28 Haziran 2016 Salı
her şey çok hızlı...
Ne güzel yağmur yağıyor. Mis gibi toprak kokusu sardı her yeri.
Ta ruhumda hissediyorum.
Ortalık serinledi,hem çalışıp hem oruç tutanlar da mutlu olmuşlardır. Başlarken de günlerce serindi,bizi alıştırmak için.
Ne güzel yağmur yağıyor. Mis gibi toprak kokusu sardı her yeri...
Bitkiler de sevinmiştir. Keşke Antalya'ya da yağsaydı,koskocaman bir hayat kül olmasaydı...
Geçmeyen bir an'da yılları tüketiyoruz hızla.
Her başlanmış şeyin bir sonu da var işte.
Geldik gidiyoruz,gitmiyor çok hızlı koşuyoruz.
Ah hayatın noktasını,virgülünü,ünlemini görmeden anlamadan nefes nefes ölüyoruz.
26 Haziran 2016 Pazar
23 Haziran 2016 Perşembe
Kadir gecesi tespiti
Evliyadan alim fadıl zat İmamı Şarani Hazretleri 30 sene,Ramazan ayının giriş günlerine göre tesbit edip Kadir Gece'sini ihya etmişlerdir.İmamı Şarani'ye göre KADİR GECE'si hesaplaması şu şekildedir:
*Pazar günü girerse,28'i 29'a bağlayan gece
*Pazartesi günü girerse, 20'yi 21'e bağlayan gece (yani önümüzdeki cumartesiyi pazara-25-26 haziran-bağlayan gece !)
*Salı günü girerse, 26'yı 27'ye bağlayan gece
*Çarşamba günü girerse,18'i 19'a bağlayan gece
*Perşembe günü girerse, 24'ü 25'e bağlayan gece
*Cuma günü girerse, 16'yı 17'ye bağlayan gece
*Cumartesi günü girerse, 22'yi 23'e bağlayan gece
İmamı Şarani Hz. bu usul ile 30 sene kadir gecesini bulup ihya etmişlerdir.Bir çok evliya bu usul ile kadir gecesini bulmuşlardır.
Günlerin efendisi cuma ve gecesi anlayamadığımız kadar üstün ve kıymetlidir,hele Ramazan-ı şerif içindeki cumalar daha da kıymetlidir. Bu gece 19 tek sayılı ve cum'a gecesidir.
Dualarınıza bu mücrimi de katıverin lütfen.
20 Haziran 2016 Pazartesi
17 Haziran 2016 Cuma
Her doğruyu herkes,herkese söylememeli !
''Dini bilgisi olan bir bayanım, sözlendim. Bir kaç ay sürmeden sözlüm benim onu onore etmediğimi, sürekli eksiklerini,hatalarını söylememden usandığını söyleyerek sözü attı. Size sorarım, hakkı söylemek hata mı ?''
Sondan başlarsak, yerinde ve zamanında söylenmediğinde, evet hatadır. Hem de bazen büyük hatadır,sizin olayınızda görüldüğü gibi.
İnsan denen canlı, tenkit edilmeyi,eleştiriyi zaten yapısı gereği sevmez. Hangimiz bundan hoşlanırız ki..?
Eleştiriye ancak, nefsini/ego belli bir seviyede terbiye edebilmiş insanlar kaldırabilirler.
Bir de eleştiri biçimi, tarzı da çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim'de gerek Efendimiz (sav)'e hitaben, gerekse Hz.Musa (as) hitaben, yumuşak ve sözün en güzelini (tarzını/uslûp) seçerek, kaba oluş,sert söylemden uzak durulması istenmiştir.
Konuyla ilgili pek çok hadis de vardır.
Ama ben bu genel girişten, sizin özelinize dair başka bir şey söylemeliyim. Daha önce itibar ile ilgili bir yazımda da değindiğim gibi; kadın erkekten bir adım geride durduğunu gösterecek.(En entel,okumuş aydın erkek bile, karşısında kendisine sivri direkt kelimeleriyle çeki-düzen vermeye kalkan kadından hoşlanmaz.) Önce bunu yapacak, sonra su misali, partnerinin sertliklerini zamana yayarak törpüleyecek. Acele,keskin sirke,sivri dilli olmayacak. Bazı insanlar hakkı öyle bir söylerler ki, dili kesilesice dersiniz ! Çünkü o dili bıçak gibi, muhatabının tüm motivasyonunu, moralini,neş'esini kesiverir !
Kadın,eşini (diyelim) her daim onore edecek, poh-pohlayacak. Adam sanacak ki, yeryüzünde en yakışıklı/karizmatik, ideal erkek benim. Aynısı farklı tarz ile adam için de geçerli O da eşine değer verdiğini davranışlarında, söz ve bakışlarında gösterecek. İkisi de birbirlerinin kıymetlisi olacak.
Bazı insanlar biraz İslami bilgiye ulaşınca, kendilerini allame-i cihan sanıyorlar. Emr-i bil maruf yapacağız diye,katliam yapıyorlar. Bu sebeple mübarek mezhep imamımız İmam-ı Azam (rh.a) hazretleri,insanların pek çoğuna ve oğlu Hammad'a hakkı söyleme, yanlıştan caydırma eylemini yasaklamıştır. Sebebini soran oğluna mealen :
''- Oğlum biz muhatabımızla konuşurken başımızın üstünde bir kuş varmış gibi, son derece dikkatli,özenli kelimelere seçerek konuşuyoruz. Sizler ise, adeta muhatabınızın ayağının kayması için çabalar gibi itici konuşuyorsunuz...'' şeklinde devam eden müthiş bir ölçü verir.
Peygamberimiz Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam şöyle buyurdu:
''Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.
Uyuşun, ihtilafa düşmeyin. İnsanlara yumuşak davranın, şiddet göstermeyin.''
(Müslim)
Bu mübarek hadisi o kadar çok duyduk ki, çok sevdik ve ezberledik.
Ama zerre anlamadık ve uygulayamadık..!
İslam'ı ilk öğrendiğim yıllarda bendeniz de, öğrendiklerimin yakın çevremden başlayarak herkesin bilmesi aşkıyla bir dönem çırpındım. Neyse ki, yukarıda bahsettiğim İmam-ı Azam örneğine çabuk ulaştım. Hatta Osmanlı'da iyiliği söyleme,kötülükten men etme işini Hisbe isimli teşkilat dışında avama yasak olduğunu görünce olayın ciddiyetin daha iyi kavradım.
Ondan sonra nazımın geçtiğine nazlıca...söyleme dışında bu benim işim değil dedim. Ne bilgi donanımım, ne de sabırsız-asabi mizacımın yüklenebileceği bir şey değil diyerek, zaman içinde kendime çekildim.
Bakınız, şimdi ben az önce kendime ''asabi'' dedim. Ben bunu sözlümün yanında söylesem, sözlüm
de ''evet sen çok asabisin biraz sakin ol...vs'' dese aptallık etmiş olur..!
Niçin ? Çünkü bunu ben biliyor ve zaten söylüyorum. Bu sözü onaylayan çok yakın bir arkadaş,anne olabilir ama sözlüm olamaz, olmamalı. Sözlüm bana böyle söylediğimde :
''- Yok canım sen de durduk yere bir şeye sinirlenen insan değilsin, hem bu durumun farkındasın ve kendini kontrol edebiliyorsun, sıkma canını...''dese ve bunu derken samimi sevgi dolu gözlerle baksa, aynı zamanda bana bir mesaj vermiş olur,ne demiş olur;
1-Her şeye sinirlenme !
2-Kontrollü ol,çirkinleşme
3-Sıkma canımızı !
Bakışlarıyla da buna rağmen çok değerli olduğumu hissettirirse,(seni her halin ile seveceğim) ben sözlüm başta olmak üzere asabiyet konusunda,herkese ve her şeye daha özenli kontrollü olmaz mıyım ?
İşte bu bir tarzdır.
Aksini yaparsa sözlüm, (sözlüm diyorum yani sizin durumunuza göre bir anlatım) ben zaten beni eksikli, hatası çok,kusurlu gören bir kadının gözündeki durumumu muhasebe eder ve o kadınla evlenmek istemem. Bana doğrumu gerçeğimi kaba ve sert söylediği için, ilişki dumura uğrar. Zira her erkek eşi nezdinde üstün görülmek/bilinmek ister. Bu kaybedildiği zaman, inanın çok erkek biliyorum, fiziken en güzel kadın bile olsa,cazibesi eriyip gidiyor; sonrasında cinselliği bile kaybedilmiş monoton,monolog bir yaşam...
Unutmayın !
Hiç bir erkek, kendisini azımsayan bir kadında çoğalamaz. Ve hiç bir erkek, kendisini yetersiz gören bir kadına adamlık yapamaz !
Sondan başlarsak, yerinde ve zamanında söylenmediğinde, evet hatadır. Hem de bazen büyük hatadır,sizin olayınızda görüldüğü gibi.
İnsan denen canlı, tenkit edilmeyi,eleştiriyi zaten yapısı gereği sevmez. Hangimiz bundan hoşlanırız ki..?
Eleştiriye ancak, nefsini/ego belli bir seviyede terbiye edebilmiş insanlar kaldırabilirler.
Bir de eleştiri biçimi, tarzı da çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim'de gerek Efendimiz (sav)'e hitaben, gerekse Hz.Musa (as) hitaben, yumuşak ve sözün en güzelini (tarzını/uslûp) seçerek, kaba oluş,sert söylemden uzak durulması istenmiştir.
Konuyla ilgili pek çok hadis de vardır.
Ama ben bu genel girişten, sizin özelinize dair başka bir şey söylemeliyim. Daha önce itibar ile ilgili bir yazımda da değindiğim gibi; kadın erkekten bir adım geride durduğunu gösterecek.(En entel,okumuş aydın erkek bile, karşısında kendisine sivri direkt kelimeleriyle çeki-düzen vermeye kalkan kadından hoşlanmaz.) Önce bunu yapacak, sonra su misali, partnerinin sertliklerini zamana yayarak törpüleyecek. Acele,keskin sirke,sivri dilli olmayacak. Bazı insanlar hakkı öyle bir söylerler ki, dili kesilesice dersiniz ! Çünkü o dili bıçak gibi, muhatabının tüm motivasyonunu, moralini,neş'esini kesiverir !
Kadın,eşini (diyelim) her daim onore edecek, poh-pohlayacak. Adam sanacak ki, yeryüzünde en yakışıklı/karizmatik, ideal erkek benim. Aynısı farklı tarz ile adam için de geçerli O da eşine değer verdiğini davranışlarında, söz ve bakışlarında gösterecek. İkisi de birbirlerinin kıymetlisi olacak.
Bazı insanlar biraz İslami bilgiye ulaşınca, kendilerini allame-i cihan sanıyorlar. Emr-i bil maruf yapacağız diye,katliam yapıyorlar. Bu sebeple mübarek mezhep imamımız İmam-ı Azam (rh.a) hazretleri,insanların pek çoğuna ve oğlu Hammad'a hakkı söyleme, yanlıştan caydırma eylemini yasaklamıştır. Sebebini soran oğluna mealen :
''- Oğlum biz muhatabımızla konuşurken başımızın üstünde bir kuş varmış gibi, son derece dikkatli,özenli kelimelere seçerek konuşuyoruz. Sizler ise, adeta muhatabınızın ayağının kayması için çabalar gibi itici konuşuyorsunuz...'' şeklinde devam eden müthiş bir ölçü verir.
Peygamberimiz Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam şöyle buyurdu:
''Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.
Uyuşun, ihtilafa düşmeyin. İnsanlara yumuşak davranın, şiddet göstermeyin.''
(Müslim)
Bu mübarek hadisi o kadar çok duyduk ki, çok sevdik ve ezberledik.
Ama zerre anlamadık ve uygulayamadık..!
İslam'ı ilk öğrendiğim yıllarda bendeniz de, öğrendiklerimin yakın çevremden başlayarak herkesin bilmesi aşkıyla bir dönem çırpındım. Neyse ki, yukarıda bahsettiğim İmam-ı Azam örneğine çabuk ulaştım. Hatta Osmanlı'da iyiliği söyleme,kötülükten men etme işini Hisbe isimli teşkilat dışında avama yasak olduğunu görünce olayın ciddiyetin daha iyi kavradım.
Ondan sonra nazımın geçtiğine nazlıca...söyleme dışında bu benim işim değil dedim. Ne bilgi donanımım, ne de sabırsız-asabi mizacımın yüklenebileceği bir şey değil diyerek, zaman içinde kendime çekildim.
Bakınız, şimdi ben az önce kendime ''asabi'' dedim. Ben bunu sözlümün yanında söylesem, sözlüm
de ''evet sen çok asabisin biraz sakin ol...vs'' dese aptallık etmiş olur..!
Niçin ? Çünkü bunu ben biliyor ve zaten söylüyorum. Bu sözü onaylayan çok yakın bir arkadaş,anne olabilir ama sözlüm olamaz, olmamalı. Sözlüm bana böyle söylediğimde :
''- Yok canım sen de durduk yere bir şeye sinirlenen insan değilsin, hem bu durumun farkındasın ve kendini kontrol edebiliyorsun, sıkma canını...''dese ve bunu derken samimi sevgi dolu gözlerle baksa, aynı zamanda bana bir mesaj vermiş olur,ne demiş olur;
1-Her şeye sinirlenme !
2-Kontrollü ol,çirkinleşme
3-Sıkma canımızı !
Bakışlarıyla da buna rağmen çok değerli olduğumu hissettirirse,(seni her halin ile seveceğim) ben sözlüm başta olmak üzere asabiyet konusunda,herkese ve her şeye daha özenli kontrollü olmaz mıyım ?
İşte bu bir tarzdır.
Aksini yaparsa sözlüm, (sözlüm diyorum yani sizin durumunuza göre bir anlatım) ben zaten beni eksikli, hatası çok,kusurlu gören bir kadının gözündeki durumumu muhasebe eder ve o kadınla evlenmek istemem. Bana doğrumu gerçeğimi kaba ve sert söylediği için, ilişki dumura uğrar. Zira her erkek eşi nezdinde üstün görülmek/bilinmek ister. Bu kaybedildiği zaman, inanın çok erkek biliyorum, fiziken en güzel kadın bile olsa,cazibesi eriyip gidiyor; sonrasında cinselliği bile kaybedilmiş monoton,monolog bir yaşam...
Unutmayın !
Hiç bir erkek, kendisini azımsayan bir kadında çoğalamaz. Ve hiç bir erkek, kendisini yetersiz gören bir kadına adamlık yapamaz !
16 Haziran 2016 Perşembe
14 Haziran 2016 Salı
13 Haziran 2016 Pazartesi
12 Haziran 2016 Pazar
Ramazan-ı şerif bir karantinadır.
Ramazan-ı şerif;zaaflarımızı,hatalarımızı,günahkâr alışkanlıklarımızı görüp,onarmak için de gelmiştir.
Bir ay gibi bir süre olmasının hikmetlerinden biri de budur.Hasta kalplerimizdeki virüslerin temizlenme zamanı.
“Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem ateşinden kurtuluştur” hadisi şerifine bir de şöyle bakalım.
Rahmet : Sana zaaflarını,işleye geldiğin günahlarını farkedebileceğin ilk on günlük zaman dilimi. Allah bunları görmeni sağlayarak sana RAHMET ediyor. Bu yağmurda/rahmette ıslan,gör ve
kaçma...!
Mağfiret : İkinci on günlük süreçte affedilenlerden olma şansı. İlk onda sana fark ettirilen zaaf ve günahlarından pişmanlık ve tevbe içindesin; gönlün yaslı,gözün yaşlı.''Yarabbi ben pişmanım,bütün yapmış olduğum günahlardan, inşallah ben bir daha yapmayacağım.''demek ve bunun gereği gibi davranmak da nasip oldu,ümitlen,sevin..!
Ramazan öncesi işlediklerinden uzaksın,MAĞFİRET yağmurlarında ılık ılık yıkanmakta,arınmaktasın.
Kurtuluş : İki onda gördün,sakındın,onarma yolunda mesafe kat ettin. Çok göz yaşı döktün. Orucu her azan ile tutuyorsun. Meleklerin özelliklerinden,renklerinden renkler alıyor, hatta kimi zaman onları da imrendiyorsun. Kur'an ayında,bol bol kıraat ve salavat ile dilinden başlayıp, tüm bedenini ve ruhunu paklıyorsun. Virüslerin çoğunu attın dışarı.
Bayram yaklaşıyor. Sınavının iyi geçtiğine ve artık tamir edilmiş huylarını,tüm aylara ve ömrüne yayma isteğin gayretin,niyetin azmin de var. ''Cehennemden azad edilenlerdensin!'' müjdesinin kapsadığı kullardan olduğuna dair içinde engin bir umut var.
Şimdi niçin orucun bir ay gibi bir süre olduğunu daha iyi idrak ediyorsun. Karantinadaydın, hastalıklarını gördün ve tedavi yolunda gönülden bir savaşım içindeydin. Ve artık kararlısın, bu kıymetini insanların çoğunun taktir etmekte gafil davrandığı ramazan-ı şerif ile kazandıklarınla, değişim ve taze bir başlangıç ile ömür yoluna devam edeceksin.
Umabilir ve huzurlu olabilirsin.
Çünkü Allah'a nasıl bir zannın varsa, sana onu verecek. O, (cc) kendisinden umanların umudunu geri çevirmeyen,merhametlilerin en Merhametlisi, Kerem sahibi bir Padişahtır.
Bir ay gibi bir süre olmasının hikmetlerinden biri de budur.Hasta kalplerimizdeki virüslerin temizlenme zamanı.
“Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem ateşinden kurtuluştur” hadisi şerifine bir de şöyle bakalım.
Rahmet : Sana zaaflarını,işleye geldiğin günahlarını farkedebileceğin ilk on günlük zaman dilimi. Allah bunları görmeni sağlayarak sana RAHMET ediyor. Bu yağmurda/rahmette ıslan,gör ve
kaçma...!
Mağfiret : İkinci on günlük süreçte affedilenlerden olma şansı. İlk onda sana fark ettirilen zaaf ve günahlarından pişmanlık ve tevbe içindesin; gönlün yaslı,gözün yaşlı.''Yarabbi ben pişmanım,bütün yapmış olduğum günahlardan, inşallah ben bir daha yapmayacağım.''demek ve bunun gereği gibi davranmak da nasip oldu,ümitlen,sevin..!
Ramazan öncesi işlediklerinden uzaksın,MAĞFİRET yağmurlarında ılık ılık yıkanmakta,arınmaktasın.
Kurtuluş : İki onda gördün,sakındın,onarma yolunda mesafe kat ettin. Çok göz yaşı döktün. Orucu her azan ile tutuyorsun. Meleklerin özelliklerinden,renklerinden renkler alıyor, hatta kimi zaman onları da imrendiyorsun. Kur'an ayında,bol bol kıraat ve salavat ile dilinden başlayıp, tüm bedenini ve ruhunu paklıyorsun. Virüslerin çoğunu attın dışarı.
Bayram yaklaşıyor. Sınavının iyi geçtiğine ve artık tamir edilmiş huylarını,tüm aylara ve ömrüne yayma isteğin gayretin,niyetin azmin de var. ''Cehennemden azad edilenlerdensin!'' müjdesinin kapsadığı kullardan olduğuna dair içinde engin bir umut var.
Şimdi niçin orucun bir ay gibi bir süre olduğunu daha iyi idrak ediyorsun. Karantinadaydın, hastalıklarını gördün ve tedavi yolunda gönülden bir savaşım içindeydin. Ve artık kararlısın, bu kıymetini insanların çoğunun taktir etmekte gafil davrandığı ramazan-ı şerif ile kazandıklarınla, değişim ve taze bir başlangıç ile ömür yoluna devam edeceksin.
Umabilir ve huzurlu olabilirsin.
Çünkü Allah'a nasıl bir zannın varsa, sana onu verecek. O, (cc) kendisinden umanların umudunu geri çevirmeyen,merhametlilerin en Merhametlisi, Kerem sahibi bir Padişahtır.
11 Haziran 2016 Cumartesi
10 Haziran 2016 Cuma
Mevila / Gül Tanrıverdi
İkindi ezanları okunurken,Mevila kapımı tıkladı.
Kargodan gelecek olanı bilmenin heyecanı ile kapıyı açtım.
Her zaman yaptığım gibi kitabın önce arka kapağını okudum.
''Gül'de Tanrı vergisi bir saflık,masumiyet ve duruluk var. Bir öyküleme yeteneği ve ısrarı...'' diye başlayan sunum da, yazarın soy isminin kullanılmadan bahsi ile,önce bildiğimiz gül bitkisi sanmam kısa sürdü, daha sonra bu samimi sevecen sunumun sahibinin, yazarın hocası Sadık Yalsızuçanlar'a ait olduğunu anlıyorsunuz.
Kapağı açınca ilk sayfada yazar tarafından ''...Mevila yolculuğunuzun güzel geçmesi dileğimle...diye adıma kitabın imzalanmış olduğunu görünce bir ilki de yaşamış oldum.Sanırım tevafuken yazar yayınevine uğramış ve kitap isteklerini görünce böyle bir güzellik yapmış olmalıydı.(Kendisinin bu yazımdan haberi olur mu bilinmez ama teşekkür ediyorum.)
Kitap fuarlarına zamanım olunca giderim ama hiç bir zaman sevdiğim bir yazara kitabını imzalatmak kısmet olmadı,sanırım buna pek de önem vermedim.
Şimdi bunun okuyucunun kendisini ''özel'' hissetmesine ve yazar ile daha yakın bir bağ kurmasına sebep olduğunu fark ediyorum.
Artık daha iyi anlıyorum, gençlerin pop şarkıcılarına ya da futbolculara imza attırma meraklarını.
İlk okumada, 102 sahifelik kitabı yarıladım. Sonra iftar vakti yaklaştığından mola verdim.
Mevila, ''Allah'a yürüyüş'' seyr-i ilallah... Anlamı bu imiş.
Gerçekten, günlük,hemen herkesin yaşayabileceği olayları Sadık hocanın da ifade ettiği gibi, hikayeleştirebilmek, öykülemek;bunu yaparken de düşündürebilmek ayrı bir yetenek. Mevila belki de kökleri itibariyle inziva ile de ilgili olabilir. Çünkü kitap içinize inziva tohumu da ekiyor. Ve mavera özlemi...Ötelerin ötesine,geldiğimiz yerlerin hasreti. Dünya gurbeti...
Bu kitapla biraz da çocukluğuma gittim, Kızıl Zindanlar romanı, sonra Ş.Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı...
Çocuğunuzun okuma alışkanlığı kazanmasını istiyorsanız eline roman ya da hikaye kitabı verin.
O yıllardan sonra hiç roman,hikaye okumadım. Belli bir seviyeden sonra zaman kaybı gibi geliyor insana. Daha ciddi, entel dantel kitaplarla, dini/fıkhi ve tasavvufi kitapları harmanladım
Son dönemde dini olmayanların da çok da gerekli olmadığına karar verip, kitap konusundaki hassasiyetim ''zamanı akıllıca ve en faydalı olana hasretmek adına'' çoğaldı.
Sonra mı, sonra gözlerim gözlüksüz iş görmez olunca okumadan da soğudum. Kutsal Kitabımız Kur'an ve Kütüb-i Sitte, artık okumaya çabaladığım iki eser. Kur'anı Arapçasından çok akıcı okuduğum söylenemez. Hele biraz ara verip, Yasin'den Yasin'e elinize alırsanız, bu mübarek Kitap size adeta küser ve diliniz tutukluk yapar.
Güya Mevila'dan bahsediyordum. Necip Fazıl'ın ''O ve Ben '' eserine benzedi. Orada Üstad, ''O'nu anlatacaktım, yine kendimi anlattım..'' gibi bir şey söyler ya öyle olmadan sadede geleyim.
Ne diyordum, yıllar sonra içinde 16 kısa ve hiç sıkmayan, lezzetle tebessüm ettiren,düşündüren eseri az önce bitirdim. Her hikâyede durup kalıyorsunuz, diğerine geçmek için sabırsızlanırken, okuduğunuzu sindirmek için gökyüzüne bakmak oradan maveraya uçmak istiyorsunuz.
Bir de canınız hikaye ya da günlük yazmak istiyor. Hocanın takdim yazısına daha da katılıyorsunuz, yazarın masum, çocuksu,sevgi dolu iç dünyasına misafir oluyor, kitap bitince acaba şimdi, içindeki sayfalara neler yazıyor,neler yaşıyor diye merak etmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kitap ''Satılık Hikâyeler'' ile başlıyor ve bence iyi bir sıralama. Pazarda hikâyelerini satan çocuk ile başlayan o enfes tablo. İlerleyen sayfalarda Murat'ın takibi derken, ''Gece üstümü örtmüyor'''un ardından, insanın tüylerini diken diken eden ''Tuhaf bir adam.''
Mevila yolculuğumun kitaptaki izdüşümünden ipuçları verdim. Okunmasını, hediye edilmesini tavsiye ediyorum. Şehrinizin kitapçılarında bulamazsanız diye işte size ulaşım imkânı :
Peon Kitap Tel : 0 216 330 13 10 atlantisyayinlari@gmail.com
Bereketli cum'alar.
Kargodan gelecek olanı bilmenin heyecanı ile kapıyı açtım.
Her zaman yaptığım gibi kitabın önce arka kapağını okudum.
''Gül'de Tanrı vergisi bir saflık,masumiyet ve duruluk var. Bir öyküleme yeteneği ve ısrarı...'' diye başlayan sunum da, yazarın soy isminin kullanılmadan bahsi ile,önce bildiğimiz gül bitkisi sanmam kısa sürdü, daha sonra bu samimi sevecen sunumun sahibinin, yazarın hocası Sadık Yalsızuçanlar'a ait olduğunu anlıyorsunuz.
Kapağı açınca ilk sayfada yazar tarafından ''...Mevila yolculuğunuzun güzel geçmesi dileğimle...diye adıma kitabın imzalanmış olduğunu görünce bir ilki de yaşamış oldum.Sanırım tevafuken yazar yayınevine uğramış ve kitap isteklerini görünce böyle bir güzellik yapmış olmalıydı.(Kendisinin bu yazımdan haberi olur mu bilinmez ama teşekkür ediyorum.)
Kitap fuarlarına zamanım olunca giderim ama hiç bir zaman sevdiğim bir yazara kitabını imzalatmak kısmet olmadı,sanırım buna pek de önem vermedim.
Şimdi bunun okuyucunun kendisini ''özel'' hissetmesine ve yazar ile daha yakın bir bağ kurmasına sebep olduğunu fark ediyorum.
Artık daha iyi anlıyorum, gençlerin pop şarkıcılarına ya da futbolculara imza attırma meraklarını.
İlk okumada, 102 sahifelik kitabı yarıladım. Sonra iftar vakti yaklaştığından mola verdim.
Mevila, ''Allah'a yürüyüş'' seyr-i ilallah... Anlamı bu imiş.
Gerçekten, günlük,hemen herkesin yaşayabileceği olayları Sadık hocanın da ifade ettiği gibi, hikayeleştirebilmek, öykülemek;bunu yaparken de düşündürebilmek ayrı bir yetenek. Mevila belki de kökleri itibariyle inziva ile de ilgili olabilir. Çünkü kitap içinize inziva tohumu da ekiyor. Ve mavera özlemi...Ötelerin ötesine,geldiğimiz yerlerin hasreti. Dünya gurbeti...
Bu kitapla biraz da çocukluğuma gittim, Kızıl Zindanlar romanı, sonra Ş.Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı...
Çocuğunuzun okuma alışkanlığı kazanmasını istiyorsanız eline roman ya da hikaye kitabı verin.
O yıllardan sonra hiç roman,hikaye okumadım. Belli bir seviyeden sonra zaman kaybı gibi geliyor insana. Daha ciddi, entel dantel kitaplarla, dini/fıkhi ve tasavvufi kitapları harmanladım
Son dönemde dini olmayanların da çok da gerekli olmadığına karar verip, kitap konusundaki hassasiyetim ''zamanı akıllıca ve en faydalı olana hasretmek adına'' çoğaldı.
Sonra mı, sonra gözlerim gözlüksüz iş görmez olunca okumadan da soğudum. Kutsal Kitabımız Kur'an ve Kütüb-i Sitte, artık okumaya çabaladığım iki eser. Kur'anı Arapçasından çok akıcı okuduğum söylenemez. Hele biraz ara verip, Yasin'den Yasin'e elinize alırsanız, bu mübarek Kitap size adeta küser ve diliniz tutukluk yapar.
Güya Mevila'dan bahsediyordum. Necip Fazıl'ın ''O ve Ben '' eserine benzedi. Orada Üstad, ''O'nu anlatacaktım, yine kendimi anlattım..'' gibi bir şey söyler ya öyle olmadan sadede geleyim.
Ne diyordum, yıllar sonra içinde 16 kısa ve hiç sıkmayan, lezzetle tebessüm ettiren,düşündüren eseri az önce bitirdim. Her hikâyede durup kalıyorsunuz, diğerine geçmek için sabırsızlanırken, okuduğunuzu sindirmek için gökyüzüne bakmak oradan maveraya uçmak istiyorsunuz.
Bir de canınız hikaye ya da günlük yazmak istiyor. Hocanın takdim yazısına daha da katılıyorsunuz, yazarın masum, çocuksu,sevgi dolu iç dünyasına misafir oluyor, kitap bitince acaba şimdi, içindeki sayfalara neler yazıyor,neler yaşıyor diye merak etmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kitap ''Satılık Hikâyeler'' ile başlıyor ve bence iyi bir sıralama. Pazarda hikâyelerini satan çocuk ile başlayan o enfes tablo. İlerleyen sayfalarda Murat'ın takibi derken, ''Gece üstümü örtmüyor'''un ardından, insanın tüylerini diken diken eden ''Tuhaf bir adam.''
Mevila yolculuğumun kitaptaki izdüşümünden ipuçları verdim. Okunmasını, hediye edilmesini tavsiye ediyorum. Şehrinizin kitapçılarında bulamazsanız diye işte size ulaşım imkânı :
Peon Kitap Tel : 0 216 330 13 10 atlantisyayinlari@gmail.com
Bereketli cum'alar.
8 Haziran 2016 Çarşamba
Oruç kibir ilişkisi...
Daha önce de bahsetmişimdir ve genelde herkesin malumudur.
''Cenâb-ı Hak,yarattığı nefse hiatap ederek : “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten,kibirden vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”
Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdininim yani kulunum. (Mektubat Ramazan Risalesi)
Bilmek ve anlamak arasındaki o ince çizgi.
Herkes, hepimiz bir şeyler ''biliyoruz'' ama idrak, anlamak bambaşka bir durum.
Ramazan-ı şerifte oruçla, bedeni aç bırakarak ''güç''ten düşürmek, ''gücün'' gerçekte mutlak sahibinin o sonsuz otoritesi karşısında itirafla, kişinin aczini, zaaflarını, güçsüzlüğünü, zayıflığını; verilmediği, ikram edilmediği zaman fakrini anlama kapısıdır.
Nefs (ego) katmanları olan bir yapıdır. Ne ile beslediğimizle alakalı olarak ya daha azgın bir Fir'avn olur,kendisini ilahlaştırır; ya da her zaafa ve kötü hasletlere oruç tutarak mertebe,yol kat ederek meleklerden üstün hale getirir insanı.
Oruç tuttuğu halde, kaşlarından kibir çizgileri yok olmamış bir adam; kendisinden başkalarına küçümser gözlerle bakan bir kadın, fakirleri gözetmek yerine avam takımı diye burun kıvıran zenginin orucun hedeflerine yakın olduğu, dahası Allah'ın rızasına uygun bir ibadet içinde olduğu söylenebilir mi..?
Biraz daha detaylandıralım :
"Oysa Rabbiniz: «Bana yalvarın ki, size karşılık vereyim; çünkü Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, yarın hor, hakir cehenneme gireceklerdir.» buyurdu.'' (Mü'min suresi:60)
Sevgili Peygamberimiz (sav) de :"Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında kibir bulunan kimse çennete giremez. Buna karşılık kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan kimse de cehenneme girmez." buyurmuştur.
Hz.Ali (ra) Efendimiz de buyurur ki: "İnsanın kalbine kibirden bir şey geçse az olsun veya çok olsun o şey miktarı aklı eksilir."
''Cenâb-ı Hak,yarattığı nefse hiatap ederek : “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten,kibirden vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”
Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdininim yani kulunum. (Mektubat Ramazan Risalesi)
Bilmek ve anlamak arasındaki o ince çizgi.
Herkes, hepimiz bir şeyler ''biliyoruz'' ama idrak, anlamak bambaşka bir durum.
Ramazan-ı şerifte oruçla, bedeni aç bırakarak ''güç''ten düşürmek, ''gücün'' gerçekte mutlak sahibinin o sonsuz otoritesi karşısında itirafla, kişinin aczini, zaaflarını, güçsüzlüğünü, zayıflığını; verilmediği, ikram edilmediği zaman fakrini anlama kapısıdır.
Nefs (ego) katmanları olan bir yapıdır. Ne ile beslediğimizle alakalı olarak ya daha azgın bir Fir'avn olur,kendisini ilahlaştırır; ya da her zaafa ve kötü hasletlere oruç tutarak mertebe,yol kat ederek meleklerden üstün hale getirir insanı.
Oruç tuttuğu halde, kaşlarından kibir çizgileri yok olmamış bir adam; kendisinden başkalarına küçümser gözlerle bakan bir kadın, fakirleri gözetmek yerine avam takımı diye burun kıvıran zenginin orucun hedeflerine yakın olduğu, dahası Allah'ın rızasına uygun bir ibadet içinde olduğu söylenebilir mi..?
Biraz daha detaylandıralım :
"Oysa Rabbiniz: «Bana yalvarın ki, size karşılık vereyim; çünkü Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, yarın hor, hakir cehenneme gireceklerdir.» buyurdu.'' (Mü'min suresi:60)
Sevgili Peygamberimiz (sav) de :"Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında kibir bulunan kimse çennete giremez. Buna karşılık kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan kimse de cehenneme girmez." buyurmuştur.
Hz.Ali (ra) Efendimiz de buyurur ki: "İnsanın kalbine kibirden bir şey geçse az olsun veya çok olsun o şey miktarı aklı eksilir."
Hepimiz kalplerimizi bu ay her konuda tekrar kontrol etmeliyiz. Kibirden Allah korusun zerre varsa, bu zerre kibir mikrobu cehennemde temizlenip, tedavi edilmeden cennete geçiş olamayacaktır.
Allah (cc) cümlemizi kibrin gizlisinden de açığından da muhafaza eylesin.Amin.
__________
Kibir hakkında biraz daha detaylı düşünmek isteyenler için güzel bir sayfa buldum:
7 Haziran 2016 Salı
6 Haziran 2016 Pazartesi
Yaprakların melodisi...
''İftar,
Pide,
Ezan,
Sahur,
Namaz,
Davul,
Dua,
Teravih,
Fırın sırası,
Çatal kaşık sesleri,
Merdivenden çıkarken yemek kokuları...
HOŞ GELDİN ya Şehr-i RAMAZAN...'' (Sosyal Medya'dan)
Tam da bizlik...
Bunlar öz değil kabuk...
Zaten 11 ay benzerlerini tattığımız şeylerden.
Oysa 3 aylara giriş ile Receb-i şeriften itibaren kendimize çeki düzen vermesini, bu aylara hürmet adına olsun özen gösterebilseydik, hazırlanmış ruhumuz ile, şimdi bambaşka bir atmosferin içinde seyredecektik. Yine de geç kalmış değiliz, işte mağfiret ile cennet kapısının önüne alındık, gerisi biraz da irademize kalmış!
Oruç, Hira'dır. Erbain çıkarmaktır.
Ah ben...Tatmadığım şeylerden nasıl da söz edebiliyorum..!
11 ay kirlettiğimiz kalplerimizi bu son gemiye binerek arındırmamız şart! Çünkü başka gemi uğramayacak bu limana, diğer Ramazana dek..!
Bu mevsimde : "Cennet'te bir ağaç vardır, ana dalları (gövdeleri) altından, ufak dalları zeberced ve incidendir; onun için bir rüzgar eser ve ağaçlar ses vermeye başlarlar, işitenler ondan daha lezzetli bir ses asla işitmemişlerdir." (Ebu Nuaym, Sıfatu’l-Cenneh, 433; et-Terğib vet-Terbîh, 4/ 523) diye bahsedilen sesleri,şayet ruhumuzu iyice açlıkla oruçla parlatabilirsek duymak gibi bir imkan sunuluyor.
Bakıyorum kendime, sonra bakamıyorum. Ne kadar da kirlenmişim, en azından bu da bir şeydir, bunu görmemi sağladığına göre bu ay, ümit var demektir.
Çok dua edelim birbirimize. Sayfama uğrayan, tanımadığım dostlar !
Bendeniz için de lütfen dua ediniz. Allah razı olsun.
Cennet yapraklarının çıkardığı o ahenkli makamı, sesleri işitmek için ruhu çok yemek, çok konuşmak,lüzümsuz ve faydasız işlerden kurtarmak lazım ki, balon misali, ağırlıklarından kurtulup o iklime havalanabilsin.
Ahir zaman Müslümanı olmak zor iş, ama her zorluk bir kolaylığı bir müjdeyi de saklar içinde. Çünkü bu zamanda yapılan her amele yani ibadet hükmündeki eylemlere, geçmiş ümmetlerin kat kat misli ecir, mükafaat vaat edildi.
Yaprakların melodisini duymak duasıyla...(Bu da ezanı hakkıyla duyup, hakkıyla oruca hürmet/özen gösterenlerin nasibi olsa gerek...)
Pide,
Ezan,
Sahur,
Namaz,
Davul,
Dua,
Teravih,
Fırın sırası,
Çatal kaşık sesleri,
Merdivenden çıkarken yemek kokuları...
HOŞ GELDİN ya Şehr-i RAMAZAN...'' (Sosyal Medya'dan)
Tam da bizlik...
Bunlar öz değil kabuk...
Zaten 11 ay benzerlerini tattığımız şeylerden.
Oysa 3 aylara giriş ile Receb-i şeriften itibaren kendimize çeki düzen vermesini, bu aylara hürmet adına olsun özen gösterebilseydik, hazırlanmış ruhumuz ile, şimdi bambaşka bir atmosferin içinde seyredecektik. Yine de geç kalmış değiliz, işte mağfiret ile cennet kapısının önüne alındık, gerisi biraz da irademize kalmış!
Oruç, Hira'dır. Erbain çıkarmaktır.
Ah ben...Tatmadığım şeylerden nasıl da söz edebiliyorum..!
11 ay kirlettiğimiz kalplerimizi bu son gemiye binerek arındırmamız şart! Çünkü başka gemi uğramayacak bu limana, diğer Ramazana dek..!
Bu mevsimde : "Cennet'te bir ağaç vardır, ana dalları (gövdeleri) altından, ufak dalları zeberced ve incidendir; onun için bir rüzgar eser ve ağaçlar ses vermeye başlarlar, işitenler ondan daha lezzetli bir ses asla işitmemişlerdir." (Ebu Nuaym, Sıfatu’l-Cenneh, 433; et-Terğib vet-Terbîh, 4/ 523) diye bahsedilen sesleri,şayet ruhumuzu iyice açlıkla oruçla parlatabilirsek duymak gibi bir imkan sunuluyor.
Bakıyorum kendime, sonra bakamıyorum. Ne kadar da kirlenmişim, en azından bu da bir şeydir, bunu görmemi sağladığına göre bu ay, ümit var demektir.
Çok dua edelim birbirimize. Sayfama uğrayan, tanımadığım dostlar !
Bendeniz için de lütfen dua ediniz. Allah razı olsun.
Cennet yapraklarının çıkardığı o ahenkli makamı, sesleri işitmek için ruhu çok yemek, çok konuşmak,lüzümsuz ve faydasız işlerden kurtarmak lazım ki, balon misali, ağırlıklarından kurtulup o iklime havalanabilsin.
Ahir zaman Müslümanı olmak zor iş, ama her zorluk bir kolaylığı bir müjdeyi de saklar içinde. Çünkü bu zamanda yapılan her amele yani ibadet hükmündeki eylemlere, geçmiş ümmetlerin kat kat misli ecir, mükafaat vaat edildi.
Yaprakların melodisini duymak duasıyla...(Bu da ezanı hakkıyla duyup, hakkıyla oruca hürmet/özen gösterenlerin nasibi olsa gerek...)
5 Haziran 2016 Pazar
Hoş geldin onbir ayın sultanı,gönüllerimizin şifası.
Arınma mevsimine kavuştuk şükürler olsun.
Bir mucize gibi, saracak dünyayı Ramazan-ı Şerif.
Dakikalar kaldı.
O'nu daha çok hissetmemize,içimizi yıkamalı ki, geldiğinde temiz bulsun.
En sevdiğim aylardan ve ibadetlerden, oruç ve Ramazan-ı şerif.
Aczimi, kul olduğumu çok iyi anlatıyor.
Hoş geldin onbir ayın sultanı, hasta gönüllerimizin şifası.
Allah'ım..!
Razı olacağın bir mevsim eyle !
Amin.
4 Haziran 2016 Cumartesi
3 Haziran 2016 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)