23 Aralık 2015 Çarşamba

22 Aralık 2015 Salı

Mevlid Kandili 2015


Allah azze ve celle, zatının nurundan,hiçbir şey yok iken, ilk önce ''Sevgilim'' buyurduğu, Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem Efendimizin nurunu yarattı.

Hiç bir şey yokken...Ne güneş,ne gezegenler, ne galaksiler,ne yıldızlar. Hiçbir şey yok iken altını çizelim.. Sonra O'nun sallallahü aleyhi vesellem nurunu yarattı ve O nurdan kalemi yaratıp emretti yaz. Kalem La ilahe illallah Muhammedün(r) Rasülullah yazdı.Diğerleri sonra yaratıldı. Hiç bir şey yok iken O'nun nuru ve adını Allah celle kendi ism-i şerifinin yanına yazdı sallallahü aleyhi vesellem...

Sonra levlake levlak vema halaktül eflak buyurdu. Seni yaratmayacak olsaydım, seni yaratmayacak olsaydım, bu alemi, eflaki yaratmazdım. Her şey O'nun yüzü suyu hürmetini, O'nun hatırına, O'nun aşkına sallallahü aleyhi vesellem. O olmasaydı biz olmayacaktık, alemler olmayacaktı.

O, sallallahü aleyhi vesellem rebiül evvel ayının pazartesi gününde dünyamızı şereflendirdi. Bu yüzden biz pazartesi günlerini -cum'a gibi- ayrı severiz. O sallallahü aleyhi vesellem neyi sevmişse severiz, neyi sevmemişlerse sevmeyiz. Çünkü biz O'nu sallallahü aleyhi vesellem örnek ve önder biliriz. Kur'an bunu bize böyle bildirdi.

Başkalarını minicik beyinlerimize -inadına- işledikleri için, O'nun kadr-ü kıymetini çok kere idrak de edemedik.Edemediğimiz için de,eridik,azaldık,dağıldık..!

Hz.Musa ve Hz.İsa (as) O'nun sallallahü aleyhi vesellem Allah nezdindeki kıymetini bildikleri için, Peygamber olmalarına rağmen, ümmeti olmak için dua ettiler. Hz. İsa (as)'ın duası kabul edildiği için, henüz mübarek bedenleri yerde değil,gökte,ahir zamanda geleceği günü bekliyor.Sırf O'na ümmet olma payesine kavuşmak için, bu kez gelişinde peygamber sıfatı ile değil, ümmet olma aşkı için...

Bu noktada bizim O'na sallallahü aleyhi vesellem ümmet olarak yaratılışımıza şükrümüzün durumu, Allah'ımıza minnettarlığımızın derecesi,cahil olduğumuz için mevzu bahis edilmese daha iyi..!

Her peygamberin Allah katında derecesi ve has isimleri dışında namları vardır. Musa kelimullah, İsa ruhullah...gibi...Mevla O'na sallallahü aleyhi vesellem ''Habibim'' (Sevgilim) dedi.Habibullah...

Peygamber olarak ilk yaratılan,ama dinin tamamlayıcısı vasfıyla,muştulayan,mührü vuran Rasul (Hatemün nebi) oldu,sallallahü aleyhi vesellem... Toprak altında da ümmeti, diğer ümmetlere göre en az kalacak olan.

O'nu insanlık, yazdı yazdı,yazamadı.
O'nu insanlık, anladı anladı, anlatamadı..

Rebi-ül evvel Arapça bir ay ismidir. Rebi bahar anlamına gelir. Nisan ayında dünyay teşrif etmişlerdir,sallallahü aleyhi vesellem...Şimdi kutlanmasının sebebi, arabi hicri ayların yıl içinde 10 gün öne gelmesi,bunun hikmetleri ayrı konu.İlkbahar demek, biz mevsim adı olarak almışız. Evet O sallallahü aleyhi vesellem bahardır,ilklerin baharı,pembeye çalar cemalinin çiçeklerde tomurcuk hali.
Gözlerinin beyazındaki kırmızılığın güllere ecza olmasındaki sır gibi sallallahü aleyhi vesellem...

Tebessüm ettiklerinde ışıltılar saçan kar beyazı dişlerinin nadiren görünmesi,hüzün peygamberi olarak ümmeti için çırpınışı gibi,rebide bahardaki tomurcukların açmasına denk bir namaz huzuruna denktir.

Gece uyanmışsam,pencereyi açar temiz havayı içime çekerken, gökyüzüne de bakarım. Bu gece ay,ilk kalktığımda yarım gibiydi, şimdi dolunay...Tala al bedrü'deki bize ay doldu veda tepesinden nakaratını anımsadım.

O sallallahü aleyhi vesellem,gecemize ay,gündüzümüze/ömrümüze güneş değil mi. İki cihanın güneşi...

Şu fıkhi nakli de buraya almam lazım :

''Dinimizde gün gece ile başlar gündüz ile devam eder. kandil günlerinde bir evvelki gün idrak edilecek geceyi karşılama babında oruç tutulur lakin idrak edilen gecenin gündüzünde oruç tutulması daha faziletlidir nedeni gündüzü halen idrak edilen gecenin gündüzü olduğu içindir. yalnız mevlüt kandili şu hususiyetle farklıdır mevlüt kandili bilindiği üzere Alemler Sultanı nın (sallallahu aleyhi vessellem) doğum günü olduğu ve o günün bir anlamda biz Müslümanların bayramı olduğu vechi ile bayram ettiğimiz için o gün oruç tutulmaması ikramlar yapılması gerektiği büyüklerimiz tarafından nasihat edilmiştir.''

Çocuklarınıza imkanlarınız nispetinde büyük hediyeler alın. Hatta mahallenizin sokağınızın çocuklarına, yaşlı anne-babanıza,hatta herkese...

O sallallahü aleyhi vesellem doğdu ve Allah beni O'na ümmet bir Müslüman yarattı diye,sevincimden bu hediye sana yavrum deyiniz. Çocuk olayın önemli olduğunu anlasın. İki bayramımız var Ramazan ve Kurban. Bu bayramlar da O'na olsun kurban...Şimdi şükür ile bayramın menbaında bayram yapma vaktidir.

En'am suresi okunabilir.

İki rekat şükür namazı kılınabilir.
''Namaz selam ile ikmal edildikten sonra, iki defa daha tekrar secde edilir. Ve her secde de yedişer defa (Subhane Rabbilyel alâ) denilir.

Secde bittikten sonra, seccadede oturulken 7 defa “Subbuhun Kuddusun Rabbüna Ve rabbül Melâiketü Verruh” okunur.

 Namazdan sonra her zamanki yaptığımız duâdan maada, niyaza şöyle son verilir:”

Allahümme inni es’elüke bi hürmeti habibike ve resulike muhammedin sallallâhü aleyhi
ve sellim ve bi hürmeti nuru velâdetellezi zehere fi misle haza şehri ve adae cemil kâinatı enter
zukani rü’yete cemâli vechikelkerimi ve rü’yete cemali resulike Muhammedin ve enteh şureni
maahu ve mean nebiyyine ve sıddıkine ve şühedai ves salihine ve enter zukani hüsnel hatimeti
vel akibeti.Amin bi rahmetike ya Erhamerrahimin…El Fatiha.”

* 25 Kelime-i Şahadet

* 101 Estağfirullah

(Yüzbirincide El azim el kerim ellezi lailahe illa hüvel hayyel kayyume ve
netubü ileyhi ve nes’elühüttevbete vel mağfirate velhidayete lena innehü hüvettevvabürrahimü
tevbete abdin zalimin linefsihi layemlikü linefsihi mevten vela hayaten vela nüşura..”)

* 1 Fatiha-ı Şerif

* 1 Amenerrasulü

* 7 Elemneşrahleke-i Şerif

* 11 İhlas-ı Şerif

* 1 Muavezeteyn sureleri okunur.

* Rebiül- evvel duası okunur.''

Bol bol salat-ü selam getirilir.

O'nu anlatan eserler okunmuyorsa, camiye gidilir, evde TV kanalları özenle seçilir.

Bu gecenin, bu günün, bu ayın faziletine yaraşır davranmaya çalışılır.

Geçmiş günahlara O'nun ism-i şerifi araya konularak tevbe edilir ve hayata yeni bir milad ile devam etmeye (özellikle namaz kılmayanlar namaza başlayarak) azmedilir.

Bu aya,bu geceye kavuştuğuna çokça sevinmelidir.

Biliyorum yazı bazılarına uzun gelecektir,ama bu özel istisnayı
Kettani hazretlerinin şu önemli sözleri ile noktalarken, Mevlid Kandilinizi tebrik eder,iman kandilimizi ebedileştirmesini niyaz ederim.

Kettânî hz. şöyle diyor:

“Mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddestir, mükerremdir. Şerefi, kıymeti çoktur. Rasûlullah’ın (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) varlığı, vefatından sonra, ona tâbi olanlar için, kurtuluş vesilesidir. Onun mevlidi için sevinmek, cehennem azabının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazileti, cuma günü gibidir. Cuma günü, cehennem azabının durdurulduğu, hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bunun gibi, mevlid gününde de azap yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediye vermeli, davet olunan (uygun) ziyafetlere gitmelidir.”










16 Aralık 2015 Çarşamba

Sevmediğim şeylerden bazıları



1- Pislik,düzensizlik,özensizlik.(Örneğin; sokakların,tabiatın çöplerle kirletilmesine,kötü tuvaletlere, bir de sokaklarda gürültü kirliliğine zerre tahammülüm yok.)

2- Yalan,iftira,sözde durmama.(Beni çok üzer.)

3- Politika; asla bir belediye başkanı,bakan makam falan istemezdim. (Oysa yöneticilik vasfımın iyi olduğu söylenir.)

4- Trafik kuralları başta olmak üzere,güzel ve yararlı olan kuralların ihlal edilmesi.(Bu ülkede trafikte müthiş kul hakkına girildiğine inanıyorum.)

5- Doğru konuştuğum konusunda ısrar etmeme rağmen,yemin istenmesi.

6- Vefasızlık,nankörlük;beklemek-bekletilmek.

7- İnsanlarda ve özelde kadında,huysuzluk...(Kaba,kavgacı şehir magandalarını da bu maddeye ilave etmeliyim.)

8- Mukaddes değerlere, her türlü hakaret çeşidi.(Batıl da olsa, kimsenin dinine hakaret edilmemeli ki, dinimiz zaten bunu yasaklıyor.)

9- Menfaat için birisine yaklaşmak,sevmediği halde sever görünmek.

10- Ezan okunurken,müziğin kapatılmaması,konuşulması...

15 Aralık 2015 Salı

Sevdiğim şeylerden bazıları...

Sevdiğim şeylerden aklıma gelenler :

1- Ezan; hele bu Üsküdar'da iki cami arasındaysa...Bir de uzaklardan ayrı ayrı camilerden gelirse,mest edici.

2- Kahve;fincan-tabak nağmeleriyle. Önce mis kokusunu içeceksin,sonra kendisini.

3- Güzel koku; özellikle vanilyalı ve ağır olmayanlar. ( Kar kokusu da bunlara dahil.)

4- Güzel koku demişken; her erkek gibi güzel huylu kadın, kelimeleri de varsa...Önce kelimelerini, sonra...

5- Kelimeler demişken, edebiyata dair olan her şey,şiir ile başlayabiliriz.Sanatın bir çok dalını.

6- Müzik, ruhuma ve an'ıma hitap etsin, tür dil fark etmez.

7- Makale okumak ve yetersiz de olsam yazmaya çabalamak.

8- Çocukları,hayvanları,çiçekleri ve canlıları; merhameti ve merhametli insanları.

9- Layık olmasam da, hafız olmayı ne çok isterdim. Şöyle makamlı makamlı uzun uzun Kur'an'dan okumak ne büyük nimet. Keşkelerimden  birisidir, keşke imam-hatip,ilahiyat okutsalardı beni ve bu arada hafızlığım da olsaydı.

10-Ve annemin dizine kedi gibi başımı koyup,sümsüklenmek...

Dibin Notu : Tabi bir çırpıda aklıma gelenler. Kimbilir, yazı yayınladıktan sonra şunları da yazsaydım diyeceğim kesin.




11 Aralık 2015 Cuma

Merak ediyorum !

Merak ediyorum !

Hani ahir zaman alametlerinden olan, ''ani ve toplu ölümler'' var ya !

Hepimizin alıştığı, alıştırıldığı ölüm gerçeği.

Gülmenin pahalı,ölümün sudan ucuz olduğu şu zamanda,

Merak ediyorum, size de aynısı oluyor mu ?

Aniden bir trafik kazasında ölenlerin haberlerini gördüğünüz zaman,

''Ben böyle ölmem (inşallah) ölüm bana gelmezden önce malum olur,sevdiklerimle helalleşir de giderim...''gibisinden iç çekişleriniz,umudunuz oluyor mu sizinde ?

Ne yalan, ben kendime ani bir trafik kazasında ölümü yakıştıramıyorum...Yani böyle ölmek istemediğim için...Acaba o, aniden trafik kazasında ölenler de benim gibi mi düşünüyorlardı, başkalarının trafik kazalarında öldükleri haberlerine bakarken ?

Merak ediyorum !

Ben ne zaman,nerede ve nasıl öteye gideceğim ?



4 Aralık 2015 Cuma

Yargı

Sıkça işlenen cinayetlerden birisidir, Allah adına, Allah'ın kullarını yargılamak,hüküm vermek;cennetlik mi, cehennemlik mi oldukları hususunda dil ya da kalp oynatmak!

Oysa birini kafirlikle itham, büyük cesaret,cür'et işidir ve elde kesin deliller olsa dahi, belki son nefeste tevbe etmiştir,diye hüsnü zan yapmak ve bilmediğimiz aykırı görüşlü birisi öldüğünde de, inşallah imanla gitmiştir diye temenni de bulunmak gerekir. Birisine haklı olarak öfkelenmemiz için onu ille de ''kâfir'' kelimesi ile damgalamamız gerekmez! 

Kafirlikle itham ettiğiniz kişi de bu sıfat yoksa, o küfür kelimesi söyleyene isabet edecektir, yani söyleyen, itham eden kafir olacaktır. Bu konuda hadis-i şerif bizi ciddi uyarır.Allah bizi bundan korusun.

Zaman ahir zaman ve sapla saman birbirine karışmışken, bizim işimiz değil, birilerini cehenneme atmak. Başta Müslümanlar olmak üzere, insanlığın hidayeti için dua yakışır dilimize.

Bu sebeple başta da belirttiğim gibi, kim adına kimi yargılıyorsun ve bu hakkı nereden alıyorsun ?

(Bunu ne bu konuda yap, ne de dışarıda mini etekle geziyor diye,namusa dokunan kınayıcı bakış ve aşağılık kelimelerinle yap!) 

Hoca da olsan, alim de olsan, senin böyle bir hakkın yok. Var diyorsan buyur oku :

"Bir adam: "Vallahi Allah falancayı mağfiret (affetmeyecek) etmeyecek!" diye kesip attı.
Allah Teâla Hazretleri de:
"Falancaya mağfiret etmeyeceğim hususunda yemin eden de kim?
Ben ona mağfiret ettim (affettim), senin amelini de iptal ettim!" buyurdu."  (Müslim, Birr 137)

Cum'anın bereketi üzerimize olsun inşallah.




29 Kasım 2015 Pazar

ben şimdi...?


İkindi ile akşam arası vakte doğan bir kelebektim.
Kanatlarımın takati an gelip tükenince,
En sevdiğim şeye de elveda derken, 
Bakakaldım bir yaprağın solmuşluğunun kıyısından aşka...
...
Ben şimdi böyle mi ölecektim...?


28 Kasım 2015 Cumartesi

kaldım mı ?



''Yine aylardan kasım,
Sanki sende kaldı bir yanım...'' diyen bir şarkı vardı, yılda bir kez çalınarak hatırlanan...
O şarkı kadar da olsa,kaldım mı sende..?




27 Kasım 2015 Cuma

Diyorsunuz ki...

Diyorsunuz ki; ''...eskisi gibi uzunca cum'a yazıları okuyamaz olduk.''

Malum,bu blog sanki hayatımdan kareler gibi. Dindar biri olmayı başarabilseydim, hele de takvalı,nurlu,ve dahi ilim sahibi biri,sanırım sürekli dini konularda yazabilirdim.


Hayatımın iniş-çıkışlarının fotoğrafı gibi burası. Med-cezirler diyarı.


Bu yüzden büyüklerin en önemli dualarından birisi : ''Allah'ım beni istikamet üzere eyle.'' şeklindedir. Salih bir yola girmek kadar, o yolda sürekli sürçmeden kalabilmek de çok önemlidir.


Bir de epeydir dini konularda bildiğim yerlerden soru gelmiyor. (Bu da bir başka bahane.)


Dini alanda bugüne kadar yazdıklarım konusunda çok şükür herhangi bir tereddüdüm yok.''En doğrusunu Allah bilir'' kaydı ile, kendimden uydurma cevaplar ya da konularım olmadı. Mutlaka temeli ve arka planı bir nakle,sahih bir ehl-i sünnet kaynağına dayanmaktadır.


Bunun dışında,bu alanda yazmak bir mevsim işi galiba...


Yani sizi ruh haliniz, İslami neş'eniz yerindeyse, manevi açıdan biraz parıltı varsa, o zaman konu bulmak da, yazmak da çok kolay oluyor.


*

Bu arada asıl gündem malum Rus ayısının buzullardan sıcak denizlere inme sevdasının neticesi olarak güneyimizde ayağımızın altında dolaşması ve Türkmen kardeşlerimize saldırması...
Savaş uçağını düşürmesek, göklerimizde istedikleri gibi cirit atıyorlar,yol geçen hanı oldu iktidar korkusundan bir şey yapamıyor denirdi. Doğrusu bu cesur bir eylemdi, sınırlarımızı korumak adına, ciddi ve kararlı bir ülke olduğumuzu dost düşman herkes bir kez daha görmüş oldu. İnşallah diplomasi ile bunu tırmandırmadan aşacağız gibi gözüküyor. 

Allah bu millete savaş ve zeval vermesin; ezilen,yerlerinden ve yurtlarından sürülen canlar için dualar ile,cum'amız mübarek kılsın.








22 Kasım 2015 Pazar

ben hep çocuktum, çocuk öldüm...


Ben hep çocuktum,sen görmüyordun...
Elma şekerim gülüşlerindi,çikolatam sevişlerin.
Ben hep çocuktum,surat asman ölümden beterdi.
Seninle bir şeyler ters gitse,
Sessizce içimin en tenha odasında ağlardım.
Ben sende büyümek istemedim,yakardım.
Oyun parkım ol istedim,
Birlikte seksek oynayıp,ip atlayalım.
Çılgınlıklar bizden sorulsun.
Ama sen bir gün olsun görmedin,göremedin.
Büyümeden öldürdün o çocuğun sana olan sevgisini...
Ben hep çocuktum, çocuk öldüm...


20 Kasım 2015 Cuma

Mesnevi ile bereketli cum'alar...

Hz.Mevlana'yı (ks) hemen herkes,hepimiz çok severiz ama çoğumuzun evinde Mesnevi-i şerifi yoktur,olanların da çoğu okumamışlardır.

Hadi bugün üşenmeyelim Mesnevi'den kısacık bir bölüm okuyalım :

ŞEYTAN ADEM'E NEDEN SECDE ETMEDİ ?

Hakkın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı da. Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda. Ortada halkın yaptığı işler yoksa, her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!

Allah’ın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz Allah işinin eseridir.

Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür, yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl görebilir? İnsan konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir. Hiçbir göz bir anda hem önünü hem ardını göremez. Şunu iyice bil! Önünü gördüğün zaman ardını nasıl görebilirsin?

Madem ki can, harfi manayı bir anda kavrayamıyor, nasıl olur da hem işi yapar, hem o iş yapma kudretini yaratır? Ey oğul! Allah, her şeye muhittir. Bir işi yapması, o anda diğer bir işi yapmasına mani olamaz.

Şeytan, “Bima ağveyteni” dedi; o alçak ifrit, kendi fiilini gizledi.
Adem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hak’kın fiilinden gafil değildir.

Günah ettiği halde edebe riayet ederek Allah’a isnat etmedi. Allah’ın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nail oldu.

Adem, tövbe ettikten sonra Allah, “Ey Adem! O suçu, o mihnetleri, sende ben yaratmadım mı?” O benim taktirim benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.

Adem “Korktum, edebi terk etmedim” deyince Allah, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.

Hürmet eden hürmet görür. Şeker getiren badem şekeri yer. Temiz şeyler temizler içindir; sevgiliyi hoş tut, hoşluk gör; incit, incin!

Ey gönül! 

Cebirle ihtiyarı birbirinden ayırt etmek için bir misal getir ki ikisini de anlayasın:
Titreme illetinden dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el... her iki hareketi de bil ki Allah yaratmıştır; fakat bu hareketi onunla mukayeseye imkan yoktur. İhtiyarınla (iradenle) el oynatmadan pişman olabilirsin; fakat titreme illetine müptela bir adamın pişman olduğunu ne vakit gördün?

Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye söylediğimiz bu söz, akli bir söz, akli bir bahistir. Fakat zaten bu hilekar akıl, akıl değildir ki.

Akli bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir. Can bahsi başka bir makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı. Fakat Ömer, akıl aleminden can alemine gelince can bahsinde Ebülhakem, Ebucehil oldu. Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla beraber his ve akıl bakımından kamildi.

Akıl ve bahsi, bil ki eser, yahut sebeptir (onunla müessir ve müsebbip anlaşılır). Can bahsi ise büsbütün şaşılacak bir şeydir.

Ey nur isteyen!

Can ziyası parladı; lazım, mülzem, nafi, muktazi kalmadı. Bir gören kişinin nuru doğmuş parlamaktayken sopa gibi bir delilden vazgeçeceği meydandadır.

Yine hikayeye geldik; zaten ne zaman hikayeden ayrıldık ki?

Cehil bahsine gelirsek o Allah’ın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı ve sayvanı. Uyarsak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikayesinden bahsetmekteyiz. Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz; gülersek şimşek!

Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin aksidir.


Bu dolaşık ve karmakarışık alemde biz kimiz? 

Elif gibiyiz. 

Elifin ise esasen, hiç ama hiçbir şeyi yoktur! ''



13 Kasım 2015 Cuma

Aşk bu değil !

Mevlânâ'ya atfedilen ve bence O'na ait olmayan söz :

''Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder hem kendini..(Bu cümle olabilir de..) 
Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, sonunu bilmediğin sevgiye de teslim etme kendini..!'' (Bu ona ait olamaz.)

Açıklamaya çalışayım.

O aşk güneşi aşk deryasına dibi görüp de mi daldı ?

Dibi görünen şeyler ne derece esrarlı,tılsımlı,çekici olabilir ki. 

Aşk bu değil..!

Sonunu bilip teslim olmak...

Bu cümleye de ancak tebessüm ederim...

Pazarlık kokusu!

Güvensizlik alameti..!

Kendinden emin olamama hali...

Aşk bu değil ! 

Ve hangi aşk..?

Kimlerin gönlünde, kimilerinin dilindeki sakız!

Aşk sonunu göremeden başlamaktır.

Dibini göremeden gözü kapalı dalmaktır okyanusa...

Risk hesabı yapmadan,sevmek, sevdikçe sevmek,sevdikçe daha çok inanmaktır. 

İnandıktan sonra sevmek bile değil !

Birileri kendileri uyduruyor ve utanmadan altına böyle büyük erenlerin,pirlerin isimlerini yazma cür'etinde bulunabiliyorlar. Ne cesaret !

Aşk ticari bir ortaklık değil ki, risk hesaplaması yapasın. Şu kadar sermayem var diyeceğin yer,ticarettir. 

Aşk kapısında sermayeni de unutmalısın, iflası da...!

Bu ikilem varken içinde, ne sen aşktan söz et, ne de aşk kelimesini incit !

Cum'anın bereketi üzerimize olsun inşallah.







5 Kasım 2015 Perşembe

Sana


Biliyorum,
Epeydir sana zaman ayıramaz oldum !
Sen de üzülüyorsun..!
Sana gelmemek, seni unutmak sanıyorsan,
Beni az tanımışsın demektir...
İçimi dökemez oldum,
Suskunluk çöktü yüreğime,
Kelimelerini yitirmiş, 
Kaybettiği bilyelerini arayan çocuk gibiyim şu sıralar.
Bu yüzdendir sana gelemeyişim.
Bu yüzdendir, harflerden kaçışım...
Biliyorum belki de bunlar mazeret değil diyeceksin.
Yazmak bir mevsim işi olmasa da, bir iklim rengi olduğu muhakkak.
Mesela yalnız olmalıyım, 
Mesela içimin hüznü kahvedeki telve kıvamında olmalı.
Olmalı ki, göz yaşları tadında, kelimecikler, çisil çisil düşsün sayfalara.
Özledim seni biliyor musun ?
Günlerdir kapına kadar geliyorum, bakıyorum bakıyorum
Ve gidiyorum,hayıflanarak...
Bugün birden çaldım kapını sevgili bloğum.
Mis gibi yalnızlık ve gariplik kokusu vurdu yüzüme...
Anılar, fon müziklerini takıp da koluna,
Karşıladılar beni kapıda...
İçimin atıkları, kendimden kendime,kendimce, bir yudum teselli, bakkal defteri karalamaları,geç kalınmış hikâyelerin baş kahramanı, içinizdeki gökkuşağının renklerini soldurmayın diye diye selam çaktılar ruhuma...







4 Kasım 2015 Çarşamba

Neyi Kaybettiğini Hatırla

Malum,toplum olarak önyargılarımız bir put gibi elimizde ve en küçük sokak,mahalleden,esnaf ve bürokrasi katmanlarından, politika ve medya-iletişim araçlarına kadar, işbu önyargı gözlüğünü
gözümüzden çıkarmadan ve her habere hemen inanmayı,bir yaşam biçimi haline getirmiş insanlar kalitesinde nefes almaya başladığımız için,belki en azından kendimi bu konuda da sorgulamam adına yazıyı burada sizlerle paylaşmak istedim,işte o makale :

''Nedir bu kaybolan nesnelerden alıp veremediğin diye soracak olursanız, size varoluşun anlamının kaybolanı aramada saklı olduğunu söyleyebilirim. İnsanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu farkederek varır. Ama iş burada bitmez, burada başlar.Çünkü yaratılmış olmayı kavramak aynı zamanda kişinin noksanını bilmesi demektir. Bu da bir arayışı gerektirir. Nedir noksan? Nasıl, neyle giderilir? Kaybolduğunu hissettiğimiz ister heybe olsun, isterse deve, arayış başlamıştır; büyük arayış.

Hikayemizde devesini kaybeden bir adam var. Bu adam devesini ararken yüksek düzeyde anlayış yeteneğine sahip üç dervişe rast gelmiş. Üç müdrik diyelim onlara.

“Devemi kaybettim” demiş dervişlere; “Onu siz gördünüz mü?” Dervişlerin ilki; “Bir gözü kör müydü devenin?” diye sormuş. Adam sevinçle

“Evet!” diyerek cevaplamış bu soruyu. İkinci dervişin “Ön dişlerinden biri eksik miydi?” sorusu karşısında devesini kaybeden adam heyecanlanarak “Evet, evet” demiş. Dervişlerden

üçüncüsü “Bir ayağı topal mıydı?” diye sorar sormaz “Evet, evet” cevabını yapıştırmış. “O halde” diye konuşmuş dervişler, “Sen deveni bizim geçtiğimiz güzergâh üzerinde ararsan iyi edersin, onu bu yolda bulma ümidi vardır.” Kayıp devesinin peşine düşen adam bu üç dervişin kendi devesini görmüş olduklarına kanaat getirmiş ve alelacele dervişlerin geldiği istikamete koşturmuş.

Bulamamış adam aradığı yerlerde devesini ve ne yapması gerektiğini yine dervişlerden öğrenmek isteğiyle bu kez dervişlerin peşi sıra gitmiş. Anlayış sahibi üç ermişi akşam üzere bir istirahat menzilinde eliyle koymuş gibi bulmuş. Yine sorular karşısında kalmış adam: “Devenin bir yanında bal, öte yanında mısır mı yüklüydü?” demiş birincisi; adam :

“Evet” demiş. “Hamile bir kadın mı biniyor senin devene?” demiş ikincisi, yine “Evet” demiş adam. “Biz senin devenin nerede olduğunu bilmiyoruz” demiş üçüncü derviş. Bunun üzerine deveci, bu üç kişinin kaybettiği deveyi çaldıklarına kanaat getirmiş ve onları kadı karşısına çıkarıp başından geçenleri anlatarak üç dervişi hırsızlıkla suçlamış. Kadı devecinin ifadesini yerinde bularak üç ermişi deveyi gasbetme suçundan hapse atmış.

Kısa bir süre sonra adam devesini arazide başıboş dolaşırken bulmuş ve dervişlerin salıverilmelerini temin maksadıyla mahkemeye başvurmuş. Daha önce dervişlerin kendi durumlarını izah etmeleri için bir fırsat tanımayı hiç aklına getirmemiş olan kadı, onlardan nasıl olup da deveyi hiç görmedikleri halde deve hakkında bu kadar çok şey biliyor olmalarını açıklamalarını istemiş. Dervişler, yolda devenin ayak izlerini gördüklerini, izlerden birinin silik oluşunun devenin bir bacağının topal oluşuna delalet ettiğini; yolun yalnızca bir yakasından ot yemiş olmasının tek gözünün körlüğüne delil olabileceğini; ısırdığı yaprakları yırttığına göre ön dişlerinden birinin eksik olduğunun anlaşıldığını söylemişler.

“Arılar ve karıncalar yolun iki kenarında bir şeylere üşüşmüşlerdi. Bunların bal ve mısır olduğunu gördük. Bir konaklama yerinde çalılara takılmış uzun insan saçı gördük, devenin üstündeki kadındı. Yerde el ayası izi vardı, ancak doğumu yakın hamile bir kadın elini yere dayayıp otururdu.”

“Bütün bunları hırsızlıkla suçlandığınız zaman kendinizi temize çıkarmak üzere neden söylemediniz?”

“Çünkü devecinin devesini aramaktan vazgeçmeyeceğini ve onu çok çabuk bulabileceğini göz önüne aldık. Keşfettiği gerçeği  ahlaki bir olgunlukla perçinleyecekti. Bizim salıverilmemiz için harekete geçerek cömertliğin, sorumluluk hissine sahip olmanın zevkini tadacaktı. Hadisenin göründüğünden farklı cereyan ettiğini gören kadı ise gözünde mantık yollarına güvenerek kestirmeden hükme varmanın değerinin düştüğünü görecek ve bir arayışa koyulmanın kıymetini takdir etmede daha üstün
bir konum sahibi olacaktı. Kadı, doğru hükme varmanın tevazu ile arayışa neler borçlu olduğunu görecekti. Kendinde yargılamaya yetecek donatım olduğu zehabına kapılmanın gönül kırıklığını tadacak, birini suçlamadan veya bir iddiaya sahip çıkmadan önce kendi ölçülerini tartmanın kaçınılmazlığını kabul edecekti.”

“Bizim geçirdiğimiz deneyler şunu gösterdi ki, insan hakikati ararken bir gücü, bir yargılama gücünü kendinde hıfzettiği zannına kapılmamalı. Herkes kendi kaybettiğini kendi arasın. Bu arayışta diğerleri sadece arayanın neyi kaybettiğini hatırlatabilirler. Bunu nimet bilmeli. Senin noksanını tasvir edenler, senden bir şey gasbetmiş olmaz. Neyi kaybettiysen onu sen kendin ara.”

[Neyi Kaybettiğini Hatırla - İsmet Özel ]

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ağustos-Eylül...


Bir türlü sıra gelmedi, taslaklarda kalmış,eylül geçtiyse de henüz bizim içimiz geçmedi.

*

Seçimler öncesi neden yazmadım, yazsam ne değişecekti. Ben yazdım diye partinden mi vazgeçecektin. Bir millet neye layıksa onu görür. Nitekim işte gördük.

30 Ekim 2015 Cuma

Sevgi-nefret denklemi/dengesi !

''İçimizdeki nefreti de, sevgi gibi,
yanlış zamanda yanlış yerlerde kullanmaya
başladığımızdan bu yana,
huzur denen şeye erişemez olduk...''

Bir film izlerken bu cümle döküldü içimden.

Hemen sorulabilir : Nefret de etmemiz gereken şeyler,insanlar ya da olaylarda mı var ?

Evet var.Sevgi gibi...Sevgi duymamız sevgide özenli olmamız gereken şeylerin olduğu gibi.

Aşağıdaki ayet ve hadis, bize sunulan hayatın, hiç bir alanında başıboş,kendi halimize (keyfimize) bırakılmadığımızı ihtar etmektedir.

''İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? ''[Kıyame : 36 ]

  ''Sizden hiçbiriniz nefsinin arzularını benim getirdiğim şeriata uydurmadıkça (olgun bir iman ile) iman etmiş olmaz.'' [Nevevi]


Bu ve benzeri ayet ve hadisler bize iman ettiğimiz Allah'ın hudutlarının varlığından ve yapmamız ve yapmamamız gerekli olan şeyleri haber verir.

Müslümanın iradesi, Allah'ın mutlak iradesine uyduğu ölçüde makbul bir imani seviyeye ulaşır. Bu seviyeye ilk ulaşanlar, Peygamberler, onların arkadaşları ve sonra evliya ve salih kullardır.

Konuyu anlamak için işte iki örnek :

 ''İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır.'' [Ebu Davud]

''İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.'' [Buhari]

Kimi,kimleri seviyorsa,taklit ediyorsa,örnek, önder biliyorsa,kimlere oy veriyorsa...

''İçimizdeki nefreti de, sevgi gibi,
yanlış zamanda yanlış yerlerde kullanmaya
başladığımızdan bu yana,
huzur denen şeye erişemez olduk...''

Modern zamanlarda çok şey olması gereken yörüngesinin dışında seyrediyor. Hayat yörüngesinde değil,insanlık bunalımda, insan çelişkiler yumağı bir beynin hamallığını yapıyor yeryüzünde !

Aşk aşk diye dilimizde sakız ettiğimiz olgunun bile temellerinden bihaberiz. Aşk sevdiğini her şeyiyle sevmek,sevdiklerini sevmek,sevmediklerini de sevmemektir.Aşk sadakattir, seven seni görmezden gelse bile...

İyi bir insan / kul olamamak ile, olmak arasındaki gayretin elbette bir büyük bir farkı ve değeri olacaktır.

Allah (cc) Hz. Musa’ (as)'a sordu:

- Ya Musa, benim için ne işledin?

- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

- Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?

- Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi? (1)

Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ için yapılması gereken en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı.Yani Allah için sevmek, Allah için nefret etmek. Allah'ın sevdiklerini, sev dediklerini sevmek; sevmediklerini,sevme dediklerini de sevmemek. (Mektubat-ı Masumiyye)

''İçimizdeki nefreti de, sevgi gibi,
yanlış zamanda yanlış yerlerde kullanmaya
başladığımızdan bu yana,
huzur denen şeye erişemez olduk...'' (3)

Hz.Mevlana'nın bile ''hümanist'' olarak lanse edildiği ve öyle görülmesinin istendiği bir zamanda, yukarıda aslında özetlemeye çabaladığım sevgi-nefret denklemini insanımıza anlatabilmek sanıldığı kadar kolay değildir. (2 )

İnşallah bir nebze anlatabilmişimdir.
Bereketli cum'alar.


________________________
 (1) İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Muhammed aleyhisselama uymak için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilip sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik] sığmaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. (C:1/165)

Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, habibi olan Muhammed aleyhisselama, İslam düşmanları ile savaşmayı ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, Kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Halbuki, bilmez ki, böyle, [Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını “şu iyilikleri de var” diye sevmek] gibi çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürür. (C:1/163)

Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, aşıkların elinde ve iradesinde değildir. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz. Buna yalancı denir. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir. Büyükler, (Sevdiğin zatı inciten kimseye gücenmez isen, köpek senden daha iyidir) demişlerdir. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. Kâfirleri sevmemek, Kur’an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur’an-ı kerime uymamız farzdır. (C1/29)

(2) Hümanizm terimsel tanım açısından "sevgi" içermez. Daha felsefi ve bilimsel bir temeli ifade eder. Türkçe karşılığı "insan-merkezcillik"tir. Yani tanrı-merkezcillik geri plana atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcillik esas alınır. Bu kavram psikolojik derinliği olan sübjektif bir kavram (sevgi ve benzeri duygu durumları) değil, felsefi temelli objektif bir kavramdır. Örneğin bir fiilin değerlendirmesinde "tanrının/tanrıların hoşnutluğu" değil "insana faydası/hoşnutluğu" esastır. Bu açıdan da sekülarizmle sıkı bir ilişkisi vardır. Yine kanunların düzenlenmesinde tanrı-merkezcilliği değil insan-merkezcilliği önermektedir.
Bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCmanizm

(3) Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalplerini incitmek haramdır. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Onlarla ticaret yapılır, aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranmak lazımdır. Hatta hidayete kavuşmaları, Müslüman olmaları için dua da edilir.

Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir.



27 Ekim 2015 Salı

Ne bileyim öyle işte..!

Güçlü olmak, güçlü kalmak,güçlü olmaya çalışmak...

En çok erkeklere yakıştırılan, erkeklerde olması gereken ya da istenilen vasıf...

Korkmayacaksın,ağlamayacaksın,aldanmayacaksın vesaire.

Başka açıdan, güçlü doğanlar gücü zaten varlığında barındıranlar ve karakteristik özellik olarak, çok doğal olarak böyle olanlar.

Böyle olmadığı halde, böyle olmak zorunda kalanlar...

Oysa her erkek ağlar,bunu bazen gözlerinden tek damla yaş dökmeden; bazen de, kimselerin olmadığı zamanlarda avaz avaz, katıl katıla, yüksek sesle çalan şarkılara katarak,karışarak yapar.

Güçlü de görünmez,buna ihtiyaç da duymaz.

Herkes kadar insan, herkes kadar güçlü ya da güçsüz. Ve herkes kadar korkularıyla,kaygılarıyla erkek...

Ya ruhun bedenle eş zamanlı olgunlaşması, yaş almasına ne demeli ?

Kimilerinde bu bedenden çok önce, kimilerinde bedenle mütenasip, kimilerindeyse hep yirmi otuz adım/yıl geride...Bedeni adam,ruhu saf bir çocuk...

Güçsüz gibi görünen güçlü bir çocuk belki de...

Cesur gibi görünen, korkak bir çocuk belki de...

Her şeyden korkuyor, hayattan, ölümden; hayat ile ölüm arasında ne varsa...aşktan...

Ya da bu yazdıklarımın, saydıklarımın hepsi, değişik zaman ve mekanlarda...

Ne bileyim öyle işte...


24 Ekim 2015 Cumartesi

bugün varsak...


içimde yeniyi arayan,
eskimiş bir kimlik!
bu ben miyim ?
bu ben değilsem, 
''ben'' neredeyim ?
geldik,gidiyoruz;
zaman nehrinde hızla akıyoruz.
ne,nedir,nasıldır..?
 anlamına eremeden,
hayal gibi,
bugün varsak
yarın yokuz...


19 Ekim 2015 Pazartesi

''Çöp Kamyonu Kanunu'' (ÇKK)

Bugün sizlere çok beğendiğim, çok ibret bir hikâyeyi aktarmak istemekle kalmıyor, bunu mümkün olduğunca nette yaymanızı istirham ediyorum. Umulur ki, şiddetin dozunu arttırmış hastalığımıza bir nebze şifa olur. Belki biraz düşünürüz bu gidiş nereye diye.Zira öfke kartopuna döndük :


Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı.
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı. Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı.
Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.
Sordu:
"Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti."
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek:
"Çöp Kamyonu Kanunu" dedi.
Kadın:
"Çöp Kamyonu Kanunu?" diye sordu, anlamamıştı.
Şoför açıkladı:
"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir. 
Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın."
Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.
Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."
Hayat, "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır...

14 Ekim 2015 Çarşamba

Yeni yılınız kutlu olsun


- Hicri yeni yıl geldi. An itibariyle 1 Muharrem 1437 (Tabi çok kişinin haberi bile olmaz.)

- Peki Hicri yıl ne demek çocuğum ?

- Sevgili Peygamberimiz Efendimizin (sav) Mekke'den,Medine'ye hicreti yani göç etmesi.

- Hepsi bu mu çocuğum bildiklerin.

- Yanında arkadaşı Hz.Ebubekir varmış. Mağaraya girdiklerinde hemen girişe düşmanlar görmesin diye kuş yuva ve yumurta,örümcek ağ örmüş.Sonra da salimen Medine'de o meşhur ilahi ile karşılanmaları.

- Bak çocuğum bu, sana okullarda öğretilen kısmı.
Hicret ile o getirdiği her şeye iman ettiğimiz Peygamberimizin,Örnek İnsanın,Önder insanın bir mescid yapıp,burada İslam devletinin yani (laik olmayan) dini devletin temellerini attığını ve kurduğu İslam devletini kayıtsız şartsız dini kurallara göre yönetmesinin miladıdır hicret.Bunu da yine Allah'ın emri gereği yapmış ve uygulamıştır.
Kendisinden sonra gelen dört mübarek halife de bihakkın O'nun (sav) yolunun takipçi ve tamamlayıcıları olarak İslam nizamı ve hukukunun icracıları olmuşlardır.Allah hepsinden razı olsun.

Yani sözün kısası çocuğum,kabul edilmiş bir iman istiyorsan,sakın ola,ben senin orucunu isterim,dini devletine karşıyım Allah'ım diyenlerden olmayasın,vesselam...

''Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam nizamını beğendim.''[Maide:3]



http://www.internethaber.com/hicri-yilbasi-nedir-duasi-ve-namazi-1478187h.htm

12 Ekim 2015 Pazartesi

Mektup ve Bilemedim...

''Murat Mesut başlı başına kendi kulvarında, düşünce ve fikirlerini açık ve net ifade eden duruşunu çizgisini bozmayan; yaşadığımız   dünyanın gerçekleri içinde hâlet i-ruhiyesine göre, şiir-yorum eleştiri  yazılarında küçük nüanslar ile paylaşım yapan kaliteli bir blogcudur.
......

Okumaktan keyif aldığım ruhumu daraltmayan sabit yazıları olmayan şahsına münhasır  kalemi ile blog yapmaktadır
Ruhunuzu ve varlığınızı seviyoruz.'' 

*

İlginç bir kişiliğim var. Haksız olduğunu düşündüğüm tenkitler, bir de ağırsa; fena üzülüyorum. Zaten ''aslan'' pohpohlanmayı severmiş... ama bendeniz övüldüğüm zaman ve hediye aldığım zaman da çok mahcup olup, sıkılan biriyim. elbette bizim gibi nefsin alt basamaklarında bocalayanlar övülünce mutlu olurlar, ama dediğim gibi bir yanım bununla mutlu olurken,diğer yanım (kendimi bir miktar tanıdığım, günahımı-sevabımı az çok tahlilden geri kalmadığım için) utanıyorum, der ve bu güzel dost mailine sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ne de olsa uzun zamandır mail almıyordum, iyi geldi yeni haftaya başlarken...

*

Yeni hafta  birliğimize kastedenlerin kaybedeceği zamanların tohumu olsun inşallah. Bu keder milletçe derinden üzmeye devam ediyor bizi.

*

Bakalım yedeklerimizde diğer paylaşım ne kalmış, evet bir adet MM resimlisi.


Bilemedim..!



10 Ekim 2015 Cumartesi

Teminat


Bazen yazdığınız bir şiir, bir yerlerde, farklı zaman diliminde yazılmış olabilir. Ya da benzerini sizden önce birileri yazmıştır. Sonuçta kelimelerin sınırı ne kadar ki...Kelimelere anlam yüklemek de bundan çok farklı değil. Farklı olan bunlardan ne anladığımız. Yukarıdaki sözün daha güzelini Hz.Mevlana (ks) zaten söylemiş : “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” 

Elbette edebiyat denen olgu, birbirinden etkileniş ve farklı varyasyonlar, ilhamlar zincirlemesidir.

Uzatmayacağım, yazı hayatım boyunca şunu hiç yapmadım. Birilerine ait şiirleri karşıma alıp, kelimeleri,yerlerini değiştirerek, ya da bir kaç şiiri harmanlayarak benimmiş gibi yapmadım, yapmam da...Bu, düpedüz hırsızlık, sahtekarlık,insanları aldatmak ve emeği çalmaktır.
Murat Mesut yazıları şahsi ürünler,karalamalar,saçmalıklardır, ama asla hırsızlık,taklit değildir.

Mutlu hafta sonları diyemeyeceğim, dünya mazlumlarından utanırım!..




9 Ekim 2015 Cuma

Dünyaya gönül verene...

Mavi Defter'imde şu kısa ama üstünde çok düşünülesi notu gördüm. Bu cum'a onu paylaşayım.

Evliyanın büyüklerinden Beyazıd-i Bestami anlatıyor :

''Cenab-ı Hak İblisi (şeytan) köpek olarak yarattı. Yani onu kendi köpeklerinden bir köpek eyledi. dünyayı da bir leş yaptı. Sonra İblisi bu leşin sonuna ve ahiretin başlangıç noktasına oturttu ve ona buyurdu ki :  Bu leşe gönül veren kim olursa olsun, seni ona musallat kıldım,saldırabilirsin...''

Yıllar sonra bu notu okuduğumda fikren yeni bir şey, bir açılım da şu oldu : Hani Kainatın Övüncü, Sevgili Önderimiz, Peygamberimiz (sav) mübarek elini hikmet dolu nur kalplerinin üzerine götürüp işaret ederek, ''Takva buradadır.'' buyurdular ya.

Şu ahir zamanda birisinin dış görünümü, ister İslam'a uysun, ister uymaz görünsün. Kadın ister açık olsun, ister kapalı...Bu seni aldatmasın. Bazı günahlara düşmek, bazı insanların kalbindeki o korunmuş, muhkem takvaya zarar vermez. Günah yazılır o ayrı, ama tenha gecede göz yaşlarıyla bir tevbe eder, hepsini yıkar, sildirir Rabbin meleklerine. 

Nice insan vardır ki, İslam'ı yaşamayı beceremez ama kalbinde sürekli bir nedamet, bu sebepten neş'et eden keder barındırır.Takva bu noktadadır. Takva aynı zamanda derin imandır.

Tabi sorulabilir, peki o zaman kişi neden İslam'ı yaşayamıyor diye. Bu nefsi bir şey, malum iman amelden bir cüz değildir. İslamı yaşamak imanı parlatır korur o başka, ama takvaya, ya çalışarak (tasavvuf) ulaşılır, ya da o kişide Allah'ın ihsanı olarak var olan bir şeydir ve günah işlemekle çabucak gitmez.

İşte yukarıdaki Beyazıd-i Bestami (ks) hazretlerinin sözüne dönersek,''bu leşe yani dünyaya gönül veren'' kim olursa olsun şeytan onunladır.(Gönül vermeyen için dünya ganimet ekilen güzel bir imkân tarlasıdır.)

Kişi çok dindardır (!) ama dünya sevgisiyle dolu bir kalbi vardır. Malı, altını, parayı,arabayı...vs çok sever. Haliyle şeytan da onu...Denklem bu kadar basit. Zaten şeytanın işi dine yakın insanlardır, dinden uzak olana da arada uğrar ki, maazallah dinden tamamen çıkıp kendisi gibi olsun.

Açıklayıcı oldu sanırım, malum bu zamanda herkes uzun yazıları okumuyor.Bendenizde de zaten uzun yazacak birikim bulunmuyor. (Yine denklem basit,kestirmeden yaz kaybol... )

Bereket getirsin inşallah günlerin efendisi cum'a evlerimize, gönlümüze.




8 Ekim 2015 Perşembe

Zor zamanlardayız !


Hayat ırmağının içinde hızla akıyoruz.
Ne zaman, nerede,nasıl noktalanacak bilemeden,düşünmek istemeden yaşıyoruz. (Ben sık düşünenlerdenim.)
Ahir zaman ikliminde, Alemlerin Övüncü'nün (sav) asırlar önceden belirttikleri gibi; ''toplu ve ani ölümler'' çepeçevre sardı etrafımızı.
Türkü boğmak isteyenlere bir de Moskof ayısı eklendi,balın etrafında dolanmakta.
Allah'ım !
Başımızı savaşa,fitnelere sokmak isteyenlere sen fırsat verme !
Senin uğrunda bir hayata niyet edenlere yardım eyle.
Amin.

5 Ekim 2015 Pazartesi

hey..!



Çok yakında olan gözükmezmiş.
Kıymeti de bilinmezmiş...
Çok uzakta olan çok sevilirmiş...
Ne yapmalı ?
Çok sevilmek için, çok uzaklara mı gitmeli ?
Hem böylece şiirlere dökülür anılar dilimizden...
Hey !
Gittim senden! 
Farkında bile olmadın..!



2 Ekim 2015 Cuma

Amin...

 "Ölüm, ehl-i iman için bir terhistir. Ecel terhis tezkeresidir, bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır.

Zindan-ı dünyadan çıkmak ve bağıstan-ı cinâna bir uçmaktır. Hizmetinin ücretini almak için huzur-u Rahmân’a girmeye bir nöbettir ve dâr-ı saadete gitmeye bir davettir diye kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeye başladım." (İkinci Şua, Birinci Makam, Üçüncü Meyve)

Kısaca günümüz Türkçesiyle tekrarlarsak; Ölüm inanan imanlı Müslüman için, bir askerin teskeresini aldıktan sonra,bulunduğu yeri değiştirmesi, sonsuz hayatın başlangıç kapısıdır.

Dünya zindanından çıkıp, cennet bahçelerine uçmaktır. Dünyada Hakka hizmetin ücretini, mükafatını almaktır; diyor Üstad...

Öyleyse bu ölüm korkumuz nedendir, denirse;korku iki şeyden dolayı olur. Sevenin sevgisini kaybetme korkusu (ki böyle olanlar zaten Allah'ın sınırlarına riayette gayretli olanlardır) bir de dünya hayatını iflas derecesinde- Allah cümlemizi korusun- heba ederek,hesaba çekilmeyi düşünmeden tüketmiş olanların korkusu...Sınava çekilmek ehliyet alırken bile sıkıcı/iticidir. Tabiatımız imtihandan korkar,çekinir.Nefs zorlanır. 

Mübarek cum'a hürmetine Üstadın buyurduğu terhisimizi güzel eyle Allah'ım. Amin.




29 Eylül 2015 Salı

Eylül de bitiyor



Eylül de bitiyor. 


Oysa daha dün merhaba demiştik.


Sarının zaferini izle şimdi. 


Ağlaşan yaprakların veda mevsimidir bu...


Kaç yaprak yılı sürecek ve sonra ilk yaprak dalından düşecek, serin toprağa. 


Belki de bir nehire...


Kimisi azimle rüzgarın faytonuna tutunacak...


Uzun bir yaprak yolu kat ettikten sonra,gücü tükenince bırakacak kendisini kaderine. 


Belki bir evin damına düşecek ve içerinden gelen piyano sesiyle kanat açacak yokluğa...


Eylül de bitiyor. 

Ömür böyle böyle bitiyor. 


Bir aşkın esaretinde/hasretinde ölüme yollanmak ne kadar acı...!


Sarının zaferine hüzün karışmış.


Eylül de gidiyor... 





25 Eylül 2015 Cuma

Üftâde Hazretleri (ks)

Önceki yazılarımda güzel yerlere seyahatim dolayısıyla dükkanı açamadığımı söylemiştim. Bir türlü gezi fotoğraflarına sıra gelmedi. Aslında şu anda da zaman darlığı içinde bir şeyler karalayıp kaçmam gerekiyor.

Bursa'da Üftâde Hazretleri, istediğim gibi ilk durağım oldu. Bir taksi çağırdım, zaman kazanmak açısından, o da beni ilk önce Üftâde Hazretleri'ne (ks) götürdü, dua ettim, taksi bekliyor, sonra Somuncu Baba'ya (ks) orası tadilattaymış, içeri giremedim ama zaten aklım/kalbim Üftâde Hazretlerinde kaldı. Şoföre dedim lütfen yine oraya dönelim, beni bırak cum'a sonrası sizi ararım, diğer ziyaret mekanlarına öyle devam ederiz.

Üftâde Hazretlerinde başka bir iklim. Gidince orada kalıyor ruhunuz. Ayrılırken inşallah ilk fırsatta buraya yine geleceğim diyorsunuz. Üftâde Hazretlerine sevgimin kaynağı ise Üsküdar'dan Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri (ks).
Üftâde Hazretleri, Hüdayi hazretlerinin şeyhi...


Ben türbe ziyaretini bir ölüye gider gibi yapmam. ''Onlar Rableri katında diridirler...'' mealli ayet mucibince, Hay,hayat sahibi bir velinin huzurundaymışcasına hürmetli ve özenli olurum, içimle ve dışımla, acizane yani...



İkinci kez vardığımda kalabalık kafile gitmişti. Bendeniz de şöylece Hz.Pirin mübarek ayaklarının dibine iliştim. O'nun yüzü suyu hürmetine Allah'a (cc) dualar edip yakardım.



Bu cennet ikliminde en az bir saat huzur içinde kaldım, sonra cum'a namazının ardından istemsizce taksiye alo dedim.


Üftâde Hazretleri evliyanın ruhlarının burada toplanması sebebi ile vaktinde tekkesini buraya taşımış. 
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri bu makamı ziyaret edeceklerin hastalıklarına şifa bulacaklarını ima eder. Tabi her şeyin başı, temiz bir niyet ve nasip.

Üftâde Hazretlerinden sonra da Bursa'da pek çok türbe ziyaret ettim hatta daha sonra Konya...Ama ben kalbimi Üftâde Hazretlerinde bıraktım desem yeridir. Hayatını menkibelerini okumak gerek. 

Evliya menkibeleri ruha şifadır. Çok özledim.
Bereketli cum'alar...





23 Eylül 2015 Çarşamba

Kurban bayramı gecesinde...

''Bir yavan hâldeyim, ne saklım saklı, ne bilinir gizim..
Bir boşluk ki dolmuyor içim, ne nâkışım nâkış, ne tamamdır bitiğim..
Bir ürkek hâldeyim, ne sedâm duyulur, ne az olur sesim...
Araftayım, susuz; Ne serabım serab, ne ab-ı içtiğim...
Bir serkeş haldeyim;
Ne Mevlana’ya uzağım, ne Şems’tir yakınım.
Bir bilinmez hâldeyim; ne bildiğim yalan, ne gerçek bildiğim.
Bir yarım aklın kuyusunda ,öbür yarım AŞK' ın kuytusunda.
Cennet ve Cehennem arasında ucu sırattan geçen bir uçurum kenarında Ârâfta.!
Ârâfında arasında "ar" ve "af" yarasında!...'' demiş güzel biri (şiirin sahibinin adını gönderen olursa buraya yazarım inşallah.)

***

Ne çabuk akıyor zaman, daha sanki geçen yılki Kurban bayramı arefesinde imişiz gibi...
Bir hayal mi tüm bu yaşadıklarımız ?
Yoksa cennetin gölgesi mi dünya ?
Her şey an'da olup bitiyor, her şey an'da doğup ölüyor, sonra yeniden doğuyor gibi...
Şair ne güzel demiş : ''Bildim seni bilinmez meçhul!'' diye. (Necip Fazıl)

***

Artık biz bayram dediğimizde, kendi maverasında hicret etmiş bayram, bu nidamızı duyduğu zaman,ya daha çok ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyor; ya da sesimizi duymamak için daha uzaklara kaçıyor bizim kirlettiğimiz göklerin yaylasından.

Bayramı hak ediyor muyuz ? Fert ve cemiyet planında ? Harçlık için aile içi katliamların, kurallara ve insana saygıya riayet etmemekten kana boyanan yollarımızla,yolumuzda mıyız sahi ?

***

Neyse, bayramlarda adettendir, güzel şeyler söylenir, güzel şeylerin olmayacağı biline biline; belki bendeniz de bayram diye bir kaç gün yazmam.
Öncelikle, takip eden,arada aklına geldiğim dostlarımın; sonra da cümle Müslümanların mübarek Kurban Bayramlarını en içten dilek ve dualarımla tebrik eder, dualar beklerim.
Sevdiklerinizle, sağlıkla nice bayram gibi bayramlara...


''Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. 
Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı…
Bu inançtır.

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır…
Bu güvendir.

Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız…
Bu ümittir.

Ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir...Selam ve duayla kalın...''

[ Gizli Bahçem / Ötelerin Sedası ]


21 Eylül 2015 Pazartesi

şimdi bana bir aşk lazım...


https://www.youtube.com/watch?v=YoefnnFznUI



şimdi bana bir aşk lazım,
gecelerime çoban yıldızı olsun,
mum gibi eriyeyim,
kirlettiğim ruhumu temizleyeyim.
yorgunluğuma, aymazlığıma bir inşirah versin,
gülü koklarken kanayan parmaklarımın sızısını duymayayım.
şimdi bana bir aşk lazım,
aşkın mecazından, hakikatine ulaştırsın...
kimdim,neyim,neredeyim,ne olacağıma cevaplar gibi,
şeb-i aruz kapısında bir mahkûm eylesin,
alınmadan içeri, 
dinmesin göz yaşım da, gönül yasım da...
şimdi bana bir aşk lazım,
şimdi bana bir aşk lazım,
kelime cambazlıklarını aşıp,
sükûtun dipsiz kuyularında Yusuf gibi,
duaların sessizliğine gömüleyim.
gözümün maveralarından,
gönlümün inzivalarına yollanayım.
şimdi bana bir aşk lazım,
kerem dolu o gözlere İsmaili bir teslimiyetle,
tereddütsüz can vermeye, can atmalıyım...
şimdi bana bir aşk lazım,
ki, kalan sayılı günlerimin yağmurları,
geçmişimi yıkasın.
bakışlarıma bir anlam,
yüzüme bir damla nur bıraksın...
şimdi bana bir aşk lazım,
aşk kelimesi benliğime nüfus ettiği an,
aşıklar panayırının bir kölesi olarak,
ah edip oracıkta öldürsün !
şimdi bana bir aşk lazım,
kalemimi kırsın,mürekkebim bitsin,
dilim tutulsun,
gönlümse bülbüllere rakip olsun.
şimdi bana bir aşk lazım,
şimdi bana bir aşk lazım...