Rüveyda'ya mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rüveyda'ya mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Sen ne güzel bir yalandın!

Sen ne güzel bir yalandın Rüveyda!..
Yalandan nefret eden bu adamın, severek bağlandığı, kapıldığı tek ve en güzel yalandın...Şarkıları seninle ıslatırdım, ısınamadığım bu dünyaya sen varsın diye katlanırdım...

Sen ne güzel bir yalandın Rüveyda!..
Kentparka senin için giderdim, balıkları, ördekleri seni beklerken beslerdim. Sen geldiğinde beni öyle gör isterdim.

Sen ne güzel bir yalandın Rüveyda!..
Gün batımlarında terasa senin için çıkardım. Aynı ufka, aynı güneşe aynı anda baktığımızdan emindim...
Ya da bu da o yalanımın masum eylemlerindendi.. 

Sen ne güzel bir yalandın Rüveyda!..
Sabahları özlemle sana gözümü açar, günaydın aşkım diyen öpüşlerine mukabele ederdim.
Gözlerimi açtığımda yanımda değilsen, kulağım mutfaktan gelen melodilere dikkat kesilirdi. Yatak odasıyla mutfak arası çok uzun mesafe olur, seni hemen görmek için şehirler aşardım...

Sen benim tek ve en güzel melankolik yalanımdım Rüveyda!..
Bu adam bu yalanla, sana dokunmadan son nefese varırdı Rüveyda... 

Neden benim biricik yalanıma, senin gerçeğinle kıydın Rüveyda?



13 Mart 2023 Pazartesi

Bir sevme biçimidir Rüveyda

Çenesi düşük şu suskunluk labirentinde, vefasız vakitlerin, acınası, acımasız hallerine müptelâ olmuş bir adamın, sevme biçimidir Rüveyda...

Yeryüzünün bütün küsmüşlerini temsilen, aşktan alacaklı, sevdaya mecnun; zoraki gülüşlerinde saklı zehirli bir tufanın arefesinde, gözyaşı gecelerinden kalma sabahlara b'akan bir adamın severken canının yanma biçimidir Rüveyda...

Her kelimesinde, cümlesinde ve dahi paragrafında taklide zerre pirim vermeksizin fakat tahkikin en derin sularında yüzme bildiği halde gönüllüce boğulmayı tercih etmiş, boğulmaya can vermiş bir adamın sevme biçiminin simgesidir Rüveyda...

Peygamber hasreti, evlat acısı, ana kucağı, dünya gurbetinde oluş sancısı, bir tırtılın kelebek, bir kartalın yeniden doğuş çilesi, ahir zaman fakirliğinde iman kurtarma endişesi..kısaca güzele dair yarım kalmışlığın adıdır Rüveyda...

"Lambada titreyen alevin üşüdüğünü" edebi bir söz deyip geçmeyi büyük saygısızlık ve haksızlık sayan, Leyla'sının köpeği geçince ayağa kalkıp, dört ayaklının gözbebeklerinde Leyla'sının gözlerini, başında ellerini görme heyecanının bir adamın, bu çağa ayak uyduramayan sevme biçiminin adıdır Rüveyda...

Kavuşmaktan çoktan vazgeçip, istifasını bir imsak vakti sırılsıklam ağıtların asıldığı asırlık çınara iliştirmeyi, cürümlerden bir cürüm saydığı için, başı yerde, gözleri mahcup, mahzun
iç çekişlerin, hıçkırığa evrilerek, boğazda takılı kalan o isme meftun ıssız bir adamın sevme biçiminin çırpınışıdır Rüveyda...

Sevdimseni yazarken, iki okyanus gibi kelimeyi dilbilgisi kuralı olarak ayırmayı ar edinmiş, kurallar ve kaidelerden azade, bedenleri, şehirleri, şartları aşmış ruhların kalplerde mesken tutmuş halinin, sebepsiz, sorgusuz sevme biçimidir Rüveyda...




15 Ocak 2023 Pazar

Bu kitap aşka yazıldı...


Şimdiki aklım olsaydı kitabımın ismi böyle olurdu. 

         Bu kitap aşka yazıldı

ya da

         Aşka Mektuplar

Böyle biline...


17 Aralık 2020 Perşembe

Rüveyda'ya Mektuplar (63) Son


Rüveyda!

Bir daha asla geri gelmeyecek bir günden yazıyorum sana. 
Böyle kurulmuş ünlü bir cümle var mıydı, bir yerlerde okudum da aklımda mı kaldı bilmiyorum! 
Neyse ne, sonuçta hiç bir şey kimsenin tapulu malı değil. Hakka isabet gibi bazen aynı şeyleri bilmeden yazabiliyor insanlar. Arama motorlarında taradım çıkmadı! Belki de bana aittir. Neyse ne, konu bu değildi. Bazı zamanlar parmaklarımın çenesi düşüyor! Galiba bu gece onlardan bir gece, iyi olduğum zamanlar (!) böyle olur genelde! Kestik! Baştan başlıyoruz sana yazmaya hem de ''son kez!'' 

Kalbim,
Bir daha asla geri gelmeyecek bir günden yazıyorum sana!
Biz bu dünyada sadece seveceğiz!
Kavuşmak, ertelenmiş bir bayram sevincindeki iklime... 
Biz bu dünyada sadece seveceğiz. Bilmen gerekir; kavuşmak, sevmenin şartı değil. 
Sevmek de kavuşmanın lazımı değil! 
Sevmek kavuşmaktan bağımsızdır. Şart, kural tanımak istemez. 
Dağlarda koşan doru atlar gibi, eyere-geme gelmez.
Seversin, sadece seversin. Sevdiğin için de özlersin. İnsan sevmekten-özlemekten mahrumsa fakirdir. 
Dokunduğun ruhu olur, bedenine de dokunmak için çırpınırsın! Yolun başında hep böyle olur.
Zamanın dili sana fısıldar; ''Bedeni unut, bedeni unut! Sana vuslat yazılmadı!''

Bir daha asla geri gelmeyecek bir günün gecesindeyim Kalbim!
Verdiğim nefeslere vedaya fırsat yok! Çünkü her şey çok hızlı! ''He'' hecesindeki ''Hay'' ile alıp-veriyorum. ''Hep diri olan.'' Her şey çok hızlı akıyor! 
''Toplayın eşyamı işim acele!'' diyen şair de gitti bu dünyadan!
Zaman değirmeni bizi çok hızlı öğütüyor! Bir nefesle hem can buluyor hem ölüyoruz. Nasıl garip ve muhteşem bir şey yaşamak dediğimiz akış. 
Bazı unların az çile ile ekmek, bazı unların çok çile/işlem ile baklava, börek olması gibi. 
İnsanlar da öyle. Değerleri çilelere hoş bir tahammüle, sabredişe göre artıyor. 

Sevmek, ne güzel bir kitap. 
Aşkın çocuğu olanlar anlar bunu Rüveyda!
Aşkın sarhoşu olanlar sekr ile dünyadan geçenlerdir. Onlar dünya makamlarında, parada, şehvette gözleri olmayanlardır. Taşıdıkları can/iman emanetini salimen sahili selamete ulaştırma tasası çekenlerdir. 
 
Sevmek ne güzel bir kitap Kalbim. 
İçine altlarından ırmaklar akan cennetler döşenmiş. 
Muhabbetten hasıl olan, o sevgi sebebi ile dünyamızda görünmüş. 
Nuruyla, güllere ve Gül'e aşina gönüllere kokusunu miras bırakmış. 

''Gül mevsimi geçince gülü nerede bulursun; gül suyundan. 
Gül Hazreti Peygamber (sav), gül kokusu da kâmil velilerdir'' diyen Hz. Mevlana aşkına, diyorsun da anlamıyorsun ey Murat! Anlayanlar kervanının peşinde üç ayakla seken topal köpek ol bari..!

Aşık ruhlara, Allah (cc) izin verdikçe engel yok. 
Nasıl ki akıl ile düşündüğümüz yerdeyiz, hem de o anda... 
Latiftir ruhlar. Mesafeler, duvarlar onları durduramaz. Üfürülen bir ney ile neşv-ü nema bulurlar. 
Aşk meydanında huş-u curuş ile döner, kendilerinden geçerler. 

Allah, insanı sevdi de ''Kendi ruhundan üfledi!'' Ney gibi değil, o kısmı meçhul ama Allah insanı şu sonsuz yarattığı kâinatta Zatına muhatap aldı, cüz'i irade verip, dünyaya, bu arza halife, yani vekil olarak gönderdi. ''Sen!'' dedi, ''Sana verdiğim Kitap ile, o Kitabın canlı temsilcisi, örnek alacağın Peygamberim, elçim ile aleme nizam vereceksin. Adalet sancağı bir elinde, şefkat sancağı diğerinde... Kitabım bir elinde, Sünnetim bir elinde...''

''Muhabbetten hasıl oldu Muhammed aleyhissalatü vesselam'' diyen şair bize muhabbetullahı yani Allah muhabbetini, sevgisini işaret ediyor. Aşk o muhabbetin dünyaya uzanmış kollarından bir ırmak. Herkes nasibince ya alır ya aldığını sanır! Mecaz ile hakikat bazen ayırt edilemez. Sevmek var sevmek var, bunu iyi kavra! Bu vadide söz yanar, dil tutulur. Rüveyda dediğin buhar olur. Yoksa gönlünde gönlü yaratan, koca ömür heba olur! Ey Murat! Zayi olma!

Bilir misin Kalbim!

Cennette de pişmanlık olacak! Biri; bu dünyada boşa geçen gafil zamanlar için. Diğeri; biraz daha ince:
''Huzur-u Zat-ı Daim'' Bu ne demek? Bu şu demek: Cennet ahalisi cennet nimetleri içince sefa sürerken, bir grup insan Allah'ın cemali bâ kemalini müşahede zevki, sarhoşluğu ile nimetlenecekler... Buradayken Hakkın rızasına samimi talip olanlardır onlar. Kalpleri mühürlenmeden, Allah'ın rızasını, sevgisini ve dahi aşkını arayıp, fark edip, o aşka hayatlarını adayanlardır. 

Onlardan bazısı bakarsın Belh şehrinde padişahken, tacı-tahtı bırakır, balıklara iğnesini getirten Allah aşığı olur. 
Bakarsın Yemen ellerinden Peygamber eşiğini öpmeye ve o eşiğe aşkın kokusunu bırakıp Peygamberi (sav) anne izni sebebiyle göremeden dönerken görürsün. 
Namlı bir hakim iken, aşka talip olarak sokaklarda ciğer satan, çocukların alay ettiği ama Hakkın kendisine çektiği bir talip olurlar. 
Çocukları diri diri gömenlerden, aleme adalet dağıtan Ömer'leri yeşerten şeyin adıdır aşk. 
Kuyulardan zindanlara, zindanlardan Züleyha'ların canına can olmaya giden bir sırdır aşk. 
Yusuf'un kokusunu uzaklardan duyan babanın, dünyaya âmâ, göz yaşında saklı cilve-i Rabbaniyedir bazen... 
İsmaili teslimiyetle, evladını kurban edecek tevekkülün İbrahimi lehçesidir aşk. 

''Sen olmasaydın, Sen olmasaydın! 
Bu alemi yaratmazdım!'' iltifatının mazharı yetim bir Mekkeli'ye Taif'te atılan taşların, Hallac-ı Mansur'a atılan güldeki tecellisidir aşk... 

Şimdi anladın mı Kalbim, o misler gibi kokan güle niçin dikenler mihmandarlık ediyorlar? 
Ayrılık dikense, aşk güldür. Çok uzaklarda görünse de dalında, yolundadır sevgilinin. 

Ve Hz.Cebrail'in Miraçta ''Buradan öteye geçemem, geçersem yanarım!'' dediği son elçinin; ''Peki ben nasıl geçerim?'' sorusuna verdiği tek kelimedir: ''Aşkla!''    

Bir daha asla geri gelmeyecek bir günden yazıyorum sana!
Bu aşka son mektubum kâğıtlara dökülü görünen...
Biz bu dünyada sadece seveceğiz! Vuslata talip olmayacağız, olduğumuz zaman aşkın ürkek bir kuş gibi kalbimizden uçup gitmesinden endişe edeceğiz... 

Sevmek yalnızca sevmek... 
O, öyle güzel bir tat ki, gece yattığında ruhuna dokunur, okşar. 
Hisseder ama anlatamazsın, lezzetini kendine bile tarif edemezsin. 
Keşke bir daha dersin, ne olur bu gece de ruhumun yanağını okşasa... 

Ah Kalbim! 
Gördün, yüzlerce kelime, binlerce harfin yaratılmasına aracılık ettim ama sen ne anladın, ben ne anlatabildim, ne anladım..? 

Bir daha asla geri gelmeyecek bir günden yazıyorum sana!
Biz bu dünyada sadece seveceğiz! 
Sevmeyi nasıl seveceğimizi öğrenirsek öteye güzel geçeceğiz. 
Ölmek değil bu, aşıklar ölmez, öteye geçeceğiz. Perdenin ötesine, rüyadan uyanacağız, dünya (anne) karnından bir daha doğacağız. Sonra bir daha, ta ki Kevser'den içene dek...  
Sonrası talip olduğumuz şey yine Huzur-u Zat-ı Daim olacak. 
Bizi ve her şeyi yoktan yaratan Allah'ın zatını müşahede bahtiyarlığı. En büyük cennet mükafatı.

Cennet gözlü Yâr,

Bir daha asla geri gelmeyecek bir günden yazdım sana...
Bu son mektubumdu sana ve aşka! 
Devamı hep içimde, en derinde ve ilk günkü gibi taze ve hep yeni olacak...
Duyarsan okursun!

Bir daha asla gelmeyecek zamandan,
Varabilirsem Rüveyda'dan Hüda'ya  
Sonrası hep cana sefa... 
Kavuşmamız cennet sabahına...

Adı meçhul kendi garip bir yolcu
 



 

29 Kasım 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (62)




Hiç bir yere sığamıyorum Kalbim!

Yangın yeri göğsüm! Çıldırtan bir sessizlik! 
Çaresi olmayan bir çaresizlik! Dermansız bir dert! 
Buna rağmen, ''Allah bu halin yokluğunu göstermesin diye dua edilen, tarifi yapılamayan, anlatsan anlatılamayan ve anlaşılamayan, hüzün kuyusundaki mahkumiyete razı bir gönlün hikâyesi...

Sen de öyle misin? 
Elin kaleme gidiyor mu? 
Yazıp yazıp siliyor musun? 
Sahi neler yazıyorsun?  

Ne geceler saklıyor bağrında beni, ne gündüzlerin ışığı sensiz karanlıkta kalmış garip gönlüme bir ferahlık saçıyor..!

Hiç bir kelime imdadıma yetişmiyor! Ne okusam, ne yazsam nafile, hep bir acizlik, hep nakıs kalışların uçurumuna yuvarlanış..! Yine de yazmam  gerekiyor, benim terapim, tesellim ve sana dokunma şeklim bu... Seni sevme, saçlarını tarama, yüzünü okşama, seni doyumsuz seyretme şeklim bu! Başka bir yol yok sana! 

Hiç bir şarkı yaralarımı onarmıyor! Ki benim şarkılarım da kelimelerim gibi çok fazla değişmez. Bir kaç şarkı vardır usanmadan nöbetleşe kalbimin kapısında bekleyen, bazen onlara yeni çıkan bir şey eklenir ve halka bir numara daha genişleyerek döner durur. Şarkılar aynı olsa da, bana söyledikleri her defasında bambaşka bir dünyanın ütopyası... Kelimelerim gibi...

Kadınlarsa çok kadınlar! Hepsinin toplamı sen oluyor. Bir tek kadında seni bulamıyorum da aramıyorum da! Çünkü o aranan, beklenen sensin ve bir kitabın sayfaları arasında saklısın. 
Ne Alâeddin'in sihirli lambası seni oradan çıkarabilir, ne de sen kendin çıkıp gelirsin bir öğle sonrası...

Lezzeti alınmış yiyeceklerin, sular bile hararetime çare değil! Ayakta kalma mecburiyetinin malum malzemeleri sadece hepsi...
Tadı çekilmiş hayatın mahzeninde nice zamandır kendi tenhamda mahkumluğumu içiyorum. 

Rüveyda,

Bilmelisin! Yokluğunun müptelası olmuşum, ne kadar yoksan o kadar çok sevdim seni...  
Bilmelisin! Şimdilerde ismine yeni bir anlam daha ekledim: ''yokluğunda daha çok sevilen kadın!'' Sevildikçe sevilen, hayali bir kadın olsa da çok kıskanılan...

Gözyaşlarımdan bir inci tanesini gamzene gömmek nasip olmadı yâr...
Olsaydı göremediğim gözlerin şahit olurdu aşk nasıl filiz verirmiş... 
Ne güzel bir tablo bu, bir an hayal ettim de... Sonra hafakanlar çöktü, dedim: ''Sana her şey yakışır Rüveyda, benden başka her şey! Her renk sende güzel durur. 
Sen her mevsimde açan bir goncasın. 
Her çiçeğin kokusunu göğsünde taşırsın, aylara göre ruhuma akıtırsın.

Şu dünyada nefesimin akordunu bozan kadın sensin Rüveyda, bunu da sakın unutma!

Anlayacağın Kalbim,
Senden kalanları kalan ömrüme dağıttım, geçinip gidiyoruz...

Hüzün kuyusunda bir Murat


22 Kasım 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (61)



Rüveyda'm,

Ayrılıkların savurduğu yönlerdeyiz şimdi. 
Kalem seni yazmaya hasret, kâğıt küskün! 
Gecelerle gündüzler yer değiştirmiş! 
İçim uçan turnaları görmek, onların ardı sıra uzak ülkelere gitmek istiyor. 
Sana varamadıktan sonra tüm uzaklara adayım. 
Bırakın gönlümü böyle avutayım.Eski şarkılarımı yanıma alayım. 
Sessiz viranelerde divaneler gibi yanıp ağlayayım! 
Yok, istemem derdime derman! O Leyla, Mevla'ya sebebim olur diye ummaktayım. 

Rüveyda'm,

Artık yılların ay, ayların hafta, haftaların gün gibi olduğu zamanlara eriştik, uzun olan bir tek sensizlik! Ve bu gönül yangınının  tarifi yok! 
Anılarımın her satırı yenilgilerle çizilmiş, arasında gri hüzünlere sarılı hasretler... 
Ya şu evcil ruhuma ne demeli? Bu kadar naif, kırılgan olmasa, bu sensizlik belki de  yıkamazdı beni!

Penceremi en çok geceleri, insanlar sokakları boşalttığı demlerde açıyorum. Ne kadar kaldıysa, dışarıdan temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Aslında senin kokunu aramaklığımın başka bir şekli bu... Hangi şampuanın kokusu o okşanası saçlarında, hangi parfüm teninde taht kurmuş, şuh bir bakışla öpüleceğin anı bekliyor. Kekeme, topal bir direniş, bekleyiş bu... Özleyiş hayal ediş bu... İsteyiş..!

Bugün perdeleri tülleri yıkadım. Seninle astığımızı hayal ettim. Şakalaştık, güldük, sarıldık, ne çok öpüştük. Çalan şarkıları birlikte söyledik. Beni kızdırdın, yuvarlandık, güreştik...Biz...çok sevdik Kalbim...

Akşama ne yiyeceğimizi planladık. ''Bugün dışarıya hiç çıkmayalım!'' dedik. ''bir Julia Roberts-Richard Gere filmi iyi gider'' dedik. Kuruyemişler hazırdı. Her şey hazırdı, gelseydin! 
Sen gelmedin, akşam yemeği buz tuttu. Kuruyemişler öteye beriye savruldu kurudu! Julia, Richard'ın elinden tutup savuştu. Perdeler yarım yamalak hiç yeni yıkanmamış gibi buruştu! Yine o bildik şarkılar, sönmüş mum kokusunda odaya yayılıp tokat gibi ruhumu dövdüler! Onca renkler uçup gitti, gri yeniden hakimiyetini kurdu! Pencereleri boşuna sildik, üstlerinde kan damlacıkları! 
Şiirler her bir köşeden ses verdi avaz avaz...Birini sustursam, diğeri seslenir! 
Adın yankılandı kainatta: Rüveyda!  

Sana dair ne kadar cümlem varsa odanın ortasında avize gibi asılı kaldı. 
Sonra bir adamı idam sehpasına getirdiler! Hiç direnmiyor, hiç korkmuyordu! Kendi inisiyatifi ile sandalyeye çıktı, sadece tekmeyi onların vurmasını bekledi! O zaten bu hayata tekmesini uzun zaman önce vurmuştu! Dudakları kımıldadı, sallanırken dudaklarında garip ve acı bir tebessüm! Pişmanlık mı desem, hasretin derin izleri mi, bilemedim. Bir adam idam etti kendini! 

Rüveyda'ya Mektuplar öylece kaldı. 
Bir efsane gibiydi, bazı insanları ağlattı. 
Bazı aşkları sararttı. 
Aylardan sonbahardı. 
Bir adam kendini idam etti! 
Tam da bir pazar günü...

İdamlık bir Murat
  

 



13 Kasım 2020 Cuma

Rüveyda'ya Mektuplar (60)


Rüveyda,
Kalbim...
Sen orada, uzaklarda, erişilmezliğin koynunda, 
Ben burada ölüyorum!
Hep aynı şarkıyı döndürüyorum..!
Ben ölüyorum Rüveyda!
Sessizliğine gömülüyorum...
Hayaline gömsünler beni!
Bunun adı özlemek olamaz, 
Bu adam onu aştı..!
Ahir ömründe belki de yolunu şaştı..!
Ya da önceden şaşmıştı yolları, seni bulunca doğruldu...
Ben seni özlemiyorum!  
O çok az, basit ve yetersiz bir kavram artık buralarda! 
Uzunca yazacak mecalim yok Rüveyda!
Ben artık ölüyorum!
Aylar sonra, ayaklarımı zorladım!
Kent Parka gittim. 
Sakindi!
Yazdan kalma güneş gülüşlerin yayılmıştı her yere...
Yerlerde sarı beli bükülmüş yapraklar...
Birinin resmini çektim. 
Güneş sen, o yaprak ben olduk!
Ne faydası olabilirdi artık güneşin, 
Toprağa düşmüş zavallı yaprağa...
Yalnızca daha çok kurumasının sebebi olabilirdi...
Hayat olamazdı, can veremezdi, yaşatamazdı!
Ben artık ölüyorum Rüveyda!
Belki gizliden gizliye yine seni bekliyorum!
Son nefese kadar adını sayıklayacağım.
Ruh tuvalimdeki resimlerine sarılıp ağlayacağım...
Hebaya gitmiş ömrüme yanacağım...
Ama artık seni özlemeyeceğim...
O çok az, basit ve yetersiz bir kavram artık buralarda! 
Dilciler yeni bir kavram bulsunlar,
Yabancı dilleri tarasınlar,
''Seni göresim geldi'' desinler mesela...
''Bende eksiksin!'' desinler...
Nicesin desinler...
Hasretimsin desinler...
Hiç biri yarama merhem değil. 
Asude zamanlar benden ırak...
Hüzün kalbimde bir süveyda...
Seni arama telaşından başkaca bir telaşım,
Seni yudum yudum ruhumda yaşamaktan başka bir işim yok!
Mesleğim sensin. 
Nefesim sen...
Uzunca yazacak mecalim yok Kalbim!
Ben artık ölüyorum!
ben, 
artık, 
ölüyorum...!

Murat







2 Kasım 2020 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (59)



Sevdiğim,

Herkes ölüyor! Şu günlerde daha çok..!
Ve biz seninle her gün ayrılık ölümünü tada tada, bilinen ölüme akıyoruz! 
İnanmışlardan olarak toprağa düştükten sonra, ''Allah var, gam yok!'' 
O ölüme çare yok da ya bizim her gün ölüşümüz? 
Kelimeleri bile içimize gömüşümüz! Sessiz gecelerdeki mum gibi eriyişlerimiz...! 
Birbirinden saklı, ayrı ırmaklar gibi iki gözümüzden inciler döküşümüz! 
Bir gece mi şahit buna? Gündüzlerimizi de gece eyledik biz!
Ayrılık mevsimine açan çiçekleriz...
Belki bu yüzdendir ayrılıkla beslediğimiz hüznümüzü sevmemiz...

Sevdiğim,

Bilirim ki tek cümlemiz olmasa da duyarız biz bizi... Bunun için kulaklarımızın çınlaması gerekmez. Bizim kalbimiz de çınlamaz. O sürekli irtibatlıdır ve sürekli duyar, dinler, yaşar... 
Mesafeler aşka uzak olanların mazereti..!  
Mesafeler bizi daha güçlü kılar, daha bir kördüğüm oluruz; daha bir sevdalı, daha bir mahzun...

Sevdiğim,

Kitaplık hacimde görünse de aslında ben sana hiç yazamadım! İçimin ummanında bir kum tanesi, bir katre, bir su damlası görünenler... Harfleri aştım da yazdım seni ruhumun tuvaline... 
Görünmeyenlerim sana malumsa ki malumdur, bu tesellim olur. 
Aşılmaz dağlar yoktu bu asırda, aşılmayan başka bir şeydi, başka bir şey...  
Mecnun olmama da gerek yoktu, zaten seninle melankolik bir hikayede, bir kitabın içindeki sayfalarda yaşıyor ve onun dışına çıkmıyordum. Şimdilerde ''çevrim dışı'' dedikleri, ''karantina'' günlerini kimselere sezdirmeden, bazen sahte kahkahalarla, bazen ''iyi misin'' sualine verdiğim olumlu cevaplarla yaşıyorum.
Mecnuna bin selam olsun, onun gibi güçlü değilim, dağları delemem; zamane meczubu deseler bu payeye de layık olamadım..! Ne güzel demiş Yunus'umuz: ''Şöyle garip bencileyin''  Garip bir sevdadan mustaripsem de ''garip'' de olamadım! 
Bir şeyden eminim; yokluğunda sevdim seni. 
İyi ki hiç karşılaşmadık, gelsen, bu kadar çok sevemezdim seni...

Sevdiğim, 

Sana yakınlığımı bir mektupluk mesafe sanma sakın! Şu yetersiz fakir kelimeler iç yangınıma, kalp sancıma yalnızca ilaç misali gönül avuntusu... Vurulmuşluğuma, vurgunuma başkaca da derman görünmüyor zaten...

Sevdiğim,

Herkes ölüyor! Şu günlerde daha çok..!
Ve biz seninle her gün ayrılık ölümünü tada tada, bilinen ölüme akıyoruz!
Mektubumu kısa tutuyorum, sen uzun anlarsın....
İçinde saçmalıklar, aynı gibi görünen basit kelimeler olsa da sana yazdığım zaman, seni görmüş gibi oluyorum. Sana sarılmış, seni kucaklamış gibi... Yüzümü boynuna gömüp, küçük bir çocuğun dudak büküşü gibi -gecikmişliğimize- biraz sitemle öylece kalıyorum orada, seni içli içli içime çeke çeke...
Depremlerin, salgınların can aldığı can pazarında, sana yazmak, sana kaçmak ebedi yurda özlemimi de çoğaltıyor... Belki diyorum orada, orada olursun hep yanımda...

Sevdiğim, 
Herkes ölüyor, kalplerimizdeki sevgimiz hep diri...


Seni diri bir sevda ile seven Murat




 




29 Ekim 2020 Perşembe

Rüveyda'ya Mektuplar (58)



Kalbim!

Bazı şiirlerde, şarkılarda ''senden sonra'' diye bir cümle geçer! 
Hançerlenmek gibi bir şey! Ecel, ölüm gibi! 
Öyle bir iç acısı ki tarifi kelimelerin işi değil! 
Anlamak da her insin harcı değil..!
''Senden sonra!'' ağır bir cinayet, mecaz bile olsa Kalbim..!

Benim senden sonram yok ve olmayacak! Ya geçmişte ya da bu anda hep sendeyim Rüveyda! 
İki anda yaşarım seni hep; geçmişimde sana rastladığım bir eylül iklimi, miladım o zaman dilimi ve şu an yine seni yazdığım/yaşadığım anlar gibi hep tazecik. Öyle ya da böyle sendeyim anlayacağın...
İki zaman ve iki mevsimim gibi. İlk ve sonbahar... İlk sen ve giderken yine sen... 

''Senden sonra!'' diye bir şey olsaydı eğer, senden sonra güneş açmadı, yağmur yağmadı, insanlar gülmedi, çiçekler açmadı, çocuklar oynamadı, kuşlar cıvıldamadı, renkler soldu, kainat siyah beyaz, içinde bir ben gri... sesler de kısıldı... 
Orada da iki ses vardı sayha sayha... Ezanlar ve selalar... İki mevsim gibi, iki zaman gibi...  

Başkaca ne duydum, ne de gördüm... Ben ilmek ilmek seni ördüm... Sana tutundum; yoksa yaşamadığım, yalnızca nefeslendiğim şu misafirhane hepten çekilmezdi... Her özlediğimde seni, güzel kokulara sarıldım, sarhoş olasıya dek çektim ruhumun en ücra kıyılarına kadar seni... Bir yudum tesellim oldu güzel kokular, tekrar tekrar dinlenen melodiler ve ruhumun atıkları şiire benzeyenlerim...

''Senden sonra!'' diye bir şey olsaydı eğer, yeryüzünde göz yaşlarında bereket görüldüğünü herkes görürdü... Sen vardın bir de sen... Seni aşka boyayan, zaten her yarattığında o kadar şiddetli görünmekte ki, zuhurunun şiddetinden Onu görmekten gözler aciz. Bu gözlerle, bu dünyada zaten imkânsız!

Ah rüyalar..! İyi ki varlar! Sırlı, tarife gelmeyen, tadı ruhta kalıp, uyanınca hatırlanmayan rüyalar...Sükutu şart koşan, sırrı faş edenlere küsen rüyalar... 

Heba edilmiş vakitler içinde, zamansızlıktan yakınanların dünyasında "sana hep vaktim vardır benim!" Kalbim... Sanadır bütün zamanlar, seslenişler, hasretler...

Vakitlerin nakitten daha kıymetli olduğunu fark ettiren ömür basamaklarına varınca insan, 
kalbini de en kıymetli olana ayırmanın önemini kavrıyor sanki...
 
''Senden sonra!''
Birazcık dalsam, ya bir şarkıdan seslenirsin, ya bir şiirden tebessüm edersin... Bu iklimde ''Senden sonra!'' diye bir şey ne bilindi ne duyuldu yâr...

Bir Sümer şiirinde geçiyormuş:
"Seni bin kere öpmek lazım;
 Yedi bin yıl boyunca süren susuzluksun!" Bir haksızlık var bence. Ben senden yedi bin yıl ayrı kalıp sonra kavuşsam, bin değil on dört bin yıl öperdim... 

Seni her gün ruhundan öpen bir Murat

19 Ekim 2020 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (57)


Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Oralarda bahar olmazdı. İki mevsim vardı ya yanar ya da çok üşürdük! 
Bizleri hayata hazırlayacak bir ilkbahar bulunmazdı. Ve geçici bu hayatın sonunu bizlere hatırlatacak  sonbahar kapısını da hiç görmemiştik biz. Dedim ya bizim oralarda renkler ya siyahtı ya beyaz. Henüz gri ile tanışmamıştık!

Hızlı akan günlere öyle kaptırmıştık ki, şiddet gece duvarlara yazılan kırmızı boyalı yazılardaki köşe kapmacalardan başlar, gündüz basılan kahvehanelerde kaybedilen canlara kadar uzanırdı! Sloganlar hep emperyalizme karşı omuz omuza idi de; aşk için el ele, sırt  sırta olamamıştı!

Boynu bükük bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Lafı eğip bükerek dil ucuyla konuşulmayan, kalbini dilinin ucuna verenlerin haşin tonlamalarından geliyorum hem... Bizim oralarda iyi insanlar çoktu, çoktu da, ah o kötülüğü huy edinenler yok mu? Onlar yüzünden yaşamı doya doya yaşamadık biz ve bu yüzden ruhumuzun her bir yanı kesik kesik ve yamalı kaldı... Dikişlerden sızıyor içimize gömüp sakladığımız acılarımız, anılarca...

Kızıl bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Anarşinin orta okullara kadar indiği, seven aşıkların sevdiğinin eline dokunduğu anı aylarca taze olarak koruyup zamanlarca hayalinde yaşattığı yerlerden geliyorum ben... 

Bu yüzden hep sen varsın ruh tuvalimde Rüveyda! 
Sen öyle güzel bir hayalsin ki senin yerini kimseler alamaz, almasın da..!

Biliyorum, son nefesime kadar sol yanıma saplı bir sancı olarak kalacaksın ve düştüğüm uçurumda tutunduğum bir uçurum çiçeği olarak sarılacaksın ellerime...Ne yaşamak bu, ne de ölmek! Ne kavuşmak ne de ayrılık! Bu da bizim nasibimize kaderin yazdığı! 

İsminle başlamadım mektubuma Rüveyda! 
Sen anlarsın beni! 
Sen anladığın için bu kadar güzelsin ya! 
Sen anladığın için, yormadığın için hep güzelleşensin ya! 
Bir insanı, bir kadını asıl güzel kılan da budur. Gönül kelamını duyar ve anlar. Dil üzmez, göz düşürmez. Sevmenin hası budur kalbim. Irakları yakın eder, yakınları unutulmaz hissedişlerle taçlandırır. Özlemin dibi en koyusudur, ne içtiğin şekersiz kahve, ne gece yarıları pencereden içine çektiğin derin nefesler teskin eder! Gökte ay ve arkadaşları yıldızlar ellerinden gelse pencerenin pervazına üşüşüp teselli edecekler. 

Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım sana Rüveyda!
Şair olsaydım ne güzel bir mektup olurdu bu. İçinde aşka dair nice ağıtlar, uçsuz bucaksız denizler, tek tek saydığım kirpiklerinin buğusuna karışmış arzular, susamış çöl dudaklarımın el açıp senin dudaklarını dileyişi olurdu belki. Olmuşa, olmamışa edilen sitemlerin, belki biraz da sövmelerin afilisi dizilirdi art arda...

Kırgın bir adamın sevmesi derin, içli ve vazgeçilmez olur Rüveyda!
Gitmiş gözüktüğüne sakın inanma!

Kırgın bir Murat
 
 



4 Ekim 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (56)


Seninle bir sonbahar günü tanışmış olmalıyız Rüveyda! 
İlkbahar değilse mutlaka sonbahar...
Ben içi yanık bir adamım, yaz olmasın... 
Naif ruhum gibi de bir bedenim var. 
Kış da olmasın, zaten her mevsim üşüyen bir kalbim var... 
Her mevsim seni arayan, aramaktan yorulmayan...

Bir sonbahar gününde tanışmış olmalı, kaybedersek de bir sonbahar günü kaybetmeliyiz seslerimizi, izimizi, hasretlerimizi, beklemelerimizi, sabrımızı, vuslata olan inancımızı... 
Bunları kaybetmek yaşamı kaybetmektir. Sensiz yaşıyor muyum sanki..? 
Melankolik bir hayalde sakladım seni, adına şiirler, mektuplar yazıp, şarkılar diziyorum.
Onlarla seni biriktirip, seni içiyorum. Sarhoşluğum mazur görüle, ayılmak istemeyeşimi de...

Seninle bu mevsimde tanışmış olabilirdik. Ve bu mevsimde veda etmiş, bu mevsimde beni gömmüş olabilirlerdi Kalbim...

Seninle bu mevsimde bir bağ evinde, çıtır çıtır yanan şöminenin karşısında küçük dokunuşlarla sevişiyor olabilirdik Rüveyda... Hele bir nefeslik mesafede, dudaklarımızın birleşmesinden önceki o sabırsız yörünge etrafında tur atmaların tarifsiz lezzeti yok mu, yalnız onu yaşasak ve hiç dokunmasak kalan ömrümüze yeterdi...

Seninle bir sonbahar ikliminde susmaya karar verirsek eğer: ''Güzeldi yaşananlar, anılmaya değerdi ve en güzel yerinde, tam vaktinde ayrı yönlere kanat çırptık!'' derdik. Belki kanatlarımızda çırpacak mecal kalmazdı ama uçuyormuş gibi yapardık...

Hatta sorular sorardık, pek çok insanın yalnızken aklından geçen:
''İnsan korktuklarıyla sınanmaya, bir gün olacağını bile bile gittiğinde bu kadar üzülmeye mecbur mu? 
İnsan özlemeye mecbur mu? 
İmkansızlıkların içinde boğulmaya mecbur mu?'' 

Evet belki de mecburen oluyor bazı şeyler hayatta. Erken kalkmak, işe gitmek, eve dönmek gibi. Ah galiba böyle bir şarkı da vardı ''Mecburen'' 
Sevmek de elimizde değil ki Kalbim, o da mecburen...Ayrılıklar gibi..!
Kalbe, duygulara söz geçiremediğimiz zamanlar vardır. 
O mecburiyetin adı Rüveyda... 
Şairin ''Ben sana mecburum!'' dediği gibi bir mecburiyet. 
Her ne kadar bu mecburiyete direnen ve itiraz eden çok güçlü bir iradem hatta karakterim varsa da, sana mecbur olmayı sevdi bu adam...
Şu tadı iyice kaçan, insanın kıymetinin gittikçe bilinmediği şiddet dünyasında sana mecbur olmak ne güzel bir kaçış, sığınış Rüveydam!
 
Kendimi bilmem ama sen bir rüya, bir ütopya, bir masal idin ve ben o masal kitabının içine girip, sayfaları, satırları, cümle ve kelimeler arasında, sırlı ve gizli mana iklimlerinde, seninle bir aşkı yaşadım. Seni yaşadım, seni yaşıyorum Kalbim...

Keşke senden bir şey olsaydı yanımda hayalinden başka. Terini sildiğin bir mendil, boynuna ya da başına taktığın ten kokuna boyanmış bir eşarp... Her gece yastığıma önce onu özenle çıkarıp yaysam, sonra ona sarılarak, yüzümü sürüp, gözyaşlarımla yıkayarak uyusaydım. Sen rüyalarıma gelseydin. Uzakta olmadın ki  zaten hiç, her nefes çekişimde içimdesin...
Bu mektup -fark ettiğin gibi- sanki sonbaharda son mektup gibi yazıldı... 

Sana değil ama ayrılık bana çok yakıştı Rüveyda!

Ben seni bir hasretin, ayrılığın kederinde çaresizce sevdim, çaresizliğimsin, iyi ki varsın. 
Sen demek, ayrılığın kanatlarında nefeslenmek demek sevdiğim. 
Ve biliyor musun, uzun zamandır sana bedenen kavuşmayı, dokunmayı hiç istemediğimi fark ettim. Ruhun ruhumda, kalbin kalbimde bana yetiyor. Öyle güzel şeyler kattın ki bu adama, onları içimin sırlı odalarında yaşama sevinci gibi saklıyorum. 

Seninle bir sonbaharın, sonumuz olduğunu bilmeden ayrılığa düşelim Rüveyda!
Öyle bir ayrılık olsun ki o düştüğümüz yerin bir daha sözü bile edilmesin kavuştuğumuzda...

Boşluksuz, virgülsüz, amasız, imlâsız, kuralsız her şartta seven 
RüveydanınMuratı



14 Temmuz 2020 Salı

Rüveyda'ya Mektuplar (55)

İki gündür, temmuzun ortasında, sonbaharı yaşatan bulutlu bir serinlik var Rüveyda!

Bilirsin ilk ve sonbaharı sevdim bu dünyadan geçerken ben...

Hazanda sarının o enfes tonlarında hüznün doruklarında bir vedanın sedasını, ilkbaharda ise tomurcuk tomurcuk yeniden dirilişi temaşa etmeyi; terlemeden üşümeden sessizce varlığımı belli etmeden nefeslenmeyi sevdim...

Anladım ki seni yazmak, seni anmak en çok da bu havalarda dem tutuyor.
Seni özlemekse her mevsim...
Sen her mevsim özlenen beşinci mevsimimsin...
Her nefesime bir mim gibi...

Ahlarımın merkezinde, kimselerden görmediğim vefasın sen Rüveyda!


Kırmaz kırılmazsın, öfkelenmez öfkelendirmezsin!
Sen kalbim, kıyılamayansın!
Kırılmasından çekinilen nadide bir elmas gibi...
Kalbimin kadife çekmecesinde özenle saklanan...

Rüveyda!

Gözbebeklerimi besleyenim.
Kuraklığımın şelalesi,
Fakir gönlümün zenginliği...
Aşinası olunmuş bir melodi gibi hep ruhumda çalan, hep söyleyen, hep dinleten kadın...

Bugün seni yine yeni baştan özledim.
Özlemek bile şaşkındı, özlemek bile halime acıdı.
İnsan kendisine acır mı? Acımalı!
Belki acımaya, merhamete, şefkate ilk önce kendisinden başlamalı.
Bu öyle bir acıma olmalı ki bilinen anlamının çok üzerinde, içinde küçümseme olmayan, şefkati sevgiyi barındıran ufuk çizgisinde bir gün batımı renginde...
Bu dünyada böyle kendisine şefkat gösterenler, ötede acınacak hale düşmeyecek olanlardır!

Sevelim; önce kendimizden başlayarak, sevilesi ne varsa sevelim.
Sevmekten, aşktan gerisi dünya tortusu Rüveyda!
Ruha, bedene yük!

Bizi sevmeyenleri de sevelim kalbim!

Bazıları hak etmiyor diye değil, bizim kalbimize bundan başkası yaraşmaz diye.
Bize iyi gelen yalnızca sevmek diye sevelim.
Sevmiş olmak için de değil, şiarımız, genlerimiz, yaratılışımız böyle diye sevelim.

Sevmekten güzel sermaye mi var?
Sevdiklerimizle  sevgimizin büyüklüğü nispetinde buluşup kavuşma ümidimiz bu yüzden baki...
Bu yüzden şu fani olanda çoğaltacağımız yegâne şey sevmek...
Dünya malı, ünvanlar, bizi gömdüklerinde hiç işimize yaramayacak ötede!
''Önden gönderdiklerimiz!'' varsa ne âlâ, onlar ve sevgimiz.
İnsan neyi seviyorsa, neyin peşindeyse, ne için yaşıyorsa odur demişler.
Ben senin sevginde bir Züleyha aşkının izlerini,  Üveysi bir nefes, Yakubi bir koku, Hallaci bir ateş, Adeviyye bir rayiha bulmasaydım Rüveyda, seni böylesine kitaplık çapta sevebilir miydim? Böylesine içimde çoğalabilir miydin? Böylesine uzaklardan gelen ezanlar gibi ruhumu sarabilir miydin?

Sen Rüveyda,
Her bitti bu son mektup dediğim yerde biten bir gül goncası,
Her bitti dediğim yerde beni sarhoş eden bir gül kokusu,
Her tamam deyişimde yeniden, yine başlayan taze bir baharsın...

Sen kalbim,

Ummadığım anda giden ve ummadığım anda gelen; ağlatan güldüren ve işte hiç planlamadığım anda kalemde gölgesi gözüken ikindi çiçeği gibi tebessüm edenimsin.

Sen kalbim,
Bir ömür nefes aldıkça ve alamadıkça, ruhumun sonsuzluğu gibi sevilensin.


Seni öte de sevip bekleyecek olan bir Murat







27 Nisan 2020 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (54)

Bahar yüzlüm,
Rüveydam,
Kalbim,

Sana söyleyeceklerim bitmedi, bitmeyecek...
Başlangıç yapamadık ki bitişten söz edeyim!
Söylenmedik sözlerin hasreti içinde kıvranırken ruhum, acziyetin dalgaları arasında batıp çıkan küçük bir kayık misali zamanda akıyorum.
Bir pınar var, ruhumun dağlarından kıvrıla kıvrıla süzülen, her mevsim ince ince y/akan...
Bazen şelaleler gibi sana coşan, sedasında kaybolduğum.

Sevgilim,

Şehirler, ülkeler ve topyekun dünya yokluğunda bir salgın hastalıkla bocalıyor.
Korona günlerinde onlar yaşama kaçıyor, ben sana, mektuplara...

Havalar henüz ısınmadı, sensiz ruhum gibi, bir anda sıcaklık düşüyor, üşüyoruz!
İnsanlar çaresiz bir perişanlıkla evlerinden, yurtlarından sürülmüşken, ben de gözlerimin şarjörüne yeni yeni mermiler sürüyorum,yarısı da onlar için...
Damla damla sıkıyorum kalbimin en tenha iklimlerine...

Kimsenin ağaçlarda filizlenen tomurcuklara ve aşka bakacak hali kalmamış! İsyanların nisyanlara, insanların şeytanlara karıştığı bu hengâmede, bana adın lazım.
Bir sığınak, güvenli bir liman...
''Rüveyda'' diyorsam, bu bazen sen, bazen isminde saklı sonsuzluğun sürmelenmiş gözleri...
''Rüveyda'' dünya gurbetinde hasreti çekilen bir Kevser...
''Rüveyda'' diyorsam, yorgunluğuma ebedi bir dinlence oluyorsun.
Kalbim, benimle orada buluşacak mısın?

Nisan bitiyor ama hâlâ üzerinde şubattan kalma bir sis ve hüzün! Bu Nisan bahara uyanamadık, sevinemedik. Her yerde vedanın rengi sonbahar nağmeleri, şu salgın yüzünden.

Şairin dediği gibi: ''Her nakışta o mânâ: öleceğiz ne çare!''

Benim kendi adıma şikâyetlendiğim yok. İşlerinden olanlara, bozulan ekonomiye ve sevdiklerini kaybedenlere üzülüyorum. Yoksa günlerce sokağa çıkmadan yaşayabilirim.

Kalbim,

Biz veda b/akışından mahrum, kelimelerin cümle olmaktan korktuğu demlerde dağıldık!
Bir vuslatı hayal etmekten bile korkarak, kıyısında emekleyebildik, bütün emeklerimizle...

Seni yazmadığım zaman, kelimelerden yana fakirliğim artıyor. Suyu çekilmiş bir göl gibi çöle evriliyorum. Artık diyorum şu harflerle düşünmeye, özlemeye, beklemeye bir son mu versem!
İçimden bir ses evet diyor, bu mektupla final yap yazı hayatına (bloğa) ve kendine...
Sessizliğin içinde, grinin tonlarında, bir sonbahar hüznü ile unutuluşun rüzgarına bırak kendini.

Sevgili,

Aşktan payıma hasret şarkılarını dinlemek düştü.
Aşktan ovama yalnızlığın mısralarını ezberlemek üşüştü.
Ne iyi bir kalem, ne şair ne de iyi bir aşık olabildim.
Belki müteşair, belki kendine yazar ve belki aşka aşık melankolik bir serseri...

Rüveyda!

Belki sana olan sevgisi, aşkı yaratan Yüce Mevla katında bir akis bulur da, Leyla'dan Mevla'ya dedikleri o güzel iklim -hak etmese de- ömrü nihayete ermeden bu fukara adamı bulur.

Sen bana Yusuf (as)'ın atıldığı kuyu olursun, İlahi aşk da o kuyudan tutunarak çıkarıldığım sağlam bir kulp olur. Niyazım budur. Ve niyazım cennet sabahına varmak nasip olursa, gözlerimi açtığımda karşımda senin bana bakan gözlerinde sevinç gözyaşı dökmek...

Bir daha yazar mıyım bilmeden, son mektupmuş gibi, son cümleymiş gibi:
Sevdim seni, mektuplarımı yak ama bunu unutma olur mu?

Bu dünyadan çok sıkılmış bir Murat



23 Aralık 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (53)

Kalbim,

Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.

Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin.
Onlara bakarken, adına can çekiştiğimi de...
Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de...
Sana uçan ruhumu da...
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
İzin sıra nasıl da dolaştığımı,
Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...

Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim...
Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları...Ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...

Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun.
Sonra da kıskandım onu herkeslerden.
Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi...
Mahremimdin sen benim.
Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni.
Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu.
Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar!
Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz...Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.

Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim...
İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi...
İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...

Adınla hitap edemiyorum...Sevgili Rüveyda diyemiyorum!
Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden...
Gözde yaş olsan da, akamıyorsun.
Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun.
Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...

Anladım!
Senden hiç haber alamayacağım artık!
Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan!
Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...

Kalbim!
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu...
Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin!
Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin.
Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun...
Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol...
Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan...
Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan...
Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...

Kısacası Kalbim,
Yenildim!

Bir yudum avuntu Murat






14 Ekim 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (52)

Kalbim,

Sana yazdıklarımı okuyorum. Okudukça kalbimden nefeslenip soluyorum.

Ve ben soluyorum.

Sonbaharlardan daha hızlı daha acımasız, daha aceleci, daha sarı ve telaşlı...

Ne bu ilkbaharda, ne de sonbaharda gelmedin, gelmeyeceksin biliyorum..! Gelseydin, ilkbaharım ''ilk''olurdu yaşadığım. Gelseydin, sonbaharım, ''son'' hazanım olurdu, gamdan, kederden, hasretten yana...

Kendimi kandırdığımı ilk kez satırlara döküyorum; kanlı bir itirafla... Hayır, ölüyorum!

Sevgili Rüveyda,

Adın kitap oldu, sayfalarca, binlerce kelimede seni yazdım. Hayır, yazamadım! Yazsaydım, okusaydın, böylesine yarım, böylesine sensiz kalmazdım! Mutlaka sesimi, sana seslenişimi duyardın ve ben bahara açan gonca gibi sana k/açardım...

Sayfalar arasında adımı saklayıp kuruttum, kurudum! Hangi sayfada, hangi cümlenin arasında mezarım, meçhul!

Oysa çöllerim senin şefkat yağmurlarında, öpücüklü konfetilerinle hayat bulacaktı.

Gelecektin hani sen! Kimselerin sevmediği, sevemediği kadar sevecektin... Kimseleri sevmediğim kadar sever bulacaktın...

Kandırdım kendimi bunca yıl ve işte sonbaharlardan daha hızlı sarardım, soluyorum Rüveyda!

Sana yazdıklarımı okuyorum, kendime ve sana...Bize bir kentin en yüksek yerinden bakıyorum.
Ağlıyorum..! Saklamıyorum!

Hani o çaresiz hastalıktan, kalan ömrüne en fazla 2 yıl süre biçilen bir hasta gibiyim... Rüyalarımda uçuyorum, göçmen kuşların son veda turu attığı şehre kanat çırpışı gibi... Sanki kartal gözleri keskinliğinde, insanlar içinde gelişini görecekmişim, sana bir kez, bir kez dünya gözüyle bakacakmışım gibi... Sanki yeniden yürümeyi, onca emekle -emekleye emekleye- sevmeyi öğrenmiş ve diploması kalbine ölüm meleği tarafından verilecek bir kuşun yorgun kanatları gibi...

Ağlıyorum!
Ağlamam senin gelmeyişine olduğu kadar, mahrumluğuma, yalnızlığıma, kendime kanışıma, geleceğine inanışıma... Ama asla bir hayal kırıklığı değil bu Rüveyda...
Sen bir söz vermedin ki, ''gelirim'' diye...Dilsiz, harfsiz sevdin sen beni, çok da masumdun.
Senin iyi olduğun zamanlarda ben de iyi oldum Kalbim...
Sen gülünce ben güldüm, sen susunca ben öldüm!
Senden habersiz kalmak, ölümden beterdi. Ölmek bir kez, sensizlik binlerce kez ölüm...

Kalbim,

Sana yazdıklarımı okuyorum. Dokunduğum, bir kitaptan çok fazlası. Sana, saçlarına, tenine, yanağına, kalbine dokunuyorum. Sanki bir aşkı, alın yazıma dokuyorum.

Baktığım bir kitaptan çok fazlası. Gözlerine, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe b/akıyorum. Nehirler gibi boynunun sağından dökülen saçlarına, kokusuna...Bir kez bile ziyaret edemediğim dudaklarına, ay parçası tenine...

Sonra göğsüme bastırıyorum kitabı, sana sarılır gibi. Gözlerim kapalı, seni yaşıyorum. Ağlıyorum. Ahlıyorum! Sancılarıma merhem yok bu dünyada biliyorum!

Sen içimde sürekli dönen bir plaksın, aynı melodide, aynı mevsimde ve aynı özlemler sarmalında...

Gelmesen de, bana sevmeyi öğrettin. Sabrı, sabırla beklemeyi, az şey mi bunlar?

Gelmesen de, varlığını yaşattın, seninle bir aşka dokundum.
Ruhumu besledin kalbim. Hayatımın anlamına anlam kattın, anlam oldun.

Kitaptan sonra bir daha mektup yazamam diyordum. O bir mevsimmiş, artık cesaret edemem diyordum. Titreyen parmaklarımla,  uzun zaman sonra müzisyen bir alkoliğin, perdelere dokunuşu gibi klavyenin tuşlarına dokunurken, hislerimi, yaşadıklarımı bir sen anlarsın Rüveyda!
Bir senin ''Kalbim'' dediğimde kalbinin telleri titrer, sır melodiler saçılır cihana...

Her gün bir mektup okuyorum, bitecek diye korkuyorum. Kabiliyetim olsa, kalbimin sayfalarına yazdıklarımı görünür kılardım ve her gün bir mektup daha yazardım. Son günüme dek...

Kalbim,
Unutma olur mu?
Bu ''eylül bakışlı'' adam seni çok sevdi.

Bir kitabın yaprakları arasındaki anı Murat




8 Ağustos 2019 Perşembe

Rüveyda'ya mektuplar (51)









Yüzünün mayısında, eylül sarılığı gördüm…
Anladım, vakit akşam, vedaya çeyrek var…
Sana değil, kâğıtlara dökülen mektuplara…
Sana veda yok, sana ruhumun her bir santiminde çekilen hasretler var
Sevdiğim…


devamını kitabımdan okuyabilirsiniz






16 Temmuz 2019 Salı

Rüveyda'ya mektuplar (50)

Ben seni, başı dumanlı gri gecelerin yalnızlığında, yanıma dönmüş yatarken, nefesini yüzümde hissettiğim anlarda sevdim en çok...

Ben seni, nazlı bir Kent Park gününde, nisan yağmurlarının, yeni açan tomurcukları şenlendirip, sevindirdiği bahar mevsiminde mest olduğum, toprak kokusunda sevdim en çok...

Ben seni, Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinde dizilmiş kedilerin, huzurla kısılan gözlerindeki yaşam sevincinde sevdim en çok...

.............devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.  





4 Şubat 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (49)


Sevdiğim,

Ömrüm, kırılgan bir hüzne boyanmış, tebessümler toplamı... Hep dostlar üzülmesin diye bu kekeme iniltiler, dostlar üzülmesin diye bu saklı can çekişmeler…

Ne zaman gülmeye, kahkaha atmaya yeltensem, dudaklarımda buruk bir tebessüme evriliyorsun…

Senin olmadığın bu dünyada hem gülmek de ne oluyor?
Gelseydin, sevinçleri kuşanır, kırk gün kırk gece varlığını temaşa ile bayram ederdim.
Benim de akşamlarım hüznü, kapının eşiğinde bırakır, muhabbetten nasiptâr, huzur veren bir kadının gözlerinde sükûnete ererdi.

..................devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.





31 Ocak 2019 Perşembe

Rüveyda'ya mektuplar (48)

Sevgili,

İşte yeni bir gün ve bu ismin zaman değirmeninde adı, haftası, ayı, yılı, asrı da var...
Geçen yıl da Ocak ayında yazıyordum, mevsimler geldi, gitti de bir sen gelmedin, bir sen hiç gelmedin, belki de gelmeyeceksin… Gelmeyeni mi bekliyorum hâlâ..?

Şimdi sana öyle bir cümle söyleyeceğim ki, o da bu ay, bu sabah gibi yeni, yepyeni ola-cak…
Pırıl pırıl fırından yeni çıkmış ekmek kadar sıcak ve taze...
Annesinden doğmuş yeni bebek kokusu gibi masum...
Topraktaki yağmur, yağmurdaki toprak kokusu gibi etkileyici...
Gül goncası gibi, yeni tomurcuklanmış filizler gibi.

.................devamı kitabımda.







28 Ocak 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (47)


Havalar soğuk, Kent Park sessiz, sakin ve üşüyordu…

Biraz seni konuştuk. Sen ağlama, senin yerine akar derem taşkın taşkın! Gözyaşlarının bedelini bari bırak ben ödeyeyim! dedi bana…

Kabul etmedim! Her yara kendi içinde anlamlı ve herkes kendi yarasını kendisi sarmalı… Birinden yardım alırsan, sonra ömrünce borçlu kalırsın. Yardım aldığın bir insansa, gün gelir bir hatanda yüzüne vurmasa bile içinden geçirir yaptığı iyiliği…

Bir insana iyilik yapmak nasip olmuşsa ve bunu unutamıyorsa, çok hamdır pişmemiştir henüz… İnsan yaptığı iyiliği ve kendisine yapılan kötülüğü unutmadıkça pişmemiştir…

.......devamı kitabımda.