12 Şubat 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (36)

 
 


ne zamana kadar, bir insan kelimelerden medet umup, kelimelere yaslanabilir; 
bir omuz yerine...


Sen,

Bilmediğim bir yerlerde, şefkatsizlik çölünde üşüyen kadın!

Ben,

Avazların yankılandığı duvarlarda yangınlarda kavrulan adam!

Kim bilir, belki de kader diyor ki böyle değil, böyle değil! Sessiz yakınma vakti değil, eylem zamanı, sen oltanı atmadan, nehre bakarak balık tutamazsın. Yenilen! Eski anıların sayfası o kitabın arasında kaldı! Hadi şimdi yeni bir kitap al eline ve yeniden başla…

Sevgili Rüveyda,

Bazen mektuba başlarken kelimeler öyle peş peşe sıralanıp dökülüyorlar ki tutmam, onlara yetişmem imkânsız oluyor. Bazen de adınızdan başka bir şey yazmak gereksiz bir fazlalık gibi… Adınız, aşka, muhabbete dair ne varsa içinde cem etmiş. 

Ah imkân/sızım!

Sahi, seven için imkânsızlık, uzaklık diye bir şey var mı? Kavuşmak, visal; vuslatın şartı değil ki...

Seven için, visal de, vuslat da hep gönül dağının o büyük ovasında cenkte değil mi?

Ah Aşk!

Sonunda ruh tuvalimde sürmeli gözlerinizin rengi belirginleşmeye başladı. Onları görebilme iklimine nihayet eriştim. Bir baktınız, sonsuza dek yaktınız... Gayri sönmek bana haram olsun, odum daim olsun. Bu aşk, mübarektir, mübarek kıla, daim ola...

Önce gülleri kıskandıran kokunuz vurdu beni, bir sabah yelinde, kalbimin tam orta yerinden... Sendeledim, sarsıldım, sarhoş oldum, dizlerim bağı çözüldü, ayaklarım beni taşıyamaz oldu, çöktüm aşkın kokusunun önünde... Öyle bir koku, cihan ne duydu, ne bildi, ne de sizden gayrısına nasip oldu. Kim anlatabilir kokunuzu kim? 

Nerede görülmüş böyle bir gülistan?  Elleriniz gül kokar sizin, açıverseniz bahtıma avuçlarınızı, öpe koklaya kalsam orada öylece ve ecelim avuçlarınızda bulsa beni... Ay gördü yüzünüzü ziyasından utandı, güneş gördü endamınızı, gölgesizliğinize vurulup kendisini kehkeşanlara vurdu... Bülbüller aşkınız için bin nağmeye seda oldu da gül cemalinize biçare bir acziyetle, gözyaşından medet umdu, çöllerine... Ummanında bir katre olmayı cana minnet bildim ey ahu bakışlı, sürmeli gözlüm...

Ne olur, sen/siz arası edepsizliğimi hoş görünüz... Bazen bana sen kadar yakın, bazen siz kadar erişilmezliğinizdir bu hâallerime sebep. Kelimelerden yana fukarayım, öksüz ve yetimim, döne döne aynı harfler, aynı kelimeler, aynı cümlelerle tekrar ettiğim sensin Rüveyda, seni tekrar etmek şu canıma şifa, ruhuma gıdadır.  Seni tekrar etmek, her defasında aynı kelimelere, bamb/aşka anlamlar yüklemek, yine, yeni, yeniden yenilenmek, dirilmektir. Sonsuzluk bestesinin nağmeleri arasında kaybolmaktır. 

Sen, kelimelere can suyusun, renksin, nakışsın, desensin, abıhayatsın... Seninle canlanır kelimeler, ruha bürünür, giyinir, zamanı kuşanır. Yaşam sevinci olur.  Kim demiş kelimeler cansız, soyut şeyler diye. Sen geldin ve her şey değişti... Seninle bülbül diye bir kuş bilinir oldu, seninle gül keşfedildi... Adın anılınca, tüylerin gülün dikeni gibi aşkına kıyama, ay yüzüne, ihtiramla durduğuna şahit oldu cihan...  Adının bir harfine, binler can feda olsun ey adı gibi güzel, kendi güzel!

Hiçbir şey yazmaya takatim, yüzüm yok... Bu hadsiz, edepsizliğimi varlığınızın; size bende olmaklığımın  sekr hâli saymak şanınıza ne güzel de yakışır.

Kaç mevsim bekledim kapınızda, eşiğinize bende eyledim boynumu. Bir lahza kerem eyleseniz, ay yüzünüzün nuru lütuflandırsa kara bahtımı da kademinizin eşiğinde son nefes, şerefim olsa...

Bu uzaklık, bu hicret, daha ne kadar sürecek Rüveyda? Daha ne kadar sen ile siz arasında kıvranıp acı çekeceğim? İzin verseniz, sen makamından, güfteler devşiren bir bende olarak kalsam, ebedi.Mura

Kokunuzun meftunu, bir garip Murat