o içimde hiç susmadan sürekli çalan,
aynı şarkının,
damla damla dökülen notalarının,
kalp duvarımdaki sızıydı...
Sevgili Rüveyda,
Hüznümün koyulaştığı demlerde, kaçtığımsın. Korkuyorum bu gidişle insanlar yıldızları da çalacaklar, gökteki ayı üzdükleri yetmiyormuş gibi… Faniliğin rengine bürünüp de geldi akşam. Gün ölmek üzere… Gün öldürüyor ömrümden bir günü daha…
Ah kaçıncı akşam bilen yok! Sen yoksun, ben iyi değilim ve üşüyorum!
Üşüdüğüm demlerde, üzerime örtülen yorgan gibi sıcak sobanın yanında yer açan ev sahibi gibi sığınılansın...
Neredesin?
Sorgusuzca, soyunup da gel, şartlarından, kuşatmalardan! Eşine rastlanmayacak günler bizi beklerken, sıyrıl prangalardan! Veda etmeden gel, zaman yok; hadi duy artık sesimi! Gözlerime baksan sessizce, anlatır onlar sana hasretlerimi... İsim arama hikâyemize, ardına bakma, sadece gel!
Sevgili Rüveyda,
Artık iyice inanmaya başladım; ben yalnız öleceğim!
Belki de, omzumdaki veballeri bu ceza ile ödeye ödeye göçeceğim!
Biraz yazarsam, ruhumun saçmalıklarını sana olan hasretimle harmanlarsam, iyi olurum belki sana yazmak, seni yazmak bu adama terapi…
Belki sabaha bu mektubu sana göndermeden yanan sobayı şenlendiririm! Fena mı, aşk ateşinde yanar soba da sahibi gibi! Kaybedişlerin, kaybedenlerin şerefine çekiyorum keşkeleri içime, derin derin... Annem yine hastaydı; Giderken beni de götür, unutma sakın! dedim içimden. Bir insan yürüyen cenaze olur mu, olur! Yaşama tutunmak için bir gayesi kalmamış insan, ancak onu tanımayan başkalarının gözünde yaşıyor görünür... Umut, yaşam sevinci öyle büyük nimetlerden ki... En az sağlık, en az akıl gibi... Şair ne güzel demiş:
Bir delice serçe kuşun kanadı,
akıllı rüzgarın seyrini bozar![¹]
Deli rüzgâr olmaya ne çok adaydım. O serçe kuşu hiçbir zaman uğramadı benim semtime... Esişlerim de işe yaramadı. Ben estiğimde serçe kuşu ortalıkta yoktu; o uçup kanat çırptığında da, ben başka ülkelerde fırtına, boran oluyor, aşksızlığın hasretinden burnumdan soluyordum!
Oysa ben:
Bambaşka bir yerde olmak isterdim.
Pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim.[²]
Olmadı, bir başka bahara diyemem! Çünkü bu sonbahar, son hazan aşktan yana!
Hakkımızı kullandık aşksız geçen ömürde, mevsimler nehirler gibi çağladı, peş peşe hızla aktı gittiler! İçimde kaldı bir kadına sunmak istediğim seviler…
Gençlik bir süstü, gelip geçti,
Nefsim dünyaya doymamaktan küstü! [³] Benim dünyam sendin Rüveyda...
Sana doyamadım, kanamadım, sadece aradım, bekledim ve yandım! Sen, keşfedilmek isteyendin; seni keşfeden, sana sahip olabilirdi ve sen oracıkta verirdin ruhunu... diyen iç sesime yankıdır Rüveyda... Biliyor musun, seni kıskanan ve senden yana sitem eden kadınlar var! Hoş ve anlaşılabilir bir kıskançlık olmakla birlikte, pek de sevimli, sempatik. Sebebini tekrar etmek abes, önceki mektuplarda yeterince izah ettim biliyorsun...
Alışmak bazen güzel bir bağış, bazen müthiş bir işkence, kaybedince. Uzun zamandır alışmak korkusu içinde ve alışılmamaya çaba harcıyorum. Ne ben birisine yokluğunda ağlayacak kadar alışayım, ne de birisi bana, üzüntü çekecek kadar alışsın. Sevgili Rüveyda,
Farkındasın zihnim dağınık. Konudan konuya geçiyor gibiyim. Birbiri ile bağlantılı olsa da, geçişler konusunda özenli değilim. Kaleme hükmedilmez, kâğıt caddesinde dilediğince yol alır.
Hem yazsak kime ne, bir nebze ruhumuzun atıkları kâğıt üzerinde Arnavut taşları gibi eğreti dizilişlere kurban olmuyor mu? Sonra kalem bir tarafa, kâğıt bir tarafa, rüzgâr ayrı yönde, serçe kuşu ayrı... Sonuçta:
Bitpazarlarına düşmüş kitaplara benziyor yalnızlığımız kimselerin açıp okumadığı... [⁴]
Sevgili Rüveyda,
Ben, iyi olmadığım zamanlarda -ki genelde yani- insanlardan uzak dururum. Hem anlayıp üzülmelerine sebep olmamak için hem de istemsizce içime, daha çok derinlere saklanırım. Şimdi yine öyle yapacağım. Seni istemeden, bilmeden üzdüysem, lütfen mazur görüp affet... Serçe kuşundan ürken bir Murat
[¹] Kanarya Banu Dağ
[²] Franz Kafka
[³] Necip Fazıl Kısakürek
[⁴] Nuri Can