27 Mart 2020 Cuma

''Rabbim bana (bize) göndereceğin her hayra muhtacım (muhtacız)''

O yazımda bahsettiğime benzer şey her gece yatsı ezanından sonra oluyor!
Minarelerden yükselen dua ve tevbe nidaları inşallah içimizdeki nazlı kullar; bebeler, beli bükülmüş ağzı dualılar, kalbi mescitlere bağlı gençler ve lisanlarını bilmediğimiz hayvanat ve bitkiler hürmetine duaların kıblesine yükselir de, bu virüs musibeti/korkusu bizi hakiki haşyete eriştirme sebebi olarak geçer gider.

Elbette, Allah'ın izni ve iradesi ile bu da geçecek. Çünkü Onun Sevgili Elçisi (sav):''her hastalıkla birlikte ilacı/devası da yaratılmıştır.'' buyurdu.

Yine de şu topluca dua meselesi  tam istediğim gibi olmadı. Sanırım laik Türkiye'de birilerinden çekiniyorlar. Benim tasavvurumda her gün, farklı saatlerde TV kanallarının hepsinde aynı anda bu dua, farklı ağızlardan yapılmalı, yaptırılmalı idi. Öyle elinde yazılı bir metin falan olmaksızın, gönlünden dökülenler, gözlerinden dökülenlere karışacak. Yeryüzünü adeta göz yaşı seline karışmış, ağlama uğultusu saracak.

Rabbim seni hakkıyla bilemedik. Bu dünyaya bizi niçin gönderdiğinden gaflete düştük. Rabbim inayetini ıslahını önceki kavimlere yaptığın gibi bize de yapma, bizi helak eyleme! Bize acı, merhamet et, bizi esirge.



Kader anlayışımızı da düzeltelim. Burada pek çok örnek sıralayarak yazıyı uzatmak istemiyorum. Madem ki bu dünya ''sebepler alemi'', bir oluş için bir ya da bir çok sebebe (sebepler zincirine) gereksinim var.
 
Allah bizden öncelikle ve mutlaka sebeplere, tedbirlere sarılmamızı istiyor. Çünkü adına sünnetullah denilen prensipler kanunu böyle. ''İnsan için ancak çalışıp çabaladığının karşılığı var.'' 
O halde önce;
a) O iş, eylem için halis bir niyet, irade, inanç, karar sahibi olacağız.
b) Ardından araştıracak, danışacak, bilgi sahibi olacağız.
c) Bu sayılanları, tedbirleri ve yapmamız gerekenleri eksiksiz yaptığımıza kanaat getirdikten sonra dua bölümüne geçeceğiz. (Bugün ülkemiz tedbirler konusunda oldukça iyidir ve en az 26 ülkeden yardım talebi gelmiştir.)

Ancak bunları yaptıktan sonra ''Taktir Allah tealanın, ecelin saati belli'' deme hakkın var. Sebepleri bırakıp ''ecelin saati belli'' der ve salgın olan yere girersen bu ham tevekkül Allah'ı gazaplandırır ve kendi kader halkandan salgın kader halkasına geçer ve ölürsün! O zaman da ecelinin saati o imiş deriz ardından. (Kader, ruh gibi sırlar sırrı.)

Bu ve benzer şeylerde kaderci anlayış, bizi tedbirsizliğe ve ham dindarlığa, kaderci teslimiyete itiyorsa, sonuç maalesef hüsran olacaktır.
 Koskoca Hz. Ömer (ra) veba olan yere girmedi. Kendisine ''Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun Ya Ömer?'' diyenlere o muazzam ölçüyü verdi: ''Evet Allah'ın bir kaderinden diğer kaderine geçiyorum.'' 
Çünkü sen yeryüzünde hakikatin şahitleri olarak Allah'ın halifesi yani vekili olmaya memursun. Bu gezegenin idaresi sana emanet edildi. Ve sana ''en büyük akıl tedbirdir'' denildi.

Ülkelerin, insanların da bu, bizi gezdiren gezegen gibi bir kaderi var. Hatta gökteki yıldızların bile. Onların bile ne zaman kararacağı ve adına ''kara delik'' denilen mezarlıkça yutulacağı ilahi ferman ile belli.

Bileceksin ki: "O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez." (En'am, 6/59)

Boynun eğik, tefekkür buudunda iç çekeceksin: Onca ülkeler nükleer savaş sanayinde kibir abidesi olarak birbirlerine caka satar ve adaletsizlikler her yanı sarmışken bir virüs çıktı bütün silahlarını, zenginliklerini geçersiz etkisiz eyledi ve tüm dünyayı eve hapsetti. Sonra yine o dua dilinde:

''Rabbim bana (bize) göndereceğin her hayra muhtacım (muhtacız)''