31 Aralık 2019 Salı

dünyamdın


Bu dünyayı zaten sevememiştim.
Sen de gidince, tahammülü hepten imkânsız oldu! 


"Ben seni kötüleyemem hiç.
Çiçekli bir yol vardı, yürüdüm derim.
Ayaklarıma dikenler battı ama her
ormanda olur böyle şeyler derim..."

Cahit Zarifoğlu


30 Aralık 2019 Pazartesi

2020'ye girerken...

İnsan, yolun yarısını geçtikten sonra, yani yokuş yukarı çıkış bitip, belli bir moladan sonra, anılardan derince bir nefes çekip, tırmandığı yerlere bakıp, inişe başladığı zaman; yılların ele avuca sığmayan kuş misali akıp gittiğine şahitlik ediyor.

Ömrümüzün rakamları hızla yer değiştiriyor. Bedenimiz ve o bedenimizden ruhumuza akseden çentikler gibi...

Hazan, tüm haşmetiyle ''geldin mi?'' diyen bakışlarla aguşunu açıyor. İster, isteyerek git, istersen istemeyerek, netice belli!

O demlerde başta sağlık, ömrün kalitesi, idealler...daha bir sürü şey, sorguç gibi her fırsatta beyninizi kemirebiliyor!

* * *

2020 için sosyal medya kararım; malum bloğum dışında, Facebook ve İnstagram var. 2020 yılının herhangi bir ayında aniden vedasız o iki hesabı kapatmak. Bloğum günlüğüm gibi, yazarak terapi ihtiyacımı karşılasın artık! (Bu arada bir okurumun sorduğu 1000 kitap sitesindeki o kişi ben değilim ve oraya veda edeli epey zaman oldu. Bu iki hesabım dışında hiç bir yerde hesabım yok.) Oradaki dostlarımı isimlerini değiştirmedikleri sürece, üye olmadan zaten takip edebiliyorum.

Bunun dışında geriye değil de, önümde ''beni bekleyen şeye'' daha fazla odaklanmak, daha çok okumak ve tefekkür dilediğim. İnşallah muvaffak olurum (muvaffak:başarmak.)

YouTube'deki şiirlerimi de gözden geçirip, azaltmaya başladım! Aynı şeyi bloğum için de yapacağım inşallah. Hepten saçmalamışım dediğim yazılarımı da sileceğim.

Ve daha fazla içime kaçacağım inşallah... Başarabilmem için dua edin sizler de olur mu...

Her gelen günün, geçenleri arattığı ahir zamanda, akıl, iman ve beden sağlığı, istikamet, dileriz Rabbimizden; kendimiz, tüm sevdiklerimiz ve insanlık için.

WhatsApp'ımda yazan sevdiğim söz ile noktalamış olayım:



28 Aralık 2019 Cumartesi

''Ateş parçası'' bir mektup


Safran ile yazılan mektuplarının değil
Kentindeki taşların bile ağlarken yüreği.
Senin kentinde suya çoktan inmiştir söğüt dalları.
Vadettiğin yokluğunu başıma tâc eyleyen
hayattı...
Çalmaya kimler geldi de 
İki elim iki gözüm, öptüğün alnım ; ateş parçası.  


27 Aralık 2019 Cuma

Emek ürünü bir inceleme daha, çok teşekkür ediyorum.

Yeni bir kitap yine ben bir inceleme yazarken zorlanmaktayım. Kitabın çıkmasını beklemekten ve okumaktan daha zor geliyor bir inceleme yazmak… Neden zorlanıyorum?

1-Bir kitabı eleştirecek kadar geliştiğimi düşünmüyorum bu gelişme kitap çeşidi, yazarların birçoğunu az çok bildiğim ancak okumaya bir türlü başlayamadığım birçok eserlerin varlığından kaynaklı…

2-Kitabı okurken ne altını çizme ve de not almaya girişmemiş olmamdan kaynaklı… ( sonrasında kitabı elime alıp başladım alıntıları çizmeye ve not almaya…)

Şimdiden belirteyim birçok alıntı paylaşacağım hem de yorumlamaya çalışacağım.

Öncelikle yazarla ilgili bilgi olarak bloğundan birkaç cümle aktaracağım kendisine sorulan bir soruya cevaben yazılmış uzunca bir metinden:

“Murat olmak, bu dünyada aşktan muradını alamadığı için hayalinde bir Rüveyda resmedip, onunla teselli bulmaktır.

Murat olmak, 'annemin' deyimi ile 'saf' olmaktır, çabuk kanmak, inanmaktır. Kelimeleri plansız, kalbin izdüşümü olarak kullanmaktır.
Can taşıyan her 'şeye' hatta cansız diye bildiklerimize bile şefkatle bakmaktır.

Murat olmak, gönülde kin tutmamaktır, iyi niyettir. Bir kere sevince gitmiş gibi yapıp, aslında gidememektir. Sevgiyi ebedi kılıp, vefaya vefasızlık etmemektir.

Kendimi tanımlamaktan, tarifsizliğe saklanmaktır, Murat olmak...
Basit, sıradan bir sıra içinde, belki biraz sıra dışı kalmaktır.

Murat olmak- vasat da olsa- yazarak, kelimeler arasında ''bir yudum teselli'' ile nefsi oyalamaktır.

Sözün özü, Murat olmak, hayatın onca renkleri arasında horlanmış bir renk olan griye tutulmak, esir olmak, gride kalmaktır...”

https://muratmesut34.blogspot.com/2019/08/bir-soru-murat-olmak-nasl-bir-seydir.html )

Metnin tamamını almak istesem de uzunca bir inceleme yapıp sıkıcı hale getirmek istemiyorum çünkü biliyorum ki artık birçok insan uzun incelemeleri okumaktan...

Bu kitap beni gerçekten derinden etkileyen kitaplardan biri oldu (diğerlerinden bahsedip uzatmak istemiyorum merak eden sorabilir tabi, nedenleriyle birlikte açıklarım).

Başlar başlamaz bir samimiyet, hüzün, hasret, özlem, sevgi, huzur gibi duygular beni sardı diyebilirim. Büyüsüne kapılıp gittim kitabın. “Rüveyda “ adında biri var ve hayali olmasına rağmen sanki varmış gibi hissettirmesi yazarın ustalığındandır sanırım. An geldi Rüveyda’ya kızdım ve bir o kadar da mükemmel bulup hayran kaldım. Yazar ne kadar “böyle biri olmadı, olacağını zannetmiyorum” dese de bana göre bu karakter geçmişteki ve şuanda hayatında ufakta bir yer tutmuş kişilerden dahi iz taşımaktadır. Yoksa saçmalayıp durmakta mıyım diye de düşünmüyor değilim.

Yazarın sözlerindeki o büyüyü her mektupta ve seslendirmiş olduğu şiirlerde görmekteyiz.
Yazarın da dediği gibi edebiyat gayesi güdülmeden içinden geldiği gibi bütün samimiyet ve saflıkla yazılmış bir eser diyebilirim.

Mektubun güzelliği yetmezmiş gibi üst sağ köşelerde değerli yazarın sözlerini okuyor ve hayran kalıyoruz.

İlk mektupta, “ Rüveyda ömrüme biraz işte… Bir yudum teselli…” diyor değerli yazar. Yukarıdaki bloktan alıntıladığım sözlerde de bunu görüyoruz artık bu kişi benimsenmiş sadece yazar tarafından değil herkes tarafından da… Yazar üçüncü mektubunda bununla ilgili şöyle söylüyor:
“ Bilseniz adınız nasıl da fitne bu âleme…” diye. Bu sözün devamında açıklıyor bu cümleyi…

İkinci mektupta özlemin ve sevmenin tanımını şöyle yapıyor değerli yazar:
“ Özlemek denen şey, ruhun çıldırtmamak için çaresizce çırpınması değil de nedir?” gerçekten de öyle insan özlerken o kadar çok çırpınıyor ki çaresizce bazen de haykırmak istiyor her yere bazen de kendi içinde çığlıklardır; sessizliğin çığlıkları…
“ Sevdin mi; sevdiğine, sevdiğini haykırmalısın; şımarmalı, şımartmalısın… Delice, çılgınca hatta serseri sevmelerin olmalı…” Ne de güzel ifade etmiş değerli yazar, bu sözden birçok anlam çıkarabilirsiniz ancak bunu size bırakıyorum nasıl anladıysanız öyle olsun.

Rüveyda’nın isminin içindeki anlamları 5. Mektupta o kadar güzel anlatıyor ki, hayran olmamak elde değil…

Bir süre sonra “hayal” diye anlatılan Rüveyda’dan da mektuplar geliyor ve kadife bir kutuda saklanıyor mektup. Mektup gelmedikçe o kadife kutuya koşup öncekilerini okuyor. Böyle bir sevda işte, mektuplarından sevgilinin hasreti gideriliyor.

Rüveyda serüveni, Rüveyda’sız Murat’ın haykırışları, sitemleri bir o kadar da tarifini bulamadığımız sevdası. Siz sanır mısınız ki bu sadece aşk mektubudur. Rüveyda’ya Mektuplar, aşkın ön plana sunulması ancak görmediğinin ancak çok bağlandığın kişiye tutumun, körelmesinin bir de hayatını bize sunuyor. Aşk ile harmanlanmış haykırışlar, özlemler duyuyoruz kitapta ve gözyaşlarının tutulmadığı anlar… Siz de dâhil oluyorsunuz bir süre sonra bu hikâyeye ve siz de sitemlerinizi, kırgınlıklarınızı belirtiyorsunuz Rüveyda’ya…

Ah Rüveyda, sana birkaç çift sözüm var. Nedir senin derdin, nedendir sevdalara kör gibi bakışın… Ayaklarına kadar dökülen sevdanın güllerini görmüyor musun? Görmüyor musun haykırışları, çağırışları… Bir yudum teselli diye seni söylüyor… Seni tarif ediyor, mükemmel kadın, ama sen görmüyor, duymuyor gibisin… Kibirli misin diye şüphe ediyorum. Belki de sen de yazar gibi uzak tutuyorsun kendini seni sevenden… Rüveyda, adın kendin gibi o kadar güzel ki, yazarın tarifine kadar bu kadar dikkat etmezdim bu isime. Hey Rüveyda, neredeysen gel bul bu deli aşığı, acı çekiyor, istiyor da yoksun. Şu güzel ömrüne gül gibi açsan, daha ne ister ki…

28. Mektupta da söylediği gibi. “Bunaldım ama yorulmadım seni sevmekten, seni beklemekten, seni özlemekten, seni istemekten, yolunu gözyaşları ile yıkamaktan… Ben bu derdi seviyorum.“

Ne güzel bir dert bu böyle… Acısı bile merhem gibi olur da yakmaz canı…

En son mektup 49. mektup idi ancak yazar bir sürpriz yapıp sona iki mektup daha yazıyor. 49. Mektupta veda oluyordu sanki ancak yazılı olarak kalbin yazdıkları bir kuş gibi uçup kapını bulacak ve onu okur olacaktı Rüveyda ömrüne dek… Hatırladığım ve anladığım kadarıyla bu son mektupta dile getiriliyor ve kitap sonlanıyordu ancak kitap basımından sonra yazar 52. Mektubu da bloğundan yayımladı ve boş bırakılan 52. Mektup başlıklı yere yazmış bulundum… Ama bu burada bitti mi, hayır… Yazar sözleriyle hala Rüveyda’yla hasret gideriyor. Bu gün de 53. Mektubu bloğunda yayımladı keyifli okumalar dilerim...

Karışık bir anlatım, belki de hiç tam anlamıyla anlatamadığım uzun süredir de yazdığım bu inceleme niteliğinde yorumu sunmak istedim. Naçizane fikirlerim…
Saygı ve Sevgiler…








26 Aralık 2019 Perşembe

Dua



Şu alemde duamın neticesi gerçekleşmedi diye,
içimden zerre kırgınlık geçecek diye ödüm patlar!

Çünkü, dua ettiğim Zatın benden istediklerini yapamayan
günahkâr biri olduğumu hiç bir zaman unutmam!

Ve ben bilirim ki, Allah o isteğimin benim hayrıma
olup olmayacağını en iyi bilen olarak, yerine daha iyisini
hem bu dünyada, hem öteki dünyada mutlaka verecektir.

Ve yine bilirim ki, O azze ve celle, kapısına gelmesine
izin verdiği kullarını asla boş çevirmeyecek kadar,
kerem ve lütuf sahibi bir cömerttir.

https://hisleraynasi.net/dua-ile-yasanan-mucize/


diyor sanki İsveçli cazcı Lars Danielsson...


"Yaprak dökümü mevsimime adım attım!
Artık sarının bütün tonlarında,
notalarca dökülen benim!
Diriliş sabahına kadar sürecek beste arayışım,
Şu isimsiz, cılız güfteme..." diyor sanki İsveçli cazcı Lars Danielsson...

 https://www.youtube.com/watch?v=wzogDN8scAU







23 Aralık 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (53)

Kalbim,

Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.

Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin.
Onlara bakarken, adına can çekiştiğimi de...
Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de...
Sana uçan ruhumu da...
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
İzin sıra nasıl da dolaştığımı,
Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...

Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim...
Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları...Ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...

Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun.
Sonra da kıskandım onu herkeslerden.
Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi...
Mahremimdin sen benim.
Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni.
Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu.
Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar!
Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz...Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.

Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim...
İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi...
İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...

Adınla hitap edemiyorum...Sevgili Rüveyda diyemiyorum!
Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden...
Gözde yaş olsan da, akamıyorsun.
Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun.
Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...

Anladım!
Senden hiç haber alamayacağım artık!
Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan!
Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...

Kalbim!
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu...
Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin!
Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin.
Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun...
Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol...
Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan...
Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan...
Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...

Kısacası Kalbim,
Yenildim!

Bir yudum avuntu Murat






22 Aralık 2019 Pazar

Oysa ben...


Julian Barnes:"Bir kitabı bir kenara bıraktığınız gibi hayatı bir kenara bırakamıyorsunuz." demiş. 

Oysa ben bıraktım! 
Kitapları okudukça dostlara, 
hayatı yaşamadıkça 
içimin tavan arasına...









Bana gel diyorsun!/sesimden


Bana gel diyorsun!
Üşenirim!
Kızıyorsun,
Gücenirim..!

Yol uzak!
Havalar soğuk.
Moralim bozuk!
Bana gel diyorsun...

Gelsem dönüşü var,
Omzumda yükü var!
Üstüne yol yorgunluğu var.
Bana gel diyorsun...

Bana gel diyorsun...
Israrınla üzüyorsun.
Miadım dolmuş, bilmiyorsun.
Bana gel diyorsun...

https://youtu.be/1iyTD-0PiPY

21 Aralık 2019 Cumartesi

Yarını düşlemek beyhude


Uzun heceli cümleler döküldü bakışlarımdan
Zamanın Züleyha'sı
Takvimleri ters çevirdi ay ve güneş
Kavuşuncaya...
Bunca zamandır hasreti süzemeyen yer ve gök çarh-ı ateştir yokluğunda.

Ahsen-ül Kasas'ı anlatan dilin,
Her takvime göre ay şekillerini alan hayalin.
Akkor hayalin...
Divâne ruhuma encüm.
İstekliyim ey en uzak ümidim!
Zamanenin Züleyha'sıyım...
Bağrım hûn.
Lakin,
Farkım kalır mıydı Züleyha olmaklığa ?
Korkularını değil seni mahkum edebilseydim.
Korku ülkesinden azad ümit ülkesine hükümdarımsın.
Muhabbet mülkünde ruhuma hitabımsın.
Sehab-ı şiirinle,
Hecr-i ömrüme subhdemsin şebnemsin.

Bakışı susuşu duruşu sevişi,
Ruhuma müstehab olan...
Ne sen kalırsın ne ben,
Mecburluğumuzu unutmadıkça,
Ezeli sırlara yürür
Sürûr ...
Yarını düşlemek beyhude...
Hâlimiz tamam!
Beşiğimiz ve mezarımız olan,
Parlak ve temiz kalan Ay...
Karardı mermere dönüştükçe göğümüz.
Günlerce gecelerce,
Sessiz sadâsız tütmek de ne?

Ey her şiiri namusum ve tevekkülüm olan!
Ey eğilmiş başım!
Ey faydasız ağlayışım!
Ağırlığından iki büklüm olduğum!
Ey Ay ve kalem!
Uzama, nice bin sabırlı yoksulluğumun yazgısına!
En uzun geceden payım,
Ahsen-ül Kasası her gece göğsüme bastırıyorum.
En uzun gece...
En bahtsız...
En sensiz...

ES

Not: Gönderdiğiniz görsel de ayrıca ilginç idi. Şiiriniz yine çok güzel. Teşekkür ediyorum.



k/anıyorum!


20 Aralık 2019 Cuma

Zamanı tanrı yaşar'' sözü sakıncalıdır!

''öd tengri yaşar kişi oglı kop ölgeli törümiş''

Orhun abidelerinden Bilge Kağan tarafından  kardeşi Kül Tigin'in bir çarpışmada ölmesi üzerine yasını tutmak için yalnız başına otağına çekilir ve düşünceye dalar. Ulaştığı sonucu bu cümleyle özetler.''Zamanı tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için doğmuş /türemiş / yaratılmıştır''

Bilge Kağan, 725 yılında kayın pederi ve akıl hocası Tonyukuk’u, 731 yılında ise kardeşi Kül Tegin’i kaybetti. Bu iki Türk büyüğü, Göktürkler üzerinde büyük üzüntü bırakırken Bilge Kağan’ı da derinden sarmıştı. Orhun Kitabelerinde ise Kağan’ın duyduğu acı şöyle ifade edilmiştir:

”Küçük kardeşim Kül Tegin öldü. Görür gözüm görmez, bilir bilgim bilmez oldu. Zamanın takdiri Tanrınındır. Kişioğlu ölmek için yaratılmıştır. Kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryat ederek yanıp yakıldım”

Zamanın takdiri mi zamanı yaşar mı dedi, şahsen emin değilim. Bu sözün söylendiği yıllarda sanırım Türkler henüz Müslüman olmamışlardı.

Burada izafiyet teorisine; zamanın, Einstein'a Descartes'a,Galileo'ya göre işleyiş biçim ve teorilerine de girecek değilim, ilgilenen araştırır. Zamanın değişken işleyişine, Kurani delilere ve tefsirlerine de...  (Secde:5, Mearic:4; Mülk:16.17)  Çok bilimsel havada bir makale derdinde değilim ve zaten o kadar ne bilgim ne de yazma isteğim var!

Uzun yazılar okunmadığı için sadede geleyim. ''Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir.'' bu ehl-i sünnet İslamının itikada müteallik temel prensiplerindendir.
Zamanı da mekanı da yaratan Allah'tır. Zaman çarkı, kader gibi biz yaratılmışları kuşatır. Oysa Allah bir şeyin içinde de değildir, dışında da...Çetin konu!

Sevgili Peygamberimiz (sav)'in miraçta vardığı ve Cebrail (as)'ın geçemediği son noktada Kab-ı Kavseyn makamında Rabbimiz ile mükâlemesi zamansızlık ve mek'ansızlık buudunda vuku bulmuştur. Öyle ki onca uzun seyahatin, geçen sürenin ardından yatağına döndüğünde mübarek vücutlarının ısısı hâlâ yataklarından silinmemişti. Modern, seküler aklın kavramasının zor olduğu duraklardan biri de zaman kavramı...Kader gibi, ruh gibi...Bilmenin zirvesine çıktığınızı sandığınız anda, yine en başta, tırmanma noktasındasınız ve bazen daha da aşağılarda!

Hele tayy-i zaman, tayy-i mekân konularına hiç dalmayalım! Ama şu kadarını söylemeliyim, filmlerde kurgu olarak zaman makinesinde yolculuk aslında insan tahayyülüne düşen bir hakikattir.

 ''Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir.'' ne demektir sualine kısaca temas ederek noktalayalım: Allah'ın celle celalüh, zatı ezeli sıfatlarını ancak dünyadaki aklımızla kavraması imkansız olarak bilgi olarak bile bilen birisi, ''zamanı tanrı yaşar''' diyemez. Son derece sakıncalı bir sözdür! Sonsuzluk Allah'ındır. O, ezelde de hep vardı; ebediyette de hep olacaktır.

Zamanda yaşamak bizler için Hay ve Layemud olan Allah'ın takdiri, lütfü keremidir.
Allah sonsuz diri olandır ve varlığı zatındandır.
Bizi de ''ruhundan üfürüp'' varlık alemine getiren, zamanın (dehr) içinde yüzdürendir.
Zamandır yüzümüze kırışıklar, çentikler açan, belimizi büken. Bizi ''halden hale koyan!'' 

Allah mekandan da münezzehtir. İstiva ayetlerini de (Taha:5 gibi) doğru anlamak gerekir yoksa ötesi küfür! Zira mekân tutma vasfı cisimler için geçerlidir, haşa Allah yaratılmış cisim değildir ve O ilmiyle her yerdedir. Bunlara olduğu gibi topluca iman ederiz, teviline girmeyiz.

Sözün özü, zaman ve mekan mahluktur, yani yaratılmıştır. Zamanın çarkları içinde yaşamak biz yaratılmışlar için Allah'ın takdir ettiğidir.

Not: Allah'ımızın bilinen  meşhur 99 ismi şerifi varken bizler O'na tanrı demeyiz.






19 Aralık 2019 Perşembe

at sesleri duyuyorum!


Anılarımın içinde saklı kaldı tiratlarım.
Ömrüm gibi kısaldı sonunda figânlarım...

Öyle uzun kelamım ve şiirlerim olmadı,
Fakirdim.
Hem sesim de kısıktı,
Gaiptim...

Hâlâ ruhumda  yanaklarımı okşayan babamın eli...
Artık  çocuklaşan annemi şefkatle öpme sırası benim.

At sesleri duyuyorum!
Nallarından kıvılcımlar saçan.
At sesleri duyuyorum!
Sahibini uzaklara götürmek için bekleşen...

Leyalim kamere pusu kurmuş, çöller gibi yanmakta.
Firkat közü tarumar etmiş usumu, gönlüm ağlamakta...

Geldi geçti ömrüm, berhava bekleyişlerle!
Kendimden geçsem de, Ondan asla...
Dönmüşüm yüzümü,
Ümidi kalbime eken keremli aydınlığa...



18 Aralık 2019 Çarşamba

Bir b/aşka açıdan Rüveyda'ya Mektuplar

Uzun zaman önce gelen aşağıdaki mektubu yayınlamayı düşünmüyordum. Ama sanırım ''bütün dünyanız kadınlara mektup yazmak'' diyen ön yargı nefsime dokundu! Ne diyeyim her kap içindekini sızdırır. Düşüncen ne ise gördüğün de ondan ibarettir, dedikten sonra sizleri dikkat, rikkat ve nezafet ehli okurumun -sonsuz teşekkürlerimle- mektubu ile baş başa bırakırken nefsimi şımartan iltifatları kestiğim için ayrıca özür diliyorum.

''......Hakikaten bir bilmece, bir sır sizin bu kitap ve siz!
Kitabınızı yeni bitirdim ve  zaman zaman Rüveyda'ya mı yazılmış, Alemlerin Sultanı'na  mı bilemedim.
....................
Mesela yazar burada bence kendisine hitap ederek : ''Sen,
Bilmediğim bir yerlerde, şefkatsizlik çölünde üşüyen kadın!(Murat)'' çöller gibi yangınlar içinde şefkate susamışlığını dile getiriyor. Ama kimden gelecek şefkate,kereme! (36.mektup)

''Sahi, seven için imkânsızlık, uzaklık diye bir şey var mı? Kavuşmak, visal; vuslatın şartı değil ki...
Seven için, visal de, vuslat da hep gönül dağının o büyük ovasında cenkte değil mi?'' (sh;161)

''Ah Aşk!
Sonunda ruh tuvalimde sürmeli gözlerinizin rengi belirginleşmeye başladı. Onları görebilme iklimine nihayet eriştim. Bir baktınız, sonsuza dek yaktınız... Gayri sönmek bana haram olsun, odum daim olsun. Bu aşk, mübarektir, mübarek kıla, daim ola...'' yıllardır sizi takip eden bir okurunuz olarak bu cümleler güzeller güzeli Efendimize (sav) değilse ben de......değilim!

Şimdi bu mektubun Peygamberimize (sav) yazıldığını iyice ispat zamanı: ''Önce gülleri kıskandıran kokunuz vurdu beni, bir sabah yelinde, kalbimin tam orta yerinden... Sendeledim, sarsıldım, sarhoş oldum, dizlerim bağı çözüldü, ayaklarım beni taşıyamaz oldu, çöktüm aşkın kokusunun önünde... Öyle bir koku, cihan ne duydu, ne bildi, ne de sizden gayrısına nasip oldu. Kim anlatabilir kokunuzu kim?'' çünkü bloğunuzda buna benzer şiirleriniz mevcut. La mevcuda illallah...

İspatı keskinleştireyim müsadenizle: ''Nerede görülmüş böyle bir gülistan? Elleriniz gül kokar sizin, açıverseniz bahtıma avuçlarınızı, öpe koklaya kalsam orada öylece ve ecelim avuçlarınızda bulsa beni... Ay gördü yüzünüzü ziyasından utandı, güneş gördü endamınızı, gölgesizliğinize vurulup kendisini kehkeşanlara vurdu... Bülbüller aşkınız için bin nağmeye seda oldu da gül cemalinize biçare bir acziyetle, gözyaşından medet umdu, çöllerine... Ummanında bir katre olmayı cana minnet bildim ey ahu bakışlı, sürmeli gözlüm...''

Ya buna ne demeli: ''...Rüveyda, seni tekrar etmek şu canıma şifa, ruhuma gıdadır. Seni tekrar etmek, her defasında aynı kelimelere, bamb/aşka anlamlar yüklemek, yine, yeni, yeniden yenilenmek, dirilmektir. Sonsuzluk bestesinin nağmeleri arasında kaybolmaktır.''

Bunlara itirazz edip kaçamak cevaplar verseniz de işte yine yakalandığınız bir dem: ''...seninle
gül keşfedildi... Adın anılınca, tüylerin gülün dikeni gibi aşkına kıyama, ay yüzüne, ihtiramla durduğuna şahit oldu cihan... Adının bir harfine, binler can feda olsun ey adı gibi güzel, kendi güzel!''

Ve uzatmayayım işte final güzel gönüllü adam: ''...Hiçbir şey yazmaya takatim, yüzüm yok... Bu hadsiz, edepsizliğimi varlığınızın; size bende olmaklığımın sekr hâli saymak şanınıza ne güzel de yakışır.'' ve dikkat sayfa 163 bilmiyorum bilerek mi öyle dizayn ettiniz, tevafuk-u takdirin işleri mi? 1 rakamı Hz. Allah azze ve cell, 63 ise Resulün terk-i dünya ile ahirete irtihal sayısı...1/63

Allah hep dilediğiniz güzel akibeti gül kokuları içinde size ve bize ve cümlemize yaşatsın inşaAllah.''
















17 Aralık 2019 Salı

Harflerin başı sağ olsun!


"Ama"ile "fakat"ı everdik!
"Belki"si gitti!
"Keşke"si öldü!
Harflerin başı sağ olsun!  



16 Aralık 2019 Pazartesi

bitpazarı kalabalıklar


..sığıntısıyım bu dünya gurbetinin. 
bitpazarı kalabalıklarım, 
ayaz vurmuş yalnızlıklarım var...


15 Aralık 2019 Pazar

Demi çoğaltma


İstanbul
İlk acıyı keşfettiğim şehir
Dudaklarımda kemal bulmuş yaşamak
Renk şekil biçim olarak
Donuk ay ışığı kirpiklerimde asılı
Kendi güzelliğinden
Kendi aşkından mahcub bir yolcuyum.
Sen öpmeden önce yanaklarımı
İstanbul öpsün.
Yaşamayı dillendiren yıldızların türküsü bölünsün.
Kıskançlığımın alnından toprak öpsün.
Cıvıltılı cins-i latif sesler ruhunu doldursun
O cânım huzurda gezinebilmelisin, ey şair.

Ben bir başka kentte buz
Sen, içime yağan çöl yağmurunun
Gül kokan kıvamından habersiz
Ruhuna yaz!
İster miyim her yanın karakışla donansın.
Kıskançlığımın alnından toprak öpsün.
...
Aslında
Herkes ayaz istasyonlarda kendi şiirini arardı.
Şair ise kalkıp ayaz vurmuş herkese çay koyardı.
...
Demi çoğaltma,
İçimin ayazını dindiremezsin ey şair !

ES 







14 Aralık 2019 Cumartesi

Ey Şair! [1]



Kağıdın güzelliğini görünce duramadım yine yazıyorum, bu kez ki şiir olmayacak sanki, şiir gibi insana ufak bir metin.

Ey Şair!
Şiirden çok farklı sözleriniz. O sesinizdeki büyüyü söylemiyorum bile. Samimiyetiniz zaten apaçık ortada. Bir deneme tarzındaki şiirimde "Bir Şairi Sevmek Zordur" demiştim. Daha doğrusu bir Şairi nasıl sevmeli, ne yönden tutsak elimizde kalacak gibi.

Ey Şair! 
Bilmediğim sularda mı yüzmekteyim bilmem ama sanki boğmadıkça geçmez merakım sanki sanki boğulmaya gelmiş gibi dalacağım derinlere bıkmadan hiç akıllanmayacak gibi...

Ey Şair!
Merakim vardır nasıl bir şiirisiniz ki, okudukça okuyası gelir insanın sizdeki duygu bütünlemesini...

Ey Şair!
Kapalı kutu misali  olup nasıl bir o kadar ortada duygu ve düşünceleriniz. Bir yandan bilir bir yandan hiç tanımamışız gibi...

Ey Şair!
Bırak(a)mayacak bu deli kız sizi, siz ne kadar bitmesini umsanız, isteseniz de bitmeye niyeti yok sevginin; bitmeye, gitmeye, vazgeçmeye niyetli değil gibi. İsterseniz kaybolun, konuşmayın benim konuşmam sûrecek kendi içimde...

Ey Şair!
Bu haller belli olmayan girdaba sürükler de sağ çıkamayız diye korkarım. Ne de olsa bulmaca gibisiniz, bulmacayı çözdükçe ne girdap kalacak ne de rüzgar geride. Ama ne yazık ki biz rüzgarda savrulmaya alışmış insanlarız bir de bakarız durgun haller bizi bunaltır. Zaten her durgunluk sonrası girdap bizi kendimize getirir de daha iyi duruma geliriz.
Bulmaca demişken ben bulmaca çözmeyeli uzun zaman olmuştu en başta zorlansamda, aşabilirim...

Ey Şair!
Yazmaya aşına bu kalp yazdıkça  yazası gelir de şimdi sonlandırmak isterim sözlerimi. Sizden ufak bir aforizmayla sonlandırmak isterim, sevgiler...

"..kalbimde açtığın yarayı,
hiç kimsenin onarmasına izin vermeyeceğim
sana açtığım gözlerimi
sana kapatıp gideceğim..." 





12 Aralık 2019 Perşembe

Az keyfim olsa!


Önceki yıl aynıydı!
Geçen yıl da!
Bu yıl sanki önceki yıl.
Demi artmış her gelenin.
Hızla geçiyor ömrümüz.
Her geçen günü arar gibiyiz anlayacağın...
Aşk mı?
Az keyfim olsa,
Bak buna gülerdim...


11 Aralık 2019 Çarşamba

bir makamda azalış!


Ceylan sürüsü gibi birer birer azalırken,
Hüzün makamının birer notası gibi nidalarımız!


10 Aralık 2019 Salı

tutsak-tuzak ikilemi!



Gözlerimizin aradığı gönlümüze yasaktı..!
Gönlümüzün tutsaklığı ömrümüze tuzaktı..!

https://youtu.be/5Mh01hcvVBQ



9 Aralık 2019 Pazartesi

ne demek istediysem!


Hayallerimin peşinden koşmayı bıraktığım gün,
Düştüm dünya seferinden...
Nefes aldığıma bakma sen!
Yaşamak başka bir şey.
Mezarlıklarda hakikati görenler nefes almıyorlar!



7 Aralık 2019 Cumartesi

Razı oluş...

Gözlerime vakitsiz eylül düşmemeliydi.
Bahara açılan goncam, böyle küstürülmemeliydi.
Ah! Rüveyda vardı da, biz mi koşup varmadık?
Gökkuşağına meftunken, griye isteyerek mi razı olduk?

5 Aralık 2019 Perşembe

sana...



..kalbimde açtığın yarayı,
hiç kimsenin onarmasına izin vermeyeceğim!
sana açtığım gözlerimi,
sana kapatıp gideceğim...


4 Aralık 2019 Çarşamba

Rüveyda'ya Mektuplar'a bir inceleme daha!


Rüveyda'ya Mektuplar...
Ulaşılamayan Birine Yazılan Bir Mektup...
Seven ve Sevilen Arasında,
Gözü Kör,
Kulağı Sağır Bir Aşk...
Her Dakika Aşk,
Her Dakika Sevgi...
Kalbini Dinlemek,
Kalbine Giden Yolda Yürümek...
Güzelce Sevmek,
Özelce Öpmek...
Yürekte Sevgiye Yer Açmak,
Sonsuz Bir Sevgi Yolunu Aramak...
Arzu Edilen Duygular,
Heyecanlı Bekleyişler...
Müspet Bir Sevda
Duyguların Ağır Bastığı,
Duygu Birikimi...
Hüzün,
Beklenti,
İçsel Duyguların Ağırlığı...
İnsan Ruhunu Yenileyen,
Okurken Duyguları Yine,
Yeni,
Yeniden Canlandıran Mısralar...
Derin Bir Sevgi,
Güzel Duyguların "Ahh" Ettiren Sesi,
Yaşanmamışlıkların Hassasiyeti...
Samimi,
Duyarlı
Net,
Açık Düşünceler...
Duygu Bütünlüğü,
Anlatım Güzelliği ile
Okuyucuya Apayrı Okuma Hevesi Veriyor...
Yazarın Dizelerinde Hüzünle Beraber,
Sevgi Gülleri Beraber Açıyor...
Her Sözcüğün İçinin Tıka Basa,
Dolu Dolu Oluşu,
Duygusunu En Belirgin Şekliyle,
Yaşatırcasına oOuyucusuna Aksettirebilmesi,
Kitaba Kendine Has Bir Güzellik Katıyor...
Her Bir Mısra Hassasiyetle Yazılmış,
Duygular Yorgun Düşlerle Anlatılmış...

Sevginin Ne Kadar Derin bir Kavramı Olduğunu Anlatan,
Okunası,
Kıymetli Bir Kitap...
Okurken Okuyucunun Yüreği Yangın Yerine Dönüyor.
Ruhunu Yeniliyor...

İçten,
Duygulu
Ve Kendinin İhtiyacı Olan İnsana Özlem Duymak
Ne Güzel,
Ne Kadar Kutsal Bir Duygu ki,
Özlenen Sevgili Asla Yürekten Silinmiyor,
Asla Vazgeçilemiyor...
Özlem Bu Olsa Gerek...!

Bir Kitap Okudum,
Mantıklı Cümleler Terazisinde,
Baştan Sona İçimi Çeke Çeke...
Sanırım Bir Daha,
Bir Daha Okumam Gerekecek...
Okudukça Ben de Birilerini Çok Özlemiş Oldum...
Bu Kadar Yürekten Sevenlere Selam Olsun...

_____________________

Görsel ve şiir gibi analizinize çok teşekkür ediyorum. 
Bizden de sizlere selamlar, sevgiler. MM




1 Aralık 2019 Pazar

1000 kitap sitesinde yayınlanmayan inceleme!

''Aşk.
İçine hangi duygularımı koyup hangilerini çıkarmam gerektiğini hala öğrenemediğim içimi paramparça eden sınırsız his.

Bu mektuplar öylesine aşkı barındırıyor ki içinde sitemini de, özlemini de, hasretini de, aşkını da, varlığını da yokluğunu da ne varsa hepsini..

Bir insan görmediğini, dokunmadığını, öpmediğini, tatmadığını nasıl bunca sevebilir. Nasıl böylesine içini yakabilir. Hayal edebilir. Ne yüce bir kalem. Yeri geliyor ahh keşke dedirtiyor yeri geliyor bunca yüksek hissedildiği için korkutuyor.

Tolstoy'un bir anlatısı vardı. “Bana hastanede 'Karın öldü !' dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim, içimden eve gidip karıma olanı anlatmak ve bana ne yapmam gerektiğini söylemesini istedim” demişti.
İlk okuduğumda fazlasıyla etkilenmiştim. Murat Mesut'u okurken de sanki bunu hissettim. Rüveyda'yı o kadar iyi tanıyor o kadar aşık o kadar güzel konuşuyordu ki... Sanki varlığından sonraki yokluk işkencesini çeker gibiydi.

"Âlem sen gibi bir Rüveyda bir daha görmesin!" der.
Görmesin. Murat'ın Rüveyda'sını, Murat'tan başka kimse görmesin.

Masal olduğu için mi bunca can yaktı yoksa. Masalların sonu mutlu biter malum. Ama Rüveyda gelmedi. Masal yarım kaldı. Bir kekeme gibi Rü-vey-da diye sayıkladım dilimde. Gel artık incitme bu adamı diye ne çok kızdım yeri geldiğince. Yeri geldi Murat'tan çok merak ettim seni. Yeri geldi Murat'ın hayallerine ortak oldum. Murat anlattı ben dinledim. Biliyorum ki Rüveyda'yı Rüveyda'dan daha iyi tanıyorum artık.

Yazarımızın aklına, kalbine sığmayan, taşan, onca kelimenin sıraya dizilip ahenkle dans ettiği yüreklere dokunarak içlerimizi okşayan, acıtan, üzen, derdine aşkına bizi de ortak eden bu güzel muhteşem eser bende bitmeyen duygular, hisler oluşturdu. Bu yaşıma kadar düşünüp de kuramadığım cümlelerimin veya bildiğim kelimelerin tükendiği dışarıya anlatamadığım milyon duygumun açığa çıkmasına yardımcı oldu. Her sayfasındaki mizanı, betimlemeleri, anlatım dili, kelimelerle oynayışı, üslubu öyle hoş ve etkileyici ki insana kitabı bitirdim dedirtmiyor. Dönüp dönüp başka sayfalar açıp tekrar okuyorsunuz.

Yıllanıp da bitmeyecek eserlerden bu kitap. Herkese tavsiye edeceğim hatta kafasına vura vura oku bak aşk neymiş diyeceğim muhteşem kalem. Yazarımızı tebrik ediyorum. Ve bizlere emanet ettiği kelimelerinin değerini bilmemiz umuduyla. Umarım hediyelerinde cimri olmaz da bu güzel kalemden mahrum olmayız.
Murat Mesut'un yeni eserlerinde görüşmek üzere... ''


''1000 kitap sitesinde yayınlanmayan inceleme!'' diye başlık attım. Çünkü bu mail yeni. Rüveyda'ya Mektuplar'ı kitap olarak çıktıktan sonra okuyup yazan, aşk talibi dostlardan 3. inceleme yazısı ama mektup sahibi sitede yayınlamayacakmış ve ismi de mahfuz bir sır olarak yadımızda kalacak.
Hak etmediğim iltifatları içinde barındırsa da, virgülüne dokunmadan burada saklamak istedim. 
Kaleminize bereket, sonsuz teşekkürler, sevgiler.