“Gül, rûy-i Muhammed’e gıpta eder ( aleyhisselâm ).
Kokumu, O’nun terinden aldım der...
Ey güzeller güzeli, beni sevdanla yaktın.
Görmüyor birşey gözüm, her an hülyanla aklım!
Sen “Kabe Kavseyn” şahı, ben ise azgın köle,
Sana konuk olmayı, nasıl söyler bu şaşkın?
Acıyıp bir bakınca, ölü kalpler dirilttin,
Sonsuz merhametine sığınıp, kapın çaldım.
İyilik kaynağısın, dermanlar deryâsısın.
Bir damla lütf et bana, derde devasız kaldım!
Herkes gelir Mekke’ye, Kâ’be, Safa, Merve’ye,
Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım.
Dün gece, bir rü’yâda, göklere değdi başım,
Kapındaki uşaklar, enseme bastı sandım.
Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:
“Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân deryana vardım.”
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmağa geldim.
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmağa geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların canı.
Uygun olur mu söylemek, canımı fedaya geldim.
Dertlilere tabipsin, ben ise gönül hastası,
Kalp yarama deva için, kapını çalmağa geldim.
Cömertlerin kapısına, bir şey götürmek hatadır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeye geldim.
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükten ve siyahlıktan tamam kurtulmaya geldim.
Temizler elbet hepsini, ihsân deryandan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.
Kapına yüz sürebilsem, ey canımdan azîz cânân!
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan!”