30 Kasım 2020 Pazartesi

Rüyalar!



Öteye yolcu ettiklerimiz (ölüler) rüyalarımıza gelirler! 

Keşke uzaklarda yaşadığını bildiğimiz sevdiklerimiz de sık sık gelseler! 

Gerçekten görmüş hissiyle gözyaşlarıyla uyansak ve o rüya tüm günümüze eşlik etse!

Gece yine görmek için gözlerimizi kapatsak!

Ağını derin sulara bırakmış bir balıkçı umudu ile uyusak...

Rastgele, yâr gele!



Kent Park resimleri 9

 








29 Kasım 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (62)




Hiç bir yere sığamıyorum Kalbim!

Yangın yeri göğsüm! Çıldırtan bir sessizlik! 
Çaresi olmayan bir çaresizlik! Dermansız bir dert! 
Buna rağmen, ''Allah bu halin yokluğunu göstermesin diye dua edilen, tarifi yapılamayan, anlatsan anlatılamayan ve anlaşılamayan, hüzün kuyusundaki mahkumiyete razı bir gönlün hikâyesi...

Sen de öyle misin? 
Elin kaleme gidiyor mu? 
Yazıp yazıp siliyor musun? 
Sahi neler yazıyorsun?  

Ne geceler saklıyor bağrında beni, ne gündüzlerin ışığı sensiz karanlıkta kalmış garip gönlüme bir ferahlık saçıyor..!

Hiç bir kelime imdadıma yetişmiyor! Ne okusam, ne yazsam nafile, hep bir acizlik, hep nakıs kalışların uçurumuna yuvarlanış..! Yine de yazmam  gerekiyor, benim terapim, tesellim ve sana dokunma şeklim bu... Seni sevme, saçlarını tarama, yüzünü okşama, seni doyumsuz seyretme şeklim bu! Başka bir yol yok sana! 

Hiç bir şarkı yaralarımı onarmıyor! Ki benim şarkılarım da kelimelerim gibi çok fazla değişmez. Bir kaç şarkı vardır usanmadan nöbetleşe kalbimin kapısında bekleyen, bazen onlara yeni çıkan bir şey eklenir ve halka bir numara daha genişleyerek döner durur. Şarkılar aynı olsa da, bana söyledikleri her defasında bambaşka bir dünyanın ütopyası... Kelimelerim gibi...

Kadınlarsa çok kadınlar! Hepsinin toplamı sen oluyor. Bir tek kadında seni bulamıyorum da aramıyorum da! Çünkü o aranan, beklenen sensin ve bir kitabın sayfaları arasında saklısın. 
Ne Alâeddin'in sihirli lambası seni oradan çıkarabilir, ne de sen kendin çıkıp gelirsin bir öğle sonrası...

Lezzeti alınmış yiyeceklerin, sular bile hararetime çare değil! Ayakta kalma mecburiyetinin malum malzemeleri sadece hepsi...
Tadı çekilmiş hayatın mahzeninde nice zamandır kendi tenhamda mahkumluğumu içiyorum. 

Rüveyda,

Bilmelisin! Yokluğunun müptelası olmuşum, ne kadar yoksan o kadar çok sevdim seni...  
Bilmelisin! Şimdilerde ismine yeni bir anlam daha ekledim: ''yokluğunda daha çok sevilen kadın!'' Sevildikçe sevilen, hayali bir kadın olsa da çok kıskanılan...

Gözyaşlarımdan bir inci tanesini gamzene gömmek nasip olmadı yâr...
Olsaydı göremediğim gözlerin şahit olurdu aşk nasıl filiz verirmiş... 
Ne güzel bir tablo bu, bir an hayal ettim de... Sonra hafakanlar çöktü, dedim: ''Sana her şey yakışır Rüveyda, benden başka her şey! Her renk sende güzel durur. 
Sen her mevsimde açan bir goncasın. 
Her çiçeğin kokusunu göğsünde taşırsın, aylara göre ruhuma akıtırsın.

Şu dünyada nefesimin akordunu bozan kadın sensin Rüveyda, bunu da sakın unutma!

Anlayacağın Kalbim,
Senden kalanları kalan ömrüme dağıttım, geçinip gidiyoruz...

Hüzün kuyusunda bir Murat


28 Kasım 2020 Cumartesi

Hiç şüpheniz olmasın!



''Kul hakkının!''
''Helallik almanın!'' çok çok önemli bilindiği ama idrak edilemediği kadim bir medeniyetin mensuplarıyız!
Alkol alanımız bile, tutamasa da Ramazan ayına saygı için bir ay içmez!
Kutsal kitabımız Kur'an, okurken bile asla belden aşağıda olamaz!
Kıble tarafını tahmin etmeden sahrada hacet gidermez, duşta o yönü hesaba katarız.
Selamün aleyküm dediğimizde, aleyküm selam demeyene kızar, verdiğimiz selamı içimizden tekrar alırız.
O derece hassasiyetlerimiz vardır da..!
Peki her gün trafikte ışık ihlalinden, yol vermedin kavgalarından cinayetlere uzanan haberlerin konusu kimler?
Yolda iki evladı ile giden kadının kızına taciz eden Müslüman değil mi?
Zulmü yüzünden boşanan eski eşini darp ve tehdit ile ikna edemeyince öldüren hangi kadim medeniyetin artığı!


Oysa bizim medeniyetimizin kodları o kadar açık ve net örneklerle dolu ki, ciltlerle kitap, vizyonlarla dizi olur.

Teşekkür etmeyi, ince düşünmeyi, ''hâl'' sormayı, yaptığı işi en iyi ve en güzel şekliyle yapmayı, kulların (hayvanlar, bitkiler, eşyalar da dahil) hakkına riayet etmeyi, zulm etmemeyi, yalan söylememeyi, arkadan çekiştirmemeyi, su-i zan yapmamayı, incitmemeyi, sevmeyi, hürmeti, şefkati biz dinimizin şekillendirdiği bir güzel medeniyetten öğrenmedik mi? 

Cana kıymanın, tüm insanlığı öldürmek gibi günah olduğunu ve haksız yere cana kıyanların sonsuza kadar cehennem hapsinde kalacaklarını bilmemize rağmen bu artan cinayetler de neyin nesi?

Dünya topyekûn akıl tutulması yaşıyordu ve işte korona salgını topyekûn cezayı kesti ama anlayanımız yine nerede? Bu salgın bize ne söylüyor, dünya ahalisi olarak nerede hata yaptık diyor muyuz? Hayır onun yerine 2020'yi suçlu ilan ediyoruz. 

Kaybettiğimiz merhameti, adaleti, şefkati, iyi insan olmayı yeniden hatırlayıp, ''kul hakkının'' Allah'ın rızası demek olduğunu idrak edinceye kadar, salgınların, belaların biri gider, biri gelir, hiç şüpheniz olmasın.






sahipli mezar!


Sonra, anlıyorlardı, 
kendi enkazının altında canlı taklidi yapan sahipli bir mezar olduğumu..! 

27 Kasım 2020 Cuma

Kent Park resimleri 8

 











ölüm!

Bizi ölüm ayırdı Sevgili,
Ben bu satırları yazıyor, sen okuyor olsan da, bizi ölüm ayırdı sevdiğim.
Kalbime başsağlığı dileyebilirsin!



26 Kasım 2020 Perşembe

cümle!


Sonra kelimeler yığınının altında kalakaldım!
Sana olan hasretime bir cümle kurayım derken...


gönül geçer mi?



Bir de "gönlü geçmek" var ki, 
yârdan da serden de geçenlerin ahvaline şerh düşülse, 
Ağrı dağı sallanırdı!




25 Kasım 2020 Çarşamba

şiir


Yalnızlığımın konuştuğu yerdir, şiir...
Şiir soyunmaktır! 
Perdeyi aralamaktır!
Az az sırları dökmektir! 
Bu yüzden nerede soyunduğunuza, 
nerede perdeyi araladığınıza, 
nerede sırlar paylaştığınıza dikkat etmeli..!


Kent Park resimleri 7

 










22 Kasım 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (61)



Rüveyda'm,

Ayrılıkların savurduğu yönlerdeyiz şimdi. 
Kalem seni yazmaya hasret, kâğıt küskün! 
Gecelerle gündüzler yer değiştirmiş! 
İçim uçan turnaları görmek, onların ardı sıra uzak ülkelere gitmek istiyor. 
Sana varamadıktan sonra tüm uzaklara adayım. 
Bırakın gönlümü böyle avutayım.Eski şarkılarımı yanıma alayım. 
Sessiz viranelerde divaneler gibi yanıp ağlayayım! 
Yok, istemem derdime derman! O Leyla, Mevla'ya sebebim olur diye ummaktayım. 

Rüveyda'm,

Artık yılların ay, ayların hafta, haftaların gün gibi olduğu zamanlara eriştik, uzun olan bir tek sensizlik! Ve bu gönül yangınının  tarifi yok! 
Anılarımın her satırı yenilgilerle çizilmiş, arasında gri hüzünlere sarılı hasretler... 
Ya şu evcil ruhuma ne demeli? Bu kadar naif, kırılgan olmasa, bu sensizlik belki de  yıkamazdı beni!

Penceremi en çok geceleri, insanlar sokakları boşalttığı demlerde açıyorum. Ne kadar kaldıysa, dışarıdan temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Aslında senin kokunu aramaklığımın başka bir şekli bu... Hangi şampuanın kokusu o okşanası saçlarında, hangi parfüm teninde taht kurmuş, şuh bir bakışla öpüleceğin anı bekliyor. Kekeme, topal bir direniş, bekleyiş bu... Özleyiş hayal ediş bu... İsteyiş..!

Bugün perdeleri tülleri yıkadım. Seninle astığımızı hayal ettim. Şakalaştık, güldük, sarıldık, ne çok öpüştük. Çalan şarkıları birlikte söyledik. Beni kızdırdın, yuvarlandık, güreştik...Biz...çok sevdik Kalbim...

Akşama ne yiyeceğimizi planladık. ''Bugün dışarıya hiç çıkmayalım!'' dedik. ''bir Julia Roberts-Richard Gere filmi iyi gider'' dedik. Kuruyemişler hazırdı. Her şey hazırdı, gelseydin! 
Sen gelmedin, akşam yemeği buz tuttu. Kuruyemişler öteye beriye savruldu kurudu! Julia, Richard'ın elinden tutup savuştu. Perdeler yarım yamalak hiç yeni yıkanmamış gibi buruştu! Yine o bildik şarkılar, sönmüş mum kokusunda odaya yayılıp tokat gibi ruhumu dövdüler! Onca renkler uçup gitti, gri yeniden hakimiyetini kurdu! Pencereleri boşuna sildik, üstlerinde kan damlacıkları! 
Şiirler her bir köşeden ses verdi avaz avaz...Birini sustursam, diğeri seslenir! 
Adın yankılandı kainatta: Rüveyda!  

Sana dair ne kadar cümlem varsa odanın ortasında avize gibi asılı kaldı. 
Sonra bir adamı idam sehpasına getirdiler! Hiç direnmiyor, hiç korkmuyordu! Kendi inisiyatifi ile sandalyeye çıktı, sadece tekmeyi onların vurmasını bekledi! O zaten bu hayata tekmesini uzun zaman önce vurmuştu! Dudakları kımıldadı, sallanırken dudaklarında garip ve acı bir tebessüm! Pişmanlık mı desem, hasretin derin izleri mi, bilemedim. Bir adam idam etti kendini! 

Rüveyda'ya Mektuplar öylece kaldı. 
Bir efsane gibiydi, bazı insanları ağlattı. 
Bazı aşkları sararttı. 
Aylardan sonbahardı. 
Bir adam kendini idam etti! 
Tam da bir pazar günü...

İdamlık bir Murat
  

 



Sevdi Aşkını Vesselam

 


Aşkın kapısına bekçi diye diktiler! 
Senin cezan budur deyip gittiler!  


1059

 



20 Kasım 2020 Cuma

Horoz ve Tilki hikâyesi

 

ABD de askeri okullarda ders olarak anlatılır ve film olarak izletilir.

Dershane'de hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi filim gösterilmeye başlanmış.

Filmin adı “Küçük Tavuk”

Bir kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunmakta, kümesin etrafında bir tilki dolaşmaktadır. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarıya bırakmıyor.

Dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar zayıf ve küçük kalmışlar.

Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamlarını sürdürmelerini sağlamaktadır.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor, ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen genç horoz her gün gelip tilkiden mısır almaya başlar.

Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza yiyeceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de tavuklara mısır dağıtmaya başlıyor. Böylece kümes'deki yaşlı ve büyük horozun gücü kırılır.

Yaşlı horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlar, artık popüler olan genç horozun etrafı ise kalabalıktır.

Bu aşamada tilki kümesin önüne mısır bırakır.

Kümeste kapıyı açıp, açmama konusunda tartışma çıkar. Sonunda korkarak kapıyı açarlar ve kafalarını uzatıp yemlenip hemen geri çekerler . Bu olay bir süre böyle devam eder ve başlarına bir şey gelmez.

Kümesteki tavuklar rahatlar, korkuları azalır.

Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya bolca mısır döker. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve güçlü olan horozun öncülüğünde dışarı çıkar ve rahat rahat yemlenirler.

Kümesteki tavuklar iyice kilo alır…

Bir gece tilki kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır döker.

Sabah kümesten çıkan korkusuz tavuklar yemlene, yemlene mağaraya kadar gider.

Onları içerde bekleyen tilki kümesteki tavukların tamamı mağaraya girince mağaranın kapısını kapatır.

Çizgi filim burada bitmiş. Işıklar yanmış.

Dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte üçüncü dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış. 

[iktibas] 

Makaleye bir dip not düşmesem içim rahat etmez:

Onlara direnen bir ülke lideri çıkarsa ki bu çok sık olmaz! 

Ya ''Kızıl Sultan'' derler, ya da ''Diktatör'' [Murat Mesut]



  

Teşekkür ederim sana!

 

Eğer çıkmasaydın karşıma,
Aşk güneşi doğmazdı bahtıma... 
.................
Teşekkür ederim sana!