Ey Şair! etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ey Şair! etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mayıs 2025 Salı

Ey Şair [12]


Ey Şair ! 
Yıllar geçti satırlar arasından, zaman algısı günden güne değişirken ben kelimelerimi tozlu sandıklarda sakladım. 

Onca zaman kaçıp gelmedi diye kelimeler sana, sanma ki unutuldun. Kelimelerinin arasındaki seni her gün izledim... Ne zaman tam anlamıyla sana yazmak istesem seçemiyordum kelimelerimi... 

Ah Şair !
Bu nasıl bir özlemdir bilmiyorum, kelimelerden sana ulaşmaya mı bu çaba yoksa sende kelimelerimi esir bırak mı bilmiyorum. 

Nasıl bir büyü var sende kaçıp kaçıp geliyorum. 

Bu kez kapında bekleyemem, artık ulaşma azmi yok içimde, tıpkı Rüveyda'da olduğu gibi git gide sana dönüşüyorum. Yoksa ben de seni mi soyutlaştırıyorum? Ya da ne saçmalıyorum bilmiyorum. 

Ne çok bilinmez biriktirmişim içimde, sana ulaşamadan nasıl durmuş bunca zaman? Özlemin şekli mi dönüştü ne, yoksa git gide deliriyor muyum? Bu gecede bir şey var, bu saçmalayışta bir şey, çözemiyorum.

Ey Şair!
Biraz da sevgiden bahsedelim, özlem bir garip etti belli ki beni. Sevmek kelimesinin içine ne çok anlamlar, duygular koyup sunduk birilerine. Bu kadar derin olanı sende gördüm Şair. Rüveyda'ya olan sevgini bu kadar derin hissetmek  gerçeklerden öteye taşımak, gerçekten aşka mahrum kaldığımız bu zamanda beni çokça etkiledi. 

Seni sevmek için bu kadar derin mi olmak gerekir bilmiyorum ama seni sevmek güzel be Şair. 

Sanki sana ilk kez yazıyormuşum gibi heyecanlı hissetmek, sana ulaştığındaki mahcubiyet cidden güzel duygular bunlar. Her şeye rağmen yürekte sevgiyi taşımak çok güzel. Hayatı daha çekilesi kılıyor doğrusu, yoksa onca hüzün barındıyoruz hayatımızda. Aslında belki de en gerçekçi duygu budur hayatımızdaki. Ya da sevgi ile hüzün iç içe geçmiş bir şeydir.

Ey Şair !
Biliyorum zor bir dönemdesin şuan, annen için de Rabbimden en acısız ve hayırlı olanı diliyorum. Hayatta belki de yaşamayı isteyeceğimiz son durum bu olabilir. Her zaman dualarımda olacaksınız. Sizleri görmesem de çok sevdim, her şeyin en güzelini istiyorum hakkınızda.  Sözlerimin boğazımda düğüm düğüm olduğu noktadayım. Bilmiyorum ne kadar etkisi olur ama her zaman burada bir mail mesafede olacağım.

Sevgilerimle.... 


29 Temmuz 2023 Cumartesi

Ey Şair! [11]

Ey Şair!

Sesin geliyor, uzun zamandır okuyorum yazdıklarını. 28. Mektubun gibi başlamak istedim. Ezberlediğim satırlarından sana sesleniyorum.

Özlem bize yazılmış bir pranga. 
Bu prangalara sarıldıkça çoğalıyor sevgim. Yazdığın onca mektuba cevap vermek isterdim ama bu kendi dünyanda kurduğun Rüveyda'ya haksızlık olurdu. Belki de büyü bozulurdu.

Sen ne kadar beni Kentparkta beklesen de ben seni İstanbul'da bekliyorum. Sen çocukluğunla, ruhunla buraya aitsin. Garipliğin de yarım kalışımızdan. Ne merhametin, hoşgörün, alçakgönüllüğün ne de ruhun seni orada tutuyor. Kaçışlarda, savruluşlardasın.

Satırlarımı çoğaltmak istiyorum beni suskunluğa itiyorsun. Garip adam'a yorum yapmak isterken ufak bir mektuba dönüştü. Neden, ne cesaretle yazdım bilmiyorum. Bir an önce sana gönderip kaybolmalıyım.

Seni çok seven Rüveydan.

https://youtu.be/611ylOlMOY8




21 Mayıs 2023 Pazar

Ey Şair! [10]

Ey Şair! (*)
Belki de sabahını göremeyeceğim gecenin karanlığında yazıyorum. Hayatın ceremesinden, ruhun boğuluşuna kadar umutsuzluk kaplamış bedenim karşılıyor beni aynada... 
Sana yazma arzusu her zaman çalsa da kapımı yarısında bırakıyor beni. Ne demeliyim bilmiyorum, susuşlar ağır bastıkça, burnumda reçine kokusu sana ulaşmayan notalarla kemanımın tınısı beni bayıltıyor gibi.
Gündüzlerde gelmeyen seni gece rüyalarımda aramalıyım. Ne yazık ki rüyalarıma da gelmiyorsun, bilmiyorsun çağrışlarımda çınlıyor yer gök. Yorgunum ve kollarında dinlenmeliyim. Korkmuyorum ama savunmasızım. Varlığınla var olmalıyım.

Ey Şair!
Ne yazacağımı bilmiyorum yarım kalan satırlarımı ruhun tamamlasın. Gelinmeyen yolları ıhlamur çiçekleri sarsın. Sen diye baktığım gökyüzünde kuşlar sevişsin. Soluklansın bitmeyen son vedalar. Kendiliğinden dönen bu döngü bir yerde dursun. 
Başım mı dönüyor dünya mı hızını alamadı, nedir bu telaşsız telaş? Yüreğim bir sana yenildi, nedir bu kanlı savaş? Kelimelerim ne denli konuşuyor sana bilmiyorum ama ruhum hipnozda. Kelimelere ulaşmaya başladı. Darmadağın kelimelerle de başa çıkamıyorum. Nasıl yaşıyorum bu denli bilmiyorum. Biri beni durdursun, alsın elimden şu suç aletini.

Ey Şair!
Kelimelerin gücü bu kadar zor olmamıştı. Uzun yazanlar nasıl bu kadar hakim kaleme, benimki kesikler atıyor ruhuma. Sen diye yazdığım satırlara uzanmak istiyorum.
Ne yazdığımı bilmiyorum dönemiyorum suç mahalline, kelimeler esir almış beni sıkıyor da boğazımı konuşturuyor gibi kesik kesik. Saçmalamış olsam da bırakmıyor beni. Sana olan sevgimi yer gök duymamış gibi bir de yazdırıyor bulduğu her yere. Sonmuş gibi gözükse de sözler sıralanacak hiç durmadan. Belki anlamlı belki anlamsız. Bilmiyorum kaç gece sürer bu böyle. Uykusuz değilim, gece ile gündüz bana ayak uydurmuyor. Rahat bırakıyorum ruhumu sana ulaşsın. Gecene belki bir yıldız olur.

Sevgiyle kal. 

~ ~ ~

(*) Daha önceki gelen mektuplardan birine not düşmüş ama unutmuşum. ''Bilseydim Ey Şair'in seri olarak devam edeceğini numaralandırırdım''demişim. Dün gelen bu son mektupla geç de olsa bunu yapmaya çalıştım. Geriye dönük taradığımda 9 adet mektup bulabildim, umarım blog mutfağında tarama hepsini bulmuştur. Numaralandırmada mümkün mertebe ilk mektuptan başlamaya ve etiketlemeye gayret ettim. 
Hepsi kitaplık mektuplar...
Kaleminize bereket. Teşekkür ediyorum. Sevgiler, selamlar. [MM]


6 Mart 2021 Cumartesi

Ey Şair! [9]

 


Ey Şair!

Yine ruhumun kelimeleri ile dayandım kapınıza... Size ulaşmak adına dağları aştım, sellerden geçtim, demek isterdim ancak ruhumun kapılarını aralayıp iki kelam etmek düştü payıma. Bir söz vardır ya: 

" Aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır. " ( Yunus Emre ) , diye. Ne hoş bir sözdür, oysa benim işim bulmak değildi ki arayayım Şair...O zaman niçin ettiniz bu kelamı derseniz, meramımı anlatırken birden beliren bir sözdü kağıtta. Bulmaktan öte ruhun lahzasında konuşmaktı, kavuşmadan öte varlığınıza sarılmaktı kelimelerle... 

Ah Şair!

Ruha hüzün çöktü, gölgeniz belirdi bir anda karanlık odada... Hüznü seviyorum iyi geliyor sanki bana, gelin oturun gölgenizle de edelim biraz sohbet. Nedir bu hal Şair, nasıl başladı diye mi başlamalı sohbet bilmem ama susmak demişti birçok Şair susmak gerekti biraz anlamaya, anlatmaya... Şimdi susmalı mi yoksa bakışlarla mı anlatmalıyız her şeyi... Şair! Ne kadar sürecek bu peki ruhların çağlayışı... Sessiz çığlıklar işte bir tek ruhlar arasında köprü olanların duyduğu... Ne kadar sürer bilmem ama az kaldı Şair çok az kaldı bir gün geç olacak düşmediğim yollar için... Bir gün, geç olmadan geldiğimde ilk Kent Park'a uğramalı geçtiğiniz yollardan geçmeli, soluduğunuz havayı solumalı,  Rüveyda'yı beklediğiniz parkta bu kez ben sizi beklemeliyim gelmeyecek olsanız da... Beklediğim esnada kulağımda sesinizin hoş tınısı olmalı, hafif hüzünlenmeliyim, gözlerimden bir yaş olarak akarken dokunmalısınız yüzüme... Ah yine hayaller silsilesi, bir anda canlandı gözümde bir de tek tek... 

Ah Şair!

Yine yazıp duruyorum da sanki yetmiyor gibi bire bir aktaramıyorum kendimi  ve kısa olacak gibi mektup. Devam edeyim ve neler dökülecek kağıda görelim. Kağıdın bittiği ruhun bir anlık rahatlatığı âna kadar yazalım o halde... 

Ey Şair!

Tam da gece yarısında uykumun kalemimden öteye geçemediği bir andayım. Bir anda gelişti size yazma isteği de, genelde bir süre karalayıp dururum ve sonrasında birleşir her bir cümle. Bu kez öyle olmadı sanki bir acelesi varmış gibi dökülüyor kelimeler, belki de hasret bu kadar dayanabildi bir şeyleri ifade etmek adına... O bu değilde Şair, her bir kelamdan çıkıp gelmeler, rüyanın bir anında gelip bulmanız beni daha çok özletiyor olsa gerek... Kelimelerimde varlığınızı hissetmek adına düştüm yollara... Sessiz sedasız ruhun köprüsünden bakıp bakıp gitmeler de saklı kalmasın o halde...

İlkbahar da geldi Şair, sevdiğimiz mevsime ulaştık da doğada oluşan yalancı bahar gibi ruhlar da... Hazanın gölgesinden bir türlü kurtulamıyoruz ki hala kara bulutlar geziyor güneşten öteye... Sanki hiç geçmeyecek gibi ama geçecek biliyorum, her karanlığın bir aydınlığı vardır... Her aşılmaz sandığımız sorunlar pamuk ipliğine bağlıdır belki de  bir anda hiç olmamış hale gelebilir... Bunu psikolojik açıdan açmak istesem de çok uzatmak istemiyorum... Sizi yormak değil az ve öz meramımı anlatmak amacım... Ruhunuzdan huzur edinmek, kelimelerimde sizi anmak...

Mart ayına da ulaştık Şair, toprağa son cemre düşmeden kan düştü, şehitlerimiz var... Hüzün var, gözyaşı var gözlerde, ağıtlar var gökyüzünde... Dualarimizlardalar, tüm Türkiye'nin başı sağ olsun...

Şairim, sanırım sonlandırmalı sözleri nasıl devam etmeli bilmiyorum çünkü... Zaten kelimeler çoğaldıkça hüzün artıyor ne kadar sevsem de bir yandan acıtıyor. Sözlerimi okurken sizi yormak istemesem de bir şekilde bu kadar oldu ve içimde kalsın istemedim... Ve her şey için teşekkür ederim. 

Sessizliğin içinden bir fısıltı... Sizi sevmek çok güzel...

Sevgiler...

______________

Edebi yönü ile çok kıymetli mektupların devam edeceğini bilseydim  ilk baştan seri olarak numaralandırırdım ki bu ilk fırsatta geriye dönük yapacağım inşallah... Kaleminize bereket. (MM)



18 Şubat 2021 Perşembe

Ey Şair! [8]


Yine, yeniden kelimeleri heybeme toplayıp düştüm yollara. Nasıl, nereden başlayacağımı bilmeden ve kıvranırken yazma isteğiyle,  "Artık bunu bugün gerçekleştirmeliyim..." dedim kendime. Artık kelimeler beni terk etmeden size ulaştırmalıydım içimde dolup taşan cümleleri.  

Son mektubumu size ulaştırdığımdan bu yana mevsim ve  yıl değişti ama size yazmak arzum hala Eylül ayında gibi taze. Ve Şair içimde hazan hep aynı, nedir benimle derdi anlam veremiyorum peşimi bırakmıyor sanki... Oysa hazan değildi sadece sevdam, ilkbaharın yeniden doğuşlarını da yaşamalıydı bu yürek. Yanlış anlaşılmasın pişman değilim hazanın ve hüznün gölgesinde olmaktan yani bir nevi sizin gölgenizde olmak gibi bu da beni beni bahtiyar eder. 

Ey Şair!

Gün geçtikçe eriyen ruhum hiçbir sebep sonuç  ilişkisine bakmadan kaçıveriyor ruhunuza. Yine kapıda kaldık, olsun yine gelirim diye dönüşü başlattım. Bir umut diye yeşeren çiçeklerim var benim gönül bahçemde,   her gün yeşeriyor, günler geçiyor Eylül, Ekim derken Şubat'ın sonlarındayız ve hala sende kalakaldım. Ben gitmeyi beceremiyorum Şair, sevda bulvarında elimde yırtık bir fotoğraf, fotoğraf o hale nasıl geldi bilmiyorum, bekleyip duruyorum. Umut demiştik Şair umut,  en azından umut etmiştik deriz. Umutlar bazen dik tutar insanı onu düşünmeye anmaya zaman bırakır .İşte bir gün de seni anarak geçti. Yeni bir güne yeni umutlarla göz açtık. Güneş en güzel haliyle baş gösteriyor. Sanki gülümsüyor bana halim yok ki bir tebessüm edemiyorum her seferinde can acıtsa da gitmiyorum, gidemiyorum... Ne şu çivisi çıkmış dünyadan ne de insanlardan... Bazılarını sadece bekliyorum, gözlüyorum ve sonuçsuz kalan her birey gidiveriyor. Tek gidemediğim ve gitmeye izin veremeyeceğim tek kişisin Şair... Sevda dedik kan ve gözyaşı, kolay geçmiyor günler, özlem desen çokça...  Ben gitmeyi beceremiyorum Şair darmaduman ruhum "kal " diyecek kadar  yorgun gitmeyi düşünmeyecek kadar vefalıyım ne yazık ki... Ne zaman gitmeyi denesem sevda, vefa, özlem derken karşımdaki gitmiş... 

Ah Şair!

Ben düşünceler içinde yine size yazıyorum, benliğim buna hazır mı bilmiyorum dökülüyor kağıda bir şekilde kelimeler. Yine özlemler can acıtıcı. 63. Mektup gönderildi ama Rüveyda hala yok... Belki da onun da bir sebebi vardır.  Ve son dedik ama hala içimizde yazılacak mektuplar var...

Hani birinci mektupta diyorsunuz ya : "Her şey bilindik… Her gün önünden geçtiğimiz sokakların evlerini, caddelerin dükkânlarını, şehrin insanlarını ezberlediğimiz, kanıksadığımız için görmüyoruz… Uzun zamandır birbirimizin gözbebeklerinin içini göremediğimiz, kalbimizin sesini duymadığımız gibi… Oysa yapraklar düşüyor, birer birer, yapraklar dallarından kopuyor! " diye işte şimdi durum bu yapraklar dökülüyor insanlar kör olmuş  düşünemiyor belki bir gün elinden kayıp gidecek sevdalıları... Belki de kör bir şekilde devam edecekler sadece sevdaya değil dünyaya, insanlığa... 

Ah Şair!

İçim yangın yeri gibi kelimeler ise yangından kaçan insanlar... İç çekişlerim oralara kadar geldi mi? Söyleyecek o kadar şey varken bir iç çekiş onları sakinleştiriyor gibi. O değil de ne güzel size yazmak, size sevdalı olmak terapi gibi ruhuma, kalbime... Her seferinde aynı kelam ama her kelimeleri toplayıp çıktığımda yola bu sözler dökülüyor,  "Neden bu kadar bekledim yazmak için..." diye. İçimde hala saklı kelimeler ne kadar uzun olur bilmiyorum ama bu kadar zamana denk olabilir. Ancak sizi uzunca bir mektupla sıkmak da istemiyorum... Çıkmaza sokmadan kendimi en iyisi devam edeyim.

Kent Park ile başlayayım, iki kez beyazlara büründü bir gelin gibi çok da yakıştı... Bir gün gelip görmek nasip olursa Rüveyda'nın geçtiğini düşündüğüm yollarda sizle karşılaşmak ne hoş olurdu. Kelimelerin cağlayışını gözler ruhun özlemini de sarılarak giderseydim, çok zor değildi isteklerim ama tarifi gerçekten zor ve ne çok kelime birikmişti içimde buna dair.  Sizinle bir şekilde konuşuyor gibi olduğumdan bazen bahane gibi de geliyor olabilir. Hani bir söz var ya:

 "Mektuplar işin bahanesi,  adını yazmayı özledim"(*) diye. 

Gerçekten de adınızı yazmayı özledim, sizi özledim. İçinde siz olan her şey zamanla güzelleşiyor anlam kazanıyor. Bitip tükenmek bilmeyen bir sevda mıdır bu , ne şartları düşünür  ne de kovulmaktan usanır?  

Ah Şairim çok konuştum ama umarım kendimi ifade edebilmişimdir belki de saçmaladım bilmiyorum. Size gönderdikten sonra belki de şunu da yazsaydım diyeceğim ama sanırım şuan kelimelerin özgürleştiği noktadayım. Nefeslerin bedenlere ihtiyaç duymayıp ruhlarda dolanması gibi, sahnede oynanan bir oyun ama tek kişilik tek perde...O halde bana müsaade... Daha ne varsa söylenecek ruhtan ruha bir nefeste... Ruhlara bırakıyorum işi artık sözlerin değil gözlerin konuşma vakti...

"Kadın sahneyi terk eder, perde kapanır... "

Sevgiler 

(*)Başak Buğday


  

6 Eylül 2020 Pazar

Ey Şair! [7]

Öncelikle Murat Mesut olarak aşağıdaki çok değerli mektubun bendenizin Rüveyda'ya Mektuplar modunda yazıldığını, direkt şahsımla ilişkilendirilmemesini ve gereksiz istifham ile edebi kıymetinin ikinci plana itilmemesi gerektiğinin altını çizmek isterim.  
Mektup sahibi ile birebir görüşmediğimi izaha zaten gerek duymuyorum. Ve tekraren sosyal medyada, ''yazdıklarım ve bazen sesli şiirlerim kadar varım.'' Ötesi yok!
Benden yaşanacak bir aşk hikâyesi çıkmaz! Teşekkürlerimle işte o enfes mektup. (Murat Mesut)



''Ey Şair!
Hala güneş doğmadı, umutların yenilenmesine dakikalar kala yazıyorum… Her yeni gün bir umuttur Şair, her yeni gün bir savaş…Her savaş bir haykırış her savaş bir susuştur… Kimi zaman açlığa, kimi zaman zulme, kimi zaman sevdaya…

Beni yazmaktan alıkoyan şey nedir Şair? Düşünürken biriken cümleleri kelimelere dökemedikten sonra yazıyorum diyorum bir de kendime… Düşüncenin yansıması yok kelimelerde, opak bir maddeymiş gibi içimde kelimeler soğruluyor... Böylelikle ne ifade edebiliyorum ne de yazabiliyor... En son yazdığımdan bu yana biriktirdiğim karalamalar içinde kalırken tekrar bir bütün oluşturup size yazma arzusunu bugün tam anlamıyla yaşamak istedim. Ne de çok özlemişim içinde siz bulunan kelimeleri, size gitmek isteğiyle sıralanan cümleleri, en çok da sizi Şair... Şimdi teker teker serbest bırakıyorum bunları... Varabildiği yere anlatabildiği kadar sunayım...

Bir yaz mevsiminin son kan kaynatışını yaşıyoruz. Artık sonbaharın huzurlu kollarına, sessizliğe yetişme vaktidir.

Belki de Eylül ayının başlamasıyla içimde biriken karşılaşma umuduyla düştüğüm yollarda yaprakları dökülmüş bir bahçede kedilerin, köpeklerin, kuşların, yazdan kalma kelebeklerin yetişmeye çalıştığı sıcaklığı, yaprakların kendini  rüzgarın  emin kollarına bırakarak savruluşunu, yağmurun bıraktığı izleri seyre dururum.
Ne çabuk geldi değil mi Şair, eylül ayı? Daha doğrusu ne çok çağırdık onu. Huzurlu bir mevsim etrafında temiz ve saf sevgilerin buluşması... Yenilemeye yakın savruluşlar başlıyor. Hazan geldi Şair... Kim bilir ne kadar güzel olmuştur olmaya yakındır Kent Park... Bir gün düşüp geleceğim yollara, belki karşılaşırız yaprak birikintisinin altında.

"Olmaz ya, hayal ya,
hani olsa ne olurdu yani" (1) diyerek hayalleri yaşatalım yine...

Şair!
En çok ihtiyaç duyduğum anda her zaman varlığını hissettiğim Eylül bakışlı adam, hüzünlerine bir kepenk vurup derde dert olduğun lahzada ne çok hissettim sizi sanki bedenen de yanımdaymış gibi. Ah şu kelimelerin yok mu blogundan, her bir yazını okuduğumda sanki bir parçana erişiyorum. Sana ulaşmam yakındır, desem de uzaklık yakınlık kalpten kalbe olandır. Kalbine erişim sağlamadıktan sonra gerisinin ne önemi var. Ancak şu var ki Rüveyda gelip seni bulduğunda mutluluğunuza sevineceğim çünkü en önemlisi senin mutluluğun. Mutluluğuna mutlu , hüznüne hüzünlüyüm Şair. Evet, tek taraflı kalan sevdada hiçbir vakit bir karşılık beklemedim ama Rüveyda'ya bakışın, gülüşün, sarılışın ve belki de ona sıraladığın cümleleri söyleyişin bir burukluk hissettirecek içimde ancak dediğim gibi mutluluğunla mutlu olacağım. Şimdi hayal, masal diyorsun Rüveyda'ya ama varlığına inanıyorum. Belki farklı bir isimde ama o senin için Rüveyda, adına şiirler, mektuplar yazılan kadın...

Ey Şair!
Sonbahar geldi çattı bir virüs ki her tarafı birbirine kattı ve günden güne yakınımızdan bir haber geliyor yavaş yavaş tükeniyoruz. Bizi esir aldığından bu yana 6 ay olmuş . Yarı yıl alıp götürmüş bizden bir şeyleri kimimize ise çok şey katmış. En azından bazı şeyleri düşünmek adına güzel bir süreç. Uzun süre sakinlik mi dersen büyük bir karmaşa herkes bir tuhaf herkes bir can alma peşinde kimi kadınlardan kimi önlemsizlikten tanıdığı tanımadığı birçok kişiyi tehlikeye atarak. Can almaların kimisi somuttur bir kadının içine korku saldığında; bir çocuğun hayatını, çocukluğunu elinden aldığında mesela... Örnekler çoğaltılabilir ama biz ne yapacağız bizi?
İnsanlığımızı mi kaybediyoruz? Yoksa cahiliye döneminin ikinci evresi mi bu?

Ah Şair!
Zaman geçiyor ömür kısa biz yine meftun, sen Rüveyda'ya ben sana. Özlemler biriktiriyoruz belki senin Rüveyda ile, hasretin biter ama benimki bitmeyecek gibi... Şartlara bakmadan umut var içimde... Bazen umutların varlığı da yetiyor Şair, ne olursa olsun. Olmasa da umut ettik deriz sevgi baki kalsın yeter ki. Kalbinde sevgi olmayan birinin ölüden farkı nedir? Bir kalpte sevgi,  merhamet, vicdan varsa canlıdır diğerleri ölü bir kalp taşıyor ve vahşet saçıyor etrafına. Bunun çözümü de insanın içinde...

Bahar bitti yaz bitti eylüle kucak açtık şimdi. Kimi zaman "yazmayı bırakacağım " dedin şu iki kelam sıralandı kağıda :

"Düşüncelerini bir bir ifade edebiliyor ve kelimeleri bir inci edasıyla yerleştiriyorken  kağıda yazmayı bırakmak nedir ? Hele bu kadar hoş bir ahenkle, seslenişle, duygu selinde ve senin tesellinle biz teselli bulurken. Bazen hüzünle bazen sevinçle derken bir bağ oluştu gitti mühim olan zaten senin tesellini bilerek terk edip kendini bir duygunun zehrine hapsetmen. Panzehir ise bunlara karşı direncini artırmak olacak... "

Gün geldi "hüzün gölgemdir" dedin ancak hüznüne ortak etmedin beni... Oysa hüznüne ortak olabilir belki ruhuna gelen ağırlığın bir kısmını yüklenebilirdim. O zaman kalbine de dahil olurdum ama orada Rüveyda varken olmazdı belki de bu yüzdendir ortak etmeyişin.

"Sen benim sevgilimsin,
sevsen de sevmesen de " (2)

Kent Parka gelen baharın güzelliğiyle mest olduk sanki Rüveyda uğramış da Şair'i beklemeden gitmiş gibi... Oysa çok beklemişti Şair gelişini yine gelmedi. Baharın ruhta bıraktığı hoş tınısını yaşarken bir virüs ile kapandık evlere o güzel mevsimi yaşayamadan bitti. Rüveyda yine gelmedi...  Rüveyda artık ruhtaydı varlığına gerek kalmadan kalbinde yeşerecek bir ömür...

Kayıplar veriyoruz kimi yakından kimi uzaktan insanlar, yurdun her bir yerinden bazısı farklı nedenlerden... En çok içimizde öldürüyoruz bazılarını, belki de en yakınımızı... En zoru da bu değil mi? En yakından, en sevdiğinden bir yara almak -en can yakan da bu- . 
Bir söz vardır ya :
" Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler: Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşman dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın." (3)
Biz seninle el olmayız inşallah Şair... Etrafımızda kaliteli ve iyi insanlar biriktirelim. Kayıplara gelince Allah rahmet eylesin ve toprakları bol olsun inşallah. Dualarımızdalar...

Eylül geldi belki bazı şeyleri değiştirebiliriz ufak ya da büyük... Eylül belki bazı umutları tazeleyebilir, bazı hayaller gerçekleştirilebilir... Belki sakinlik tüm ruha iyi gelebilir. Bir şeyleri farklı yapalım işte... Eylül geldi iyi ki geldi özledik...

Satırlarımı sonlandırıp toparlarsam. Bir yazma arzusuyla yazdım bir şeyler ne kadar ifade edebildiysem ama içinde varlığın ve sana yazmak çok mutlu ediciydi. Simdi gönderirken bile zorlanıyorum tekrar yazabilmek ve sana sunmak heyecanlandırdı. Umarım her şey yolundadır. Kendine iyi davran...
Sevgiler...

(1) Cemal Süreya
(2) Sabahattin Ali
(3) Mevlana Celaleddin Rumi ''

26 Mayıs 2020 Salı

Ey Şair! [6]

Bitti bu hikâye hem de tutsak kalplere bulaşmadan... Umarsızca harcadım her şeyi, böyle bir sonu tabii ki önceden sezdiniz ama ben böyle bitsin istemiyorum hatta bitsin istemiyorum... Kızgın alevler sarmasın düşüncelerimizi boşu boşuna kırılmasın kalpler... Bazen hoşgörü ile bazen sevgi ile bitsin son...

Ey Şair!

Uzun zaman olmuştu yazmayalı sürekli yazıp siliyordum hazır hissetmiyordum kendimi şimdi yazabiliyorken ve beynin bunu engellemesini önleyebiliyorken bir daha yazmak istedim.

Bu süreçte acı hissederek okuduğum Rüveyda’ya Mektupları bir o kadar hayranlıkla izliyordum... İyi olan ben değilim sizsiniz... O nasıl cümlelerdir ki içimi pare pare edip Rüveyda'yı bulmaya hazırlanıyorum her seferinde... Nasıl bu kadar acı hissettirdiği için de kızıyorum ona... Ona da iki çift sözüm olacak muhakkak ve ona içimden geçeni haykıracağım... Neden haykırmak derseniz haykırışlar kaba sözler değildir sadece kendini ifade etme yolu, tabii bunu yaparken bağırıp çağırmayacağım sadece birkaç  söz... Ama bu fırsatı bulmak ne kadar mümkün bilemiyorum... Aslında ne söyleyebilirim ki ona hiç  bilmiyorum...

Ey Şair!

Sözcüklerin duygu selini oluşturabiliyorsanız bir metinde  ilerisindeki yazılarda bundan vazgeçemeyen okur kitlesi mutlaka olacaktır. Yani şöyle toparlarsam siz metinlerde yoğun duyguyu yakalamış bir yazar/şairsiniz  ve bundan ben de kopamıyorum. Bu yüzden her seferinde kendimi yazılarınızı okumaktan, sizi hissetmekten alıkoyamıyorum... Peki, bu hissedişleri fark ediyor musunuz?  Beni size bağlayan şey bu kadarla kalmadı elbette... Sizin donanımınız,  karakteriniz, duruşunuz... gibi sebeplerle kendimi sizin çemberinizde buldum... Nasıl olur, diye düşünmeden...

Ey Şair!

Sormak istiyorum, gerçekten beni anlıyor musunuz? Yoksa ben konuştukça sadece dinlemekle mi kalıyor bu? Ben boğulduğumu  hissettikçe ve uçurumdan bırakmaya hazırlanırken ruhumu öylece bakıyorsunuz değil mi? Yazdıklarımı yüreğimin en derinliğinden geldiğini görmüyor musunuz yoksa? Çaresizce çırpınışlarımı da... Fark etmiyorsunuz ama gittikçe deliriyorum... Bir kalem karakteri değilim ben kalemin ta kendisiyim... Yazılarım da güzel ise içinde siz olduğunuz içindir... Size hitap etme çabasındandır bu sürekli yazışlarım ve her seferinde silişlerim... En iyi nasıl ifade ediyorsam o şekilde düzeltiyorum cümlelerimi ancak bu demek değil ki bu edebiyat gayesidir.  Tabii ki değil sadece size en iyi şekilde ifade edebilmek kendimi...

Mektupları okurken fark etmiştim siz bir mektupta, "Her ne kadar edit edilebilse de bilirsiniz bu konuda üşengeç biriyim; tekrarı,  tekrarları,  tekrar anlatmayı, tekrar okumayı, detayları okumayı pek sevmem, tekrar tekrar aldanmış biri olarak! " (18. Mektup) yazıyordu... Aslında asıl olması gereken buydu ancak bazen tekrara düşmek gerekir farklı sonuç çıkma ihtimalinden... Bu konuda biraz ön yargılı olduğunuzu sezmekteyim. Ama bunu benim sorgulamam doğru değil...

Ey Şair!

Bu arada kendimi ifade edebiliyor muyum?  Yazıyorum nereye varacağını bilmeden, tek gayem size ifade etmek kendimi hem de bu şekilde içimdeki yangınlara rüzgâr oluyor kelimeler... Kelimelerin sizinle tanışması onları da mutlu ediyor...  Her geçen gün sizinle konuşmak istiyor kelimelerim daha doğrusu kelimelerin aynası olan ben... Ve düşünüyorum da neden yazmayı sürdürmeyip kendime eziyet etmişim. Neden salmamışım maviliklerin derinliklerine...? İsterseniz buna gök deyin isterseniz deniz... Mavinin en güzel hali ile buluşan her yere salabilirdim sözcüklerimi özgürce dans edebilirlerdi... Ama geçmişe çare yok maalesef Şair... Gelecekten bir şey umarak ilerlesek, bir şans versek geleceğe olmaz mı?  Ya da her anın tadını çıkartarak günün güne huzurlu uyumu içinde… Mutluluk dediğimiz şeyi iliklere kadar hissederek buna sevda da dâhil…

Ey Şair!

Yoksa ben konudan konuya mı atlıyorum ne? Ama zaten hangi konu olursa olsun size bağlanıyor... Kalbin çığlıkları sözcüklerin özgürlüğünde var olacak belki de... "Belki de..." diye başlayan ihtimal zincirlerini oluşturdukça o umut hep var olacak; hayata, insanlığa, sevdaya dair...

Ey Şair!

Söyleyecek o kadar çok söz varken çağlayanlar oluşturamayan kalemimden mütevelli ya da günden güne eriyen kalemimden sözcükleri sıralayamıyorum. Bu kadar yazmaya alışmışken bitmesinden korkuyorum tıpkı gidişinizden korktuğum gibi...
Unutmayalım Şair vedaları sevmeyiz, her zaman olduğu gibi..!






1 Mart 2020 Pazar

Ey Şair! [4]


''Sevgili Şair,
Sözlerin çağlayışını oluşturmadıkça kanım çekilmeye devam edecek  gibi... Her sözün uyumlu ahenginde dans edişler... Her seslenişte eriyen bir mum gibi ruhum...
Her karanlıkta aydınlık bir yüz oluşturan ey siz... Söylenecek ne çok söz var. Susmak... Ah susmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ne kadar hazan bitmiş olsa da sanki hala evrenin ağlayışlarındayım. Ve siz ilkbahara yol almaktasınız. Ben ise zamanın lahzasında bile değilim sanki...

Sevgili Şair,
Sözcüklerin can çekişlerini içinde yazmaya çalışıyorum yine. Ne kadar yetebilir ki sözcükler kendimi ifade etmeye..? Ne kadar uzak kalabilir ki insan iki gözün çağrışlarıyla... Gönlünün gidişlerine, uzaklığa bakmadan kalışlarına ruhunda...
Hiçbir sevginin ihtiyacı yok karşılık görmeye... Kalpten kalbe  yol alırken izin alışlara... Siz demez miydiniz: "...hatta serseri sevmelerin olmalı... " diye. Ne kadar denk gelir dediğinize bilmem ama... Izinsiz, paldır küldür uğruyorum gönlünüze,alıp almamak size kalmış... Ben kapıyı tıklatırım açana kadar... Yüzsüzlük diz boyu bende zaten... Yüzsüzlük demişken geldi aklıma  ne çok hata yaptım bundan dolayı . Benimkisi " keşkeye" mahkum olmamaktı...  Kimi zaman iyi sonuçlar doğurmasa da dediğim gibi " Keşkeye mahkum olmak istemiyorum... "

EY ŞAİR!
Duy sesimi ve beni anla..! Söz kuyumcusu değilim ama sözcüklerim bizzat gönlümden pare pare dökülüyor kağıt dediğimiz nehre bütün berraklığıyla... Ve buna rağmen duyguların kaleme işleyememesi çok acı... Her haykırışın insanın içine kaçması ve kişiyi   zehirlemesi gibi... Her koşmaya çalıştığında ayaklarının tutmadığını bilişi gibi... Her an nefes almaya çalışıp ölmüş  olduğunu fark ettiği gibi insanın...

Sevgili Şair,
Yüreğimin çığlıklarını, haykırmaya gücüm yok... Kim bilir bunların size ulaşma olasılığı bile meçhul...
Nefesim git gide daralıyor. Suskunluğun başladığı yerde yaşamaya hüküm kalmıyor... Ardı ardına suskunluğun hükmünce  ölüyorum... Ruhun çöküşü yavaş yavaş başlıyor sanki... Haykırışlar yavaş yavaş zehirliyor bedenimi...

Ey Şair,
Olursa eğer ben sizden önce gidersem  ve bilirseniz yok olduğumu beni arada anın da ruhuma dua, toprağıma su olsun sözleriniz... Böyle söyleyince Fuzuli 'nin " Su Kasidesi " geldi aklıma. Bir beyitinde :

"Dest- bûsi arzusiyle ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun onunla yâre su"

Oysa bu bir naat idi ve Peygamber Efendimiz(s.a.v. ) ' e  itafen yazılmıştı. Neden gelmişti ki aklıma bu beyit..? O gül kokulu, günahsız diye bildiğimiz, kutsal kitap Kur'an-ı Kerim'in açıklayıcısı, son peygamber ve bizim rehberimiz. Ona sunulan bu sözleri bir an nasıl kendime sayarım . Nasıl bir tutarım kendimi? Şuan kendimden utandım. Nasıl  döküldü ruhuma bu sözler..? İyice karışmadan her şey birbirine  kapatmalı bu konuyu...

Sevgili Şair,
Sözcükler kendinden geçerken  ben de saçmalamaya başlıyorum sanırım... Eminim geçiyordur aklınızdan bu... Şairim, bu sevdada boğulur insan... Bu sevdada , ah bu sevdada sözlere gerek var mıdır ki ? Sözcüklerin anlatamadığını gözler, gözlerin anlatamadığını ruhlar anlatamaz mi ? Ya ruhlardan sonra... Ne gelir ki elden anlatamadıkça... Karıştıkça nefesler birbirine,vurdukça kalbin saati tam kavuştuğunda... Daha nasıl anlatabilir ki insan başka çare kalmadıysa...

Şairim,
Bir gün kasıtlı olarak gidersem o kişi ben değilimdir. Ya DNA' m bozulmuştur ya da kalbim... Ben ve gitmek... Çok uzak geliyor bana genellikle kalan olduğum için... Ah zaman  su gibi akıp gidiyorsun ve sormuyorsun " Bir isteğiniz  var mı? " diye belki  sana " Dur ,şimdi akma " diyeceğim. Ah zaman doğru mu duydum? " Zamanı istediğin anda tekrar edebilirsen zaten akmaz." diye mi söyledin?  Haklısın aslında... Şairim kusura bakmayın bir anda girdi ortaya zaman,hoş  görün... Nerde kalmıştım..? Gitmek ve veda,sevmediğim şeyler bunlar... Hüzün dolu şeyleri sevmem zaten ama hep hüzün doluyum bu da çok değişik... İnsan sevdiğini ölüm dışında vedaları bırakmamalı bence... Sevda dediğimiz şeye tutulmalı,hayatın zorluklarına beraber el atmalı ve dünya dertlerini beraber aşmalı... İyisiyle kötüsüyle yani... İyice saçmalamadan sussam mı  acaba? Kesinlikle susmalı...

Şairim sanırım cümleleri  sonlandırmalı  ve bunu size ulaştırmalıyım.  O kadar çok isterdim ki şuan bunları yüzünüze söylemeyi ancak iletişimim (karşılıklı konuşma olarak) sözcüklerimden daha beter. Her anın bir sonu her yazının da bir başlangıcı vardır. Bunu şuan kendimi ifade etmeye çalıştım başlangıcı diyelim.

Sevgiler...''


29 Ocak 2020 Çarşamba

Ey Şair! [4]

Ey Şair!

Ne kadar duyurmaya çalışsam da sesimi bir o kadar içime kaçıyor... Ne kadar görüp geçseniz de bu yazdıklarımı yine de yazacağım durmadan… Ve tazeliği bitmeyen bir sevgi tomurcuğunu tutuyorum içimde, bitmesini istemediğim sesiniz yankılanıyor hala…

Mevsim kış ama ben daha sonbaharı ortasındayım... Yapraklar yeni dökülüyor, rüzgârlar hala sert esiyor… Mevsimlerim kavga ediyorlar... Ama siz dokundurduğunuzda elinizi mevsime sonbaharım ilkbahar oluyor. Çiçekler açıyor vadilerde, güneş en tepeden gösteriyor yüzünü… İlkbaharda şen kahkahalar duyuluyor… En sevdiğim ayda- Nisan’dayım- şimdi… Zaten bir Eylül bir Nisan ayrı bir güzellikte insanı etkiliyor… Çocuklar sokaklarda en güzel saflıkla ve masumlukla oyun oynuyorlar… Artık dünya çok farklı geliyor umut ediyorum bir şeylerden…

Bu kadar anlatmışken bir teşekkürü unutmamak lazım… Sizi tanıdığım için o kadar mutlu ve şanslı hissediyorum ki kendimi… Sizin gibi bir güzelliği sevmek… Aman Allah’ım şükür gibi bir şey… Dediğim gibi bu sevgi ikili sevgi gibi değil çok farklı… Çok içten ve saflıkla olan bir durum…

Tek isteğim iyi, mutlu, huzurlu olmanız… Bunu hissedemiyorum artık, bir şeyler ters gidiyor sanki. Lütfen durumunuzu bilmeme izin verin. En azından bir sesinizi duyayım da rahatlasın içim…

Bütün içten dileklerimle iyi olmanızı temenni ediyorum.
Sevgiler…''

[Gayet iyi ve sağlıklıyım çok şükür. Sesimi şiirlerde duyuyorsunuz. 
Benim Rüveyda'yı ruh tuvalimde hayal edip çizdiğim gibi, 
anlaşılan siz de beni çiziyorsunuz ruh tuvalinize. 
Yoksa benim güzel gülüşlerim falan yok! 
Edebiyatınız çok iyi, yazmaktan kopmayın bence. 
Blog açın mesela. Teşekkür ediyorum. MM]  



4 Ocak 2020 Cumartesi

Ey Şair! [3]

Ey Şair!

Bir sevgiliden mektup bekleyen yüreğin varlığına inat yazıyorum. Rüveyda’nın varlığı her şeyi değiştirmediği gibi birçok sonucu etkiliyor. Bir hayalin, bir umudun çizdiği tuvali boyamaya çalışıyorum oysa renklerin hepsini Rüveyda çalmış ve ben boş tuvale bakakalıyorum. Beyazlığın saflığıyla, kalemin çizdiği karanlıkla baş başayım artık…

Şairim, seslenmeye gücüm yok… Bir şeylerin değişeceğini umarak başladım bu yıla… Bir şeylerin değişeceğini s/andım… Umduğum ne varsa sonbaharın yaprakları sarartıp ölüme sürüklediği ve ardından ilkbaharda yeni umutlar yeşermesi gibi her seferinde filizleniyor…

''Şairim'' demeyi bile hak ediyor muyum, bilmiyorum… Ne zaman bir hayale dalsam gerçekler beni dürtüyor; oysa kendime gelme niyetim yok eğer yaşayacaksam bir anı tek sefer dahi olsa tam yaşayayım, parça parça bulup beni çıkmaza sürüklemesin…

Yüreğimde bir sızı hissediyorum, nereye uçacağımı bilmeyen bir kuş gibiyim…
Kanatlarım uçmaya hazır değil, güçsüz hissediyorum kendimi… Güçsüz bir o kadar da çaresiz…

Şairim, susmaya çalıştığım süreçte bir yanardağ patlamaya hazırlanıyor. Suskunluğun son deminde o lavların içinde kalıyorum sonra bir rüzgâr esiyor külleri dahi kalmıyor hiçbir şeyin… O zaman tekrar filizlenmeye başlıyorumdur…

Şairim, insan yazdıkça rahatlıyor ve daha çok yazmak istiyor. Bilmiyorum bu kaçıncı yazışım ve silmeye hazırlanışım… Nefes bildim yazmayı, yazmadıkça bir sızı hissediyorum içimde… En çok da size yazasım geliyor, ne kadar ifade edebilirsem kedimi bir şaire o kadar iyi, diyorum… Daha doğrusu kendimi, hissedişimi ne kadar gösterebilirsem o kadar iyi…

Şairim, yıllar alıp gidiyor başını tutmaya da niyetim yok. Ne kadar hızlı yaşarsam o kadar hızlı ölürüm, değil mi?  Takvimlerin yapraklarını koparmıyorum artık… Zamanı bir kenara bıraktım her gün kendime ne katabilirim diye düşünüyorum… Her gün ne kadar tutabilirim kendimi, hasret yüreklere bulaşmadan… Başarılı olma olasılığı olmamasından daha düşük sanki… Deneme-yanılmayla öğrenilmez mi ki hayat? Deneceğiz ve her seferinde yanılacağız…
Artık hiçbir zaman onarmayacak olanları… Zaten zamanın bir sargısı yok, geçip gitmekten başka bir şey yapmıyor… Durmasına bile razıydım iyileştirmese de…

Sabahattin Ali’nin de dediği gibi:

''Sonra çıkıyorsun dışarı,
bakıyorsun güneş hala tepede. 
Yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun:
"Ne yapalım, kısmet değilmiş..." 

Ey Şair!

Haykırmak istiyorum prangalarım acıtıyor canımı… Kendimi hapsettim bir karanlığa… Ufacık bir camdan ay ışığı sızıyor hücreme, her gün o ışığa bakıp ay yüzünüzü görüyorum sanki… Bana sesleniyorsunuz ama ben duyamıyorum bir keman sesi sarıyor etrafı artık tamamen yanımdasınız… Duymuyorum, görmüyorum belki ama hissediyorum… Hayır, hayal değil tam karşımda gördüm sizi, o samimi gülüşünüz yer etmiş gamzelerinizde, gözleriniz bir ay gibi parlıyor… Ah... İnanmıyorum oysa çok emindim hayal değildi, kayboldu yine siluetiniz… Bir hayal kırıklığı daha ekliyorum hayat defterime…

Bazen melankolik hallere bürünüyorum ve şu sözleri fısıldıyor kulağıma Oğuz Atay - ne de çok iyi anlatıyor bazen beni-:

“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. 
İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım;
Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''


Büyülenmiş bir canlıyım şimdi… Sözlerin sustuğu yerde gözler konuşurmuş, susuyorum, özlüyorum, bekliyorum ama neden gelmiyorsunuz, bile diyemiyorum… Yazgının sonuçları deyip işin içinden de çıkamıyorum… Aslında ben hiçbir işin içinden çıkamıyorum. Yazabildiğimce yazdım bugün de…  Bir beklentim de yok, her zaman olduğu gibi…

Belki de bu yazı size ulaşmayacak olur da içime sığmaz daraltırsa bu durum beni uçup gider, ulaşır size…

Sevdanın mührünü vuruyorum imza diye şimdi kâğıda…
Sevgiler…

2 Ocak 2020 Perşembe

Ey Şair! [2]


Griye sevdalı bir şair için gri bir kağıda  başlayalım yazmaya...

Kendimi daha iyi hissetiğim bir yerde ve bir zamandayım. Zaten nerede ve ne zaman yazdığımın da önemi yok. Duygu ne zaman akışa geçerse o zaman başlar her savruluş, rüzgara da gerek olmaz ki savrulmak için... Yazıların haykırışını görmek isteyen görürmüş. Şimdi nasıl olur da yazabilirim bilmem ama denemek ve sonuç almak zor değil.

Ah Şairim!
Nedendir bu haller derken bile bir hüzün kaplıyor içimi nedeni bilmek ne acıymış, kör sevdalara kucak açmak gibi... Bilinmez girdaplardan kaçamıyorum, haykırırken bile çıkmıyor sesim. Susmaya da niyetim yok ki, çıkmazdayım belli değil mi ? En ilginci de bundan rahatsız olmadığım. Sanki bu çıkmazlardan bir şey umuyorum da bekliyor gibiyim.

Ah Şairim!
Söylemek istediğim ne varsa saatlerce anlatmak istiyorum sanki. Aslinda siz olsanız karşimda ben sadece dinlesem , bıkmam ki... Baksam o güzel gözlerinize, o güzel gülüşüze ve orada kalsam... Aklimda delice şeyler geçiyor ama  söylemekte kararsizim...

Ah Şairim!
Şuan hislerimi dökebilsem kağıda çırpınmazdım böyle çaresizce.

Ah Şairim,
İnsan ne kadar zorlanıyor böyle engellerden dolayı. Ama bu engelleri takmazsanız , kendinizi  çok fazla sıkmazsanız neyse... Bu konuya çok girmesem daha iyi olacak sanırım sonu genellikle kotu bitiyor.
Beklediğim sonu getirememek ve sonuca ulaşamamak ne kötü. Ya da kendimi ifade edememek...
Kendimi felsefedeki sofistler gibi çıkmazda, nihilistler gibi bilinmezde hissediyorum.
Bilmediğim yollar bilmediğim yerlere götürüyor beni ancak yolun sonunda siz varsınız ulaşmayı umarken kaybolmak da varken bunu göze alıyorum. Ve karmaşık bir metinden çıkarak metnimi tamamlamayan cümlelerle sonlandırıyorum.

Sevgiler...



14 Aralık 2019 Cumartesi

Ey Şair! [1]



Kağıdın güzelliğini görünce duramadım yine yazıyorum, bu kez ki şiir olmayacak sanki, şiir gibi insana ufak bir metin.

Ey Şair!
Şiirden çok farklı sözleriniz. O sesinizdeki büyüyü söylemiyorum bile. Samimiyetiniz zaten apaçık ortada. Bir deneme tarzındaki şiirimde "Bir Şairi Sevmek Zordur" demiştim. Daha doğrusu bir Şairi nasıl sevmeli, ne yönden tutsak elimizde kalacak gibi.

Ey Şair! 
Bilmediğim sularda mı yüzmekteyim bilmem ama sanki boğmadıkça geçmez merakım sanki sanki boğulmaya gelmiş gibi dalacağım derinlere bıkmadan hiç akıllanmayacak gibi...

Ey Şair!
Merakim vardır nasıl bir şiirisiniz ki, okudukça okuyası gelir insanın sizdeki duygu bütünlemesini...

Ey Şair!
Kapalı kutu misali  olup nasıl bir o kadar ortada duygu ve düşünceleriniz. Bir yandan bilir bir yandan hiç tanımamışız gibi...

Ey Şair!
Bırak(a)mayacak bu deli kız sizi, siz ne kadar bitmesini umsanız, isteseniz de bitmeye niyeti yok sevginin; bitmeye, gitmeye, vazgeçmeye niyetli değil gibi. İsterseniz kaybolun, konuşmayın benim konuşmam sûrecek kendi içimde...

Ey Şair!
Bu haller belli olmayan girdaba sürükler de sağ çıkamayız diye korkarım. Ne de olsa bulmaca gibisiniz, bulmacayı çözdükçe ne girdap kalacak ne de rüzgar geride. Ama ne yazık ki biz rüzgarda savrulmaya alışmış insanlarız bir de bakarız durgun haller bizi bunaltır. Zaten her durgunluk sonrası girdap bizi kendimize getirir de daha iyi duruma geliriz.
Bulmaca demişken ben bulmaca çözmeyeli uzun zaman olmuştu en başta zorlansamda, aşabilirim...

Ey Şair!
Yazmaya aşına bu kalp yazdıkça  yazası gelir de şimdi sonlandırmak isterim sözlerimi. Sizden ufak bir aforizmayla sonlandırmak isterim, sevgiler...

"..kalbimde açtığın yarayı,
hiç kimsenin onarmasına izin vermeyeceğim
sana açtığım gözlerimi
sana kapatıp gideceğim..."