fiyatları ve kargodaki yükseliş sebebiyle, kitabımın tamamını eklemeyi uygun buldum. Dizin problemleri için üzgünüm.