26 Şubat 2013 Salı

Kötülüklerde Allah'ın rızası yoktur.

Konu bazı çevrelerde güncel olduğu için sayfama taşıyarak  özet cevap vermeden önce paylaşımı birlikte okuyalım:

''M.S. II. Yüzyılda yaşamış bir kilise babası olan Lactantius ’un (ö. M.S. 340) aktarımına göre Epikür kötülük problemini bir ikilem biçiminde şöyle formüle etmiştir:

Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister de, kaldıramaz; veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister ne de kaldırabilir, yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O güçsüzdür; ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor fakat kaldırmak istemiyorsa, O kıskançtır; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor ne de kaldırabiliyorsa, hem kıskanç hem güçsüzdür, bu durumda da, Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor hem de kaldırabiliyorsa -ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur-, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir?
Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?'' paylaşım burada bitti.

Lactantius, Bilgin Gazali'ye yetişse şüphesiz bu sorusunun cevabını alacaktı. Hikmet ile ilim/bilgi faklı şeylerdir.

Aynen bilmek ile anlamak arasındaki müthiş fark gibi..
Herkes çok şeyi bilir ama anlamak, idrak etmek ayrı bir nasip işidir.

Lactantius Tanrı'yı (yani Allah'ı) vasıflandırıken  aklı esas alıp vahiyden uzaklaştığı için sorusunun cevabını muhtemelen çözümleyemeden göçüp gitmiş bu dünyadan..

Kur'an insanın yaratılıp, yeryüzüne halife yani vekil olarak indirildiğini bize haber vermektedir.
Buna göre vekil genelde insan,özel de Müslüman olarak bu görevini ifa edecektir.
Yani insan yeryüzünde yaşarken, başıboş olmadığının bilinci ile, adaleti gönderilen peygamberler önderliğinde,onların izlerinde tesis edecektir.

Allah yer yüzündeki her şeyi insanın emrine/hizmetine faydasına sunmuş ve insandan onları verdiği akıl, merhamet ve vicdan gibi duygularıyla adaletle yönetmesini istemiştir.

Halifelik kavramı başlı başına uzun ve geniş bir konudur.Detaylı bilgi için bu linke tıklayınız : http://www.islamisite.com/din/EmanetveEhliyet/index.html

İnsan az iradesi aklı ile talep eden, Allah bu talepleri yaratandır.Amentüde geçen ''hayrı ve şerri yaratan'' esası tam da budur.


Yeryüzünün hakimiyetini yönetimini insana ve özellikle de kendisine iman eden Müslümanlara has kılmıştır.

Allah'ın kötülüklere rızası asla yoktur ama talep edip yapan insan olduğu için, rızasız yaratır.Zira dediğimiz gibi dünyayı insan için yarattı ve emrine verdi.Sınav dediğimiz olgu, tam da bu noktada başlamaktadır.

Ya dini ölçüleri Allah'ın verdiği reçeteye göre klavuz edinerek yeryüzünde uygulayıp mutlu olacaktır, ya da kötülükler ile iyilikler savaşacaktır.

Son olarak Lactantius'un ''... eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor hem de kaldırabiliyorsa -ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur.'' cümlesi ilk bakanlara doğru gibi gözükse de;yine hatalı bir cümledir.Zira yukarıda belirttiğimiz imithan sırrı ve halifelik işlevleri konusunda bilgisi olmayan insanların çoğu olaya bu şekilde bakarak Allah'a isyan ederek kendilerine yazık etmektedirler..!Eğer Allah kötülüklere anında ceaz ve engel koysa zaten imtihanın sırrı ortadan kalkmış olacaktır.İnana, iman edene, sadakatince ayetlerini (hakikatleri) gösteren, rüyalarla kulunu destekleyip sevindirirken; inanmamakta direten inatçı kalplere de, niyetleri sebebiyle perdeleri kalınlaştırıp,mühürleyen O'dur (cc).Bunun istisnası niyeti bozuk olmayan saygısını koruyan inançsızlardır.

Yoksa Allah'ın her şeye gücü yeter, dileseydi yer yüzünde kimse fesat çıkaramazdı ve dilese insanları da melekler gibi isyan etmez yaratabilirdi, ama o zaman ''insan'' olmanın özellikleri ortadan kalkardı.İnsan serbest bırakılan aklı ve iradesi ile ya meleklerden de yukarıda (ahseni takvim9 olacaktır, ya da aşağıların aşağısına (esfeli safilin) olacaktır.

Sonuç olarak ruhlar aleminde ilahi teklife evet diyenler, oradaki (elest bezmi) tavırlarının bedene bürünmüş hallerini yaşıyorlar.

Not: Anlaşılmayan itiraz noktası olursa cevaplamaya hazırım.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Dokunmak ve koklamak üzerine..



Dokunmak ve koklamak için cinsel ilgi şart mıdır?

Göz bir yere kadar görür, bir yerden sonra ona görüşünü tamamlamak için diğer duyular yardımcı olurlar.Bu her organımız için geçerli bir kombinasyondur.

Ruha dokunmaksa, o apayrı bir konu.Bizim konumuzu teşkil eden tene dokunmak ve büyük ihtiyaç.

Evet dokunmak için ille cinsel çekim gerekmez.Şefkat yeterlidir..
Bizim evde, çocukluğumdan beri gördüğüm şeylerden biri de, herkes herkese dokunurdu..Bazen terlikle diyerek araya reklam almadan devam edersek:

Biz mıncıkla(n)mayı öğrendik, şapur şupur öp(ül)meyi..Sonra ben avucumla masum bir yanağı okşamayı keşfettim kolonya kokulu ellerinde babamın..O bana bunu çok yapardı, arkamdan gelir ve iki eliyle yanaklarımı kavrar severdi beni.Hâla unutamıyor oluşum ve genlerime dokunma duygusunun nüfûz edişinde sanırım aileden gelen buna benzer yaşanmışlıkların büyük etkisi var.
Sevdim bunu kaldı bende de..Yıllarca ailece sarıldık, sarmaladık öptük, öpüldük ama sümsükce değil..Dozunda..

Bazı insanlar da severler ama sevgilerini asla ve hatta kelimelerle bile göstermezler.Kimi çekinir, kimi bunu mesafe aşımı ve saygının yıpranması olarak yapmaz da yaptırmaz da..
O güzeller güzeli Peygamberimiz (sav) çocukları çok sever ve buna şaşıran olunca ''Allah senin kalbinden merhameti (şefkati) almışsa ben ne yapabilirim?'' mealinde taaccüplerini ifade buyururlardı.

Hâlâ günümüzde bile çocuklarını sarılıp öpmeyen babalar var.Onları şefkâte en muhtaç zamanlarında midelerini ya da ceplerini doldurarak aç bırakırlar.Oysa bu eksikliğin yerini hiç bir şey dolduramaz ve izi, yoksunluğu/yoksulluğu bir ömür kalır insanda.

Bir çiçeğe bile güzel söz ile su verme, güzel söz artı dokunarak  okşama ile sulama arasında farklar artık bilinen bilimsel veriler..

Dokunma ve koklama üzerine kitaplar yazılıp okunmalı. Nasıl mutluluğun ilkbahar  masumluğunda kokusu varsa; nasıl bir anne bakışı misler gibi kokar ve ruha tesir ederek dokunursa; bu konu her yönüyle ufak hacimde de olsa ele alınacak zevkli bir konu.

Koklamayı da yeni doğan bebeklerde sevdim ve annemde..Sonra bir kadında..Bir çocuğun gülüşünde..Çiçeklerde.Bazılarına itici gelse de vereceğim uç örnek de; bazı köylerden geçersiniz.Ahırlara yakınsanız ineklerin koyunlarla karışık süt kokusu yayılır, çimen kokularıyla harman harman yaylaya, ben bu kokunun ruhuma dokunuşuna da bayılırım.Oysa hiç köylü olmadım, olsam belki de bunun ahengini ya anlar ya da usanç gelir farkındalık çizgisini yakalayamazdım.Elbette gül, yasemin leylak gibi çiçeklerin kokuları..Neyse favori kokularımı sıralamak değil amacım..

Koklamak ruha, dokunmak tene gibi görünse de, sonuç itibariyle ikisi de ruha dokunur.Söz gelimi birini görmeden sevmek de nedir? Ruh onu, kelimelerine üfürdüğü ruhundan görüp tanışıp kaynaşmasa sevebilir mi?

Bir insan samimiyse, kelimelerinde; ruha dokunmamasına imkân veremiyorum.Öyle olmasa davasına inanıp eserler yazmış hiç bir yazar, asırlar sonrasının insanlarını etkilemiş olamazdı.Kaldı ki, fikrinin doğru olması da gerekmiyor, samimiyet, samimiyet..

Bazen bir kelime dokunur bizde olanlara, kayıp şehirlerimizdeki saklı kuytularılarımıza..Bazen bir baba eli, bazen yeni doğmuş süt kokan bir kuzu ya da bir bebek..Dokunuştaki santigrad derecesini arttırıp, kadın-erkek arasındaki dokunuşun sarhoş eden tılsımına dokunmadan ve uzatmadan noktalayacağım..

Bir dokun bir ah işit, demiş eskiler..Dedim ya dokunmak güzeldir, içinde merhamet, şefkat ve adalet varsa..Dozunda ve ölçüsündeyse.

Dokunmak güzeldir, ruhlara şifaysa..Yoksa tersinden bir şiir, bir şarkı, bir film ruhunuza öyle bir dokunur ki, en azından bir kaç saatinizi kederle yoğurup mahvedebilir..Demek ki menfi ve müspet dokunuşlar var..

Dokunmamız sevgi olsun..M.Gandhi : ''Sevginin olduğu yerde hayat vardır.''

Kelebek ömrü gibi hayatlarımızda hep güzel çiçeklere konabilmek ve arılar gibi, ruhumuza şifa, en güzel bal için uçabilmek temennisiyle..


6 Şubat 2013 Çarşamba

bir şey /video

Bu defa şiir gölgesini video ile sunayım sizlere..Fonu için izlenir bence..
Sesli şiirim olmasa da, videoları aynı etikette toplamaya karar verdim (10.12.17)

4 Şubat 2013 Pazartesi

40 sayısının hikmeti


40 sayısı çoğunluğu bildiren işlerde asgari en büyük sayıdır.Bir dua çok okumak istenirse,en az 40 kere okunmalıdır.

Beş vakit namaz ,sünnetleri ile birlikte 40 rekattır.Fatiha,beş vakit namazın her rekatında okunur.Böylece her gün en az,40 kez okunmuş olur.

Tırnak kesmeyi, koltuk, kasık temizlemeyi 40 günden fazla geciktirmek günah olur.

Salih akrabayı ziyarette,40 günü geçirmemeli.

40 gün sabah namazının sünneti ile farzı arasında 41 kere Fatiha okunur.Besmelenin sonundaki Mim'i Fatiha'nın Lam harfi ile birlikte okunursa yapılan dua kabul olur.Suya üflenip hasta veya büyülenmişe içirilirse şifa bulur ve büyü çözülür.(Tefsir-i Azizi)

40 sayısı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

''Her gece 40 ayet okuyan gafillerden sayılmaz''(Beyheki)

''40 kişi bir cemaattir.Bir ölüye dua ederlerse Allahü teala,o ölüyü afeder.''(Buhari)

''40 yaşına girdiği halde, günahlarına tevbe etmeyenin yüzünü şeytan sıvazlayıp,'Bu artık iflah olmaz' der.''(İ.Gazali)

''40 yaşını geçtiği halde ,hayırlı işleri(sevapları),kötü işlerinden (günahlarından) ziyade olmayan kişi Cehenneme hazırlansın.''(İ.Gazali)

 ''40 gün içinde bir ilim sohbetinde bulunmayan kimsenin kalbi kararır.Büyük günah işlemeye başlar.Çünkü ilim kalbe hayat verir.İlimsiz ibadet olmaz,ilimsiz ibadetin faydası olmaz.''
(Hazenet-ür-rivayat,M.Rabbani)

''40 gün helal yiyenin kalbini Allahü Teala nur ile doldurur.Kalbine nehirler gibi hikmet akıtır.Dünya sevgisini kalbinden giderir.''(Ebu Nuaym)

''Bir hasta 40 defa 'La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin'okursa şehit olarak vefat eder.şifa bulursa,günahları afolur.''(Necat-ül musalli)
(iktibastır)