26 Şubat 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (38)

 

 


sen benim, seslendiremediğim
en uzun cümlemdin, 
hıçkırık tellerinde, sessizce terennüm ettiğim…


Sen, Ey!

Hangi şehri mutlu ediyor varlığın?

Hangi şehre düşüyor ıhlamur kokulu nefesin?

Hangi evlerin pencereleri, balkonları görüyor su gibi akan adımlarının izini, gizli gülüşlerini, gizliden sevilişlerinin, sevinçlerinin, renklerini?

Hangi duvarlarda gece dans ediyor gölgen?

Hangi şarkılar dilinde terennüm, aksiseda olur da benim duymamdan uzak, bülbüllere rakip olur… 

Balkona, pencerene konan kuşlar mı dinler, türkülerini?

Hangi göğün bulutları yağdırır çisil çisil yağmurlarını bedenine, ilmek ilmek...

Hangi kazağa, bluza dokunur o yumuşacık çocuk ellerin?

Hangi atkı sarar sülün boynunu misler gibi öperek?

Hangi yastığa düşer ipek saçların, ruhu sarsan kokusuyla sarmaş dolaş bir sıcak iklimde…

Ben her gece uykularına bebek kokulu öpücükler bırakırım usulca.  Rüyalarıma kolayca geldiğin gibi kolay olmasa da rüyalarına girmek için çırpınırım. Ne zaman nehirler gibi tenine şiirler döken saçlarında kaybolacak yüzüm? Ne zaman senden söz etmek istesem birilerine, koşarım aynadaki gözbebeklerime. Sen hep orada, kalbime giden yoldasın… Görüyorum!

Ağlarken de güzelsin sen. Yağmur damlasının bir gül yaprağına düşüşü gibi yaşların… Çocuksu, masum ve bir o kadar da kadın. 

Sen Ey!

Zamanın donduğu yerdi, takvimler icat olunmamıştı. Aşk bilinse de tarifi yapılmamıştı sana rastladığımda… Ben dize dize azalırken sen çoğalıyorsun ömrüme… Sen ruhuma dokunan bir şarkısın, merhem ol diye satırlarca adını yazdığımsın… Sen Ey!

Gözlerinden almışsa kelimelerim mürekkebini, bil ki onlar birlik olup kanımıza susamışlar! Kalbimi verdim ismine, ister sev, ister sevil…

Karar veremedim, gözlerin mi, kaşların mı; gamzelerin mi, dudakların mı önce güzel... Karar veremedim, önce hangisinden başlamalı, bir aşk akşamında, deliliği katmerlenmiş bir cenge!

Sevgili,

Tatsız dünyanın tadını bir fincan az şiirli kahvede arayan ben gibilerden kimseye zarar gelmezdi de ve gözlerime yağmurların düştüğü demlerdi, yokluğunda mahrum, üşüyordum, kışında ayazında. Sen mevsim yaz sanıyordun!

Oysa ben hiç şiir yazamadım sevdiğim. Yağmuru taşıyan gri bulutlar gibiydim, şiirim hep içimde saklı bir ağırlıktı ruhuma…

Kalbim

Sen bir şiire sığmayacak kadar çok, bir hikâye içinse imkânsızdın. Tanıdık bir yüzün, sıcak kelimelerin vardı. Sanki bu hikâye bizim için vardı.

Mümkünsüz hikâyelere, olmaz hayaller çizdim. Mümkünsüz sevmelerim var benim, mümkünsüz ve hükümsüz… Az az yaşadım hep, hiç tamım olmadı. Mavi mi? O göklerdeydi benimse uçmak için kanatlarım yoktu yâr…

Ömrümde bir kerecik dokunmak istedim saçının tellerine, nasıl da mavi bir melodi düşerdi yüreğime, bilemedim… Sen bende masal, sen ben de biricik hakikattin. Gerçek masala erişemezdi, erişemedi de… Sen Ey!

Sesin yankılanınca içimin ovalarında, nefesimin rengi değişir. Bir çift kumru havalanır, kelebekler sevişir. Ruhum

durmaz, düşer yeniden yollarına… Sen, Ey!

Sevgilim Rüveyda diye diye sevgisiz, sevgilisiz kalmış gönlüme teselli ettiğim ismine karlı dağlardan buz gibi sular döktüğüm hâlde, ateşi azalmayan!

Sen hep öyle masum kal, uzaklardaki nefesim ol...

Varlığını bilmek, varlıkta kalmama sebep...

Yoksa gelmeye, sana varmaya mecalim yok. Kader, gayrete âşıktır derler, bense sana...

Ey gece gözlü yâr!

Hadi gecelerime doğan ay parçam ol. Her gece güzel bir rüya olarak anılsın. Sırlar alınsın, sırlar verilsin... Saklımızda... Sabaha izi/isi kalmasın yangınlarımızın, dumanı da alevi de içimizde bir ömür...

Sesler sussun bu gece, dünya azıcık dönmesin, zaman dursun dudaklarında...

Gamzelerinde sakla beni, kimsecikler arayıp bulamasın... Gamlı gönlümün hüzünleri dağılsın, bir gececik... Bir gececik anılar defteri silinip gitsin... 


Yokluğunda dağılmış bir Murat