7 Şubat 2018 Çarşamba

Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine - Arthur Schopenhauer


Aslında aşağıdaki iktibasa, yorumlar katarak, biraz daha açarak bir makale yazmış olabilirdim, peşinen ilave etmek istediğim şey : Bazı insanlar obez okuyarak, ruhlarına seçme şansı bırakmadan ve ruhlarını dinlendirmeden yorup, kendilerine büyük kötülük yaptıklarından habersiz, kültürlerini arttırdıkları  zannındalar!

Oysa kişi, kitap okumak için, bir öncelikler listesi tespit etmelidir. Öncelikler deyince nedense birilerinin aklına ilk gelen dünya klasikleri! Temelsiz bina! Dinle ilgilenen kesimler de böyle, kalkmış Kur'an meali okuyor ve kendi kıt aklıyla ahkâm kesiyor. Sorsanız, kaç tane ilmihal okudun, itikat üzerine hangi eserleri okudum, yüzünüze küçümseyen tavırlarla bakıp dudak büker!

Sunum yapacaktım yine sözü uzattım ama faydasız bir girizgah da olmadı değil mi ? Durmadan okumak yerine, hazmederek, dinlenerek, tefekkür ederek, önemli yerlerin altını çizerek, gerektiğinde notlar alarak okumak, verimli okumaktır, dedim ve sözü Arthur Schopenhauer'a bıraktım: 

''Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder: Okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir.

Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir; ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır. Çünkü her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bir etkiye sahiptir. zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip edebilme imkanı sunar.

Nasıl ki yabancı bir cismin ağırlıgı üzerinden hiç eksik olmayan bir çelik yay sonunda esnekliğini kaybeder; başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak üzerinde bir baskı yahut tazyik unsuru olarak varlığını koruyan bir zihin de körelir. keskinliğini kaybeder. Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düşünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir. Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır: Zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur, ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse.

Eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz. büyük bölümü itibariyle kaybolur. Gerçekten de bedensel gıdalarımızla zihinsel gıdalarımız arasında durum hemen hemen aynıdır: insanın yediklerinin beşte biri ancak hazmedilir, geri kalan buharlaşmayla terlemeyle ve benzeri şekilde kaybolup gider.

Bütün bunlardan kağıt üzerine dökülen düşüncelerin kumsaldaki ayak izlerinden farklı olmadığı sonucuna varılabilir:

Doğru, adamın yürüdüğü yolu görürsünüz, fakat yolda ne gördüğünü bilmek için onun gözlerine ihtiyaç duyarsınız.''