7 Temmuz 2025 Pazartesi
Sen ne güzel bir yalandın!
13 Mart 2023 Pazartesi
Bir sevme biçimidir Rüveyda
15 Ocak 2023 Pazar
Bu kitap aşka yazıldı...
17 Aralık 2020 Perşembe
Rüveyda'ya Mektuplar (63) Son
29 Kasım 2020 Pazar
Rüveyda'ya Mektuplar (62)
Sen de öyle misin?
Hiç bir kelime imdadıma yetişmiyor! Ne okusam, ne yazsam nafile, hep bir acizlik, hep nakıs kalışların uçurumuna yuvarlanış..! Yine de yazmam gerekiyor, benim terapim, tesellim ve sana dokunma şeklim bu... Seni sevme, saçlarını tarama, yüzünü okşama, seni doyumsuz seyretme şeklim bu! Başka bir yol yok sana!
Hiç bir şarkı yaralarımı onarmıyor! Ki benim şarkılarım da kelimelerim gibi çok fazla değişmez. Bir kaç şarkı vardır usanmadan nöbetleşe kalbimin kapısında bekleyen, bazen onlara yeni çıkan bir şey eklenir ve halka bir numara daha genişleyerek döner durur. Şarkılar aynı olsa da, bana söyledikleri her defasında bambaşka bir dünyanın ütopyası... Kelimelerim gibi...
Kadınlarsa çok kadınlar! Hepsinin toplamı sen oluyor. Bir tek kadında seni bulamıyorum da aramıyorum da! Çünkü o aranan, beklenen sensin ve bir kitabın sayfaları arasında saklısın.
Bilmelisin! Yokluğunun müptelası olmuşum, ne kadar yoksan o kadar çok sevdim seni...
Gözyaşlarımdan bir inci tanesini gamzene gömmek nasip olmadı yâr...
Şu dünyada nefesimin akordunu bozan kadın sensin Rüveyda, bunu da sakın unutma!
Anlayacağın Kalbim,
Senden kalanları kalan ömrüme dağıttım, geçinip gidiyoruz...
22 Kasım 2020 Pazar
Rüveyda'ya Mektuplar (61)
13 Kasım 2020 Cuma
Rüveyda'ya Mektuplar (60)
2 Kasım 2020 Pazartesi
Rüveyda'ya Mektuplar (59)
29 Ekim 2020 Perşembe
Rüveyda'ya Mektuplar (58)
19 Ekim 2020 Pazartesi
Rüveyda'ya Mektuplar (57)
Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!
Oralarda bahar olmazdı. İki mevsim vardı ya yanar ya da çok üşürdük!
Bizleri hayata hazırlayacak bir ilkbahar bulunmazdı. Ve geçici bu hayatın sonunu bizlere hatırlatacak sonbahar kapısını da hiç görmemiştik biz. Dedim ya bizim oralarda renkler ya siyahtı ya beyaz. Henüz gri ile tanışmamıştık!
Hızlı akan günlere öyle kaptırmıştık ki, şiddet gece duvarlara yazılan kırmızı boyalı yazılardaki köşe kapmacalardan başlar, gündüz basılan kahvehanelerde kaybedilen canlara kadar uzanırdı! Sloganlar hep emperyalizme karşı omuz omuza idi de; aşk için el ele, sırt sırta olamamıştı!
Boynu bükük bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!
Lafı eğip bükerek dil ucuyla konuşulmayan, kalbini dilinin ucuna verenlerin haşin tonlamalarından geliyorum hem... Bizim oralarda iyi insanlar çoktu, çoktu da, ah o kötülüğü huy edinenler yok mu? Onlar yüzünden yaşamı doya doya yaşamadık biz ve bu yüzden ruhumuzun her bir yanı kesik kesik ve yamalı kaldı... Dikişlerden sızıyor içimize gömüp sakladığımız acılarımız, anılarca...
Kızıl bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!
Anarşinin orta okullara kadar indiği, seven aşıkların sevdiğinin eline dokunduğu anı aylarca taze olarak koruyup zamanlarca hayalinde yaşattığı yerlerden geliyorum ben...
4 Ekim 2020 Pazar
Rüveyda'ya Mektuplar (56)
14 Temmuz 2020 Salı
Rüveyda'ya Mektuplar (55)
Bilirsin ilk ve sonbaharı sevdim bu dünyadan geçerken ben...
Hazanda sarının o enfes tonlarında hüznün doruklarında bir vedanın sedasını, ilkbaharda ise tomurcuk tomurcuk yeniden dirilişi temaşa etmeyi; terlemeden üşümeden sessizce varlığımı belli etmeden nefeslenmeyi sevdim...
Anladım ki seni yazmak, seni anmak en çok da bu havalarda dem tutuyor.
Seni özlemekse her mevsim...
Sen her mevsim özlenen beşinci mevsimimsin...
Her nefesime bir mim gibi...
Ahlarımın merkezinde, kimselerden görmediğim vefasın sen Rüveyda!
Kırmaz kırılmazsın, öfkelenmez öfkelendirmezsin!
Sen kalbim, kıyılamayansın!
Kırılmasından çekinilen nadide bir elmas gibi...
Kalbimin kadife çekmecesinde özenle saklanan...
Rüveyda!
Gözbebeklerimi besleyenim.
Kuraklığımın şelalesi,
Fakir gönlümün zenginliği...
Aşinası olunmuş bir melodi gibi hep ruhumda çalan, hep söyleyen, hep dinleten kadın...
Bugün seni yine yeni baştan özledim.
Özlemek bile şaşkındı, özlemek bile halime acıdı.
İnsan kendisine acır mı? Acımalı!
Belki acımaya, merhamete, şefkate ilk önce kendisinden başlamalı.
Bu öyle bir acıma olmalı ki bilinen anlamının çok üzerinde, içinde küçümseme olmayan, şefkati sevgiyi barındıran ufuk çizgisinde bir gün batımı renginde...
Bu dünyada böyle kendisine şefkat gösterenler, ötede acınacak hale düşmeyecek olanlardır!
Sevelim; önce kendimizden başlayarak, sevilesi ne varsa sevelim.
Sevmekten, aşktan gerisi dünya tortusu Rüveyda!
Ruha, bedene yük!
Bizi sevmeyenleri de sevelim kalbim!
Bazıları hak etmiyor diye değil, bizim kalbimize bundan başkası yaraşmaz diye.
Bize iyi gelen yalnızca sevmek diye sevelim.
Sevmiş olmak için de değil, şiarımız, genlerimiz, yaratılışımız böyle diye sevelim.
Sevmekten güzel sermaye mi var?
Sevdiklerimizle sevgimizin büyüklüğü nispetinde buluşup kavuşma ümidimiz bu yüzden baki...
Bu yüzden şu fani olanda çoğaltacağımız yegâne şey sevmek...
Dünya malı, ünvanlar, bizi gömdüklerinde hiç işimize yaramayacak ötede!
''Önden gönderdiklerimiz!'' varsa ne âlâ, onlar ve sevgimiz.
İnsan neyi seviyorsa, neyin peşindeyse, ne için yaşıyorsa odur demişler.
Ben senin sevginde bir Züleyha aşkının izlerini, Üveysi bir nefes, Yakubi bir koku, Hallaci bir ateş, Adeviyye bir rayiha bulmasaydım Rüveyda, seni böylesine kitaplık çapta sevebilir miydim? Böylesine içimde çoğalabilir miydin? Böylesine uzaklardan gelen ezanlar gibi ruhumu sarabilir miydin?
Sen Rüveyda,
Her bitti bu son mektup dediğim yerde biten bir gül goncası,
Her bitti dediğim yerde beni sarhoş eden bir gül kokusu,
Her tamam deyişimde yeniden, yine başlayan taze bir baharsın...
Sen kalbim,
Ummadığım anda giden ve ummadığım anda gelen; ağlatan güldüren ve işte hiç planlamadığım anda kalemde gölgesi gözüken ikindi çiçeği gibi tebessüm edenimsin.
Sen kalbim,
Bir ömür nefes aldıkça ve alamadıkça, ruhumun sonsuzluğu gibi sevilensin.
Seni öte de sevip bekleyecek olan bir Murat
27 Nisan 2020 Pazartesi
Rüveyda'ya Mektuplar (54)
Rüveydam,
Kalbim,
Sana söyleyeceklerim bitmedi, bitmeyecek...
Başlangıç yapamadık ki bitişten söz edeyim!
Söylenmedik sözlerin hasreti içinde kıvranırken ruhum, acziyetin dalgaları arasında batıp çıkan küçük bir kayık misali zamanda akıyorum.
Bir pınar var, ruhumun dağlarından kıvrıla kıvrıla süzülen, her mevsim ince ince y/akan...
Bazen şelaleler gibi sana coşan, sedasında kaybolduğum.
Sevgilim,
Şehirler, ülkeler ve topyekun dünya yokluğunda bir salgın hastalıkla bocalıyor.
Korona günlerinde onlar yaşama kaçıyor, ben sana, mektuplara...
Havalar henüz ısınmadı, sensiz ruhum gibi, bir anda sıcaklık düşüyor, üşüyoruz!
İnsanlar çaresiz bir perişanlıkla evlerinden, yurtlarından sürülmüşken, ben de gözlerimin şarjörüne yeni yeni mermiler sürüyorum,yarısı da onlar için...
Damla damla sıkıyorum kalbimin en tenha iklimlerine...
Kimsenin ağaçlarda filizlenen tomurcuklara ve aşka bakacak hali kalmamış! İsyanların nisyanlara, insanların şeytanlara karıştığı bu hengâmede, bana adın lazım.
Bir sığınak, güvenli bir liman...
''Rüveyda'' diyorsam, bu bazen sen, bazen isminde saklı sonsuzluğun sürmelenmiş gözleri...
''Rüveyda'' dünya gurbetinde hasreti çekilen bir Kevser...
''Rüveyda'' diyorsam, yorgunluğuma ebedi bir dinlence oluyorsun.
Kalbim, benimle orada buluşacak mısın?
Nisan bitiyor ama hâlâ üzerinde şubattan kalma bir sis ve hüzün! Bu Nisan bahara uyanamadık, sevinemedik. Her yerde vedanın rengi sonbahar nağmeleri, şu salgın yüzünden.
Şairin dediği gibi: ''Her nakışta o mânâ: öleceğiz ne çare!''
Benim kendi adıma şikâyetlendiğim yok. İşlerinden olanlara, bozulan ekonomiye ve sevdiklerini kaybedenlere üzülüyorum. Yoksa günlerce sokağa çıkmadan yaşayabilirim.
Kalbim,
Biz veda b/akışından mahrum, kelimelerin cümle olmaktan korktuğu demlerde dağıldık!
Bir vuslatı hayal etmekten bile korkarak, kıyısında emekleyebildik, bütün emeklerimizle...
Seni yazmadığım zaman, kelimelerden yana fakirliğim artıyor. Suyu çekilmiş bir göl gibi çöle evriliyorum. Artık diyorum şu harflerle düşünmeye, özlemeye, beklemeye bir son mu versem!
İçimden bir ses evet diyor, bu mektupla final yap yazı hayatına (bloğa) ve kendine...
Sessizliğin içinde, grinin tonlarında, bir sonbahar hüznü ile unutuluşun rüzgarına bırak kendini.
Sevgili,
Aşktan payıma hasret şarkılarını dinlemek düştü.
Aşktan ovama yalnızlığın mısralarını ezberlemek üşüştü.
Ne iyi bir kalem, ne şair ne de iyi bir aşık olabildim.
Belki müteşair, belki kendine yazar ve belki aşka aşık melankolik bir serseri...
Rüveyda!
Belki sana olan sevgisi, aşkı yaratan Yüce Mevla katında bir akis bulur da, Leyla'dan Mevla'ya dedikleri o güzel iklim -hak etmese de- ömrü nihayete ermeden bu fukara adamı bulur.
Sen bana Yusuf (as)'ın atıldığı kuyu olursun, İlahi aşk da o kuyudan tutunarak çıkarıldığım sağlam bir kulp olur. Niyazım budur. Ve niyazım cennet sabahına varmak nasip olursa, gözlerimi açtığımda karşımda senin bana bakan gözlerinde sevinç gözyaşı dökmek...
Bir daha yazar mıyım bilmeden, son mektupmuş gibi, son cümleymiş gibi:
Sevdim seni, mektuplarımı yak ama bunu unutma olur mu?
Bu dünyadan çok sıkılmış bir Murat
23 Aralık 2019 Pazartesi
Rüveyda'ya Mektuplar (53)
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.
Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin.
Onlara bakarken, adına can çekiştiğimi de...
Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de...
Sana uçan ruhumu da...
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
İzin sıra nasıl da dolaştığımı,
Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...
Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim...
Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları...Ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...
Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun.
Sonra da kıskandım onu herkeslerden.
Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi...
Mahremimdin sen benim.
Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni.
Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu.
Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar!
Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz...Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.
Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim...
İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi...
İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...
Adınla hitap edemiyorum...Sevgili Rüveyda diyemiyorum!
Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden...
Gözde yaş olsan da, akamıyorsun.
Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun.
Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...
Anladım!
Senden hiç haber alamayacağım artık!
Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan!
Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...
Kalbim!
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu...
Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin!
Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin.
Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun...
Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol...
Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan...
Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan...
Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...
Kısacası Kalbim,
Yenildim!
Bir yudum avuntu Murat
14 Ekim 2019 Pazartesi
Rüveyda'ya Mektuplar (52)

Sana yazdıklarımı okuyorum. Okudukça kalbimden nefeslenip soluyorum.
Ve ben soluyorum.
Sonbaharlardan daha hızlı daha acımasız, daha aceleci, daha sarı ve telaşlı...
Ne bu ilkbaharda, ne de sonbaharda gelmedin, gelmeyeceksin biliyorum..! Gelseydin, ilkbaharım ''ilk''olurdu yaşadığım. Gelseydin, sonbaharım, ''son'' hazanım olurdu, gamdan, kederden, hasretten yana...
Kendimi kandırdığımı ilk kez satırlara döküyorum; kanlı bir itirafla... Hayır, ölüyorum!
Sevgili Rüveyda,
Adın kitap oldu, sayfalarca, binlerce kelimede seni yazdım. Hayır, yazamadım! Yazsaydım, okusaydın, böylesine yarım, böylesine sensiz kalmazdım! Mutlaka sesimi, sana seslenişimi duyardın ve ben bahara açan gonca gibi sana k/açardım...
Sayfalar arasında adımı saklayıp kuruttum, kurudum! Hangi sayfada, hangi cümlenin arasında mezarım, meçhul!
Oysa çöllerim senin şefkat yağmurlarında, öpücüklü konfetilerinle hayat bulacaktı.
Gelecektin hani sen! Kimselerin sevmediği, sevemediği kadar sevecektin... Kimseleri sevmediğim kadar sever bulacaktın...
Kandırdım kendimi bunca yıl ve işte sonbaharlardan daha hızlı sarardım, soluyorum Rüveyda!
Sana yazdıklarımı okuyorum, kendime ve sana...Bize bir kentin en yüksek yerinden bakıyorum.
Ağlıyorum..! Saklamıyorum!
Hani o çaresiz hastalıktan, kalan ömrüne en fazla 2 yıl süre biçilen bir hasta gibiyim... Rüyalarımda uçuyorum, göçmen kuşların son veda turu attığı şehre kanat çırpışı gibi... Sanki kartal gözleri keskinliğinde, insanlar içinde gelişini görecekmişim, sana bir kez, bir kez dünya gözüyle bakacakmışım gibi... Sanki yeniden yürümeyi, onca emekle -emekleye emekleye- sevmeyi öğrenmiş ve diploması kalbine ölüm meleği tarafından verilecek bir kuşun yorgun kanatları gibi...
Ağlıyorum!
Ağlamam senin gelmeyişine olduğu kadar, mahrumluğuma, yalnızlığıma, kendime kanışıma, geleceğine inanışıma... Ama asla bir hayal kırıklığı değil bu Rüveyda...
Sen bir söz vermedin ki, ''gelirim'' diye...Dilsiz, harfsiz sevdin sen beni, çok da masumdun.
Senin iyi olduğun zamanlarda ben de iyi oldum Kalbim...
Sen gülünce ben güldüm, sen susunca ben öldüm!
Senden habersiz kalmak, ölümden beterdi. Ölmek bir kez, sensizlik binlerce kez ölüm...
Kalbim,
Sana yazdıklarımı okuyorum. Dokunduğum, bir kitaptan çok fazlası. Sana, saçlarına, tenine, yanağına, kalbine dokunuyorum. Sanki bir aşkı, alın yazıma dokuyorum.
Baktığım bir kitaptan çok fazlası. Gözlerine, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe b/akıyorum. Nehirler gibi boynunun sağından dökülen saçlarına, kokusuna...Bir kez bile ziyaret edemediğim dudaklarına, ay parçası tenine...
Sonra göğsüme bastırıyorum kitabı, sana sarılır gibi. Gözlerim kapalı, seni yaşıyorum. Ağlıyorum. Ahlıyorum! Sancılarıma merhem yok bu dünyada biliyorum!
Sen içimde sürekli dönen bir plaksın, aynı melodide, aynı mevsimde ve aynı özlemler sarmalında...
Gelmesen de, bana sevmeyi öğrettin. Sabrı, sabırla beklemeyi, az şey mi bunlar?
Gelmesen de, varlığını yaşattın, seninle bir aşka dokundum.
Ruhumu besledin kalbim. Hayatımın anlamına anlam kattın, anlam oldun.
Kitaptan sonra bir daha mektup yazamam diyordum. O bir mevsimmiş, artık cesaret edemem diyordum. Titreyen parmaklarımla, uzun zaman sonra müzisyen bir alkoliğin, perdelere dokunuşu gibi klavyenin tuşlarına dokunurken, hislerimi, yaşadıklarımı bir sen anlarsın Rüveyda!
Bir senin ''Kalbim'' dediğimde kalbinin telleri titrer, sır melodiler saçılır cihana...
Her gün bir mektup okuyorum, bitecek diye korkuyorum. Kabiliyetim olsa, kalbimin sayfalarına yazdıklarımı görünür kılardım ve her gün bir mektup daha yazardım. Son günüme dek...
Kalbim,
Unutma olur mu?
Bu ''eylül bakışlı'' adam seni çok sevdi.
Bir kitabın yaprakları arasındaki anı Murat
8 Ağustos 2019 Perşembe
16 Temmuz 2019 Salı
Rüveyda'ya mektuplar (50)
Ben seni, nazlı bir Kent Park gününde, nisan yağmurlarının, yeni açan tomurcukları şenlendirip, sevindirdiği bahar mevsiminde mest olduğum, toprak kokusunda sevdim en çok...
Ben seni, Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinde dizilmiş kedilerin, huzurla kısılan gözlerindeki yaşam sevincinde sevdim en çok...
.............devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
4 Şubat 2019 Pazartesi
Rüveyda'ya mektuplar (49)

Sevdiğim,
Ömrüm, kırılgan bir hüzne boyanmış, tebessümler toplamı... Hep dostlar üzülmesin diye bu kekeme iniltiler, dostlar üzülmesin diye bu saklı can çekişmeler…
Ne zaman gülmeye, kahkaha atmaya yeltensem, dudaklarımda buruk bir tebessüme evriliyorsun…
Senin olmadığın bu dünyada hem gülmek de ne oluyor?
Gelseydin, sevinçleri kuşanır, kırk gün kırk gece varlığını temaşa ile bayram ederdim.
Benim de akşamlarım hüznü, kapının eşiğinde bırakır, muhabbetten nasiptâr, huzur veren bir kadının gözlerinde sükûnete ererdi.
..................devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
31 Ocak 2019 Perşembe
Rüveyda'ya mektuplar (48)
İşte yeni bir gün ve bu ismin zaman değirmeninde adı, haftası, ayı, yılı, asrı da var...
Geçen yıl da Ocak ayında yazıyordum, mevsimler geldi, gitti de bir sen gelmedin, bir sen hiç gelmedin, belki de gelmeyeceksin… Gelmeyeni mi bekliyorum hâlâ..?
Şimdi sana öyle bir cümle söyleyeceğim ki, o da bu ay, bu sabah gibi yeni, yepyeni ola-cak…
Pırıl pırıl fırından yeni çıkmış ekmek kadar sıcak ve taze...
Annesinden doğmuş yeni bebek kokusu gibi masum...
Topraktaki yağmur, yağmurdaki toprak kokusu gibi etkileyici...
Gül goncası gibi, yeni tomurcuklanmış filizler gibi.
.................devamı kitabımda.
28 Ocak 2019 Pazartesi
Rüveyda'ya mektuplar (47)
Havalar soğuk, Kent Park sessiz, sakin ve üşüyordu…
Biraz seni konuştuk. Sen ağlama, senin yerine akar derem taşkın taşkın! Gözyaşlarının bedelini bari bırak ben ödeyeyim! dedi bana…
Kabul etmedim! Her yara kendi içinde anlamlı ve herkes kendi yarasını kendisi sarmalı… Birinden yardım alırsan, sonra ömrünce borçlu kalırsın. Yardım aldığın bir insansa, gün gelir bir hatanda yüzüne vurmasa bile içinden geçirir yaptığı iyiliği…
Bir insana iyilik yapmak nasip olmuşsa ve bunu unutamıyorsa, çok hamdır pişmemiştir henüz… İnsan yaptığı iyiliği ve kendisine yapılan kötülüğü unutmadıkça pişmemiştir…
.......devamı kitabımda.