4 Ocak 2020 Cumartesi

Ey Şair! [3]

Ey Şair!

Bir sevgiliden mektup bekleyen yüreğin varlığına inat yazıyorum. Rüveyda’nın varlığı her şeyi değiştirmediği gibi birçok sonucu etkiliyor. Bir hayalin, bir umudun çizdiği tuvali boyamaya çalışıyorum oysa renklerin hepsini Rüveyda çalmış ve ben boş tuvale bakakalıyorum. Beyazlığın saflığıyla, kalemin çizdiği karanlıkla baş başayım artık…

Şairim, seslenmeye gücüm yok… Bir şeylerin değişeceğini umarak başladım bu yıla… Bir şeylerin değişeceğini s/andım… Umduğum ne varsa sonbaharın yaprakları sarartıp ölüme sürüklediği ve ardından ilkbaharda yeni umutlar yeşermesi gibi her seferinde filizleniyor…

''Şairim'' demeyi bile hak ediyor muyum, bilmiyorum… Ne zaman bir hayale dalsam gerçekler beni dürtüyor; oysa kendime gelme niyetim yok eğer yaşayacaksam bir anı tek sefer dahi olsa tam yaşayayım, parça parça bulup beni çıkmaza sürüklemesin…

Yüreğimde bir sızı hissediyorum, nereye uçacağımı bilmeyen bir kuş gibiyim…
Kanatlarım uçmaya hazır değil, güçsüz hissediyorum kendimi… Güçsüz bir o kadar da çaresiz…

Şairim, susmaya çalıştığım süreçte bir yanardağ patlamaya hazırlanıyor. Suskunluğun son deminde o lavların içinde kalıyorum sonra bir rüzgâr esiyor külleri dahi kalmıyor hiçbir şeyin… O zaman tekrar filizlenmeye başlıyorumdur…

Şairim, insan yazdıkça rahatlıyor ve daha çok yazmak istiyor. Bilmiyorum bu kaçıncı yazışım ve silmeye hazırlanışım… Nefes bildim yazmayı, yazmadıkça bir sızı hissediyorum içimde… En çok da size yazasım geliyor, ne kadar ifade edebilirsem kedimi bir şaire o kadar iyi, diyorum… Daha doğrusu kendimi, hissedişimi ne kadar gösterebilirsem o kadar iyi…

Şairim, yıllar alıp gidiyor başını tutmaya da niyetim yok. Ne kadar hızlı yaşarsam o kadar hızlı ölürüm, değil mi?  Takvimlerin yapraklarını koparmıyorum artık… Zamanı bir kenara bıraktım her gün kendime ne katabilirim diye düşünüyorum… Her gün ne kadar tutabilirim kendimi, hasret yüreklere bulaşmadan… Başarılı olma olasılığı olmamasından daha düşük sanki… Deneme-yanılmayla öğrenilmez mi ki hayat? Deneceğiz ve her seferinde yanılacağız…
Artık hiçbir zaman onarmayacak olanları… Zaten zamanın bir sargısı yok, geçip gitmekten başka bir şey yapmıyor… Durmasına bile razıydım iyileştirmese de…

Sabahattin Ali’nin de dediği gibi:

''Sonra çıkıyorsun dışarı,
bakıyorsun güneş hala tepede. 
Yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun:
"Ne yapalım, kısmet değilmiş..." 

Ey Şair!

Haykırmak istiyorum prangalarım acıtıyor canımı… Kendimi hapsettim bir karanlığa… Ufacık bir camdan ay ışığı sızıyor hücreme, her gün o ışığa bakıp ay yüzünüzü görüyorum sanki… Bana sesleniyorsunuz ama ben duyamıyorum bir keman sesi sarıyor etrafı artık tamamen yanımdasınız… Duymuyorum, görmüyorum belki ama hissediyorum… Hayır, hayal değil tam karşımda gördüm sizi, o samimi gülüşünüz yer etmiş gamzelerinizde, gözleriniz bir ay gibi parlıyor… Ah... İnanmıyorum oysa çok emindim hayal değildi, kayboldu yine siluetiniz… Bir hayal kırıklığı daha ekliyorum hayat defterime…

Bazen melankolik hallere bürünüyorum ve şu sözleri fısıldıyor kulağıma Oğuz Atay - ne de çok iyi anlatıyor bazen beni-:

“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. 
İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım;
Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''


Büyülenmiş bir canlıyım şimdi… Sözlerin sustuğu yerde gözler konuşurmuş, susuyorum, özlüyorum, bekliyorum ama neden gelmiyorsunuz, bile diyemiyorum… Yazgının sonuçları deyip işin içinden de çıkamıyorum… Aslında ben hiçbir işin içinden çıkamıyorum. Yazabildiğimce yazdım bugün de…  Bir beklentim de yok, her zaman olduğu gibi…

Belki de bu yazı size ulaşmayacak olur da içime sığmaz daraltırsa bu durum beni uçup gider, ulaşır size…

Sevdanın mührünü vuruyorum imza diye şimdi kâğıda…
Sevgiler…