14 Ekim 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (52)

Kalbim,

Sana yazdıklarımı okuyorum. Okudukça kalbimden nefeslenip soluyorum.

Ve ben soluyorum.

Sonbaharlardan daha hızlı daha acımasız, daha aceleci, daha sarı ve telaşlı...

Ne bu ilkbaharda, ne de sonbaharda gelmedin, gelmeyeceksin biliyorum..! Gelseydin, ilkbaharım ''ilk''olurdu yaşadığım. Gelseydin, sonbaharım, ''son'' hazanım olurdu, gamdan, kederden, hasretten yana...

Kendimi kandırdığımı ilk kez satırlara döküyorum; kanlı bir itirafla... Hayır, ölüyorum!

Sevgili Rüveyda,

Adın kitap oldu, sayfalarca, binlerce kelimede seni yazdım. Hayır, yazamadım! Yazsaydım, okusaydın, böylesine yarım, böylesine sensiz kalmazdım! Mutlaka sesimi, sana seslenişimi duyardın ve ben bahara açan gonca gibi sana k/açardım...

Sayfalar arasında adımı saklayıp kuruttum, kurudum! Hangi sayfada, hangi cümlenin arasında mezarım, meçhul!

Oysa çöllerim senin şefkat yağmurlarında, öpücüklü konfetilerinle hayat bulacaktı.

Gelecektin hani sen! Kimselerin sevmediği, sevemediği kadar sevecektin... Kimseleri sevmediğim kadar sever bulacaktın...

Kandırdım kendimi bunca yıl ve işte sonbaharlardan daha hızlı sarardım, soluyorum Rüveyda!

Sana yazdıklarımı okuyorum, kendime ve sana...Bize bir kentin en yüksek yerinden bakıyorum.
Ağlıyorum..! Saklamıyorum!

Hani o çaresiz hastalıktan, kalan ömrüne en fazla 2 yıl süre biçilen bir hasta gibiyim... Rüyalarımda uçuyorum, göçmen kuşların son veda turu attığı şehre kanat çırpışı gibi... Sanki kartal gözleri keskinliğinde, insanlar içinde gelişini görecekmişim, sana bir kez, bir kez dünya gözüyle bakacakmışım gibi... Sanki yeniden yürümeyi, onca emekle -emekleye emekleye- sevmeyi öğrenmiş ve diploması kalbine ölüm meleği tarafından verilecek bir kuşun yorgun kanatları gibi...

Ağlıyorum!
Ağlamam senin gelmeyişine olduğu kadar, mahrumluğuma, yalnızlığıma, kendime kanışıma, geleceğine inanışıma... Ama asla bir hayal kırıklığı değil bu Rüveyda...
Sen bir söz vermedin ki, ''gelirim'' diye...Dilsiz, harfsiz sevdin sen beni, çok da masumdun.
Senin iyi olduğun zamanlarda ben de iyi oldum Kalbim...
Sen gülünce ben güldüm, sen susunca ben öldüm!
Senden habersiz kalmak, ölümden beterdi. Ölmek bir kez, sensizlik binlerce kez ölüm...

Kalbim,

Sana yazdıklarımı okuyorum. Dokunduğum, bir kitaptan çok fazlası. Sana, saçlarına, tenine, yanağına, kalbine dokunuyorum. Sanki bir aşkı, alın yazıma dokuyorum.

Baktığım bir kitaptan çok fazlası. Gözlerine, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe b/akıyorum. Nehirler gibi boynunun sağından dökülen saçlarına, kokusuna...Bir kez bile ziyaret edemediğim dudaklarına, ay parçası tenine...

Sonra göğsüme bastırıyorum kitabı, sana sarılır gibi. Gözlerim kapalı, seni yaşıyorum. Ağlıyorum. Ahlıyorum! Sancılarıma merhem yok bu dünyada biliyorum!

Sen içimde sürekli dönen bir plaksın, aynı melodide, aynı mevsimde ve aynı özlemler sarmalında...

Gelmesen de, bana sevmeyi öğrettin. Sabrı, sabırla beklemeyi, az şey mi bunlar?

Gelmesen de, varlığını yaşattın, seninle bir aşka dokundum.
Ruhumu besledin kalbim. Hayatımın anlamına anlam kattın, anlam oldun.

Kitaptan sonra bir daha mektup yazamam diyordum. O bir mevsimmiş, artık cesaret edemem diyordum. Titreyen parmaklarımla,  uzun zaman sonra müzisyen bir alkoliğin, perdelere dokunuşu gibi klavyenin tuşlarına dokunurken, hislerimi, yaşadıklarımı bir sen anlarsın Rüveyda!
Bir senin ''Kalbim'' dediğimde kalbinin telleri titrer, sır melodiler saçılır cihana...

Her gün bir mektup okuyorum, bitecek diye korkuyorum. Kabiliyetim olsa, kalbimin sayfalarına yazdıklarımı görünür kılardım ve her gün bir mektup daha yazardım. Son günüme dek...

Kalbim,
Unutma olur mu?
Bu ''eylül bakışlı'' adam seni çok sevdi.

Bir kitabın yaprakları arasındaki anı Murat