İki gündür, temmuzun ortasında, sonbaharı yaşatan bulutlu bir serinlik var Rüveyda!
Bilirsin ilk ve sonbaharı sevdim bu dünyadan geçerken ben...
Hazanda sarının o enfes tonlarında hüznün doruklarında bir vedanın sedasını, ilkbaharda ise tomurcuk tomurcuk yeniden dirilişi temaşa etmeyi; terlemeden üşümeden sessizce varlığımı belli etmeden nefeslenmeyi sevdim...
Anladım ki seni yazmak, seni anmak en çok da bu havalarda dem tutuyor.
Seni özlemekse her mevsim...
Sen her mevsim özlenen beşinci mevsimimsin...
Her nefesime bir mim gibi...
Ahlarımın merkezinde, kimselerden görmediğim vefasın sen Rüveyda!
Kırmaz kırılmazsın, öfkelenmez öfkelendirmezsin!
Sen kalbim, kıyılamayansın!
Kırılmasından çekinilen nadide bir elmas gibi...
Kalbimin kadife çekmecesinde özenle saklanan...
Rüveyda!
Gözbebeklerimi besleyenim.
Kuraklığımın şelalesi,
Fakir gönlümün zenginliği...
Aşinası olunmuş bir melodi gibi hep ruhumda çalan, hep söyleyen, hep dinleten kadın...
Bugün seni yine yeni baştan özledim.
Özlemek bile şaşkındı, özlemek bile halime acıdı.
İnsan kendisine acır mı? Acımalı!
Belki acımaya, merhamete, şefkate ilk önce kendisinden başlamalı.
Bu öyle bir acıma olmalı ki bilinen anlamının çok üzerinde, içinde küçümseme olmayan, şefkati sevgiyi barındıran ufuk çizgisinde bir gün batımı renginde...
Bu dünyada böyle kendisine şefkat gösterenler, ötede acınacak hale düşmeyecek olanlardır!
Sevelim; önce kendimizden başlayarak, sevilesi ne varsa sevelim.
Sevmekten, aşktan gerisi dünya tortusu Rüveyda!
Ruha, bedene yük!
Bizi sevmeyenleri de sevelim kalbim!
Bazıları hak etmiyor diye değil, bizim kalbimize bundan başkası yaraşmaz diye.
Bize iyi gelen yalnızca sevmek diye sevelim.
Sevmiş olmak için de değil, şiarımız, genlerimiz, yaratılışımız böyle diye sevelim.
Sevmekten güzel sermaye mi var?
Sevdiklerimizle sevgimizin büyüklüğü nispetinde buluşup kavuşma ümidimiz bu yüzden baki...
Bu yüzden şu fani olanda çoğaltacağımız yegâne şey sevmek...
Dünya malı, ünvanlar, bizi gömdüklerinde hiç işimize yaramayacak ötede!
''Önden gönderdiklerimiz!'' varsa ne âlâ, onlar ve sevgimiz.
İnsan neyi seviyorsa, neyin peşindeyse, ne için yaşıyorsa odur demişler.
Ben senin sevginde bir Züleyha aşkının izlerini, Üveysi bir nefes, Yakubi bir koku, Hallaci bir ateş, Adeviyye bir rayiha bulmasaydım Rüveyda, seni böylesine kitaplık çapta sevebilir miydim? Böylesine içimde çoğalabilir miydin? Böylesine uzaklardan gelen ezanlar gibi ruhumu sarabilir miydin?
Sen Rüveyda,
Her bitti bu son mektup dediğim yerde biten bir gül goncası,
Her bitti dediğim yerde beni sarhoş eden bir gül kokusu,
Her tamam deyişimde yeniden, yine başlayan taze bir baharsın...
Sen kalbim,
Ummadığım anda giden ve ummadığım anda gelen; ağlatan güldüren ve işte hiç planlamadığım anda kalemde gölgesi gözüken ikindi çiçeği gibi tebessüm edenimsin.
Sen kalbim,
Bir ömür nefes aldıkça ve alamadıkça, ruhumun sonsuzluğu gibi sevilensin.
Seni öte de sevip bekleyecek olan bir Murat