29 Kasım 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (62)




Hiç bir yere sığamıyorum Kalbim!

Yangın yeri göğsüm! Çıldırtan bir sessizlik! 
Çaresi olmayan bir çaresizlik! Dermansız bir dert! 
Buna rağmen, ''Allah bu halin yokluğunu göstermesin diye dua edilen, tarifi yapılamayan, anlatsan anlatılamayan ve anlaşılamayan, hüzün kuyusundaki mahkumiyete razı bir gönlün hikâyesi...

Sen de öyle misin? 
Elin kaleme gidiyor mu? 
Yazıp yazıp siliyor musun? 
Sahi neler yazıyorsun?  

Ne geceler saklıyor bağrında beni, ne gündüzlerin ışığı sensiz karanlıkta kalmış garip gönlüme bir ferahlık saçıyor..!

Hiç bir kelime imdadıma yetişmiyor! Ne okusam, ne yazsam nafile, hep bir acizlik, hep nakıs kalışların uçurumuna yuvarlanış..! Yine de yazmam  gerekiyor, benim terapim, tesellim ve sana dokunma şeklim bu... Seni sevme, saçlarını tarama, yüzünü okşama, seni doyumsuz seyretme şeklim bu! Başka bir yol yok sana! 

Hiç bir şarkı yaralarımı onarmıyor! Ki benim şarkılarım da kelimelerim gibi çok fazla değişmez. Bir kaç şarkı vardır usanmadan nöbetleşe kalbimin kapısında bekleyen, bazen onlara yeni çıkan bir şey eklenir ve halka bir numara daha genişleyerek döner durur. Şarkılar aynı olsa da, bana söyledikleri her defasında bambaşka bir dünyanın ütopyası... Kelimelerim gibi...

Kadınlarsa çok kadınlar! Hepsinin toplamı sen oluyor. Bir tek kadında seni bulamıyorum da aramıyorum da! Çünkü o aranan, beklenen sensin ve bir kitabın sayfaları arasında saklısın. 
Ne Alâeddin'in sihirli lambası seni oradan çıkarabilir, ne de sen kendin çıkıp gelirsin bir öğle sonrası...

Lezzeti alınmış yiyeceklerin, sular bile hararetime çare değil! Ayakta kalma mecburiyetinin malum malzemeleri sadece hepsi...
Tadı çekilmiş hayatın mahzeninde nice zamandır kendi tenhamda mahkumluğumu içiyorum. 

Rüveyda,

Bilmelisin! Yokluğunun müptelası olmuşum, ne kadar yoksan o kadar çok sevdim seni...  
Bilmelisin! Şimdilerde ismine yeni bir anlam daha ekledim: ''yokluğunda daha çok sevilen kadın!'' Sevildikçe sevilen, hayali bir kadın olsa da çok kıskanılan...

Gözyaşlarımdan bir inci tanesini gamzene gömmek nasip olmadı yâr...
Olsaydı göremediğim gözlerin şahit olurdu aşk nasıl filiz verirmiş... 
Ne güzel bir tablo bu, bir an hayal ettim de... Sonra hafakanlar çöktü, dedim: ''Sana her şey yakışır Rüveyda, benden başka her şey! Her renk sende güzel durur. 
Sen her mevsimde açan bir goncasın. 
Her çiçeğin kokusunu göğsünde taşırsın, aylara göre ruhuma akıtırsın.

Şu dünyada nefesimin akordunu bozan kadın sensin Rüveyda, bunu da sakın unutma!

Anlayacağın Kalbim,
Senden kalanları kalan ömrüme dağıttım, geçinip gidiyoruz...

Hüzün kuyusunda bir Murat