kalbimden
şiirlere sürgün edildiğin gün,
aşk bitmiş,
hüzzam bir sitem başlamıştı!
Sevdiğim,
Ömrüm, kırılgan bir hüzne boyanmış, tebessümler toplamı... Hep dostlar üzülmesin diye bu kekeme iniltiler, dostlar üzülmesin diye bu saklı can çekişmeler…
Ne zaman gülmeye, kahkahaya atmaya yeltensem, dudaklarımda buruk bir tebessüme evriliyorsun… Senin olmadığın bu dünyada hem gülmek de ne oluyor? Gelseydin, sevinçleri kuşanır, kırk gün kırk gece varlığını temaşa ile bayram ederdim. Benim de akşamlarım hüznü, kapının eşiğinde bırakır, muhabbetten nasipli, huzur veren bir kadının gözlerinde sükûnete ererdi.
Işıkları yanan evlerin içindeki mutlulukları imrenerek düşünmezdim.
Kent Park’ın cılız deresinde gözyaşı biriktirmezdim.
Ve sonra sokaklara gri bir pus,
Aynalara lapa lapa kar düşer...
Ömrüm, kırılgan bir hüzne boyanmış, tebessümler toplamı...
Ömrüm, Bir Rüveyda Masalı’na ipotek edilmiş, ömrüm bir masala teslim…
Ben hiçbir zaman senin ruhuma dokunuşun gibi sana dokunamayacağım şu fani hayatta...
Örneğin gülüşlerinden dökülen gül yapraklarını toplayıp gönül defterimin yaprakları arasında biriktiremeyeceğim... O bahar goncası, ıhlamur kokulu gülüşlerini beni için bana sakla diyemeyeceğim...
Bana nasıl bakardın, hiç bilemeyeceğim. Bir kez canım diyen ses tonunun ahenginde, çocuklar gibi şen sevinçler kuşanamayacağım. Ben hiçbir zaman ruhumun sokaklarını gönüllüce işgaline verdiğim, varlığının kapısından içeri giremeyeceğim... Nasıl bakarsın, nasıl gülersin, nasıl seversin, nasıl sararsın, bilemeyeceğim. Bilemeden gidiyorum, ben bir hazanım Rüveyda, anlıyor musun? Sert bir fırtınada dalımdan kopacak bir yaprak, karlar altında çürüyecek sarı, sapsarı bir yaprak… İçimdeki özüm!
Sen benim en büyük hasretimsin. Sen benim, buz gibi beklettiğin üşüyen yüreğimsin!
Sen benim keşkelerin girdabında boğulduğumdan şekva etmediğimsin.
Sen benim ağlamak isteyip de boğazımda kalan düğümümsün…
Sen benim azalan günlerimin aksine, içimde çoğalanımsın.
Sen benim durmasın diye dualar ettiğim kalbimsin…
Sevdiğim,
Şimdi kapa gözlerini, ben aç demeden açma!
Duygularını, düşüncelerini, nen varsa, hepsini kalbinde topla...
Kapa gözlerini, açıl bana, esir ettiğin ne varsa…
Bugün bırak ufkuma. Bir uçurtma kadar özgürce. Dilediğince şımarsın.
Kayıtlardan, şartlardan azade...
Kapa o güzel gözlerini, bırak bir süre dünya mahrum kalsın!
Bırak bana aksın, ne varsa içinde saklın...
Kapa gözlerini, kirpiklerin parmaklık, gülüşlerin zincir olsun yoluma...
Sen benim canımsın, kadınımsın.
Gözüme yaş kadar yakınsın.
Kalmıyor, kalamıyor akıp gidiyorsun... Ne zaman sensizliğe baksam, Dolduruyorsun gözbebeklerimi...
Ne zaman seni ansam, dokunsan ruhuma, şiir oluyorsun damağımda.
Kalıyorsun.
Kandırmıyorsun,
Canımdaki canım,
Bugün evdeyim aile apartmanı olmasının avantajı ile alt katta annem de komşuya gittiği için yüksek volümde London Grammar dinliyorum. Belki de müzik bana yaramıyor, çünkü benim için müzikte tek bir makam var: Hüzün. Seçimlerim hep hüzünlü melodiler… Sana erişilmezliğin işkencesini çoğaltıyor, ben böyle huzurluyum.
Alıştım böyle yaşamaya, aslında başka bir yaşam şekli zaten bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Hüznü seviyorum, gölgem gibi.
Gönlüm,
Ne zaman laflasak seninle mısralarca akıyorsun içime. Şair yanıma da inanasım geliyor o zaman... Garip bir aşinalık, ele avuca sığmaz bir sevinç. Kimliğin, kimliğimmiş gibi... Hem nefes kadar yakınımdasın… Hem de bilinmez bir diyarın kadını...
Ne zaman aşk filmi izlemeyi istese canım, yanımda omzunda başın. Ne zaman ruhum seni istese, aşk filmlerini bir yudum teselli niyetine izliyorum. Seninle açıyorum kitabın kapağını, sana yorumluyorum bir paragrafı. Öyle güzel dinliyorsun ki beni…
Sevgili,
Bahara kar kokusu düşer ya hani, çiy düşer bazı bazı... Bana da sen düşüyorsun, düşler boyu… Zamanlarca... Şairin oluyorum, şiirim oluyorsun hece hece. Sımsıcak ve akıyorsun damarlarımda hayat gibi. En çok da öpmeden dokunmayı sevdim seninle.
Biliyor musun? Her günüme ayrı bir mısrasın sen ve bilmiyorsun bir şiirden kaç dizeyi yazıp yazıp çıkardığımı…
Seni kalbi bilen bir Murat
