31 Mart 2018 Cumartesi

Bu da sese bürünmüş hali (bekle beni...!)

Dün ''bekle beni..!'' isimli şiirimi yayınlamıştım, buraya anca sıra geldi. Videoya yapılan kıymetli yoruma, çok teşekkür ediyorum, kaleminize bereket :

''Uzaktadır,ama aklında,yüreğinde,ezberindedir.
Yokluğunda suskunluklarında birikirsin.Her ucu özlemlere uzananan yollar geçer içinden.Hece hece dökülürsün ıssızlığına.
Sızısı iliştikçe yüreğine,göçersin gözlerinin derinliğine.Buram buram aşk kokusu yayılır mevsimlerine.

Eğer bu bahara onun adını verdiysen,"gönlümün güneşi" dediysen,şiirlerine mısralarca adını yazdıysan.Eğer o da bekliyorsa seni en geniş hayallerle,en derin hislerle,en içten sevgiyle,onun da sol yanı sen diye atıyorsa,rüyalarından hep erken uyanıyorsa,gözlerinden akıyorsa aşkı,sızın saklıysa yüreğinde sesini duyabilmelisin,"yüreğini aç,ben geliyorum" diyebilmelisin.

Gideceksin,gitmelisin de,zamansız,habersiz,yağmurlu gecede,bir yanın yağmurla ıslanırken,diğer yanında gökkuşağının yedi rengi, gölgesiz sokaklardan geçip,milyonlarca sözcüğün hiç bir şey ifade etmediği bu bahar mevsiminde,gitmek için saniyeler nabzını yoklarken,ömründen ömür giderken,en güzel şiirinle,en güzel cümlelerinle,sadece o kokan harflerinle yüreğinde kanayan yaraya merhem olmaya,bahçende dikenli gül olsa da dalına konmaya gitmelisin.

Maşallah,Allah kem gözlerden sakınsın sesinizi ve kaleminizi sevgili kardeşim.
Yürek sesinizi alkışlıyorum.Yüreğiniz susmasın,kaleminiz durmasın.''

Video  burada :

https://www.youtube.com/watch?v=_c81xroJrNw











30 Mart 2018 Cuma

an gelir...


Üzülmek üzerine..!

Üzüntü Kurani Kerim' de sadece nehiy olarak   gelmiştir, Allah Teala 'nin Şu sözündeki gibi :
 "Gevşemeyin ve üzülmeyin... "

Veya olumsuz gelmiştir:
 "Onlar için korku yoktur onlar üzülmezler de"

Bunun sırrı şudur:
ÜZÜNTÜ, şeytanın en sevdiği şeydir;
Adem oğlunun yolunu yarım bırakması ve devam ettiği şeyi durdurması için üzülmesini ister...

Nebi  sallahualeyhi vesellem , üzüntüden Allah 'a sığınmıştır:
"Allah’ım üzüntü ve endişeden sana sığınırım."

Bunun için İbnü'l Kayyim şöyle der :

“-Hüzün; kalbi zayıflatır, azmi kırar, iradeye zarar verir.
*Şeytana mü'minin üzülmesinden daha sevimli bir şey yoktur...*
Bundan dolayi ;
“Sevinin,
 müjdeleyin,
 olumlu  olun ve
Allah 'a hüsnü zan besleyin, ve Allah katındakine güvenin ve O'na tevekkül edin ;
*İşte o zaman, her durumda mutluluk ve rıza bulacaksınız..”*

👍Sevincini üzüntü ile ifsat edip, bozma!
👍Aklını karamsarlıkla ifsat edip, bozma!
👍Başarını gururla ifsat edip, bozma!
👍Başkalarının başarısını, onların başarısını çürüterek ifsat etme, bozma.!
👍Bu gününü,  dününe bakarak (geçmişe takılarak) ifsat etme! Bozma.!

Şu anki halini bir düşünürsen;
Allah’ın sen (daha) ondan istemesen bile birçok şey verdiğini göreceksin;
ve güven O’na, muhakkak ki Allah senin istediğin bir şeyi ancak ondan daha hayırlısını vermek için senden engellemiştir (senden almıştır, sana vermemiştir) .
*Belki de sen uyurken Sema’nın kapıları senin adına defalarca çalınıyordur;*

-Yardım ettiğin bir fakir tarafından veya
-Sevindirdiğin üzgün bir kişi tarafından veya
-Sıkıntısı olup da rahatlattığın bir kişi tarafından, semanın kapısı çalınıyordur;

Hayır işlerini kesinlikle küçümseme!

Seleften bir kişi söyle der :

“-Ben Allah 'dan bir şey istiyorum eğer onu bana verirse bir kere vermezse on kere seviniyorum;
çünkü ilki benim tercihim*
ikincisi ise Allah Teala 'nin tercihidir...

İbnü's Sadi ra söyle der:
“Hayat kısadır onu ENDİŞE,
KEDER ve ÜZÜNTÜ ile kısaltmayın...

Hepimiz yolcuyuz..
Hiçbir dert,dünyaya gelirken beraberimizde gelmedi, bizimle beraber de gitmeyecek...
{Hz.Ali.}

Gönderen dosta sonsuz teşekkürlerimle, bereketli cum'alar diliyorum.



28 Mart 2018 Çarşamba

bekle beni..!


geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
bu bahara senin adını verdim,
önce kuşlara söyledim,
kanat çırptılar, bir başka şakıdılar,
aşkın her şeye etkisi var, gördüm...
geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
tomurcuklardan tokalar takacağım,
dokunmaya kıyamadan,
bakmaya doyamadan...
geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
gözlerindeki yaşları silmeye,
gönlüne huzur,
dudaklarında tebessüm olmaya...
geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
adını durmadan sayıklamaya,
adımlarını saymaya...
adımlarına gölge olmaya...
seni yaşamaya...
geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
kuşlara söyledim ilkin adını,
maviye havalandılar, sevindiler...
adın, içime coşku
adın ruhuma umut...
adın yaşam sevinci,
adın yeniden başlamak gibi...
geleceğim,
saçlarında baharı koklamaya...
yollarına şiirler serpmeye...
geleceğim,
bekle beni...


27 Mart 2018 Salı

Sürekli güncellenecek bir yazı..!

''Dini alanda hangi alim ve yazarların eserlerini tavsiye edersiniz..?''

Gerçekten zor bir soru, çünkü vereceğim isimler içinde, ''beklenilen'' meşhur isimlerin (!) olmaması pek çok okurda hayal kırıklığı ve soru olacaktır.

O niye yok, bu neden eksik, denilecektir. Madem soru şahsıma sorulmuş, bendeniz de müsaadenizle blogumda özgürce fikrimi beyan edeyim.

Aşağıya önem sırası gözetmeksizin aklıma geldikçe yazdığım ve bundan sonra da (inşallah) sık sık isimlerini ekleyeceğim alim ve yazarların  eserlerini okumaya sanırım ömür yetmez!

İnsan ne için okur, okumalıdır ? Temel soru bu.  Bu soruya vereceğimiz cevap,istikametimize yön vermede belirleyici olacaktır.

Malum, insana,onu yaratan ''ikra'' oku dedi, ''Yaratan Rabbinin adı ile oku'' okurken, ilahi Kitabı, hadisleri,kitapları,hayat kitabını,insanı, hep O'nun adı ile, O'nun rızası için oku...Ve tabi ahiret bankana yatırım için...

Kitaplar yoldaş arkadaştır. İyisi ne iyi, kötüsü ne kötüdür, zira ''kişi arkadaşının dini üzeredir.'' Yoksa Yunus'un dediği gibi : ''İlim kendin bilmektir, yoksa ya nice okumaktır..?''  Büyüklerin ''Nefsini bilen, Rabbini bilir.'' sırrı gibi.

Dini kitaplar, sahih bir imana kavuşup,istikamet üzere son nefesteki hüsnü hatimeye varma aracıdır. O hatimeye de, işbu kitap ve alimler sebebi ile imanı sürekli cilalamak ve ibadet ile ulaşılır vesselam.

Ebubekir Sifil,
İsmail Çetin,
Prof. Dr. Cevat Akşit,
Hüsnü Aktaş (Yusuf Kerimoğlu),
Mahmut Toptaş
Mehmet Emin Er,
Abdullah Büyük,
Ali Nar,
Yusuf Özcan,
Ali Küçüker,
Ziyaeddin Gümüşhanevi hz.
Mustafa Sabri Efendi,
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır,
Ömer Nasuhi Bilmen,
Mehmet Zihni efendi
Mahmut Sami Efendi,
Mehmet Zahit Kotku hz,
Bediüzzaman Said Nursi,
İmam-ı Gazali,
Abdulkadiri Geylani hz.,
Hz.Mevlana,
İmam Nevevi,
İmam-ı Serahsi,
İmam-ı Merginani,
İbn Abidin,
Seyyid Erzurumlu İbrahim Hakkı,
İmam-ı Rabbani,
İmam Şarani,
İmam Birgivi,
İmam Semerkandi,
Süleyman Hilmi Tunahan,
Şeyh Sadi Şirazi,
Mahmut Sami Ramazanoğlu,
Seyyid Abdülhakim Arvasi,
Bursalı İsmail Hakkı,
M.Said Ramazan El Buti,
Zahid el Kevseri,
Mahmud Sami Ramazanoğlu,
Ahmed Davudoğlu (Politikacı olan değil!)
Üstad Necip Fazıl ve Kadir Mısıroğlu,Yavuz Bahadıroğlu eserleri,
Ebu Hamid bin Merzuk, Yazıcıoğlu Ahmet Bican.
Prof.İbrahim Canan merhumun (18 ciltlik her cilt ortalama 400 sh.bitirmek nasip oldu.)Kütübi Sittesini de dini alanda alt yapısı olanlara tavsiye ederim. A.Dilipak'ın ''Bir başka açıdan Kemalizm adlı eseri,

[ bu sayfa devam edecek,güncellenecek inşallah]


26 Mart 2018 Pazartesi

Sizden gelenler (26.03.18)

''Kapını bunca yıl zorladım ey "Aşk"bezirgânı .
Od'una yandırdın külümü savurdun
Başıboş bir rüzgâr mıydın?
Mihriban'ı savura savura getirip esir eden  sahibinin diline.
Ayaklarımda kara su.
Mihriban'ın sarı saçlarında dolaşıyorum bir başıma
Yolumu yönümü kaybettim
Çiçeklerin en râyihalısı en solmazını takacağın güne dek.
Parmaklarınla düzelttiğin toprağıma.
Kudret lokmasıyla doyan
Gitse olan  kalsa olan bir kadın o.
Ay ışığındaki düş birikintisi olarak kalan
Rüveyda'yı zinhâr sevdim deme.''

***

''Yüreğe resmedilmiş sevginin renklerinde gizli ve derin manalar vardır,sebepsizce sevip,teslim olur,umduğu her şeyi onda bulur,gönül pusulasının yönleri hep ona çıkar,yazdıkça yeniden aşık olur,gönül heybesinde birikenler bir bir dışarı sızar.

Her insanın iç duyguları başka başkadır ve şiir de insanın o anda ki ruh durumuna göre biçim alır.

Büyük yorgunlukların ardından süzülüp gelen cümlelerle düne seslenirken,bugünde kalabilmek çabaları,aşka dair hasret,hasreti tetikleyen hüzün,yüreğin duygulara hükmedişiyle yarınsız bir an'a sığınmak,içinizdeki kuşların kanat çırpması,naif duyguların sözcüklerin kanadına yükleyip uçurulması.

Aşk dediğimiz masal çok güzel resmedilmiş, sevda dizelerde çok güzel dile düşmüş,içli bir vaveyla olmuş adeta.

Böyle bir aşkın karşılığı olmalı,haketmeli bu aşkı sevilen.Hüzünler maziye gömülsün ve sevilen gelsin diyelim.

Yüreğinizin kalemini kutlarım.

***

''Sorma beni kimselere
Merak ettiysen kalbine bak
Bırakma beni el kapısında
Usandıysan kapının önüne koy
Tutma beni ellerinle
Saracaksan yaralarına sar
Öpme beni dudaklarınla
Esir edeceksen gözlerime bak

Leyla'yim bilmezsin
Şirin'im görmezsin
Zühre'yim duymazsın
Aslı'yım sevmezdim
Zin'im beni masal sanırsın..!

Mecnun olsan çöl olurum
Ferhat olsan su olurum
Kerem olsan yol olurum
Tahir olsan bulut olurum
Mem olsan peçe olurum
Cane Muradım..''

***

''Ne hikmet ki sensizim
Ve bu öyle böyle bir şey değil.
Koca bir çaresizlik
Bitmeyen bir yoksulluk
Büyüyen bir yalnızlık
Anlıyor musun
Adı yok bunu
Üşümek gibi ağustosta
Aglamak gibi yağmurda
Yok bunun telafisi
Tepkisi de yok
Öylesine bir serzeniş
Var olmakla yok olmak gibi.''

***

''Son Zamanlarda Susuyorum Kendime;
Güneş Bile Hayatımdan Çıkmış...
Sabah Olmuş,
Ya da Güneşin Batmış Umrumda mı Sanki...!
Düşlerim mi?
Salıverdim Bilinmez Boşluklara,
Gecelerin Koynuna...!
İçimde Derin Koylara Bıraktığım Duygularım Var,
Kelimeler mi?
Çok Yabancı Bana...

Sen Boşluğu Bilir misin?
İçinde Tuttuğun Nefesin Verdiği Sıkıntıyı?
Ya Sonu Olmayan Uykusuz Geceleri?
Kederin Cilvesiyle Körebe Oynamayı?

Ben Hep Ah'ıyla Buluştum Hayat Denen Şeyin...!
Onun İçin İçim Buruk,
Gülüşlerim Gölgeli,
Sessizlik İçimde Mor Ötesi...
Kelimelerim Halsiz,
Bakışlarım Durgun,
Gözlerimde Yorgun Düşünceler,
Yüreğimde Fırtına Öncesi Sessizlik...
Ezginliğimin,
Bezginliğimin Dur! Noktasındayım...!
Kelimeler Geliyor Dilime;
Gönlümden Kopan,
Derinlerimden Gelen,
Ama Yetmiyor Anlatmaya Güçleri,
Tıkanıyor,
Düğümleniyor Kelimeler...
Bir Yanımda Unutulmuşluğum,
Bir Yanımda Özlemlerim,
İçimi Sızlatıyor Derinden...
Yorgunluk Var Yaşlı Bedenimde,
Kaybedercesine Bir Yaprak Dökümü...!
"Acıyor!" Bile Demeye Vakit Bulmadığım Acılarım Var,
Gözlerimden Israrla Süzülüp Giden Gözyaşlarım...
Bu Dünyanın Yükünü Bir Başına Yüklenmiş Gibi Yorgunum...!
Düşüncelerim Başıboş,
Ucu Bucağı Belirsiz Bir Karanlıktayım...
Bir Tarafta Beni Esir Alan Duygularım,
Diğer Tarafta Yarını Olmayan Umutlarım...
Her Gün,
Her Saat,
Her Dakika Ömrüm Akıyor Gözlerimden,
Ne Yana Dönsem Diğer Yanım Acıyor...!
Hayat mı?
Yaşamadığım Anlarda...!
Mutluluk mu?
Atamadığım Adımlarda Kalmış...!
Hiç Gerçekleşmeyecek Düşler,
İçimde Serseri Gibi Dolaşıyor...!
Yorgun Düşmüş Nefesimle,
Kayıp Bir Gölge Gibiyim...
Yoklar İçinde Var Olan Sadece Bedenim,
Onun da İçinde Ruhum Yok...!
Neyi Beklediğimi Bilmemenin Karanlığı Bu,
Satırlarımın Esareti...!
Bir Mahzene Kapatılışı Tüm Cümlelerimin...!''







25 Mart 2018 Pazar

taşındım..!


..seni pazar günleri beklerdim en çok,
ve farkında vardım ki, 
ömrümde pazar kalmamıştı,
mecburen cumartesilere taşındım sonra,
gelmeyecek olanın  gelmesini beklemenin,
o tarifsiz hazzını yeni bir güne yamamıştım..!
sen ''sen'' olarak ömrümün kıyısında ol,
ama gelme..!
ben yolunu bekleyerek seni sevmesini bilirim...




çoğalanımsın...




23 Mart 2018 Cuma

seçim... 836















Kaç yanlış bir doğru etmez?

''Dini alanda hangi alim ve yazarların eserlerini tavsiye edersiniz..?'' sorunuza en kısa zamanda
cevap vermeye çalışacağım inşallah. Bu cuma, sizleri, yazılarını severek ve ilgiyle okumaya çalıştığım sevgili Serdar Tuncer'e ait güncel bir makale ile başbaşa bırakıyorum. Bereketli olsun cumamız.

''Kaç yanlış bir doğru etmez?

Birisi bir soru soruyor, diğeri bir cevap veriyor, öteki bu cevaptan hareketle İslam’a olan kinini kusuyor, beriki de dava açıyor. Güler misin ağlar mısın? Hepsi yanlış! Yanlışın yanlışla düzeltilemeyeceğinin farkında olmadığı için bu yanlışa ortak olan herkese bir çift laf söylemek doğru mudur bilmiyorum ama söyleyeceğim.

Soruyu soranlardan başlayalım. Birkaç kitap karıştırarak cevabını kolaylıkla bulabileceğimiz ilmihal seviyesindeki soruları bir başkasına sormaya bayılıyoruz çünkü tembeliz. Din İşleri Yüksek Kurulu, filan Ramazan hocası, falan ilmine itimat ettiğimiz hoca dururken kitap karıştırmak zor geliyor. A benim okulunu bitirmek için onlarca kitabı deviren, arkadaş ortamında entelektüel profilime zeval gelmesin diye roman özetleri okuyan, güzel yemek yapabilmek için mutfağını yemek kitaplarıyla dolduran, gönül çelebilmek için romantik şiirler ezberleyen kardeşim! İki cihanda da sana saadeti getireceğine iman ettiğin dininin, hiç olmazsa ilmihal seviyesinde bilgisine sahip olmak çok mu zor?

Belli ki dindarsın, bu meselelerde belirli bir hassasiyetin var. Asansörü kafana takacak kadar muzdaripsen; ya nazar ber kademin ne olduğundan haberdar olacak kadar kafan çalışsın yahut merdiven yürüyecek kadar ayakların. Olmaz mı? Mesele battaniyeye kadar uzadıysa az çay içmekle filan şifa bulamazsın; ya evlen ya oruç tut ya kimlerle beraber vakit geçirdiğine dikkat et ya bakışlarını haramdan muhafaza et, ne bileyim ben.

Cevap verenler de bir âlem. Hocalarımız neyin bilgisine sahip olmaları gerektiğini bildikleri kadar, neyi, nerede, kime, nasıl söylemeleri gerektiğinin de bilgisine sahip olsalar keşke. Sosyal medyanın ne işe yaradığını bildiği için bilmem kaç dilde yayın yapan hesap açan hocalarımız, aynı mecranın nasıl bir fitne odağı haline gelebildiğinin de idrakine varsalar da cümlelerini biraz daha ihtimamla kursalar. Bilmedikleri konularda söz söylemenin ayıp bir şey olduğunu bilseler, bildikleri her şeyi söylemenin gereksiz bir şey olduğunu bilseler, bilinebileceklerin bildiklerinden ibaret olmadığını bilseler, kendisi gibi düşünmeyenlerin de doğru bildiği bir şeyler olabileceğini bilseler, bir meselede birden fazla doğru olmayacağını iddia etmenin yanlış olduğunu bilseler, bilmek dediğin şeyin bilmekle bitmediğini bilseler... Neyi söyledikleri kadar nasıl söylediklerinin de ehemmiyeti olduğunu fark etseler, üç kişilik bir sohbette ifade edilenin üç bin kişilik bir mecliste ayniyle dile getirilmemesi gerektiğinden haberleri olsa, kendi aralarında münazara edilecek ihtisas gerektiren mevzuları bütün bir milletin gözü önünde tartışmamaları gerektiğini anlasalar...

Bir kaç sene evvel Nurettin Yıldız, Enderun teravihini eleştireceğim diye padişahların hayatından Itrî’ye kadar uzanan silsilede yanlışlarla dolu bir konuşma yapınca eyvah demiştim. İbadeti ruhundan ve özünden kopararak bir musiki ritüeline çevirmek ne kadar yanlışsa bu hususta ifrat edenlerin halini kınamak için yalan yanlış bilgilerle tasavvurumuzun teravihe denk düşen bedii hususiyetini -hem de o cümlelerle- hiçe saymak en az o kadar çirkin ve ifrattı zira. Bazı başka isimlerin de zikredildiği bir sohbette bu gidişin hayra alamet olmadığını konuşurken arkadaşlarla kurduğumuz son cümle şu idi: İrfansız ilim sahiplerinin İslam’a verdiği zarar, ilimsiz cühelânın verebileceğinden çok daha fazla! O gün hocanın ifadesinden dolayı kahrolmuştuk, bugün hocanın düştüğü durumdan dolayı kahrolmak yine bize düştü.

İslam mahzun, İslam garip, İslam masum. Bildiğini iddia eden konuşunca da fatura İslam’a kesiliyor, bilmeyen konuşunca da. Bilmeyen dine dair bir şey söyleyince gülüp geçmek kolay, bildiğine vehmedilen söyleyince öyle mi ya? Bir başka hocamız Hz. Peygamber’in kabir haline dair bir rivayeti üstüne basa basa kaynak vererek anlatıyor sohbetinde, ortalık yine karışıyor. O bahsedilen meseleyi bilmenin dinleyenlere sağlayacağı bir fayda da yok, bilmemenin vereceği bir zarar da ama müptezellerin keyifle ellerini ovuşturduğu büyük bir fitne kapısı daha aralanıyor böylelikle. Ah be hocam diyorum, niçin anlatırsınız böyle şeyleri? Âlim aklına gelen her şeyi anlatan değil, muhatabının ihtiyacı olanı, üslubunca, gerektiği zaman ve olması gerektiği kadar ifade eden kişi değil mi?

Âlimin bir heybeti, vakarı, mürüvveti olmalı yahu. Giydiği kıyafetten sesinin tonuna, üslubundan yürüyüşüne, tevazuundan edebine kadar her bir halinde seyredilecek bir vakar ve mürüvvet... Gel gör ki bilmekle değil, bildiğinle amel etmekle ele geçiyor bu hasletler. İsimlerden bağımsız, her birimiz teraziye kendimizi çıkararak bir İhsan Fazlıoğlu cümlesiyle tefekkür edelim mevzuu: “Temessül etmediğin bir değerin temsiline soyunma çünkü bu hâl seni hem riyâkâr kılar hem de maskara yapar. Sözle savunduğun ama halle temsil etmediğin değeri de insanlar nezdinde itibarsızlaştırır.” Ah ki ah! Müslümanı, görenlerin kendisi gibi olmak isteyeceği kişidir diye tarif edermiş kudemâ. Şimdilerde ise İslam’ın hocaların anlattığı gibi olmadığını ifade için şerh düşmek zorunda kalıyor hocalar. Elimizi açıp dua edeceğiz neredeyse: Kâfirler dinine bir zarar veremez yâ Rabbi ama ne olur İslam’ı Müslümanlardan muhafaza eyle!

Bu tür meselelerde dine ve dindarlara saldıran güruhu kabaca ikiye ayırmak mümkün: Dinin ne olduğunu gâvur gibi bilmesine rağmen bahaneyi bulunca yüklenenler ve cehaletinden dolayı sapla samanı birbirine karıştırarak yalan yanlış zırvalayanlar. Birinci kısımdakileri Allah ıslah etsin;
ikinciler de şayet bu konularda kalem oynatacaklarsa oturup iki kitap okusunlar, zira komik oluyorlar. Bunların kafasında kendilerince bir din tarifi var, Mevlana’yı Yunus’u seviyorlar ama tarikata düşmanlar. Kim din adına yadırganacak bir cümle kursa başlıyorlar bağırmaya: “Bu tarikatlar hep böyle, devlet tiz bir şeyler yapsın, nerede bu Diyanet?” Yahu arkadaşım bir sakin ol önce. Söylediği laflardan dolayı tarikatlar kapansın dediğin adam tarikatların kapanmasını senden çok istiyor. Sen Mevlana’yı seviyorsun hiç olmazsa, bunlar daha oraya gelemedi, az bir dur durduğun yerde.

Bu meseleler nasıl hallolur, bunu saatlerce konuşabiliriz. Nasıl hallolmaz, cevabı tek cümlede: Savcılık marifetiyle.

Sözün hülasası, zaman değişti. Değişirken bir şeyleri alıp götürdü bizden ve yerine bir başka şeyler getirdi. Ne götürdüklerine mani olabildik ne de getirdikleriyle nasıl başa çıkabileceğimize dair net bir teklif ortaya koyabildik. Bizim büyük meselemiz filan hocanın falan soruya verdiği cevabın doğruluğu, yanlışlığı, üslubundan ziyade bu değişime, değişimle birlikte giden ve gelene karşı Müslümanca bir duruş ortaya koyamamamızdır. Zira bu işi başarabilmiş olsaydık, ne öyle bir soru sorulacak ne böyle bir cevap verilecek ne de İslam’a laf etmek için bahane arayan nasipsizlere böylelikle gün doğacaktı.

O duruş ve teklifi net bir şekilde ortaya koymaya mecburuz ancak, birilerinin hevesle beklediği gibi icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha’yı seküler endişelere kurban ederek değil; çağı doğru okurken edille-i şer’iyeden zerre taviz vermeden ortaya koymaya!...''


Serdar Tuncer


22 Mart 2018 Perşembe

''Hızla akıyoruz. Sanki zamanın devri hızlandı.
Yeni yıl,ay,hafta...bir çırpıda geçiyor.
Ömrüm, ne çabuk bittin.
Allah nasip ederse 7 Nisan 2016'da yeni bir Regaip Kandilini idrak edeceğiz.
Mübarek Ramazan-ı şerifif'in gölgesi üzerimizde...'' diye başlamışım geçen seneki ilgili yazıma.

Zaman geçiyor, geçtiğini, bizi eskittiğini görüyor ama, idrak edemiyoruz. Çünkü artık düşünmeye zaman bulmuyor, bulamıyoruz. Her an meşgulüz. Elimizde çağın salgını aklı gideren telefonlar. Bazen duyuyorum, kişi ''lavaboya bile telefonumla giriyorum'' diyor..!

''Her geceyi Kadir bil, her kişiyi Hızır!'' sözü ne derin, ne güzel sözdür. Kandil geceleri mutlaka dinimizde ve hayatımızda çok özel bir yere ve öneme sahiptir ama asıl olan, bu veciz söze göre, ''vaktin oğlu'' olabilmek, vakti kuşanabilmektir. Çünkü ''İki şey vardır ki, varlıklarında kıymeti bilinmez: sağlık ve boş vakit...'' buyuruyor Sevgilimiz (sav). Ve biz ikisinin de kıymetini bildiğimizi söyleyemiyoruz..!

Üstad N.Fazıl'a atfedilen söz ne güzel : ''Hayatı müsvedde yaşamayın ; temize çekmeye vaktiniz olmayabilir.''

Dilimize giren ''kandil'' kelimesi kavramı bile çok anlamlı,pek güzel. Kandil, sirac,ışık saçan nur anlamlarında. Kişi karanlıkta kalmışsa, yolunu, yönünü şaşırmışsa, işte bir tutamak, bir kandil, bir ışık, fener...Safi Allah'ın kullarına merhametidir, gelen kandiller. Toparlan bak işte burası kurtuluşun, der gibi...Karanlıkta kalmayan, sırat-ı müstakim üzere olan kullar içinse, ''nurun ala nur'' nur üzerine/içinde nur...

Ahzab suresinde mealen: ''Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.''

Başka bir ayette ise Sirac ismi güneş ve ay anlamında şöyle geçmektedir.

''Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir.'' (Furkan suresi) Bu ayetlerin tefsirlerine, sahih alimlerden mutlaka bakmalısınız. Elmalılı, Ruhul Furkan, Bursevi..tefsirleri gibi...

İnsanlar içinde, insanların güneşi başta sevgili Peygamberimiz (sav) ve Peygamberlerdir...
O güneşten ışığı alıp, gecemize, yani gafletimize yansıtan merhamet ehli de, sırasıyla,Peygamber arkadaşları ve evliyadır. Keşke anlayabilseydik. Anlayanlar, bunu yaşamlarıyla kanıtlamış kimselerdir.

İman kandilimiz ebediyen pırıl pırıl yansın inşallah. Kandilimiz mübarek olsun.





20 Mart 2018 Salı

Bu da son mektubun sese bürünmüş hali.



''Sevgili  Rüveyda,

Beni sev, beni çok sev, beni çok çok sev, hep sev, daima sev...
Bıkmadan bıktırmadan, usanmadan,usandırmadan sev. 
Kıvamında bir abartıyla sev, ama hep sev,  sen sev, güzel sev,içten sev, samimi sev, derin sev....
İnandır sevgine, kandır,kanamayayım; doyur, doyamayayım...
Sırtımı döndüğümde hançerlemez bir sevgin olsun, sırtımı döndüğümde sırtıma siper olsun sevmelerin. 

Bir çocuğu sever gibi sev, öyle çocuk kaldım ki, sen vefanın,şefkatin sultanı ol, öyle sev. ''


https://www.youtube.com/watch?v=M5xEedVVHCs&t=114s






Deha

Uzun zamandır film izlemediğimi fark ettim. Sürekli okumak ya da yazmak, beraberinden bir takım sorunları, olumsuzlukları da getirir, deyip nereden not almışsam Deha filmini izledim. 
İçinde çok dersler barındıran, üzerine bir çok makale çıkacak türden, 2017 model güzel bir dram.

Yukarıdaki kareyi filmden bendeniz çektim, Mary'in öğretmeni olur kendileri...

''Filmin Konusu:

Florida'da yaşayan Frank Adler (Chris Evans), 7 yaşındaki yeğeni Mary (Mckenna Grace) ile birlikte yaşamaktadır. Mary'nin küçük yaşına rağmen matematiğe inanılmaz bir yeteneği vardır ve normal şartlarda özel bir okula gitmesi gerekirken Frank'in ısrarıyla devlet okuluna gitmektedir, nitekim Mary'nin tıpkı kızı gibi matematiğe yetenekli annesi, Milenyum Problemleri'nden Navier–Stokes problemini çözebilmek için varını yoğunu ortaya koymuş, ancak kızı 6 aylıkken intihar etmiştir ve Frank de küçük kızın normal bir çocukluk geçirmesini istemektedir.

Günün birinde Frank'in annesi, aynı zamanda Mary'nin anneannesi olan Evelyn (Lindsay Duncan) çıkagelir. Küçük kızın üstün zekasından haberdar olan kadın, çocuğun velayetini alarak onu seviyesine uygun bir okula gönderme konusunda ısrarcı olur. 

Frank, Mary'nin özel bir okula gitmesini kabullenir, ancak o okulda annesinin gözetimi altında olduğunu öğrenince, kızı tekrar yanına alabilmek adına ev sahibesi Roberta (Octavia Spencer) ve öğretmeni Bonnie (Jenny Slate) ile elinden gelen her şeyi yapmaya karar verir.'' diye özetlemişler. Hazırı vardı, ben de aynen aldım :)

Doğrusu konusunu da okumadan açtım. İlk 15 dakika film beni sarmışsa, devamını izlerim. Filmi burada neden duyurmak istedim, aslında bilmiyorum. Ya da kendime bile tam olarak söyleyemedim. Hüznüme katkı oldu diyelim.


Not : Rüveyda'ya mektuplardan sonra,seslisini ya da okur mektubu beklediğinizi biliyorum. Araya reklam, pardon film alayım dedim. :) 

19 Mart 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (41)

Sevgili Rüveyda,

Beni sev, beni çok sev, beni çok çok sev, hep sev, daima sev... Bıkmadan, bıktırmadan; usanmadan, usandırmadan sev. Kıvamında bir abartıyla sev, ama hep sev… 

Sen sev, güzel sev, içten sev, samimi sev, derin sev... İnandır sevgine, kandır, kanamayayım; doyur, doyamayayım... Sırtımı döndüğümde hançerlemez bir sevgin olsun, sırtımı döndüğümde sırtıma siper olsun sevmelerin.

Bir çocuğu sever gibi sev, öyle çocuk kaldım ki sen vefanın, şefkatin sultanı ol, öyle sev.

Ne yaparsam yapayım, anlık öfkelerin olsa da, sevginde azalma olmasın...



 ....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.


18 Mart 2018 Pazar

adını söylediğimde...


***

“Komutanım benim tüfek bozulmuş Tetik basmıyor” diyen askere; Yüzbaşının;
“Tüfek sağlam oğlum, senin parmağın kopmuş” denilen kahramanlık destanıdır…

18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Zaferi’nin 103. yıl dönümünde şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. 

***
İnşallah yarın idrak etmeye başlayacağımız, mübarek üç ayların ilki Receb-i şerif ile başlayacak ve Ramazan-ı şerif ile taçlanacak olan kutsal mevsim, mübarek olsun.



16 Mart 2018 Cuma

Stephen Hawking'in ardından...

Kuantum fizikçisi, Kara delikler,(1988)  Zen Budizmi...

Motor nöron (ALS) hastasıydı. Kasları birer birer çalışmaz hale gelmişti. Beyni (içinde kas olmadığı için) bu hastalıktan etkilenmediği için özel bir yöntemle günde 2500 kelime konuşabiliyordu.

Modern fiziğin babası İngiliz kuramcı Stephen Hawking'den söz ediyorum.

76 yaşında sırlarını öğrenmek için çabaladığı dünyasını değiştirdi. Artık teori olarak sunduklarını, ilmel yakiyn, aynel yakiyn olarak görüyor. Şeksiz, şüphesiz..!

"Evren nasıl var? Dünya nasıl var?. Biz nasıl varız?. Zaman nasıl var" sorularına teorilerle cevaplar arayan ve bulduğu sanılan bir bilim adamı. Teori dediğimiz şey, inandırıcılığı nispetinde, insan zihnine tutunabilen bir var sayım...İdeolojiler gibi..

Sonunda "Niçin varız" sorusuna geliyor Hawking... O noktada, bir tablo olur da, onu çizen bir ressam olmaz mı; sorusunun doğal ve kaçınılmaz cevabına varıyor :

"Eğer evrenin tüm hikayesini keşfedersek, onu herkesin anlayabileceği dille yazarsak, 'Biz ve evren niçin varız' sorusunun yanıtını sadece birkaç filozof ve bilim adamı değil, herkes tartışmaya başlar. O zaman bu sorunun yanıtını bulma şansımız artar. Bulursak eğer, Tanrı'nın düşüncesini anlarız"  

Hep bu tür beyinlere, bizim dünyamızdan entelektüel çapta, bir düşünürün ''evrenin ve yaradılışın hikâyesini'' anlatmak çabası ile;

''Hey Hawking !

Bak bizim dinimiz, evren, zaman, yaratılış ve insan için neler söylüyor, senin didindiğin kuramlardan kıyassız daha kesin hem de..'' diye söze başlayıp. Kainatın, insan; insanın da Allah için (kulluk) yaratıldığını, ayet-hadis ve bazı bilim adamlarımızın kelamlarıyla böyle özel beyinlere ulaştırsın istemişimdir.
Bu da Müslümanlar olarak, vebal hanemize yazılacak..!

"Zamanın Kısa Tarihi" adlı kitabı 40 dile çevrilmiş ve 10 milyon satmış. Zamanın sırrını dünyanın enlem-boylamlarında arayan, Bin Bang/ Büyük Patlamadan önce zaman yok.'' Ve ''zaman yoksa, zamandan önce bir şey yoktu!!!'' kuramının sahibi idi 70'li yıllara kadar. Oysa zaman da bir mahluk, yani her yaratılmış gibi...Onu da yaratan bir tek kudret var.Ve zaman bizim içinde gezindiğimiz hava gibi bir şey. Ruh,kader gibi hakkında fazla malumatımızın olmadığı sırlar manzumesinden olup, sezgiden öte, bize bildiren Hak elçileri vasıtasıyla iman ettiklerimizden.

Sezgi demişken...Sezgilerle izaha (koan) kadar aklını zorlayarak, ''eşyanın hakikatini arayan adam.''

Bu noktada Sevgili Peygamberimizin dualarından bir duayı anmamak olmaz : ''Allah'ım, bana eşyanın (yaratılmış her şeyin) hakikatini (iç sırrını, oluş ve hikmetlerini) göster.'' Ne büyük bir duadır, ah bir anlasak!

Sezgilerimiz ne kadar sağlıklı ve doğrudur. Sezgi eşittir zan. Sezgi bilimle beslense de, malum, bilim bile, bugün mutlak doğru dediğine, 10 yıl sonra pardon yanılmışız, yanlışmış, doğrusu bu; diyebiliyor. Çünkü sezgi de (zan) iki kısımdan oluşuyor. Doğru, isabetli sezgi(zan) ya da aksi...

2014'te hayatı film oldu. "Her şeyin Teorisi!."

70 yaşına kadar ateist yaşadı Stephen Hawking..!

Her zaman bilim adamlarının, doktorların ateist olmasına esefle şaşırmışımdır. Bir kalp cerrahı vardı, ateist iken, öğrencilerine  hani ruh olsa bedeni yardık görürdük, derken, iman nasip olunca, işte ruhun varlığı; ruh, bu kadavrayı terk etmese, neşterimiz canını acıtırdı, demesi gibi...İman, ne büyük paye, ne büyük akıl, en büyük nimet...Nasıl olmasın ki, sahih bir iman bizi sonsuzluğa götürecek.

Yukarıda 70'li yıllara kadar dedim. Oraya tekrar dönelim.

Kanal D Londra Temsilcisi Ayşegül Ekinci'nin röpörtaj yaptığı Hawking ilk kez Allah'ın varlığını kabul etti. Röpörtaj sırasında sorulan bir soruya Hawking'in çalışma ekibinin de şaşırdığı görüldü.

Hawking Tanrı ile ilgili sorulan soruya "Evrenin oluşumu bilimin gerçekliğine dayanır. Ama bu hiçbir şekilde, Bilim kuralları'nı koyan ve onları da yaratan bir Tanrı olmadığı anlamına gelmez..." cevabını verdi.

Hawking'in bu sözlerinin son yıllarda ortaya çıkan Evrim Teorisi'nin yanlış olduğunun kanıtlanması ve Kuran'da 1400 yıl önce bildirilen bilimsel konuların aynen bulunması ile doğrudan ilgisi olduğu değerlendirmesi yapılıyor.

Bugüne kadar hiç kimse Kur'anın, İslam'ın modern bilimle çatıştığını ispat edememiş, bilakis bilime yol gösterici ve içiçe uyumlu olduğu defaatle kanıtlanmıştır.

Time dergisinin 20. yüzyılın en önemli simaları arasında gösterdiği ünlü deniz araştırmacısı ve bilgini  ( Jacques-Yves Cousteau) Kaptan Kusto'nun Müslüman oluşunu hatırlayınız. (Keşke TRT yeniden onun belgesellerini verse.) Şu sözü meşhurdur :
''Ben şehadet ederim ki, bugünkü modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği Kur'an-ı Kerim, Allah kelamıdır.'' diyerek Müslümanlık nimetine erişmiştir.

Bereketimizi arttırsın, günlerin efendisi cum'a...

https://www.mumsema.org/islam-dini-fen-ve-bilim/91486-kaptan-kusto-nun-musluman-olusu.html



15 Mart 2018 Perşembe

ey hebaya gitmiş ömrüm..!


ey hebaya gitmiş ömrüm!
yenilgi yumağı gözlerinin altında suskun,
yaşamanın anlamı çözmüştün de;
yamaçlarda sendelemiş,
yokuşlara nefesin mi yetmemişti?

ey hebaya gitmiş ömrüm!
karlar yağdı ülkenin tepelerine,
veda güneşi kızıl renkte ufkunu kaplamış!
sanki müşahhas bir hayatı,
derin derin çektin bir nefeste içine...

ey hebaya gitmiş ömrüm!
anılası bir serüvenin olmadı senin,
kendi ekseninde döndün durdun..!
bir aşkın hasreti vardı da,
yangını hep atar damarlarında...

ey hebaya gitmiş ömrüm!
bir sancı, müflis bir kumarbaz gibi, 
kaybetmelere alışık,
gözün ölüm fermanında!
bitse de, yolculuk başlasa beklentisi...




14 Mart 2018 Çarşamba

Sizden gelenler

''Ben vatanı olmayan bir kuştum,
Yazları, sıcağı seven... 
Soğuğa gelmezdi yüreğim.
Kaçardım o yüzden nerede bir ayaz görsem..
Bir gün yüce bir dağa değdi kanatlarım.
Yamaçlarında uçmaya zevk aldığım.
Bu son göçüm oldu benim..
Artık o dağın demirbaşıyım ben...

Heidi''

***

''Yazmak duyguların teselliye dönüşmesidir. Duyguların harflere harflerin kelimelere,kelimelerin cümlelere ustaca çevrilmesidir.

Yazmaya gönül vermek ve yazmak çok zordur,beğenisi ise önce kendinize sonra okuyucuya aittir.
Yazarın içi yazmak aşkıyla dolu olunca cümleleri yorgun da olsa kaleminin ucuna getirir,duyguları kendi sınırlarından taşıp hiç görmediği,sesini,kokusunu bilmediği sevgiliye ulaştırmaya çalışır.
Müebbete mahkum duygularıyla hasbihal edip,gönül tellerinin nağmeleriyle sevgiyi ilmek ilmek dokuyup mısra mısra tahtına oturtur. 

Bu bir duygu fırtınasıdır,aşkın telaffuzu,bir duraktır,belki bir ömür,belki de bir asır belki de saniyeye indirgenen bir bekleyiştir.
Bu bir hasrettir dolu dolu,bir arayıştır gizli gizli,dolu dolu sevdadır.
Çünkü aşk baştan sona hayat yolculuğudur,duyguların ibrişimle örülüşüdür.

Değişik kalemlerden yazılan her rüveyda mektubunda sevginin terennümleri içimizi ısıtıyor, dizelerdeki sevgiyi biz de yaşayıp hissediyoruz. 
Gönül sesleriniz daim olsun,hayalleriniz hiç son bulmasın.

"Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır" demiş bir atasözü,unutmayın,her yoğurdun tadı farklıdır,her mektubun duygu yükü ve tadı farklı olduğu gibi,
Kendinizi yetersiz görüp yazmaktan sakın vazgeçmeyin kardeşim.''

[ Aslında kendimi samimi olarak yazma konusunda hiç bir zaman yeterli,iyi görmedim, en çoğu da şiir...Adımız üstümüzde, ''bir yudum teselli'' şu dünyadan geçerken, yazmak, sevdiğimiz işlerden idi, çala kalem de olsa, kırık dökük de, olsa, ruhuma terapi olduğu için, ya da hobi de diyebilirsiniz, bir çok sosyal medya platformlarından vazgeçtim ama blogum benim evim, sığınağım. Sanki hiç kimse beni burada görmüyor gibi...Güzel, samimi ve güçlü ifadelerinizle dolu mektuplara şahsınızda ayrı ayrı teşekkürler ediyorum. Varlığınız, ruhuma şifa..] 

***

''Bu sözleri siz mi yazıyorsunuz?
Gerçekten bu kadar, insan şiir olabilir mi?
Günümüz erkekleri dinden uzak kadın bedeninden başka bir şey düşünmeyen, 
okumayı sıkıcı zaman kaybı bir nesilde bu duygulu yaralı şair tipi insan kaldı mı hala ?''

[ Blog sahibi olarak evet, başka yazarların yazılarında zaten isimleri mevcuttur.Güzel iltifatlarınıza teşekkür ediyorum, mahcup etmişsiniz.]

***

''Google+ beğeni yapma yetkimizi elimizden alıp sadece paylaşma yetkisini bize bıraktığı için sayfanızda beğeni yapamıyorum ama her paylaşımınızı okumaya çalışıyorum.
Yüreklerin bir köşesinde unutulan aşkı gün ışığına çıkaran,insanın içini ısıtan, sıcacık içten dizeler,yürekten gelen seslenişler,duygusal sevgi dolu cümlelere sabırlı dokunuşlar.
İçinizden geldiği gibi duygularınızı satırlara çok güzel sıralamışsınız,kaleminiz yine konuşmuş,kaleminizi kutluyorum. 
Tebrikler,güçlü bir kaleminiz ve onu besleyen bir ruhunuz var.
Düşüncelerinize,gönlünüze,yüreğinize sağlık.
Dilerim kaleminizin ve yüreğinizin cesareti hiç kırılmasın,başarınız daim,kaleminiz tükenmez olsun.
Sevgiyle kalın,aşkla gülümseyin,umarım daim olur sevginiz.''

***

''Bana şeref verdi gelişin 
Ardına baharları takıp  takıp da geldin
Yoluna goncalarım feda olsun 
Gözlerime tane tane bakıp da da geldin  

Varlığım şanına mahkûm 
Yokluğum adında gizlidir 
Bir illet ki sensizlik bitmez sandım 
Seni bana verip verip de geldin 

Yedi cihan dolansam nafile
Senden gayrısı çözmez beni
Boğazıma boğazıma dert dolandım
Dertlerimi örgüm misali çözüp çözüp geldin

Yar aşkına divane olsam
Tutuşsam sıcağına alev olsam
Su iflah olmaz yangınıma 
Beni yokluğunla yakıp yakıp geldin

Leyla olsam ne çare 
Mecnunum Allah'a divane 
Yar sevdiğine kul olurum
Beni sevdiğinden edip edip gitme.

Ferhat olsan ne çare
Şirin'in gözüm açıldı 
Ferhat'ı yaratan beni de yarattı 
Gözlerimdeki perde inip inip de kalktı 

Aslı'yım ben Kerem istemem
Günahlardan geldim yanmak bilirim 
Çok derdim var derman istemem
Yaktığım ateşte sevip sevip de yandım...''

***

''Unutma ki; ben gözlerinin semalarında
Başlamıştım yaşamaya
Ölürsem eğer bir gün batımı zamanında
Affet!
Sen sadece kendini bağışla...''

*

''Onca kaybedişin arasında
En güzel, en keskin resimdi suretin.
Elma kokulu zahirdi gidişin 
Koktukça yakıyordu tüm benliğimi...
Yine de ne büyük tiryakilikti,
Gidişinin ardından bakakalmak...

Yüreğimin Halepçesiydin...''

***

''Beklentisiz seversen  kendini özgür hissedersin. 
Kısıtlamazsın sevgini, sınırsızca seversin...
Sen de benim özgürlüğümsün..''



[ Nasıl güzel, ozanca şiirler...Kaleminiz,varlığınız daim olsun.]














12 Mart 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (40)


Bir yolun sonuna gelmek gibi, yine sensiz biten bir günde, akşam güneşinin cılız kızıllığında, hasret gözyaşlarıyla yokluğuna sarılarak perdeleri çekmek...

Perdeler çekilir ve perdelere gerek kalmadan açılır bambaşka bir dünya, eninde sonunda... Açılsa da, sıkıldığım şu dünya sahnesinden insem artık Rüveyda!

Sen benim yokluğunu çektiğim bir sancısın, her nerede her kimsen bu böyle anlaşılsın. Bir adın olmalıydı; ben sana Rüveyda diyorum, Kalbim oluyorsun. Seni yokluğunda sevdim, anlasana! Sonra her gece kendimle kavgam oluyorsun. Kelimelerim sancılı, belli yine, yeni, yeniden sen doğacaksın eskiyen ömrüme…


 ....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.



10 Mart 2018 Cumartesi

keman sesinde seni düşlemek...



..şimdi bir kemanın yumuşacık, naif notaları arasından, sert kaya gibi acımasız yalnızlığımın izdüşümünün senfonisinin, odamın duvarların köşelerinden yüzümü bilardo topu gibi gördüğü demlerde, sen benim, iç çekişlerime sığdırmaya çalıştığım avazlarımı nereden duyacaksın..?

duyma da zaten, duyma ve uyu, güzel uyu, uyudukça güzelleş, çünkü seninle güzel dünya, seninle güzel şu  yalan dünyada yaşamak...






9 Mart 2018 Cuma

sonra vazgeçtim..!



''sen bana dokunmadan,
uzaklardan
avuçlarımın içini terletenimsin..!'' 
dediği zaman, 
lügatimdeki tüm kelimeleri sırtlayıp,
penceresinin altına gidesim geldi...



Eksik olanımız, dua ve tefekkür..!



''Bir zoolog, nelerden oluştuğunu anlamak için bir serçe yuvasını dağıtmıştı.
Yapı malzemesini sayınca şu sonuca ulaştı:

Yuvanın yapısında 630 uzun at kılı,
1715 daha kısa kıl,
195 kök parçacığı,
bir tül parçası,
3 gonca yaprağı,
çeşitli büyüklüklerde 20 başka yaprak,
45 iplik ve 35 gr.
koyun yünü vardı!
Bütün bu malzeme, hem sağlam,
hem de yumuşak olan küçücük bir kuş yuvasında
bir araya gelmişti.
Sadece 1715 kılı toplamak için kuşcuk kimbilir ne kadar çalıştı, kanat çırptı?''

Kuşun çalışmasından önce, avuç içi kadar bu can, bu yuva yapımını nereden nasıl öğrendi ? Her yaratılmışa, doğumuyla birlikte lazım olan ihtiyacı,kabiliyetleri veriliyor.

Yine avuç içi kadar et parçasından o sesler, o insanı hayran bırakan şakımalar,ötüşler nasıl çıkıyor.

Bize düşen Allah'ın san'atı, kudreti önünde secdeye kapanmak, ''Subhanallah sen bunları boş yere yaratmadın.'' demektir.

***

Ahir zamanda, bizi esir eden telefonlardan ara-sıra da olsa yakamızı kurtarabilirsek, gökyüzü tuvaline çizilmiş eşsiz sanat harikalarından, dallarda açan bahar goncalarına kadar tefekkür ibadeti içinde, yaşama ve kulluk sevincinin bizi kucakladığını göreceğiz. İnşallah bu bahar yapalım bunu. Nisan yağmurlarından ıslanırken, elimizde telefon olmasın. Birilerine sunmak için makine ile resim çekmek yerine, göz kameramız çeksin, kalp sayfasında sefası olsun.

***

Dünya kaybettiği adaletli merhametine yeniden kavuşamazsa, Doğu Guta'lar, Arakan'lar,Filistinler....hiç bir zaman bitmeyecek...

Allah'ım, İslam topraklarının başındaki aymaz yöneticileri islah eyle. İslahları yoksa, onları hayırlıları ile tez zamanda değiştirme gücünü bu zavallı aciz düşmüş ümmete nasip eyle. Amin.

Allah'ım, birbirimize sevgi, saygı, şefkatle muameleyi nasip eyle. İnsan insana kıyıyor,sokaklar tekin değil, insanların yüzü gülmüyor. Bizi bize bırakma Yarabbi..!

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl" amin.

Bereketli olsun cum'amız inşallah.


7 Mart 2018 Çarşamba

Sizden gelenler (07.03.18 )

''Anneciğin!

Her çiçeğin bir arısı var
Ne hoş yerde makamın var
Yine bahar geldi karlı dağlar neylesin değil Mevsim hep bahar
Annelerin gönlüne düşen cemrelerle.
Evlâda dört mevsim de hoş geçer o güzel kırda.

Anneciğin!
Yüzüne bakmak nasip olmadı ; beni bana gösterecek aynamdı.
Elinde kırıldı.
Dilinde kırıldı.

Seni uyutacak ninnilerim sustu.
Kusurunu  ne bilir gönlüm ?
Ne hoş kıldı aşk  
Itır gibi , gül gibi kokladı.
Salkım söğüt olup sakladı kusurunu


Rüveydâ diye nidâ ettiğin neyin oluyor senin?

Üstün ya da esre değilsin
Aşkla yazılan tek bir harfini okutacak.
Âdem'den münezzeh bir serkeş âdemsin
Aşk sana karşılık vermedi, neden ?
Öyle kal..!
Sana bu yakışıyor...!

Olan sensin .
Sahipsiz hüznümün şikâyetçisi olmadım ben.

Kılsam hangi harfine nazâr
Göz neylesin?
İner dilinden bin zulmet gönlüme 
Kâl neylesin ?

Bekle demedin 
Kal da demedin gel de demedin..!
Tamu  Cennet bu zarftadır...''

***

''Miladım olsan da sorgulamasam benliğimi, 
Alıp götürsen beni bahardan bahara, 
Konsa parmak uçlarımız yepyeni bulutlara...
Kuş olmak gelse içinden,
Ben de takılı versem kanatlarına.
Sen bana aşık ben sana maşuk olsam
Evire çevire yaşasak 
Yaşanacak her ne varsa,
Ben sana aşık sen bana maşuk olsan sonra
İlmek ilmek işlesem seni kaderime
Halka halka takılı versen boynuma 
Yazım olsan kışın ortasında 
Ben sana yar, sen bana diyar...''

***

''Susma..!
Yokluğunda üşüyor 
Sızlanıyor 
Ve nazlanıyorum 
Takatim kalmıyor 
Mecalim olmuyor yaşamaya 
Her şey bana ters 
Sözcükler lugatımda barınamıyor
Asi bir eşkıya olup yollara düşesim geliyor
Gördüğüm duvarlara adını yazıp 
Kaldırımlarda ayakkabınla volta atasım...
Bi  tuhaf oluyorum 
Ben ben değil sanki 
Leyla olmaya can atan bir meczubum
Ben neyim, neydim unuttum
Susma ne olur susma 
Sen susarsan yine
Kim vurduya gider bütün umudum...''

***

''Gel ey yoluna kum,
Koluna tesbih 
Boynuna ter
Saatine köstek 
Cebine pul
Lakırdına söz olduğum...''

***

''Yamalı yerinden kanıyor kalbim
O yüzden sancısı iki misli
Dikiş tutmaz çürük etlerim
Ben can verdim 
Vaat edilen gelmez bilirim
Kırık ayağından tanırım
Bu giden benim ümitlerim...''

***

''Mest eyledi aşkın beni
Bir garip avareyim
Kimim kimsem kalmadı 
Ta içerimden viraneyim 

Dost gönlüm bana gel
Bilmez misin nacarim
Pamuklara sarsalar beni
Ben yine de bozkırlarına kaçarım

Sazım oldun sözüm oldun
Yokluğuma hüzün oldun 
Bir garip besteydim ben
En yaralı nakaratım oldun''