Aslında özellikle temmuz ve ağustos aylarında değil gezmek, sokağa bile çıkmayı tercih etmem. Fakat mevzu Çanakkale, şehitler diyarı olunca; bu kez bu prensibimi esnetmiş olarak, heyecanla bu mübarek yere gittim. Bunca sıcaklara rağmen zaten tepeler püfür püfür sürekli esiyor. Oralarda çıkan orman yangınlarının,nasıl sür'atle yayıldığını daha iyi anlıyor insan. Otlar sapsarı ve saman gibi kuru zaten. Ve orman yangınlarına nasıl üzülürüm kelimeler yetmez.
Son derece iyi donanımlı öğretmenlikten ayrılma, üniversitede mürekkep yalamış ve anlatma aşkı ile dolu bir rehberimiz vardı. Anlatırken adeta ağlıyordu bazen ve tabi ağlatıyordu. (Tek kusuru, nerede artık durması gerektiğini,ajite etme sınırlarında gezinmiş olabilir miyim diye bir endişesinin olmamasıydı. Bu da haliyle öğleden sonra,hele yemek ve yorgunluğun artması ile bir yerden sonra insanları yorması dışında çok verimliydi.)
Burada ondan duyduklarımı kısa notlar halinde bile anlatsam, bir kaç blog gerekir ve çok yorgunum bu blogu bile tamamlayacağımdan emin değilim.
Söz gelimi,anıtlar bahsini ilmi bir şekilde anlattı, tarihten gelen çaresizliklerimiz, yapmak için kaynak bulunamamasından, yabancıların buralara karışıyor olmasından...Gördüğünüz Şehitler Anıtı'nın uzun süre yapılamamasından, yarım kalmasından vesaire. Doğrusu ben hiç estetik ve ecdadımıza layık bir eser olarak göremedim. Sanki Anıtkabirden bir bölüm kesilip buraya dikilmiş hissini uyandırdı bende. Ah Mimar Sinan diye hayıflandım durdum. Böyle üst üste tuğlaları dümdüz bir çocuk bile legolarla dizer diye homurdanıp, fazla kalmadım burada...
Seyit Onbaşı'nın Seddül Bahir tepesinde o 257 kiloluk mermiyi kaldırıp, vinç, bombardımanda kırıldığı için, merdivenleri kemik sesleri ile çıkarak tek başına topa sürüp İngiliz ''Ocean''ı iş görmez hale getirdiği yerdeydik. 57. Alay, Çanakkale Savaşı’nın başlangıcı olan Anzak Çıkarmasını durdurmak için 15 Nisan 1915 sabahı harekete geçen efsaneleşmiş Türk alayıdır. Burada dediğim gibi konulara girsem hem çapımı aşar,hadsizlik etmiş olurum hem de detaylı okuyup öğrenmek lazım.
Bendenizin bu konuda söyleyeceği şey şu olmalı :
Kendimi bildim bileli gitmeyi çok istediğim yerlerdendi. Çok şükür sonunda 7 ağustos 2016 pazar günü oralardaydım. Bu ziyaret için 1 gün elbette çok yetersiz. Biz otobüs ile,hızlandırılmış ve rehber eşliğinde Çanakkale'yi hissetmeye ve atalarımıza,şehitlerimize, ''onbeşlilere'' dualarla şükranlarımızı sunmaya gittik. Elin Anzak'ı ta Avustralya'dan üşenmeden ve bir sürü para harcayarak hem de her yıl gelirken; bizim ömürde bir kez bile gidememiş olmamız gitmemektir ve gerçekten kelimenin en hafifi ile ayıptır,vefasızlıktır. Hele Çanakkale ve ruhu, bugünkü gençlik açısından ayrı bir anlam ifade etmelidir. Çocuklarımızı,her yıl oralara götürüp, yol boyunca da sürekli bilgilendirip, Çanakkale Destanı'ndan yaşanmış olayları anlatarak, bir ağaca aşı yapar gibi; neslimize Çanakkale'yi bir tutamak,bir silkinme ve dirilme vesilesi yapmalıyız.
Otobüsteki personel ile de kısa sohbet ettim. Aslında bu ayda buraya tur olmazdı, 15 temmuz ihanetinden sonra insanlarımızın ilgisi ve talebi canlandı, dedi. Ben yola çıkmadan, yan koltuğum boş olur ya da arkalarda boş yerler olur rahat giderim diye düşünürken, muavinlere bile yer kalmadığı gibi 2 otobüs peş peşe çıktık.Orada da farklı şehirlerden otobüsler,özel araçlarla gelenlerin olması sevindirici idi.
Benim gibi, gitmeyi sebeplerle ertelemiş olan kim varsa, ilk fırsatta mutlaka gitmelerini tavsiye ediyorum.Ama turist gibi, omuzlar açık,mini kıyafetlerle, ya da bazı beylerin yaptığı gibi kısa şort ile gitmemeli ki, ziyaretine gittiğimiz şehitlerimiz ''vah biz bu vatan conilere,Maria'lara dönüşmesin diye can vermiştik'' diye kederlenmesinler...