4 Ekim 2020 Pazar

Rüveyda'ya Mektuplar (56)


Seninle bir sonbahar günü tanışmış olmalıyız Rüveyda! 
İlkbahar değilse mutlaka sonbahar...
Ben içi yanık bir adamım, yaz olmasın... 
Naif ruhum gibi de bir bedenim var. 
Kış da olmasın, zaten her mevsim üşüyen bir kalbim var... 
Her mevsim seni arayan, aramaktan yorulmayan...

Bir sonbahar gününde tanışmış olmalı, kaybedersek de bir sonbahar günü kaybetmeliyiz seslerimizi, izimizi, hasretlerimizi, beklemelerimizi, sabrımızı, vuslata olan inancımızı... 
Bunları kaybetmek yaşamı kaybetmektir. Sensiz yaşıyor muyum sanki..? 
Melankolik bir hayalde sakladım seni, adına şiirler, mektuplar yazıp, şarkılar diziyorum.
Onlarla seni biriktirip, seni içiyorum. Sarhoşluğum mazur görüle, ayılmak istemeyeşimi de...

Seninle bu mevsimde tanışmış olabilirdik. Ve bu mevsimde veda etmiş, bu mevsimde beni gömmüş olabilirlerdi Kalbim...

Seninle bu mevsimde bir bağ evinde, çıtır çıtır yanan şöminenin karşısında küçük dokunuşlarla sevişiyor olabilirdik Rüveyda... Hele bir nefeslik mesafede, dudaklarımızın birleşmesinden önceki o sabırsız yörünge etrafında tur atmaların tarifsiz lezzeti yok mu, yalnız onu yaşasak ve hiç dokunmasak kalan ömrümüze yeterdi...

Seninle bir sonbahar ikliminde susmaya karar verirsek eğer: ''Güzeldi yaşananlar, anılmaya değerdi ve en güzel yerinde, tam vaktinde ayrı yönlere kanat çırptık!'' derdik. Belki kanatlarımızda çırpacak mecal kalmazdı ama uçuyormuş gibi yapardık...

Hatta sorular sorardık, pek çok insanın yalnızken aklından geçen:
''İnsan korktuklarıyla sınanmaya, bir gün olacağını bile bile gittiğinde bu kadar üzülmeye mecbur mu? 
İnsan özlemeye mecbur mu? 
İmkansızlıkların içinde boğulmaya mecbur mu?'' 

Evet belki de mecburen oluyor bazı şeyler hayatta. Erken kalkmak, işe gitmek, eve dönmek gibi. Ah galiba böyle bir şarkı da vardı ''Mecburen'' 
Sevmek de elimizde değil ki Kalbim, o da mecburen...Ayrılıklar gibi..!
Kalbe, duygulara söz geçiremediğimiz zamanlar vardır. 
O mecburiyetin adı Rüveyda... 
Şairin ''Ben sana mecburum!'' dediği gibi bir mecburiyet. 
Her ne kadar bu mecburiyete direnen ve itiraz eden çok güçlü bir iradem hatta karakterim varsa da, sana mecbur olmayı sevdi bu adam...
Şu tadı iyice kaçan, insanın kıymetinin gittikçe bilinmediği şiddet dünyasında sana mecbur olmak ne güzel bir kaçış, sığınış Rüveydam!
 
Kendimi bilmem ama sen bir rüya, bir ütopya, bir masal idin ve ben o masal kitabının içine girip, sayfaları, satırları, cümle ve kelimeler arasında, sırlı ve gizli mana iklimlerinde, seninle bir aşkı yaşadım. Seni yaşadım, seni yaşıyorum Kalbim...

Keşke senden bir şey olsaydı yanımda hayalinden başka. Terini sildiğin bir mendil, boynuna ya da başına taktığın ten kokuna boyanmış bir eşarp... Her gece yastığıma önce onu özenle çıkarıp yaysam, sonra ona sarılarak, yüzümü sürüp, gözyaşlarımla yıkayarak uyusaydım. Sen rüyalarıma gelseydin. Uzakta olmadın ki  zaten hiç, her nefes çekişimde içimdesin...
Bu mektup -fark ettiğin gibi- sanki sonbaharda son mektup gibi yazıldı... 

Sana değil ama ayrılık bana çok yakıştı Rüveyda!

Ben seni bir hasretin, ayrılığın kederinde çaresizce sevdim, çaresizliğimsin, iyi ki varsın. 
Sen demek, ayrılığın kanatlarında nefeslenmek demek sevdiğim. 
Ve biliyor musun, uzun zamandır sana bedenen kavuşmayı, dokunmayı hiç istemediğimi fark ettim. Ruhun ruhumda, kalbin kalbimde bana yetiyor. Öyle güzel şeyler kattın ki bu adama, onları içimin sırlı odalarında yaşama sevinci gibi saklıyorum. 

Seninle bir sonbaharın, sonumuz olduğunu bilmeden ayrılığa düşelim Rüveyda!
Öyle bir ayrılık olsun ki o düştüğümüz yerin bir daha sözü bile edilmesin kavuştuğumuzda...

Boşluksuz, virgülsüz, amasız, imlâsız, kuralsız her şartta seven 
RüveydanınMuratı