30 Eylül 2020 Çarşamba

Bir bunu diyememiştik!


Kimler gitmedi ki ömrümden! 
İşte sen de gidiyorsun Eylül!
Haklısın!
Ben demiştim;
Herkes herkesten bir gün gider. diye...
Herkes fanidir beşerdir
Ve içlerinde bir çoğu vefasız..!
Kimler gitmedi ki bu dünyamdan!
İşte sıra senin, sen de gittin Eylül!
Haksızsın!
Biz gitmek için sevmemiştik!
Giderken canımızı da vermiştik!
Belki her şeyi demiştik,
Bir bunu diyememiştik..!




"İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi!"


Kendimi bildim bilmeyeli, Zarifoğlu'nun: "İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi!" dediği yerdeyim. 

Telafi edilecekler üst üste ardımsıra ayak izi olurken, ilk bahara hasret, baştan ayağa sonbahar olduğumu fark etmem çok zaman almamıştı. 

Ânda yaşarken anı olmak ve unutulup gitmek..! 

Hepimiz hayal ülkesinin çocukları gibiyiz...


29 Eylül 2020 Salı

..bir heba oluş sessizce!


..hep aynı şarkıların yörüngesinde, 
hep ayrı şiirlerin gölgesinde...


Bu çağ!


Bu çağ bizi çocuklar gibi hakiki gülümsemekten de mahrum bırakan ve aramıza nicedir "sosyal mesafe ve sınıf farkları açan" haysiyetini kaybetmiş bir çağdır! 


Olayı çok güzel özetlemiş!

Şimdi değilse ne zaman? Ermeni çetelerinin işgal ettiği Azeri topraklarını geri almanın tam zamanı! 
Haydi yiğitler! 

28 Eylül 2020 Pazartesi

kırgınlıklarımız


Zamanla şaşırdığın şeyler azalırken, içli kırgınlıkların çoğalıyor. 

O yazıma sorular geldi!

''Biricik merakım!'' başlıklı yazıma sorular geldi, ''nedir?'' diye..! Aslında içinde cevabı vardı. ''Ölesiye!'' Tabi orada bildiğimiz anlamıyla ölümüne, dibine, sonuna kadar gibi görünüyor ilk bakışta. 

Bendenizi biraz tanıyanlar merak ettiğim şeyin ''ölüm anı'' olduğunu hemen anlarlardı! Bu dünyada merak ettiğim başka bir şey kalmadı. Tamam bir savaş uçağı kullanmayı, paraşütle atlamayı, kuş gibi uçmayı, denizin dibinde dalgıçlık yapmayı hep merak etmişimdir ama bunlar mutlak ve biricik merakımın yanında bahis mevzuu bile değil. Nasip olur da cennete varırsak zaten uçarız da dalarız da gönlümüzce.

Çocukluğumda bir patronum vardı, arada durur, içini öyle derinden çeker ve derdi ki; ''Ah minel mevti halatiha!'' o ne demek abi diye sorduğumda; ''Ah ölüm ve getirdikleri!'' demişti. Çocuktum aklımda öylece kalmış. Hem o ağabeyimin dediği zaman ki halet-i ruhiyesi hem çok veciz sözün yüklendiği anlam derinliği...

Hayat hızla akıp giderken, çoğumuzun duymak istemediği -aslında ıskaladığı- lakin önümüzde bizi bekleyen ve mutlaka karşılaşacağımız biricik hakikat!

Ölüm meleği güzel bir surette gelirse ne âlâ! 

Başlar o zaman sonsuzluğa açılan o büyük kapıda yeni bir berzah hayatı...

Allah'ım!

Kereminden diliyor ve dileniyoruz. Bizi bırakma, kendilerine yazık edenlerden eyleme. Amin. 



kaotik ahenk

https://www.youtube.com/watch?v=JAg1vrIKdJc

 


26 Eylül 2020 Cumartesi

303 filminin düşündürdükleri!

Yok başlığa bakıp filmi size anlatıp, uzunca analiz yapacağımı zannetmeyin ki film bunu ehlinden hak ediyor. Jostein Gaarder'in ünlü felsefe romanı Sofie'nin Dünyası kitabını hatırlatan bir kurgulama ile gezelim görelim öğrenelim filmi. 
Almanya'dan  çıkıp Fransa, Belçika, İspanya falan ülke ve şehirleri gezerken, otostop yapan bir genci karavanına alan bir kadının (iki üniversite öğrencisinin) diyaloglarından, tartışmalarından oluşan; içine duygusallığı da katan bir film...

Konu cinsellik, sevgili gibi başlıklara geldiği zaman geçen bir cümleyi yukarıya aldım: ''Benimlesin, ama benim değilsin! Kimse kimsenin sahibi değil!'' Bu cümleye de ayrı bir kitap yazılır ve vardır bence. Ben bile benim değilken... Her şey Yaratıcı tarafından bir hikmet, sebeple emanet verilmişken. Sevdiği kadını, karısını kendisine ait hatta kendi malı gibi gören anlayışın günümüzde hâlâ yıkılmadığını, tahakkümünü sürdüğünü düşünürseniz... Eksilmeyip artan kadın cinayetlerini, şiddeti. Buradan yola çıkarak gezegenimizin eğitimde nasıl olması gereken yerin çok gerisinde olduğunu anlamakta güçlük çekmezsiniz. 


Sadece kadın erkek ilişkinde değil, her şeye böyle bakmalıyız. ''Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi'' diyen Yunus Emre kültüründen gelen bu coğrafyanın erkekleri nasıl ''ya benimsin ya toprağın'' yaftasına evrildiler. Seni istemeyene sen aç kapıyı be adam! Ve tabi sahip olduklarımız da bizim gibi görünen ama bir deprem ya da yangınla elimizden kayıp  gidebilecek şeyler. Sağlık bunların en başında, akıl hastalarını düşününüz, hatta bir kliniğe gidip ibret nazar ile bakmanız, aklın en büyük nimetlerden olduğunu anlamamızı sağlayacaktır.


Filmde elbette fikir bazında katılmadığımız fikir alış-verişlerinin yanı sıra, insanı düşündüren sosyopolitik, ideolojik, felsefi kavramlar etrafında kısa başlıklar vardı. Dediğim gibi uzun analiz yapmayacağım için notlar almadım. Yukarıya aldığım görsel al yazısını dikkatlerinize sunmuş olayım mesela. ''Bir çok insanın sorunu, aşk ve tutkuyu karıştırmalarıdır!'' diyor ki öteden beri savunageldiğim düşüncedir. Aralarındaki ince çizgi nasıl tespit edilir, aşk tam olarak nedir, sınırları; tutkuya giren eylem ve olumsuzluklar nelerdir, bu konunun da üzerinde detaylı bilgi sahibi olmak gerekir ki, bir gün başımıza geldiğinde psikolojik bir hastalığa yakanma riskimizi kontrol edebilelim!

''Kendinden tatile çıkmak!'' 

Bu başlık etrafında da güzel diyaloglar vardı. O anda Müslüman olduğunuza şükrediyor, onların arayışlarında bir yerden sonra batı, eski Roma, Mısır ve Yunan üçgeni arasında çırpınışlarını gözlemliyorsunuz. Ego çerçevesini aşamadıklarını gözlemliyorsunuz. Kendinden kaçmak ya da kendini bulmak hangisi? 

Tartışmaları dikte edici olmaktan uzak, tebliğ yerine telkin özgürlüğünde olunca ve haklı benim modunu aşınca faydalı ve lezzetli oluyor. Üslup dediğimiz şey yani bu çağda kaybettiğimiz şeylerden... İnsanın arayışı, insanlık tarihi, dinlerin bazı konulara bakışı da filmde göze çarpan başlıklardan. 

Sonuç olarak bu dünyada niçin var olduğunu bilmeyen insanlara göre mücrim de olsak, Kur'ana göre Allah'ın:''Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım'' hikmeti ile pek çok insanın aradığı sorunun cevabını bilmekteyiz.
Her şeyi yaratan bizi kendisine kul olarak bu gezegene gönderdi ve sınandığımızı beyan etti. 
Dünya hayatı bir sınav ve başımıza gelen ve gelmeyenler bu sınav kâğıdının soruları.



bir sevmek kaldı geriye


Tam da yaşanacak zamanda öldük biz usta..!

Aşk desen bir kere ilk okulda uğradıydı "göğnüme!" 

Bir sevmek kaldı geriye, sevilip-sevilmediğimize bakmadan sevdik biz sevilesi ne varsa...


25 Eylül 2020 Cuma

uyanış başlar! (1044)

 


Güzele dair bir not

Zamanla asıl güzelliğin suretten önce sirette olduğunu ve bunun da kelimelerle ete-kemiğe büründüğünü anlıyorsun.

Suretler eskise de, kelimelere akıttığımız ruhumuz hep canlı kalıyor.

Bu yüzden samimi inanarak, duyup yaşayarak yazılan en basit bir cümle bile, karşı tarafa geçerek etkin kalabiliyor. 

İki yüzü olmayan güzel insanlara selam olsun. 

Burada öyle bir şeye ağla ki


Burada öyle bir şeye ağla ki, 
göz yaşlarına ötelerde inci yakuttan fazla kıymet biçilsin! 

Burada öyle bir şeye ağla ki, 
orada köprüyü jet hızıyla geçesin!

Burada öyle bir şeye ağla ki, 
yücelerde seni güldürmek için ummadığın güzellikler dizilsin!

Burada öyle bir şeye ağla ki,
giderken sevenlerin ağlasın, sen gülesin...


24 Eylül 2020 Perşembe

senden bir şey olmalı yanımda!

 


senden bir şey olmalı yanımda!
hayalinden,
hasretinden başka,
senin kokunu taşıyan, 
rüzgârdan başka...
senden bir şey olmalı yanımda!
gecelerime yorgan,
sabahlarıma yastık,
sensizliğime bir bebek kokusu gibi...
gül gibi, yasemin, ıhlamur, karanfil gibi,
senden bir şey,... 
her şeyi rengine boyayan bir şey.
uykumda yanağımı okşayacak,
kahvaltı soframda bana bakacak,
yollarda boynuma dolanacak, 
senden bir şey olmalı yanımda!
başına örttüğün bir örtü, yazma,
ne bileyim terini sildiğin bir mendil, 
kokladıkça teninde hasret gideriyormuşum gibi...
senden bir şey olmalı yanımda!
senden bir şey olmalı yadımda...

Olur da...


Olur da sevdiğim, 
an gelir de,
yüz yüze nefeslerimizin ikliminde,
bakmak nasip olursa, 
gözbebeklerimizin içine;
sakın beni sevdiğini söyletme diline..!
Ecelimi veririm oracıkta ellerine..!

sen hem tamlayan


Sen hem tamlayan, 
Hem tamlanansın!
Özne de sen yüklem de!
Fiiler adınla çekilir.
Sana uyumak. 
Sana uyanmak,
Seni yazmak gibi...
Özlemek bile fiildir mevzu sen olunca!
Sen hem eksik yanım, 
Hem tamamlayanımsın...


 

23 Eylül 2020 Çarşamba

Rüveyda'ya Mektuplar için 3. bir hesap daha açılmış!

 

 
Bugün haberim oldu! 
Kitabım ve tabi adıma açılmış 3. hesap, profilime de ekledim.


Böyle zamanlarda teşekkürüm hep mahcuptur. 
Alışamadım onurlandırılmalara sanırım. 
Sağ olsun seven ve açılan hesapları takip eden dostlarım. 
Üç hesabın şahsında, farklı sosyal hesaplarda bu fakirden paylaşım, yorum yapan herkese sonsuz teşekkürler ediyorum. 





22 Eylül 2020 Salı

bu gece!


..anlamadığım bir dilde gel bu gece,
kırılsın cümlelerimizi bağlayan zincirler,
çözülsün tüm girift bilmeceler,
nefesim nefesinde kaybolsun bu gece...



Bilmez bunu! / sesli şiir

 

Eylülle başladı yeniden ''üşümeyi'' keşfimiz... 
Ruhu üşümemiş olanlar için bu..! 

Daha bir sadık sarılırız yorganlarımıza... 
Eşi olanlar için değil bu! 

Daha fazla gözlerimizde canlanır yeni vizyona giren diziler gibi, anılarımız, pişmanlıklarımız... 
Ağlatan anıları olmayanlar bilmez bunu! 

Her defasında evin kapısını anahtarla açmak, bir zindanda hücreye girmek gibi koyulaşır. 
Kadını kapısını açanlar bilemez bunu! 

Çocuksu korkular seslenir evin sessiz köşelerinden. 
Çocukluğu güzel geçenler bilmez bunu..!

Sonra bir Rüveyda çizersin ruh tuvaline, resim bitmesin diye her gün sadece bir fırça ile bir renge dokunursun. 
Ruhlarına dokunulmamış insanlar bilmez bunu! 

Bir hayalden medet umarsın, hiç olmamış ve olmayacak bir kadından..!
Hiç olmamışları olanlar iyi bilir bunu! 

Eylülü bu kadar sevmemin sebebi, b/akışlarımın eylüle benzemesinden mi sadece. 
Ömrü hızlıca sarının tonlarına bürünmemişler anlamazlar bunu! 

Ve şarkıları vardır adamın, yıllardır, döne dolaşa onları bir hançer gibi kalbine saplaya saplaya ölemediği..!
Yarası kabuk bağlamışlar anlamaz bunu..!

Yazmak size sana göre belki bir lüks bir hobi...
Benim gibi kelimeler arasında sıkışıp, bir sancıyı beslemeyenler anlamaz bunu!  


Vazgeçmek üzerine kısa bir not!


 "Biz hayatta hiçbir şeyden vazgeçmiyoruz,
yalnızca yerine başka bir şey koyuyoruz!"
Kayıp Şeyler Dükkanı / Radyo Tiyatrosu

Durumumuz gerçekten böyleyse, vahim!

Bazı şeylerden hem vazgeçmeli/geçebilmeli hem de yerine benzerini değil; daha iyisini,doğrusunu,güzelini koyabilmeliyiz.

İnsanların olmazsa olmazları (ve sandıkları) vardır. Bir de üzerinde tereddüt bile etmeyeceği kutsalları, imanları. Ki bu bile başlangıçta her türlü sorgulamaya, şüpheye açık olabilir. Şükür ben şüphesini çekmeden sorup araştırıp öğrenenen ve öğrenmeye devam eden, öğrendiklerimle de imanımı besleyip kavileştirenlerdenim.

Bu kutsal alan dışında, vazgeçtiklerimiz olacak ve yerine bir benzerini koyma ihtiyacına düşmeyeceğiz. Bazılarından da vazgeçeceğiz ve yerine bir benzerini daha iyi şartlarda elbette koyacağız. Dedim ya bir konferans ya da küçük bir kitap konusu.

Temanın üzerinde ne kadar durulsa azdır.


21 Eylül 2020 Pazartesi

hepsi bu kadar!


Böyleyim ben, herkes gibi, kendim kadar..! 
Ne üstün meziyetlerim, ne de sizlerden fazlam var! 
''Eksik'' deseniz sizin gördükleriniz bu aralar,
Benim bildiklerimin yanında çok masumlar! 
Fevri mi dersiniz, asabi mi, hepsi bana uyar!
Bir tek iyi niyetime, merhametime laf söyletmem dostlar!
Kalbim dilimde, hesapçı olmak beni bozar!
Aptal mı dersiniz, saf mı bulursunuz, o da bana uyar!
Sözü kısa tuttum, arif olan anlar...
Hepsi bu kadar!




 

keder!

20 Eylül 2020 Pazar

Bir duraktır eylül

 


Hatalarımıza aynadır eylül. 
Ömrümüzün hasat mevsimi. 
Geriye dönüp dönüp el salladığımız, çokça da ağladığımız, ahladığımız bir duraktır eylül... 
Sararmış, kıvrılmış yapraklarda kıvrandığımız, sancımızdır eylül. 
Bir ömür arayıp da bulamadığımıza hayıflandığımızdır eylül. 
Gönlümüzde çok özel bir yeri olduğu için çoğu kez Eylül diye büyük harfle başlayıp, ''gitme hep bende kal sırdaşım ol Eylül'üm!'' diye üstten virgülle ayırdığımız ve içimizde hiç ayrılamadığımzdır...
Belki de sapsarı sarhoşluğumuz, ayılmayı istemediğimiz. 
Hasretlerimize aynadır eylül.
Vedaların yankılandığı sarı odalar, aynı şarkıyı bilmem kaçıncı kez dinlediğimizdir eylül...
Şu fani dünyanın bir an gelip de biteceğinin resmidir eylül.
''Eylül bakışlı bir müteşairin'' söylediklerinden çok söylemediklerinin toplamıdır eylül...
Öyle bir toplam ki çıkacak bir can kalmıştır geriye dediğimde, kalan yapraklarını da bir anda dökendir eylül...



Belki eylül de hüznün içli çocuğudur!

 


Eylül sonu
Günler kısaldı... Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...
İçtik bu nâdir içki'yi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.

Yahya Kemal BEYATLI 
* * *

''Peki eylül nasıl yazılır?

Bir, eylül, başta haziran olmak üzere özellikle semt duygusu yaşayan aylara bakarak yazılır.
İki, eylül taşrada başka, büyük kentte başka yaşanır ve yazılır.
Üç, eylül asla bir mevsim olarak yazılmaz, yazılmamalıdır.
Dört, eylül yalnızca sararan yapraklara, düşen gazellere bakarak, “Körolası çöpçüler aşkımı süpürmüşler” şarkısını dinleyerek yazılmaz, bazen hayata, bazen kendine bakarak yazılır.
Beş, eylül için ne yazılsa defteri dolmaz, o biraz da yalnızlığın defteri gibidir, o yüzden tekrar olmaz.
Altı, eylül her defasında yeniden yazılır, kendini unutturmaz.
Yedi, eylül böyle benim yazdığım gibi yazılmaz.''

Haydar Ergülen

 
 


19 Eylül 2020 Cumartesi

sen-ben


kimselere benzemezdin sen
yüzünün göklerinde
özgürce kanat çırpar,
senin kıyılarında kayıtsız yüzerdim ben

kimselere benzemezdin sen
varlığın insanı sakinleştiren bir ilaç
gülüşlerinden doğardı ömrümün güneşi
kalbime şifa, canıma candın sen

kimselere benzemezdin sen
hep asil ve ruhumu dinlendiren
bu aşka çok göz yaşı diyet verdim ben
bir damlasından bile pişman etmedin sen...





Yüzük!


Şu evlilik teklifi meselesi. 

Kadının önünde diz çöküyorsun! 

Bir de buna ilave tek taş pırlanta yüzük! 

Adam önce yüzüğün kutusunu açıyor! 

Rüşvet gibi! 

Kadının gözleri adamın gözleri yerine bu kez merakla yüzükte! 

Bu yüzden alımlı pahalı bir şey almak önemli! 

Hani yüzüğü hiç açmadan önce teklif etse, sonra taksa mesela..! Hemen, erkek reddedilirse yüzüğü çıkarmaz bile diyenleriniz olabilir. Şahsen öyle bir durumda ben reddedilmiş olsam, yüzüğü kadının eline tutuşturur, bunu senin için almıştım, benden sana son hatıra olsun der çeker giderdim. Ne yani yüzüğü başka kadın için mi saklayacak! Belki de kuyumcuya geri götürür! 😍

Eski zaman şövalyeleri kadınlar önünde diz çökerlermiş, serenatlar falan...

Kimileri de bunu bir kez -köprüyü geçmek için- yapıp, kalan ömürlerinde kadını kendilerine her şart ve fırsatta hem ruhen hem bedenen diz çöktüren merhamet-sevgi fukarası mahluklar!

Bazı yarışma/eğlence programlarında görüyoruz. Önce; ''hadi aşkım, yaparsın bir tanem, hadi bebeğim...!'' Sonra kadının kocası geçen süreyi iyi kullanamayınca; ''Hadisene, hadi be, (hatta lan diye hitap edenleri de var) ben sana evde göstereceğim''e varan sert tonlama örnekleri! Aslında ve galiba artık evlilikler de, çıkara dayalı limited şirketlere dönüşmüş vaziyette!

Bana sorduğunuzu duyar gibiyim; hayır bendeniz hiç bir zaman bir kadına diz çökerek ve peşin vergi ya da rüşvet gibi yüzük sunmam! Zaten alışılmış tarzlar bana hep ters gelmiştir. Neyse sonuç olarak her şeyin cılkının çıktığı adına modern zamanlar denilen şu ahir zamanda, neyin doğru-iyi-güzel olduğunu kavramak sanıldığı gibi kolay bir şey de değil. 

Hızla akan zamanın içinde, henüz günü anlamadan akşam oluyor. Bildiğim ve fark ettiğim en birinci ''farkındalığım'' bu... 

   

Kim derdi ki

Kim derdi ki an gelecek kalbimin sesi kısılacak, kulaklar duymazdan gelecek, gözler kapanıp, akıl avare olacak...

Kim ne derse desin, bu ömürlük hikâyeyi yaşamış olmaktan pişmanlık duymayacağım...

Seni nasibimce yaşadım deyip, güzel hatırlayacağım...

Belki sen de öyle yaparsın...


Orası hiç belli olmaz!


Yaz'ın yerine sen geldin diye hiç bir zaman şekva edenlerden olmadım.
Bilakis terlemelere sıcaklara paydos demektir senin gelişin. Ve en çok da sokaklardaki gürültü kirliliği yavaştan son bulur.

Geceler serin ve insan yorganına daha bir sadıkane sarılır! Çünkü üşümek denen şey ruhtan sonra bedende de etkisini göstermeye başlar.

Kendimi bildim bileli üşüyorsam bu kimsenin suçu değil! Ya seçimlerimiz ya ilahi takdir, bunun da künhüne sırrına varamayız!

Mezar ısıtmaz deseler de, orası hiç belli olmaz!




18 Eylül 2020 Cuma

Özlemek nimettir


Kavuşamıyorsun, dokunamıyorsun diye bu sitem niye ey gönül?
Özlemek gibi bir nimeti taşırsın derununda. 
Özlemek kalbi canlı tutar, besler, yaşadığını fark edersin...
Nice kavuşanların, özlemi yitirdiği şu dünyada bu nimetin kadrini bil!



biricik merakım!






alnıma yazılan!


ruhuma giydiğim hikâyelerin
hiç biri benimle birlikte eskiyemedi..!
ya vakitsiz bir devr-i teslimdi meçhulün yollarında, 
ya da kaderin hükmü yalnızlığı yazmıştı alnıma...


uyanış!


toprağın kokusu vurunca ta ciğerlerimize!
başımız o sert tahtaya çarpınca!
ahlar feryat olup arş-ı âlâya yol olunca!
rüyalardan uyanış başlar..!


Virüsün canlı tuttuğu!


Ölüm her zaman görünür idi, lakin biz görmüyor ya da görmek istemiyorduk! 

Artık  istemesek de etrafını aslanların sardığı ceylan sürüsü gibi sıramızı bekliyoruz! 

Arkadaşlarımız, karşı komşumuz, ünlü biri... testler pozitif ve şifa bulsunlar diye dua ederken, endişemiz kendimiz, yakınlarımız için de artıyor! 

Ne zaman, sevdiğimiz birisini kaybetsek gerçekte bir yanımız kendi ölümümüzü, nasıl öleceğimizi düşünmüyor mu?
 
Ona ağlarken, kendimize, bilinmeyen ve iyi olmasını umup temenni ettiğimiz ölüm saatimize de ağlamıyor muyuz?

Korona günlerinde maskelerin yalnız bedenlerimizi değil, ruhlarımızı da nefes almakta zorladığı, 
zaman zaman sabrımızın azaldığı, ''ne zaman bitecek?'' sorularının bir türlü ''toplu dua'' olarak arşa yükselemediği demlerde; bardağın dolu taraflarından biri de bize ölüm hakikatini sürekli hatırlatması olabilir mi, bu düşünülmelidir!  
Çünkü ölüm ve rızık eşref-i mahluk olarak yaratılan insanından, en küçük bakterisine, okyanuslar altındaki o karanlıklar içindeki minnacık canlıları bile asla unutmuyor! 
Çünkü ölümün de Rabbi, yarattığı her şeyi, sayıları -künhü ne olursa olsun- tek tek bilecek, duyacak, görecek, sevk ve idare edecek hükümranlığın, kudretin sahibi Celle Celalühü... 

Ölüm ve ötesini düşünüp, kaygı duymamak, hazırlık yapma çabasında olmamak da aslında ölmüş bir kalbin resminden başka bir şey değil! 
Ölmezden önce bu dünya rüyasından uyanmayı bizlere nasip eyle, 
bizi bırakma, bizden vazgeçme Allah'ım! Amin.  

''Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare!''
(Necip Fazıl / Canım İstanbul )



17 Eylül 2020 Perşembe

El sanatları, evet o şiiri çok severim!

 


https://www.youtube.com/watch?v=By9fDdXYThU

Doğrusu en çok dinlenmesini istediğim ses verdiğim şiirlerden biridir yukarıdaki link. 

''Bir adam seni seviyorsa'' şiirim 111 binlerde olsun da asıl bu enfes şiir abone sayısına bile ulaşamasın, üzücü..!

Hat çalışması yaparken evet bana ait olmayan bu şiiri dinlemek keyifli olmuştur. 

Hat san'atı, tezhib,ebru, çömlek, ahşap, ağaç oymacılığı, resim, bir müzik aletini çalabilmek ve yapabilmek vs. Şu kısa dünya hayatının dinlencelerinden ve kadim san'atlardan. Tasavvuf musikisi gibi insan ruhunu dinlendiren meşgalelerden. 

Biri ya da bir kaçı için kursa gitmediğim için kendime sitemliyim ve tabi aslında hiç bir şey ya da bazı şeyler için geç kalınmış olmaz. Yeter ki o istek azim olsun. 

Bu vesile ile minik videoyu içindeki huzur ve hasret ile gönderen sevgili okuruma teşekkür ediyorum. 


yeter ki

Umutlar yorulabilir!
Beklemek,
Sabretmek,
Hayaller,
Hatta şiirler yorulabilir...
"Sevmek" diyorum sevdiğim,
Yeter ki sevmelerimiz yorulmasın...

16 Eylül 2020 Çarşamba

çırpınıyorduk!

 

çırpınıştı bu bizimki! 
kolsuz kanatsız,
namsız adsız!
belki dermansız,
ve belki de çaresiz...

çırpınıyorduk!
uçamıyorduk!
ah bir uçabilsek,
şehirleri aşardık,
bir solukta!
bırakırdık ardımızda,
ne varsa...

çırpındıkça,
olmayan kanatlarımız, 
kırıldı!
içimize akan yaşlarımız,
sel oldu taştı!
gözlerimiz de görmez oldu!
sevdik, 
biz bu kör/düğüm oluşu...

dedim ya çırpınıştı bizimkisi,
ümide açılan bir kapı görsek,
düşünmeden dalar,
akardı kanımız kanımıza...
gayri ne düşerse düşeydi,
payımıza...
yetmişti bu ayrılık
yangınlara düşmüş canımıza...




Kalp


Kalp; yürek, gönül...letaif zümresindendir. 
Mesafeler onun için söz konusu değil. Andığı yerde!
 
Kalp; yakınları uzak, uzakları yakın eden. 
Bazen yakına kör ve sağır ama uzaklara rikkatli ve her türlü duyan gören ve hasret çeken. Hasreti kokusunu ancak kalp duyar.

KLB kökünden geldiği için değişen de denilir. Mesela az yukarıda ne yazdırıyordu işte aşağıya neler yazdırdı, konu bir anda genişleyip hakiki mecrasına kayıverdi.

Derler ki tasavvufta; kalbinde muhabbeti çok olan mürid, mürşidini yanına getirir. O muhabbet nura aittir ve cins cinsi çektiği için mürşid talebesine kayıtsız kalmaz, kalamaz... Zaman ve mek'an dürülür. Bunun en güzel örneğini Kâinatın Seyyidi Cenab-ı Ahmed-i Mahmud Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin miraçlarında sidret-ül münteha'dan (1) sonra görürüz.   

Ve sonra Kâbe Kavseyn makamı (2)  Sırların sırlara bile sır olduğu bu makam kendisine ikram edilmezden önce Kâinatın Övüncü Efendimiz (sav)'e melaike kaç kez kalp ameliyatı yaptılar ki vahye, burak atına, hızına, alemleri seyahate ve nihayet  zamandan ve mekândan münezzeh olan Alemleri Yaratan Allah'ın huzurunda...Allahu Ekber! Allah Telanın en kıymetlisi olan Peygamberimiz (sav) o gece neler gördü, neler duydu bir O ve ona bildiren Allah azze bilir. Bu mevzuda çok şeyler, eserler yazıldıysa da, sırların sır perdesini aralamak hep meçhul (biz hep cahil) kaldık.

Allah'ın kudretindeki kalbimizi lekeleyen şeylere günahlar denilmiştir. Her günah kalbe cürmüne göre bir leke... Tevbe, azim bir tevbe silebiliyor kalpten o lekeleri. İyi niyet ve kararlı olmak başlıca şartlarından. Mekruh yani hoş görülmeyen şeylerde ısrar, günaha; günahta ısrarsa - Allah korusun- imani tehlike sınırlarına vardırır! 

Aslında yazımı ilk baştaki şekliyle: 

''Kalp; yürek, gönül...letaif zümresindendir. 
Mesafeler onun için söz konusu değil. Andığı yerde!
 
Kalp; yakınları uzak, uzakları yakın eden. 
Bazen yakına kör ve sağır ama uzaklara rikkatli ve her türlü duyan gören ve hasret çeken. Hasreti kokusunu ancak kalp duyar.''  kısmı ile yayınlayacaktım. 

Ruhumuzun evi kalbimizi, -manevi gelişimi için- ona lazım olan şeylerle besleyebiliyorsak ne mutlu bize. Aksi halde o kalbin o beden sahibi tarafından işkence altında can çekişmesidir! 

Kalp işte bizi nerelerde gezdirdi. İyi de etti ne dersiniz?

 
______________________________

(1) Sözlükte “Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı” anlamındaki sidre ile (Kāmus Tercümesi, II, 385) müntehâ kelimesinden oluşan sidretü’l-müntehâ terkibi “son noktada bulunan sidre” demektir. Terim olarak “Hz. Peygamber’in Mi‘rac gecesi yanında ilâhî sırlara mazhar olduğu ağaç veya makam” diye açıklanabilir. Kur’an’da bir yerde sidretü’l-müntehâ (en-Necm 53/14), bir yerde yalnız sidre (en-Necm 53/16) şeklinde geçer. Sidr iki âyette de (Sebe’ 34/16; el-Vâkıa 56/28) “ağaç” mânasına gelmektedir. Çeşitli hadis rivayetlerinde yapraklarının yıkanmada kullanılması sebebiyle sidr, ayrıca âyetteki konumu itibariyle sidretü’l-müntehâ yer alır (Wensinck, el-Muʿcem, “sdr” md.).

Sidretü’l-müntehâ terkibiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Daha çok kabul gören anlayışa göre sidretü’l-müntehâ semada bulunan, Mi‘rac gecesi yanında Resûl-i Ekrem’in ilâhî sırlara mazhar olduğu bir ağaçtır. Çünkü terkibin yer aldığı Necm sûresindeki âyetler Resûlullah’ın mi‘racıyla ilgilidir. Yaygın kanaate göre Hz. Peygamber (sav) Mi‘rac gecesi sidretü’l-müntehânın yanında aslî sûretiyle Cebrâil’i görmüştür. 

Sidretü’l-müntehâyı bürüyen şey ise Allah’ın nuru, melekler veya bilinmeyen başka şeylerdir (Fahreddin er-Râzî, XXVIII, 253). Sidretü’l-müntehâya bu ismin veriliş sebebi konusunda da çeşitli görüşler vardır. Cennetin son noktasında bulunması, aşağıdan yükselen ve yukarıdan inen şeylerin orada neticelenmesi, yaratılmışlara özgü bütün bilgilerin orada son bulması, ötesinin Allah’tan başkası için gayb âlemi olması gibi görüşler bunlardan bazılarıdır (Zemahşerî, VI, 48; Kurtubî, IX, 95). 

Taberî, farklı ihtimallerin hepsinin âyetin lafzına uygun olup tercih için kesin bir nakil bulunmadığından bunlardan birinin veya hepsinin mümkün olabileceğini belirtir (Câmiʿu’l-beyân, XIII, 53)
 
Bu açıklamaların ortak noktası sidretü’l-müntehânın bir sınırı ifade etmesidir. Burası, Mi‘rac gecesi Hz. Peygamber’in mazhariyeti dışında büyük meleklerin ve peygamberlerin ötesine geçemediği, yaratılmışların ilminin ulaşabileceği son nokta olarak kabul edilir. 

Yaygın kanaate göre Hz. Peygamber Mi‘rac gecesi Cebrâil ile sidretü’l-müntehâya kadar gitmiş ve Cebrâil’in daha ileriye gitmesine izin verilmediği için kābe kavseyne olan yolculuğuna refrefle devam etmiştir (Âlûsî, XV, 14). Bu sebeple sidretü’l-müntehâ Cebrâil’in makamı sayılmıştır. Ayrıca bunun illiyyîn olduğu yolunda görüşler vardır (Taberî, XXIV, 209).

Sidre kelimesinin kökünde (seder/sedâre) “hayret anlamı” da bulunduğundan bu terkibe “en büyük hayret” anlamı verenler de olmuştur. Burası en çok hayret edilen bir makam olduğu halde Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği gibi Allah’ın resulü ne hayrete düşmüş ne de kendini kaybetmiş, gördüğünü tam ve doğru olarak algılamıştır (en-Necm 53/17). 
Bu görüşü aktaran Râzî ilk anlayışın daha isabetli olduğunu belirtir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVIII, 252-253). 

Sidretü’l-müntehâ, hadis rivayetlerinde beyan edildiği üzere cennetin son noktasında kendine özgü bir ağaç da olsa veya hayret makamı konumunda da bulunsa sınırlı idrak imkânlarına sahip insanların onun mahiyetini bilmesi mümkün değildir. Cebrâil’in bile idrak etmekten âciz olduğu gayb âlemine ait bu varlığın veya makamın sırrının Allah’a havale edilmesi en isabetli yoldur.

Tasavvufta da sidretü’l-müntehâ hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. İlk sûfîlerden Sehl b. Abdullah et-Tüsterî sidretü’l-müntehâyı “beşerî bilginin bittiği yer” diye tanımlamış, bunun Hz. Muhammed’in ibadetlerindeki nurdan oluştuğunu, ilâhî feyizlerin sidre üzerinde ona geldiğini ve ona metanet verdiğini söylemiştir (Tefsîr, s. 145). Aynülkudât el-Hemedânî’ye göre sidre rubûbiyyet ağacıdır, meyvesi ubûdiyyettir (Temhîdât, s. 276). Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre Resûl-i Ekrem, Hz. İbrâhim’in makamı olan yedinci semayı geçerek sidretü’l-müntehâya ulaşmış, sonra burasını da geçip kaderleri yazan kalemlerin çıkardığı sesleri işitecek bir noktaya yükselmiştir. Sidretü’l-müntehâ, peygamberler ve onlara tâbi olan mutlu insanların amellerinin sûretlerinin bulunduğu yerdir, bu sûretler kıyamete kadar burada muhafaza edilir. Bu amellerden yansıyan ışıltılar sidreyi bürümüş ve onu göz kamaştıran bir güzelliğe kavuşturmuştur. 

İbnü’l-Arabî sidretü’l-müntehâdaki nur kelebeklerinin ve dört nehrin özel anlamları olduğunu, ancak bunun mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceğini, güçlü bir anlatım yeteneğine sahip bulunan Hz. Peygamber bu noktada susmayı tercih ettiğine göre insanların da susması gerektiğini söyler. Burada İbnü’l-Arabî’nin mi‘racla ilgili hususları bazı mânevî ve ilâhî hususların simgeleri olarak gördüğünü belirtmek gerekir (Fütûḥât, II, 369; III, 345; el-İsrâ ile’l-maḳāmi’l-esrâ, s. 109)

(2) Peygamberimiz Hz.Allah’a öyle yaklaştı ki, vahyi ondan, Cebrail dahil hiçbir vasıta olmadan aldı. (bk. Hamdi Yazır, Necm Suresinin 9. Ayeti)

Bedüzzaman ise ayette geçen "kâbe kavseyn" makamını "imkân ile vücup ortası" diye tefsir etmektedir. Buna göre Peygamberimiz bütün mevcudat ve mahlukat alemlerini geçmiş ve onları arkasına almıştır. Fakat vücup alemi Allah’a ait bir sıfat olduğundan ve Allah vacibu'l vücut olduğundan, o aleme bir mahlukun girmesi mümkün olmamıştır. İşte bu ikisinin ortasına "kâbe kavseyn" demektedir. Bu makamda Allah’ı görmüş ve ondan vahiy almıştır. 

 
 
 
 

15 Eylül 2020 Salı

ruhuna nazır hayaller kurarım


ruhuna nazır hayaller kurarım zamanlar boyu,
sonra merakım olur teninin kokusu,
yolların bana uzak, 
canım canında tutsak...
boynuma dolanır durur:
''olsaydık nasıl olurdu'' sorusu

kavuşmak yok bu sevdada!
yazılsaydı, şiirlerimi ben fısıldardım kulağına.
dudaklarımdan dökülürdü mısralar dudaklarına.
ellerin tomurcuk tomurcuk büyürdü avuçlarımda.
kaybolurduk yangın gecelerin koynunda...

gül yüzüne nazır kurduğum hayaller,
kadınım gibi yaşatırım seni, şahidim ıslak geceler...
yazılsaydı kaderimiz belimizi bükmeden,
o vakit ölmek istemezdim nefesinde büyümeden...


Ellerin bir değse yüzüme


Ellerin bir değse yüzüme, 
şefkatinin sıcaklığı ile 
oracıkta can verir buz d/ağlarım...

14 Eylül 2020 Pazartesi

esintiler...


Sanki ağaçtaki son yaprak gibi!
Sanki hiç gelmemiş, hiç yaşamamışım gibi..! 

Bir hâyâlin içinde yüzüyoruz. Ne gördüğümüzün idrakinde, ne idrakin feyzasında...

Dünün yarınında, 
Tamın yarımında
Yolun yarısında
Aklın bodrumunda...


Biz y/analım, maşuk mutlaka bilir!


Bilirim aşk için yanarsın! 
"Aşkım için!" demem diyemem bu edepsizlik, bu hadsizlik olur!
Ve bu, Allah'ın yarattığını, verdiğini kendi nefsinden bilmek olur ki, maazallah şirktir! Sen aşkın rengini bu mücrimin suretinde g/ördün! Hikmet tahtında tecelli aynasının ziyasına dikkat et, yanayım derken kül olmayasın! Külü "kûn" yapan Zat-ı Âlâ en güzel sığınaktır.

Bilirim aşk için y/anarsın! 
Maşuk bildi de seslemedi,
Sanma cevaba tenezzül etmedi!
Sen bu hikmeti de anlarsın!

...

terapi!


Zamanın içinde kaybolmuşken,
Kimselere zaman kaybı olmak istemiyordum..!
🍀
Ani gelen topa, gelişine vuran futbolcu gibiydi "içimin saçmalıklarının izdüşümü kelimelerim." 
Üzerinde çok düşünmeden, en iyisini, afillisini aramaya ihtiyaç duymadan yazıyordum. Sanki yazınca içimin gökkubesinin altındakiler tarifi olmayan bir huzur buluyordu. Benim terapim de buydu!

13 Eylül 2020 Pazar

ıslak!


Islak caddeler içimde garip bir yetimliği beslerdi. 
Sonra geceler ve sonra kirpiklerim ıslanmasa uyuyamazdım...

Artık eskisi gibi hatalarım gece sineması olmuyordu. Geçmişe dair ne varsa zaten vizyondan kaldırmıştım! Bu ıslaklığı da seviyordum, pek yakışıyordu ömrüme...

"-Bu hüzün var ya, bu ıpıslak hüzün, vallahi huy oldu bende!" diye mırıldanıp yorganın altına kaçmıştı adam...

akşam


akşamın gelişini seyrediyorum, 
yüklenmiş yine hüzünleri,
az beli bükülmüş sanki,
aradığını, beklediğini bulamamaktan bezgin gibi...
akşamın gelişini
seviyorum...
iki ruhun birleşme vakti
hasreti nasıl da 
güzel biliyor...

sanıyorsunuz ki!

siz sanıyorsunuz ki,
aranızda yaşıyorum!

başka sözüm yok Hakimim!