19 Ekim 2020 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (57)


Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Oralarda bahar olmazdı. İki mevsim vardı ya yanar ya da çok üşürdük! 
Bizleri hayata hazırlayacak bir ilkbahar bulunmazdı. Ve geçici bu hayatın sonunu bizlere hatırlatacak  sonbahar kapısını da hiç görmemiştik biz. Dedim ya bizim oralarda renkler ya siyahtı ya beyaz. Henüz gri ile tanışmamıştık!

Hızlı akan günlere öyle kaptırmıştık ki, şiddet gece duvarlara yazılan kırmızı boyalı yazılardaki köşe kapmacalardan başlar, gündüz basılan kahvehanelerde kaybedilen canlara kadar uzanırdı! Sloganlar hep emperyalizme karşı omuz omuza idi de; aşk için el ele, sırt  sırta olamamıştı!

Boynu bükük bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Lafı eğip bükerek dil ucuyla konuşulmayan, kalbini dilinin ucuna verenlerin haşin tonlamalarından geliyorum hem... Bizim oralarda iyi insanlar çoktu, çoktu da, ah o kötülüğü huy edinenler yok mu? Onlar yüzünden yaşamı doya doya yaşamadık biz ve bu yüzden ruhumuzun her bir yanı kesik kesik ve yamalı kaldı... Dikişlerden sızıyor içimize gömüp sakladığımız acılarımız, anılarca...

Kızıl bir şehirden gelmiş bir adamım ben..!

Anarşinin orta okullara kadar indiği, seven aşıkların sevdiğinin eline dokunduğu anı aylarca taze olarak koruyup zamanlarca hayalinde yaşattığı yerlerden geliyorum ben... 

Bu yüzden hep sen varsın ruh tuvalimde Rüveyda! 
Sen öyle güzel bir hayalsin ki senin yerini kimseler alamaz, almasın da..!

Biliyorum, son nefesime kadar sol yanıma saplı bir sancı olarak kalacaksın ve düştüğüm uçurumda tutunduğum bir uçurum çiçeği olarak sarılacaksın ellerime...Ne yaşamak bu, ne de ölmek! Ne kavuşmak ne de ayrılık! Bu da bizim nasibimize kaderin yazdığı! 

İsminle başlamadım mektubuma Rüveyda! 
Sen anlarsın beni! 
Sen anladığın için bu kadar güzelsin ya! 
Sen anladığın için, yormadığın için hep güzelleşensin ya! 
Bir insanı, bir kadını asıl güzel kılan da budur. Gönül kelamını duyar ve anlar. Dil üzmez, göz düşürmez. Sevmenin hası budur kalbim. Irakları yakın eder, yakınları unutulmaz hissedişlerle taçlandırır. Özlemin dibi en koyusudur, ne içtiğin şekersiz kahve, ne gece yarıları pencereden içine çektiğin derin nefesler teskin eder! Gökte ay ve arkadaşları yıldızlar ellerinden gelse pencerenin pervazına üşüşüp teselli edecekler. 

Kırgın bir şehirden gelmiş bir adamım sana Rüveyda!
Şair olsaydım ne güzel bir mektup olurdu bu. İçinde aşka dair nice ağıtlar, uçsuz bucaksız denizler, tek tek saydığım kirpiklerinin buğusuna karışmış arzular, susamış çöl dudaklarımın el açıp senin dudaklarını dileyişi olurdu belki. Olmuşa, olmamışa edilen sitemlerin, belki biraz da sövmelerin afilisi dizilirdi art arda...

Kırgın bir adamın sevmesi derin, içli ve vazgeçilmez olur Rüveyda!
Gitmiş gözüktüğüne sakın inanma!

Kırgın bir Murat