29 Şubat 2016 Pazartesi
anla artık !
..en sert dalgalar bile acıtmıyor,
yosun tutmuş kıyılarımı…
anla artık güzelim !
kaybetmeleri, alın yazım bildiğim günden beri,
ne gidene dur dedim,
ne de kıymet bilmezlere bu gönülde yer verdim..!
28 Şubat 2016 Pazar
Gece
Ben dünyayı ve nefes almayı gece seviyorum. Sokaklarda havlayan köpek sesleri, içimdeki köpeğin avkurmasından bin kez daha masum ve güzel...
Ben dünyayı ve nefes almayı gece seviyorum. Hoyrat insanlar, kalp kıran dostlar, emeğimi heba edenlerin hiç biri ortalıkta yok.
Ben dünyayı ve nefes almayı gece seviyorum. Şu sessizlik yok mu ? Giderken beni de götürse diyorum...
27 Şubat 2016 Cumartesi
Yapacak bir şey yok !
Yapacak bir şey yok..!
Her şey nasiple ve her şey layık olduğu yere..!
Nerede görülmüş gübre böceğinin gülün bağrında barındığı..!
Her şey nasiple ve her şey layık olduğu yere..!
Nerede görülmüş gübre böceğinin gülün bağrında barındığı..!
26 Şubat 2016 Cuma
19 Şubat 2016 Cuma
Bir bilinmezin cevabı.
Geçen gün okuduğum kitapla, hep sorulan ve genelde herkesin merakı olan bir sorunun (tahmin ettiğim gibi) ilmi cevabını okumuş olmanın mutluluğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Malum, yüksek dağlara, çok eskilerden, MÖ. dayanan, insan yüzlerinin heykellerinin yapıldığını görmüşsünüzdür.
O günkü teknoloji ile...diye başlayan muhabbet, ''Tanrıların Arabaları'' gibi isimli salak kitaplara, Mısır piramitlerine kadar gider. Piramitler insan (köle) eliyle yapılmış da, yüksek dağlara o günkü imkanlarla, daha doğrusu imkansızlıklara nasıl, ne ile çıkıp da, o heykelleri yapabileceksiniz. Hayır o tür kitapların uydurdukları gibi, uzaydan birileri gelip yapmadılar. Ben Piri Reis'in bugünkü dünya haritasına paralel-meridyen olarak çok yakın çizimi için de, ya cinlerden yardım aldı, ya da ilahi bir TV önüne kondu bakarak çizdi demiştim. Başka açıklaması yok, insan dünyayı gemiyle gezse de, o haritayı çizemez.
Gelelim heykellere işte açık ve net cevap size :
"Hz. Süleyman'ın etrafında, içerisine ifritlerin de bulunduğu bir istişâre heyeti var. Meseleleri onlarla tezekkür etmekte, fikirlerine başvurmaktadır. insanlar tarafından sesi işitilmeyen karıncaya varıncaya kadar hayvan ve kuşların dilini bilmektedir. Rüzgâr emrindedir, O'nun istediği yere kısa zamanda götürmektedir. Cinler, Hz. Süleyman taleb edince kaleler, heykeller, büyük havuzlar, çömlek tencere gibi yemek kapları, yerden kalkmayacak büyüklükte ağır kazanlar yaparlardı"
(Sebe suresi: 13)
Hz. Süleyman devrinde heykel haram değildi. Peygamberlerin ve diğer salih ve veli kimselerin heykelleri yapılır, hak onları görerek onların iyiliklerini hatırlar, kendileri de onlar gibi olmada gayrete gelirlerdi. Malum her Peygamberin şeriati, inanç esasları olarak aynı olmakla birlikte, haram ve helal konusundaki imtihan sırrı farklılık arz edebiliyordu. Yani bugün biri heykel ve bütün canlı resmini çizerken, Hz.Süleyman (as) müsaade ediyor ve yaptırıyordu diyemez. Haram ve helal konusunda artık son ekmel dinin Peygamberine (sav) uymak mecburiyetindedir ve tabi Kur'an'a...
O devirde yüksek dağlara, heykel yapma işi, cinlere aitti; onlar için bunu yapmak çok kolay ve çabuk bir şeydi.
Yine eşyanın saniye içinde büyüklüğü ve ağırlığı ne olursa olsun, uzak yerlerden, ülkelerden nakli (ışınlama) da uygulanan bir hadise idi.
Hz.Davud (as) ve Hz.Süleyman (as) devrindeki bilim, teknoloji ve sür'at'e günümüz insanlığı halen erişmiş değildir ve sanırım erişemeden de, kıyamet kopacaktır, vallahu alem...
Malum, yüksek dağlara, çok eskilerden, MÖ. dayanan, insan yüzlerinin heykellerinin yapıldığını görmüşsünüzdür.
O günkü teknoloji ile...diye başlayan muhabbet, ''Tanrıların Arabaları'' gibi isimli salak kitaplara, Mısır piramitlerine kadar gider. Piramitler insan (köle) eliyle yapılmış da, yüksek dağlara o günkü imkanlarla, daha doğrusu imkansızlıklara nasıl, ne ile çıkıp da, o heykelleri yapabileceksiniz. Hayır o tür kitapların uydurdukları gibi, uzaydan birileri gelip yapmadılar. Ben Piri Reis'in bugünkü dünya haritasına paralel-meridyen olarak çok yakın çizimi için de, ya cinlerden yardım aldı, ya da ilahi bir TV önüne kondu bakarak çizdi demiştim. Başka açıklaması yok, insan dünyayı gemiyle gezse de, o haritayı çizemez.
Gelelim heykellere işte açık ve net cevap size :
"Hz. Süleyman'ın etrafında, içerisine ifritlerin de bulunduğu bir istişâre heyeti var. Meseleleri onlarla tezekkür etmekte, fikirlerine başvurmaktadır. insanlar tarafından sesi işitilmeyen karıncaya varıncaya kadar hayvan ve kuşların dilini bilmektedir. Rüzgâr emrindedir, O'nun istediği yere kısa zamanda götürmektedir. Cinler, Hz. Süleyman taleb edince kaleler, heykeller, büyük havuzlar, çömlek tencere gibi yemek kapları, yerden kalkmayacak büyüklükte ağır kazanlar yaparlardı"
(Sebe suresi: 13)
Hz. Süleyman devrinde heykel haram değildi. Peygamberlerin ve diğer salih ve veli kimselerin heykelleri yapılır, hak onları görerek onların iyiliklerini hatırlar, kendileri de onlar gibi olmada gayrete gelirlerdi. Malum her Peygamberin şeriati, inanç esasları olarak aynı olmakla birlikte, haram ve helal konusundaki imtihan sırrı farklılık arz edebiliyordu. Yani bugün biri heykel ve bütün canlı resmini çizerken, Hz.Süleyman (as) müsaade ediyor ve yaptırıyordu diyemez. Haram ve helal konusunda artık son ekmel dinin Peygamberine (sav) uymak mecburiyetindedir ve tabi Kur'an'a...
O devirde yüksek dağlara, heykel yapma işi, cinlere aitti; onlar için bunu yapmak çok kolay ve çabuk bir şeydi.
Yine eşyanın saniye içinde büyüklüğü ve ağırlığı ne olursa olsun, uzak yerlerden, ülkelerden nakli (ışınlama) da uygulanan bir hadise idi.
Hz.Davud (as) ve Hz.Süleyman (as) devrindeki bilim, teknoloji ve sür'at'e günümüz insanlığı halen erişmiş değildir ve sanırım erişemeden de, kıyamet kopacaktır, vallahu alem...
18 Şubat 2016 Perşembe
Aldanış !
Şubat ayında kaç gündür sıcaklıklar bize baharı yaşatıyordu. Ağaçlara baktım,tomurcuk vermişler.Diyemedim onlara, ''acele ettiniz, bu gerçek bahar değil..'' diye.
''Siz bir tebessümü, sıcak bir ilgiyi bahar sandınız, az sonra soğuk rüzgarların getirdikleriyle, heba olacak sevinçleriniz, coşkularınız ve bu şevkinizin yerini hüsrana boyanmış bir hasret alacak..!'' diye...
17 Şubat 2016 Çarşamba
15 Şubat 2016 Pazartesi
Ölmek gibi
sen hiç masum bir yüze bakıp,
gülüşlerine, gülücüklerle cevap verirken,
oyunlar oynarken;
için için,
sessiz sessiz,
içinin mahzenlerinde,
avaz avaz ağlamak nedir bilir misin ?
anı yaşarken,
ayrılığın zehri ile,
ölümlerden ölüm seçerek,
el sallamayı...
gülüşlerine, gülücüklerle cevap verirken,
oyunlar oynarken;
için için,
sessiz sessiz,
içinin mahzenlerinde,
avaz avaz ağlamak nedir bilir misin ?
anı yaşarken,
ayrılığın zehri ile,
ölümlerden ölüm seçerek,
el sallamayı...
12 Şubat 2016 Cuma
Yüzde 70
Yüzde 70'i sularla kaplı gezegenimizin, yüzde 70'i su olan canlısı insanın, girift ve meçhul kalan yüzde 30'luk meçhuller zincirinin,bilinmezlik denklemi, sanırım hiç bir zaman çözülemeyecek. Hatta Hz.Süleyman ve Lokman Hekim (as) devirlerine bile ulaşabilmiş değiliz...
Aslında aklımızın da yüzde 30'unu kullanıyoruz. Kalan kısmı atıl vaziyette ve bu kısımdan kullananlar, dahi dediklerimiz, bilim adamları,sonra evliya ve fazilet sırasına göre Peygamberler...
İnsan, varlığa düştüğü zaman, NEFS ruhuna hitap eder:
''- Senin Rabbin benim bana tap !''
''-Rahmanı ve Elçisini dinleme ! Gönderdiği Kitaptan yüz çevir !''
İnsanların yine yüzde 70'i bu hitaba olumlu cevap verir ! Bir kısmı direkt, bir kısmı endirekt...Allah bizi bu sınıftan olmaktan muhafaza eylesin,amin.
Direkt katılanlar,malum ateistler,ataistler,komünistler vs.
Endirekt bu çağrıya uyanlar, başta ehl-i kitap ve Müslümanlardan bir çoğunluk !
Buraya kadar anlaşılabilirdi de Müslümanları bu kategoriye nasıl kattım izah etmeye çalışayım:
Fıkıhta mülhid kavramı var. Kişi Müslüman olduğunu söylüyor ve buna inanıyordur. Söz gelimi bu kişi kendisine hoca,alim denilen biri de olabilir. Kafasına göre ahkâm keser,büyükleri pervasızca diline dolar ve şeytan ona yaptıklarını süslü gösterirken NEFSİ zaten BEN'im der. Ben her şeyin künhüne vakıfım,bilmediğim bir şey yok! Bu kişi aslında nefsine tapandır !
Bir başka örnek daha verelim. İman ettiğini iddia ettiği halde, ömrü tükenmek üzere, halen alnı secde görmemiş, kadınsa örtünmemiş,hayır namına vermemiş; yeri gelmiş içmiş,yeri gelmiş tozutmuş,zina,kumar,faiz,yalan-dolan; ibadet ancak kandil akşamları aklına gelmiş. Gidişatında pusulasını bir türlü KIBLEYE çevirmemiş, buna da heva ehli der, dinimiz ve buda tez tevbe edip, bu sayılan kötülükleri terk ile ruhunu bedeni ile secdelere götürmezse; endirekt olarak Nefsine tapanlar zümresindendir.
''Kötü duygularını,ihtiraslarını,heveslerini kendisine tanrı/ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?'' (Furkan suresi: 43 tefsirine bakınız.)
Koskoca Hz.Ömer (ra) arkadaşına soruyor, bende münafık alameti var mı sence diye...Biz ne Hz.Ömer'iz, ne de yanımızda bu alametlerimizi Hakk gözüyle görüp söyleyecek dostumuz var; işin daha vahimi böyle bir otokontrole gereksinim de duymuyoruz !
Günahsızlık muhal, ama günahta ısrar ahmaklık. Daha dün yeni haftaya bismillah derken, işte bugün cum'a ve yine bir hafta sonu geldi bir nefeste. Erteleyenler, yarın yaparım diyenler kaybetti der bir büyük sözü...
Yoksa Fir'avn nefsi herkeste var. Firavun kendisini, gücünü, kudretini, sıhhatli olşunu hep kendisinden bilme ahmaklığına düştü ve ilah benim diyebildi...O nefs kiminde uyuşturulmuş,kiminde uykuda,kiminde tetikte beklemektedir. Şeytanın işi yalnızca vesvese, o zorla elinden tutup sürükleyemez...
Yüzde 70lerden birde 7 ye bakalım. Bu da nefsin tabakaları, katmanları o da 7 tabakadır.(İsimlerine ve sıfatlarına girersek yazı çok uzar, ona da sen bakıver.)
Bir başka 7 de, aslında yanına ne kadar sıfır koysan az şiddetine göre...Cehennem de 7 tabakadır.
Sonuç olarak; Müslümanız elhamdülillah, ahir zaman Müslümanı ve hepimiz nefsimizin izni kadar kulluk yapıyoruz, kurtulamıyoruz onun tasallutundan ve sanırım çabamız da pek yok !
Bu nasıl cennete talip oluştur diye de kendimize sormadan ömür sermayesini heba mı ediyoruz acaba..?
Allah'ım bizi, bize bırakma,bize acı, bize merhamet et ve iyilerle haşret, amin.
Aslında aklımızın da yüzde 30'unu kullanıyoruz. Kalan kısmı atıl vaziyette ve bu kısımdan kullananlar, dahi dediklerimiz, bilim adamları,sonra evliya ve fazilet sırasına göre Peygamberler...
İnsan, varlığa düştüğü zaman, NEFS ruhuna hitap eder:
''- Senin Rabbin benim bana tap !''
''-Rahmanı ve Elçisini dinleme ! Gönderdiği Kitaptan yüz çevir !''
İnsanların yine yüzde 70'i bu hitaba olumlu cevap verir ! Bir kısmı direkt, bir kısmı endirekt...Allah bizi bu sınıftan olmaktan muhafaza eylesin,amin.
Direkt katılanlar,malum ateistler,ataistler,komünistler vs.
Endirekt bu çağrıya uyanlar, başta ehl-i kitap ve Müslümanlardan bir çoğunluk !
Buraya kadar anlaşılabilirdi de Müslümanları bu kategoriye nasıl kattım izah etmeye çalışayım:
Fıkıhta mülhid kavramı var. Kişi Müslüman olduğunu söylüyor ve buna inanıyordur. Söz gelimi bu kişi kendisine hoca,alim denilen biri de olabilir. Kafasına göre ahkâm keser,büyükleri pervasızca diline dolar ve şeytan ona yaptıklarını süslü gösterirken NEFSİ zaten BEN'im der. Ben her şeyin künhüne vakıfım,bilmediğim bir şey yok! Bu kişi aslında nefsine tapandır !
Bir başka örnek daha verelim. İman ettiğini iddia ettiği halde, ömrü tükenmek üzere, halen alnı secde görmemiş, kadınsa örtünmemiş,hayır namına vermemiş; yeri gelmiş içmiş,yeri gelmiş tozutmuş,zina,kumar,faiz,yalan-dolan; ibadet ancak kandil akşamları aklına gelmiş. Gidişatında pusulasını bir türlü KIBLEYE çevirmemiş, buna da heva ehli der, dinimiz ve buda tez tevbe edip, bu sayılan kötülükleri terk ile ruhunu bedeni ile secdelere götürmezse; endirekt olarak Nefsine tapanlar zümresindendir.
''Kötü duygularını,ihtiraslarını,heveslerini kendisine tanrı/ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?'' (Furkan suresi: 43 tefsirine bakınız.)
Koskoca Hz.Ömer (ra) arkadaşına soruyor, bende münafık alameti var mı sence diye...Biz ne Hz.Ömer'iz, ne de yanımızda bu alametlerimizi Hakk gözüyle görüp söyleyecek dostumuz var; işin daha vahimi böyle bir otokontrole gereksinim de duymuyoruz !
Günahsızlık muhal, ama günahta ısrar ahmaklık. Daha dün yeni haftaya bismillah derken, işte bugün cum'a ve yine bir hafta sonu geldi bir nefeste. Erteleyenler, yarın yaparım diyenler kaybetti der bir büyük sözü...
Yoksa Fir'avn nefsi herkeste var. Firavun kendisini, gücünü, kudretini, sıhhatli olşunu hep kendisinden bilme ahmaklığına düştü ve ilah benim diyebildi...O nefs kiminde uyuşturulmuş,kiminde uykuda,kiminde tetikte beklemektedir. Şeytanın işi yalnızca vesvese, o zorla elinden tutup sürükleyemez...
Yüzde 70lerden birde 7 ye bakalım. Bu da nefsin tabakaları, katmanları o da 7 tabakadır.(İsimlerine ve sıfatlarına girersek yazı çok uzar, ona da sen bakıver.)
Bir başka 7 de, aslında yanına ne kadar sıfır koysan az şiddetine göre...Cehennem de 7 tabakadır.
Sonuç olarak; Müslümanız elhamdülillah, ahir zaman Müslümanı ve hepimiz nefsimizin izni kadar kulluk yapıyoruz, kurtulamıyoruz onun tasallutundan ve sanırım çabamız da pek yok !
Bu nasıl cennete talip oluştur diye de kendimize sormadan ömür sermayesini heba mı ediyoruz acaba..?
Allah'ım bizi, bize bırakma,bize acı, bize merhamet et ve iyilerle haşret, amin.
9 Şubat 2016 Salı
7 Şubat 2016 Pazar
6 Şubat 2016 Cumartesi
Biz birbirimize benziyoruz...
Biz birbirimize benziyoruz.
Çıkarsız gülüyoruz güldüğümüz zaman,
Çıkarsız veriyor,
Çıkarsız seviyoruz...
Biz birbirimize benziyoruz.
Yalnız zamanlarda, içimizde telaffuz edilmemiş hasretler biriktiriyoruz.
Gözyaşlarımız bile, gözümüzden habersiz,sessizce süzülüyor, çaktırmadan!
Sesimizin rengi var bizim ve ancak ''biz'' tanırız.
Bazen masmavi, bazen simsiyah; karadan da kara...
Gri'yi de çok severiz, yakışır bize.
Kimsenin neş'esi kaçmasın diye!
Biz birbirimize benziyoruz.
Varlığımızda kıymeti bilinmeyen,marjinaller sınıfındanız...
Gökyüzümüzde hep başıboş bir uçurtma salınır, kendi hayallerinde.
Balonlarımız da var hem bizim,
Seksek oynayan,ip atlayan şiirlerimizle her dem dans eder durur.
Biz birbirimize benziyoruz.
Vazgeçmeden seviyoruz.
Almadan veriyoruz.
İstenmeden çekip gidiyoruz.
Biz, bu hayatı anlıyoruz.
Hayat bizi anlamadan,ahlanıyoruz...
Biz birbirimize benziyoruz canım.
Canım derken eriyoruz.
Can ile canan olup,
Adı konulmamış ufuklara yelken açıyoruz.
Dostcan dedik mi akan sular değil,
Hayat şöyle bir durup,kenara çekiliyor.
Hayran...
Biz birbirimize benziyoruz.
Kaderimizin kapısında,niyaza duruyoruz.
Keşkeleri de geçtik,rolümüzü oynuyoruz.
Kadere teslim,kedere gülümsüyoruz.
Biz birbirimize benziyoruz.
Biz birbirimize benziyoruz.
Aynı anda özlüyor,aynı anda kulak kapısını tıktıklıyoruz.
Kadim bir dostluğun şerefine birlikte ağlıyoruz.
Önce ben ölsem, o kahrolur diye, önceliklerde bocalıyoruz.
Saatlerce susarak, romanlar yazarız,biliyoruz.
Çünkü ''biz birbirimize benziyoruz.''
Sevilecek şeylere ömür veriyoruz.
Biz birbirimize benziyoruz.
Biz birbirimize benziyoruz.
5 Şubat 2016 Cuma
Kadere iman eden,kederden emin olur.
İnsanın yaşı ilerledikçe ve çevresinde kendisinden daha yaşlıların sağlık sorunlarını,hastahaneleri gördükçe;onlara üzülmenin yanında kaygı da duymuyor değil...!
Onların başına gelenin benzeri bana da gelir mi acaba diye..!
Şahsen beni,bir gün hastalanırsam, başkalarına yük olmak, onları üzmek derinden üzer.
Yoksa burası cennet değil ve mutlaka sınamalardan geçeceğimiz dünya sahnesi.
''Kadere iman eden,kederden emin olur'' demişler.
Dilimizden çıkan her kelimenin dua makamını bulması dileğiyle,bereketli cum'alar...
3 Şubat 2016 Çarşamba
İstanbul'a...
İstanbul'a değecek rengin,
İstanbul baştan başa sen kokacak...
İstanbul'da kalacak izlerin,
İstanbul sen olacak,
İstanbul, İstanbul olacak.
İstanbul'a düşecek siluetin
İstanbul ruhundan kavrayıp sarılacak
Rüzgar olup saçlarını okşayacak,
Martılarıyla,dalgalarıyla sana şarkılar fısıldayacak
İstanbul'a ateş düşecek
İstanbul ahengine bürünecek...
İstanbul'da zaman donacak
İstanbul senin adın olacak.
İstanbul'a saçından tek tel bırak giderken,
Ardından rüzgarda dans etsin zamanlar boyu.
İstanbul'a hoş gel,sefalarla,aşk ile...
İstanbul'a dokunulmamış bir buse bırak giderken
İstanbul ardından sonsuza dek ağlayacak.
İstanbul keşkelere ağıtlar yakacak...
2 Şubat 2016 Salı
özen...
..bir cümle değil, bir kelime ile çocuklar gibi gönlü sevinecek,
bir kelime ile, kelimesizlik ile, çocuklar gibi ağlayacak adamlara özen göstermek lazım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)