1 Ocak 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (30)

 


           bütün kentler üzgündü çünkü     aşklar eskiyor
           sevgililer ayrılıyordu…


Sevgili Rüveyda,
Sevgilim Rüveyda,
Sevgilim,
Kalbim,

İsminden başka bir şey yazmayıp mektubu böylece gönderesim var!

Sen azımsarsın belki diye, devam ediyor şu an kalemim, bana sormadan, beni dinlemeden, dörtnala heyecan ve korkuyla koşan atlar gibi; sana doğru, hep sana… İsmini söyleyip dilim lâl olduğu zamanlarda, susmuş mu oluyorum?

Susmak çölün yağmura susamasıdır. Saksıda susuz kalmış bir çiçek bile, bize seslenir su diye… Duymaya kulak, görmeye göz, sevmeye kalp gerek… İsminizi söylediğim zaman, ne çok şey telaffuz ediyor, neler tahayyül ediyorum oysa... Ben sizin muhayyilenizde gizli bir hafiye gibi gezebilir, düşüncelerinizi okuyabilir, gözlerinizden dünyaya bakabilirim.

Peki, siz sevgili Rüveyda; bu adamın, mesela, nefes çekişinde ki o duyulmaz fırtınaları, dalga seslerine karışmış martı avazlarına benzer haykırışlarını, feryadını duyabilir misiniz?

Rüveyda; bir kadından çok fazlası, bir adamın alın yazısı...

Rüveyda; yetimliğinde  mahzun gecelerin, yangınlara dökülen gözyaşları...

Rüveyda; yaşamak için en güzel sebep, yaşama sevinci...

Peki, siz sevgili Rüveyda, bu adamın, dizginlenemeyen nefeslerinden şiir şiir adınızın sayıklanarak yokluğunuza hayıflanarak gökyüzüne nasıl hüzünle baktığını biliyor musunuz?

Rüveyda; aşkın rengi...
Rüveyda; ayrılığın sesi...
Rüveyda; buzla ateşin karışımı...

Sevgili Rüveyda,
Sevgilim Rüveyda,
Sevgilim,
Kalbim…

Bazı isimleri terennüm etmek gönle şifa, dile nota, hâle deva, ruha semadır...

Hele o isim, çok özel, çok güzel, çok sevilen ve hep istenen ise...

Dilim Rüveyda der, kalbim ona binler tefsir yazar. Gönül şakıyan bir bülbül olmuşken dil sessizliğin romanını yazmış ne gam.

Bakışlarımdan, duruşumdan, susuşumdan anlamalısın beni. Gözlerimin dipsizliğinde birikmiş hüzünleri görmelisin mesela… O gözlerin altına yuva yapmış aldanışlarımla karşılıklı volta atan yanışlarımı bakışlarımdan, duruşumdan,susuşlarımdan, anlasan ne olur…

Yorgunum, sessiz, harfsiz bulsan beni ne olur.

Kelimelere gereksinim duymadan, dilsiz alfabenin maverasında ferahlasa kalplerimiz...

Belki o zaman yorgun ruhum sevinçler ülkesinden bir yudum teselli kuşanır...

Her adını telaffuz edişim, her Rüveyda deyişimle dilimi süslüyorum...

Dillerimizden isimlerimizi zikredişimiz öyle güzel bir telaffuz ediş ki sanki sen bir orkestra şefi, ben dudaklarından kalbe düşen bir beste, güftesinde bana huzur veren ritmin ile… Güzel seviyorsun yâr. Sen güzel sevdikçe, güzelleşiyorum; dikenlerim geri çekiliyor, güle benzeyeceğime daha bir inanasım geliyor...

Canım,

Sen bana canım dediğinde içimdeki şenlikleri, bayramları görsen, ömrünce canım makamında; ne kadar kaprisim, nazım, yanlışım varsa, hiçbirini göremezdi o mana okyanusu gözlerin... Bir kere canım deyişin için ne çok bekledim senin gönül kapında, yıllarca Rüveydam…

Bu canım deyiş, sokakta adres sorup teşekkür ettiğin çocuğa deyişin gibi olmamalı... Annene ya da bir arkadaşına dediğin ton ve renkte de olmamalı... Sevgilin kimse, kime âşıksan, kime yanıksa için, işte o ben olmalıyım ve bana canım demelisin... Bak içim nasıl eriyor senin canım deyişinle... Yalnız dilin değil, gözlerin de canım diyerek bakmalı bana, yalnızca bana... Bu kelimenle tutunmalıyım hayata yani sana...

Sen canım dedikçe, şımarmalı, kısa pantolonumu giyip sokaklarda çember çevirmeli, ip atlamalı, top oynamalı, saklambaç ile sana, tekrar tekrar sana saklanmalıyım...

Bana canım de, serserim de, tatlım de... İçimdeki haylaz berduş tatlılaşsın, yine, yeni, yeniden aşkına pervane yangınlarda yansın...

Mecnun ötelerden bize bakıp Leyla’sına, çöllerin yangınlarından sonra modern zamanların gerçek âşıkları da onlar desin; bir canım deyişe can verecek adam gibi adamlar hâlâ var… Bana öyle bir canım de ki; canım avuçlarında can versin!

Sevdiğim,

Bir insan için yalnızca fizik güzelliği yeterli değildir âşık olmak, bir can olmak için... Bedenlerimiz, ruhlarımızın elbiseleridir.

Gün gelir eskir, ait olduğu yere teslim ederiz. Ruh çürümeksizin berzahta bekler, kavuşma anını...

Nice güzel bedenli kadınların kaba oldukları, kırıcı oldukları, hoyrat oldukları görülmüştür. Onları sadece bedene zaaflı âşık olanlar görememiş, hoş görmüş, ya da sevgileri adına katlanmış, felix culpa mesut suç deyimine benzer bir tarz ile polyannacılık oynamayı seçmişlerdir. Huy güzel, ruh asil olmazsa, o fiziki güzellik tez gözden silinir.

O güzel kadınlar, o güzel yürekli fedakâr adamlara öyle hoyrat, aşağılar davranmışlardır ki etraflarında pervane gibi dönmelerine zerre ehemmiyet vermeden, kendi mağrur benliklerine âdeta tapınma seansları içerisinde, verilen emeği, sevgiyi, fütursuzca harcadıklarını çoğu kez fark etmemişlerdir bile...

Mesela adamın bedeni kiloludur ama o saf gönlü son derece naif, asil ve kibardır. Hatta bu mektubu yazdıktan, size göndermeden önce, bir TV dizisinde, kadın aşkını ilan eden adama, Ne haddine, kendine gel, pis şişko! diyebildi! Şimdi sorarım, hangisi güzel? Kilosu fazla, ama yüreği narin adam mı, fiziği narin ama ruhu kilolardan yağ bağlamış o kadın mı?  Film gerçekmiş gibi nasıl teessüre kapıldığımı az çok tahmin etmiş olmalısın...

Annem bazen bendenize bakarak eski bir türküden bir pasaj mırıldanır: Of aman, eş eşini bulmuyor... o böyle türkü söylediği zaman, hemen bir konu bahane eder, ortamdaki hüzün havasını dağıtırım. Eş eşini neden bulmaz, bulduğunu neden anlamaz bu da bahsi diğer...

Ben en iyisi mektubumu başladığım gibi tamamlayayım, ne de olsa sürekli aşinası olduğum şeyi yazıyorum sadece:

Sevgili Rüveyda,
Sevgilim Rüveyda,
Sevgilim,
Kalbim…

Adınla dili gönlü şen bir Murat