11 Aralık 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (25)

 



                          ıslandık ama
                    yağamadık!


Rüveyda,

İşte gecelerden bir gece, ömrümden geçen. Ve ben saçları kızıla çalan bir melodinin efsunlu kollarında, yine içimin avuntularında voltalarda… Buralarda hüzün, yerçekimiçeker yâr, ne yana dönsem yüzümü çeker…

Neredeyse sabah olacak, sen şimdi uyuyorsun, görüyorum... Seni görmüş olsam da, rüyalarını göremiyor, rüyalarına giremiyor, rüyalarında olsun seni, kokunu içime çeke çeke, öpemiyor, dudaklarından nefeslenemiyorum...

Sevgili Rüveyda,

Aşık Veysel’imiz :

Güzelliğin on pare etmez, Bu bendeki aşk olmasa der.

Bazı kadınlar gibi olma ne olur! Onların fiziksel güzellikleri, egolarını öyle şişirir ki kendilerini -ne yaparlarsa yapsınlar- vazgeçilmez sanırlar!

Hayranlığımız, Allah’a ve Allah adamlarınadır. Şefkatimiz her can taşıyana... Sevgimiz Müslümanlara, hayvanlara, bitkilere, nebatata... 
Aşkımızsa hak edene!

Allah’a, sonsuz keremine, sanatlarına, sırlarına, tecellilerine, hikmetlerine -anladığımızca, idrakimizce- hayran ve minnettarız.

Bu, öyle bir hayranlık ki içinde hakiki aşktan izler taşır... Bu öyle bir hayranlık ki tapılası ve yalnız Allah’a... Bu öyle bir hayranlık ki basamak basamak, ölçüsünce, Peygamberler ve Allah adamlarına da şamil... Onlar Allah’a güzel kulluk ettiler diye, Allah’ın dostluğuna nail oldular diye, Allah’tan ötürü...

Bunun dışında, modern hayatın, sanat dünyasının putu, idol/ izm, hayranları uzak olsun bizlerin düşünce dünyasından... Sevgim beni, yarın bir yanlışımda, dışlanma sebebi yapacak birine hayran etmez, edemez, etmemeli de...

Sevgili Rüveyda,

Ölçüleri kaçmış şu şaşkın dünyada, umarım aşk, sevgi, hayranlık gibi kavramlar üzerine olan düşüncelerimin bir kısmını ifade edebildim.

Seven sevdiğini her türlü tanımalıdır ki sonradan sukutuhayale uğramasın.

Ozanımız güzel demiş, kısa ama veciz anlatmış. Fiziksel güzellik, mutlaka göze yemdir, tuzaktır, çekiştir, mıknatıstır, ama biricik mikyas değildir. Her zaman derim, benim için güzel kadın, bana huzur veren kadındır diye... Bu cümleyi genelleştirebiliriz de, tüm insanlar için... Ama benim güzel kadın tarifim budur değişmez, huzur… Beni günlük hayatta, basit konuların içine çekerek yormayacak! Söz gelimi; yalanlar, yılanlardır; sadakati sokup, huzuru, güveni zehirleyen... Benim kadınım asla yalan söylemeyecek, ben de ona elbette...

Benim kadınım beni, gözünde gönlünde öyle yüceltecek ki onun yıldızı ben olduğuma emin olacağım. (Ben de ona yıldızım gibi davranacağım.)

Bir dizi izlerken benden yakışıklı ve genç bir oyuncuya bakışlarını okuyup o oyuncuya hayranlıkla! baktığını görmemeliyim! Bu salt basit kıskançlıktan öte bir şey, iyi anlamalı…

Okul sıralarında tatlı bir din öğretmenimiz vardı. Tepesindeki saçlarını, hayatına çıkan pürüzleri temizlemek için süpürge ederken kaybetmiş; yalanı örneklerken kalan beyaz saçlarının altından bize şöyle demişti: Annenize; anneciğim sen Türkan Şoray’dan daha güzelsin, babacığım sen Cüneyt Arkın’dan daha güçlü ve yakışıklısın. Bir de… derdi, Öğretmenlerinize, mesela bana, yakışıklı çok bilgili öğretmenim en çok sizi ve sizin dersinizi seviyorum. Sınıfta kahkaha sesleri yükselirdi. Dedim ya emekliliği yakın bu adamın din dersini, anlatımını gerçekten çok severdik.

Yani benim kadınım Sevgili Rüveyda, beni, öncelediğini, beni önemsediğini, en çok beni sevdiğini, samimi bakışlarıyla, fiilleriyle inandırmalı...

Sevgili,

Sen de, sakın sana yanmaklığım yüzünden, ölçüsünü aşmış bir şımarıklık içine girme olur mu? Nasılsa bana âşık, diyerek şımarıklığın (ki kastım nazlanmadır) dozu, ayarı kaçmasın, kaçmasın ki; güzelliğin on para etmez demesin bu sana sevdalı gönlüm.

Âlem gamzende saklı olsa, huzur vermedikten sonra, o gamzen mezarım olur Rüveyda!

Etme!

Seni seven gönlümün, sevgimin, aşkımın haddi aşarak katili olma!

Gel etme nazlı yârim, sana olan aşkımı ne dillere düşür, ne de heba eyle!

Sevgili Rüveyda,

Seni tenzih ederek sana hitaben yazdıklarım, bu konulardaki fikirlerimi de bilmeni istediğimden. Alınganlık yapmayacağını, bana Seni incitecek bir şey mi yaptım da bunları yazdın? dememen için bu notu da düşmek isterim. Zira sen, o Allah vergisi güzelliği, sahiplenip gururlanmayacak kadar kendini bilen birisin. Annemin -çok bilinen- güzel bir lafı vardır, Güzellik tabağa konulup yenmez, insanın huyu güzeli olsun. der. İşte bu, fiziksel güzellik, huy güzelliği ile birleşince, nurun âlâ nur...

Nur içinde nur...

Bazı insanların ruhlarındaki o nur çehrelerine de yansır. Âdeta bir ışık huzmesi yansır, bazen gözlerinden, bazen dişlerinden, bazen şakaklarından, bazen alnın tam ortasından, mest olur insan o ışığın dalgaları içinde kulaç atarken... Öyle insanlar konuşmasalar da yüzlerine bakmaya doyamaz insan…

Sevgililer olan güzellikleri görüp onlara odaklanıp onları büyüttükçe büyürler birbirlerinin gönlünde. İnsan böyle bir şey, sevgisi de sevginin abartılmasıyla coşup sevenine daha çok sarılan, daha çok tutunan, tutkulu bir bağla bağlanan varlık... Sakın, asla bir erkeğe, hatalarını direkt paylar gibi söyleme! Bu onu hançerle sırtından öldürmekten beterdir. Başkalarının üzerinden onun olan hatalarına işaret et, nasılsa bunu anlamayacak biri ile evlenecek değilsin!

Sen her zaman, define avcısı gibi, bende kalan güzelliklerin keşfine çık. Ülkem, hazineleriyle birlikte senindir, sana teslim olmaya hazır. Ah bilsen kaç asırdır!

Sen canım de, candan olsun; canım senindir. Sözün özü Sevgili Kalbim, Seni seviyorum...


Seni hep sevecek olan Murat