Patrick Süskind, Münih, Paris ve güney Fransa'da Montolieu'da yaşayan bir Alman olup, pek çok yazar,şair gibi sıradışı biridir kendisine verilen ödülleri bile almayı ve reddeden insanlara karışmayan biri olarak şu satırları yazdığım saatlerde dünyamızda nefeslenmektedir.(Kitap 33 ayrı dilde, sekiz milyon satmış.)
Senarist olma özelliğini eserlerinde kullandığını düşünüyorum. Koku gibi, insan yaşamında hayati öneme haiz bir temayı işlerken, gerek roman, gerek sinema filmi olarak daha fazla kendisinden söz ettirebilmesi için, notaların bilinen sayısına eş bir fazlasını bulmak gibi, insanı büyü gibi etkileyecek bir kokunun peşindedir. Roman bu yanıyla bizde koku konusunda farkındalık oluşturmayı da amaçlamış ve bunu başarmıştır.
Kokulara özel bir hassaiyeti biri olarak, (Almanca Das Parfüm) ''Koku'' adıyla, roman epeydir ilgimi çekiyordu. Kar kokusundan, kahveye...Yeni doğan bebek kokusundan, sönmüş mum kokusuna, bahar akşamları penceremizi açtığımızda ruhumuzu sarhoş eden çiçek kokularından, yağmurdan sonraki toprak kokusuna; kadın teninde, kadın tenini aşmayacak kadar haddini bilen parfüm kokusuna kadar zaaflarımdır...Say say bitmez kokular...
Tabi roman bu şekilde romantik bir koku atmosferi yaşatmak yerine, manyak bir kişiliğin, aradığı kokuyu seri cinayetlerle güzel kadınları öldürmesi etrafında temellenince, o güzelim koku farkındalığınız yerle yeksan oluyor..! İlkbahar yerine kar-bora fırtına...! Yazarlar da romanlarında ters köşeyi severler.
Patrick Süskind, eserinin sonunda, kokuya doğa üstü bir güç yükleyip, Grenouille'e tapınmayla başlayan, toplu fuhuşa kadar evrilen bir mecra ile çığrından çıkılıyor!
( Filmini de izledim, bu sahneler erotizmde Fransız sinemasına taş çıkartacak kadar iğrençti.)
Koku temasından, bizim dünyamıza ait senaristler aslında enfes senaryolar çıkarabilirlerdi, diye hayıflanmadan edemedim. (Örneğin Gavs-ul Azam Abdulkadir-i Geylani hazretleri (ks) her insanı kokusundan bilirlermiş. Bu demektir ki, kitap yazarı bir yerden hakikate yaklaşmış, kıyısından da olsa... Her insanın bir kokusu var. Duyan burunlar, bunu duyarlar.)
Kokunun bir gücü var mı, sorusunu da kendimize sormamızı sağlıyor eser. Ben öteden beri olduğuna inanırım. Güzel koku, renkler, zaaflarımıza da hitap eder. Yoksa şişesinde bir parfüm, tabancada şarjöründe duran bir mermi gibiyken, kadın teninde, saçlarında bir erkeği zaafından vuran kurşun haline nasıl dönüşebilirdi...
''Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül'' demenin güzelliği neredesin..?
Koku (parfüm) elde etme sanatı ve koku alma/duyma özelliğini de yaratan Allah'ın san'atının sonsuz çeşitliliğini es geçersek, nankörlük olur. Bendeniz balık kokusuna da bayılırım ve balık pazarında gezerken, balık cinslerine bakar, hepsine ayrı lezzet verildiğini tefekkür ederek, hayran kalırım. Koku almakla, dilimizin tad alması, kulaklarımızın ''ölçüsünde'' duyması fark etmediğimiz nimetlerden olduğunu düşünürsek, esere verilen zamanın boşa gittiğini söylemiş olmayız.
Bunca analizden sonra, eser, beklentimi karşıladı mı? Kişiden kişiye, ve kişinin o anki ruh haline göre değişen bir olgu olduğunu gözardı etmeksizin, benim gibi kişileri roman doyurmuyor desem, mazur görülmüş olurum düşüncesiyle, açıkçası okunmasını tavsiye edemiyorum..!