29 Ağustos 2016 Pazartesi

Gözlerime bakarım ama

İnsanlarla çok sıkı-fıkı olmuyorum nicedir.

Annem dışında..!

Biliyorum ki, bir tek anneme ne kadar dil sürçmesi yaparsam yapayım, her hatamda beni her zaman sevecek,yaralarıma merhem olacak...

Ruhumu okşayacak, bilgimi abartarak beni onurlandıracak,önemli olduğum duygusunu yaşatacak...

Suskunluğumu anlayacak, sessiz alfabemdeki heceleri okuyacak,beni şefkatle sevecek bir tek annem...

Şair ne güzel demiş : ''Şu elin güzeli değmiyor aşka...'' 

Aynaya bakarım ama görmem, gözlerimin içini yani...


Görürsem,

Kendimle göz göze gelirsem,

Biliyorum ki ağlarım...

Çünkü o gözlerle, bir ömürlük hayal kırıklığı; içten samimi sevişlerin alınamayan karşılığının izdüşümü keder yuva yapmıştır.

Gerçekten şu dizem ne kadar da bana uygun: ''Sevdi beni yalnızlık, sonra bir de baktım ben de ona tutulmuşum..'' böyle bir şeydi sanırım.

Vefa,samimiyet,sadakat,menfaatsiz sevgi...Güzel kelimeler ama sanki gezegenimizden ay'a taşındılar, oradan mahzun bakıyorlar biçare halimize...

Eskiden, eski mahalleye gider, çocukluk arkadaşlarımı falan görürdüm, hasret gidermeye...Çoktandır bunu da yapmıyorum, çünkü çocukluğumdaki gibi değil hiç biri...

Ah annem..!

Başımın tacı, gönlümün ilacı, tek sermayem; senden sonra geriye kalırsam, kim tutar ruhumdan..?




28 Ağustos 2016 Pazar

geçiyorum senden


 ..gecelere düşer ilkin bir eylül muştusu,
daha çok üşürüm yokluğunda...

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Ayder yaylası ve Uzungöl

  Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin 19 km güneydoğusunda yer alan 1350 m rakımda ormanlık enfes bir yer.

Ayder ismi kulağa hoş gelen bir isim, tarla ya da tarlalar anlamına geliyormuş.Oysa Ayder'de hiç tarla yokmuş.

Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olan Ayder 1987 yılında turizm merkezi ilan edilmiş, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına faydası sebebi ile termal tesisler de var.

Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı Uzungöl'den güzel bir kaç kare çektim. Fotoşop ile oynamadan direkt sunuyorum. Yani Ayşegül hocam hakkımı teslim et, güzel estanteneler oldu...)


Burası beni hep resimlerinden gördüğüm gibi büyülemedi nedense. Hatta ''seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli'' şarkısı sana gelsin Uzungöl diye mırıldandım. Göl çevresindeki göz zevkine hitap edemeyen barakadan dükkanlar, tezgahlar ile direk lambalarındaki örümcek ağları ve kirinin yanında zamanında toplanmayan çöp kovalarının da resimlerini çekmiştim ama, size kıyamadığım için buraya almadım.Doğrusu çok bakımlı bulmadım burasını ve özen gösterilmezse, ileride adı anılmaz yerlerden olma tehlikesi var..!


''Uzungöl, Trabzon'a 99 km, Çaykara'ya ise 19 km uzaklıktadır. Türkiye'nin yağmur ormanlarının bulunduğu, Soğanlı ve Kaçkar Sıradağları'nın birleşim yerinde bulunmaktadır. Bu bölge aynı zamanda yerkürenin ılıman bölgede bulunan en yaşlı ormanlarına ev sahipliği yapmaktadır. Bol yağış ve nisbi ılıman iklimi sayesinde yılın her mevsiminde yeşildir.''




Bankta otururken Arap asıllı bir bey yanıma oturmak için nazikçe izin istedi,az sonra benimle konuşmak istedi, ben de nereli olduğunu anlamak için Medine mi dedim nedense...
O da evet Medine Bedir'den demesin mi...
Benim Arapçam,onun Türkçesi olmadığı için sohbet edemedik.
Burada evi varmış biraz burada biraz MEDİNE'de kalıyorlarmış ailece...
Gideceği zaman edeplice elini öptüm mahcup oldu itiraz ederken bu güzel insan.
Bilse ben o elde neyi neleri terennüm ediyordum.
İşte şimdi Uzungöl'e geldiğime değdi.
Ah Medine sende doğup senden uzağa düşülür mü hiç...


25 Ağustos 2016 Perşembe

Ordu

Karadeniz turunda en sevdiğim şehirlerden biri Ordu oldu. Bana ferah geldi uzayıp giden sahilleriyle...Grup teleferikle tepeye çıkarken, ''yalnız adam'' ayrıldı. Önce ve hep önce cami-mescid bulmalıydım. Namaz dinin direği, kulun Rab ile birebir yakınlığı, gezilere kurban edilmesi akla bile gelse,öldürün beni..! Evet mücrim biriyim ama namazın yeri başka. Namazsız bir vakit düşünemem asla.Namaza layık olamasam da, değil mi ki, secdeye O, izin veriyor,sonsuz şükür.
Bursa'da uzun bir teleferik macerası yaşamış biri olarak,te böyle resmini çekmekle yetindim. 

Sahil kenarında kondurulmuş öyle güzel, öyle şirin bir camiye denk geldim ki, zevkle ağır çekimde abdest aldım, sular buz gibi akarken, sıcakta huzur duydum.

 
Aslında içini videoya çekmiştim lakin, size nasip olmadı. Klima ve benzeri şeylere hiç ihtiyacı olmayan bir cami. Nasıl esiyor,püfür püfür.Uzun süre burada kalasım geldi.

 
Bu resimde solda gördüğünüz adamın elinde bir ağ var, onu ortaya atıyor ve ipinden çekiyor, genelde her seferinde balık yakalıyor,insanlarla birlikte ben de bir süre onu izledim.Karadeniz insanı çok zeki ve bazen bu zekâları size sıradışı gelebilir. Şöyle bir baktığımızda Karadenizden başbakan, cumhurbaşkanı,ünlü diğer isimler,sanatçılar çıkmış.Azimli ve çalışkan insanlar.


Son derece gelişmiş caddelerini de görmek kısmet oldu. Tabi hızlandırılmış tur ile bir şehri bir kaç saatte görmüş,tanımış olamazsınız.




Bu da sanki fotoşop ile yapılmış gibi değil mi...Sanırım yazılalı çok olmamış. Dalgalar(zaman) henüz silememiş.Bana çekmek kaldı. Seni Seviyorum...

18 Ağustos 2016 Perşembe

susmak üzerine...

''..konuşmak tehlikeli
susmaksa vebaldi..!''

*

sonra zamanla susmaların girdabında kayboluyor insan,
oysa iki cümlecik de ben bırakaydım şu gökkubeye geçip giderken diyorsun
içinden...

iki cümle olsun,
içinde ciltler saklasın...

konuşmak, bir sürü masraf ve ücreti de farklı bir meta..!
elbette haksızlıklar karşısında susmak, susmak değil, destek, en hafifinden onay anlamına geliyor...

bizim susma alanımızı anladınız, 
tamamen farklı..!

biz susaya susaya susuyoruz, susamaya değer şeylere,
çöllerin yağmura hasreti gibi..
göz ucuyla bakıp, geçip giderken üzerimizdeki gökkubbeye...

konuşmayı içimizden,
susmayı dışımızdan yapageldiğimiz zamanlardan beri,
kelimelerin ağırlığı altında ezilmekten
ruhumuz kambur oldu...

ne gören, ne de kamburumuza bir melhem bulunamadı..!







15 Ağustos 2016 Pazartesi

anladım..!

Anladım..!
Ve anladığım andan itibaren, 
gökyüzümü kara bulutlar 
griye boyadı..!
Anladığımdan beri 
sevgiliye dair ideali attım lügatimden...
Anladım ben..! 
Geç de olsa anladım...
Ruhumu saran bir ruh olmadan,
Teslim edeceğim ruhumu..!


13 Ağustos 2016 Cumartesi

bir yazgı mı..?

bir yazgı mı?
omuzlarımda bir ah mı..?
yolumda çakıl taşları mı..?
gözlerimin yaşları mı.?
nedir bu yalnızlığın,
bana olan tutkusu..?

9 Ağustos 2016 Salı

afedersiniz...

Bu resimle birlikte şahsıma yazılan doğum günü şiirini de burada saklamak isterdim. 

Keşke..
Neyse... 

*


''Bir bir aldın yüz yüz verdin ama sen hesabını hiç bilmedin ki!
Hayat ne masal, ne de rüya; Gerçeğin ta kendisi!
Çile çile sızıları aldın bir bütün yapamadın, hep karıştı.
Hesabın yok işte! Çözemedin bir türlü…
Ruhunun merceği öylesine saf ki hesapsız baktın dünyaya, insanlara.
Hep biraz çocuk kalman onların saf ama hayata gerçek perspektiften
bakışları gibi. Masallarla büyürken hayal dünyan alabildiğine açıldı.
Ama bir yandan bulmacalar vardı çözmen gereken. 
Ee çocukluk işte,
Ne bilirdin sağ lob, sol lob. Beynin kimyasını bilmeden çözmeye ta o zamanlarda başladın. Hayatla yaşam arasında ki ayrıntı, farklı bir bulmaca sanırım en zoruydu...'' diye başlamış yazısına sevgili Berrin Gök blogcuda.
Bulmaca ve ruhun çocuk kalışından devam edeyim dedim :

*


Bulmacalara aklım ermezdi, 
Hesap ederek de konuşamadım ben.
İçimden geldiğince, hep aynıydı afallamalarım!
Konuşurken bazen tonlamam sert olsa da, 
Niyetim her zaman yumuşacıktı.
Ah bulmacalar beni siz yaktınız..!
Çocuktum akıl erdiremedim size..!
Dolandı elim ayağım,
Yüzüme gözüme bulaştırdım,
Hayat sandığım ne varsa..!
Daha dün ''Beş''idim bir çırpıda yanına ''Bir'' eklendi,
Derken bu gece ''İki''ye evrildi ''Beş''in yanındaki rakam.
Griye çalmaya başlamış rengimin,
Günbatımı rengine sarılmasına az kaldı !
Ben büyüyemeden mi öleceğim anne..!
Ben büyüyemeden öleceğim anne..!

*

Ne..!
Birisi doğum günün kutlu mu olsun dedi.?
Keşke mübarek olaydı..!
Özel günlere karşı biraz antipatikliğim var galiba...
Afedersiniz..!

 ____NOT:

Kelime ya da başka hatalarım için lütfen mailden bildirirseniz mutlu olurum. Afedersiniz Affedersiniz yazılışı için araştırdım. Doğrusu affedersiniz diyor uzmanlar ve TDK. Afv'dan geldiği için, böyle geçmiş dilimize yazımı.Nedense buna katılamıyorum !

*

Sevgili Dost diye gelen mailin şahsında, aynı duygularla unutmayan herkese de ayrıca sonsuz teşekkürler ediyorum,bendenizi bu iltifata layık gördüğünüz için...












8 Ağustos 2016 Pazartesi

Çanakkale,şehitler şehrinde idim.

Aslında özellikle temmuz ve ağustos aylarında değil gezmek, sokağa bile çıkmayı tercih etmem. Fakat mevzu Çanakkale, şehitler diyarı olunca; bu kez bu prensibimi esnetmiş olarak, heyecanla bu mübarek yere gittim. Bunca sıcaklara rağmen zaten tepeler püfür püfür sürekli esiyor. Oralarda çıkan orman yangınlarının,nasıl sür'atle yayıldığını daha iyi anlıyor insan. Otlar sapsarı ve saman gibi kuru zaten. Ve orman yangınlarına nasıl üzülürüm kelimeler yetmez.

Son derece iyi donanımlı öğretmenlikten ayrılma, üniversitede mürekkep yalamış ve anlatma aşkı ile dolu bir rehberimiz vardı. Anlatırken adeta ağlıyordu bazen ve tabi ağlatıyordu. (Tek kusuru, nerede artık durması gerektiğini,ajite etme sınırlarında gezinmiş olabilir miyim diye bir endişesinin olmamasıydı. Bu da haliyle öğleden sonra,hele yemek ve yorgunluğun artması ile bir yerden sonra insanları yorması dışında çok verimliydi.)

Burada ondan duyduklarımı kısa notlar halinde bile anlatsam, bir kaç blog gerekir ve çok yorgunum bu blogu bile tamamlayacağımdan emin değilim. 

Söz gelimi,anıtlar bahsini ilmi bir şekilde anlattı, tarihten gelen çaresizliklerimiz, yapmak için kaynak bulunamamasından, yabancıların buralara karışıyor olmasından...Gördüğünüz Şehitler Anıtı'nın uzun süre yapılamamasından, yarım kalmasından vesaire. Doğrusu ben hiç estetik ve ecdadımıza layık bir eser olarak göremedim. Sanki Anıtkabirden bir bölüm kesilip buraya dikilmiş hissini uyandırdı bende. Ah Mimar Sinan diye hayıflandım durdum.  Böyle üst üste tuğlaları dümdüz bir çocuk bile legolarla dizer diye homurdanıp, fazla kalmadım burada...   
 Seyit Onbaşı'nın Seddül Bahir tepesinde o 257 kiloluk mermiyi kaldırıp, vinç, bombardımanda kırıldığı için, merdivenleri kemik sesleri ile çıkarak tek başına topa sürüp İngiliz ''Ocean''ı iş görmez hale getirdiği yerdeydik.
 İşte o mermilerden iki tanesi. İki kişi denedi kımıldatamadı bile. Zaten Seyit onbaşı 'da daha sonra yine kaldır da biz de görelim dediklerinde kaldıramıyor. Ben o zaman bu mermileri kaldırırken kalbim ilahi sırlarlar doluydu, der.(Sanırım 3 tane mermiyi 3 kez tek tek alıp, bataryanın merdivenlerini tırmanıyor.)

 Kudüs vilayeti, az geride Bosna,yanında Siirt, ardında Çorum...Hepsi el ele, gönül gönüle. Vatan ve din-i mübin İslam için cephede.
 57. Alay, Çanakkale Savaşı’nın başlangıcı olan Anzak Çıkarmasını durdurmak için 15 Nisan 1915 sabahı harekete geçen efsaneleşmiş Türk alayıdır. Burada dediğim gibi konulara girsem hem çapımı aşar,hadsizlik etmiş olurum hem de detaylı okuyup öğrenmek lazım.
Bendenizin bu konuda söyleyeceği şey şu olmalı :
Kendimi bildim bileli gitmeyi çok istediğim yerlerdendi. Çok şükür sonunda 7 ağustos 2016 pazar günü oralardaydım. Bu ziyaret için 1 gün elbette çok yetersiz. Biz otobüs ile,hızlandırılmış ve rehber eşliğinde Çanakkale'yi hissetmeye ve atalarımıza,şehitlerimize, ''onbeşlilere'' dualarla şükranlarımızı sunmaya gittik. Elin Anzak'ı ta Avustralya'dan üşenmeden ve bir sürü para harcayarak hem de her yıl gelirken; bizim ömürde bir kez bile gidememiş olmamız gitmemektir ve gerçekten kelimenin en hafifi ile ayıptır,vefasızlıktır. Hele Çanakkale ve ruhu, bugünkü gençlik açısından ayrı bir anlam ifade etmelidir. Çocuklarımızı,her yıl oralara götürüp, yol boyunca da sürekli bilgilendirip, Çanakkale Destanı'ndan yaşanmış olayları anlatarak, bir ağaca aşı yapar gibi; neslimize Çanakkale'yi bir tutamak,bir silkinme ve dirilme vesilesi yapmalıyız.

Otobüsteki personel ile de kısa sohbet ettim. Aslında bu ayda buraya tur olmazdı, 15 temmuz ihanetinden sonra insanlarımızın ilgisi ve talebi canlandı, dedi. Ben yola çıkmadan, yan koltuğum boş olur ya da arkalarda boş yerler olur rahat giderim diye düşünürken, muavinlere bile yer kalmadığı gibi 2 otobüs peş peşe çıktık.Orada da farklı şehirlerden otobüsler,özel araçlarla gelenlerin olması sevindirici idi.

Benim gibi, gitmeyi sebeplerle ertelemiş olan kim varsa, ilk fırsatta mutlaka gitmelerini tavsiye ediyorum.Ama turist gibi, omuzlar açık,mini kıyafetlerle, ya da bazı beylerin yaptığı gibi kısa şort ile gitmemeli ki, ziyaretine gittiğimiz şehitlerimiz ''vah biz bu vatan conilere,Maria'lara dönüşmesin diye can vermiştik'' diye kederlenmesinler...




6 Ağustos 2016 Cumartesi

hiç bir zaman...


hiç bir zaman, 
canıma can olan,
canımı versem de, 
yetineceğim bir canım 
olmadı ki benim...

hiç bir zaman, 
gözlerine baktığımda, 
gözlerimi sırılsıklam yıkayacak
gözdem olmadı ki benim...

hiç bir zaman,
kokulu öpücüklere nazlanıp,
mahsustan gözlerimi açmadığım,
çocuk gibi şımardığım
sabahlarım olmadı ki benim...

hiç bir zaman,
hiç bir zaman,
içimdeki saflığa denk,
safça sevenim olmadı ki benim...

belki de,
küsmüşlüğüm,
hırçınlığım bundandır...!






4 Ağustos 2016 Perşembe

tohum..!



gözyaşı mı,kan mı daha çok düştü toprağa..?
neticede doymadı anadolu ikisine de..!
anneler ağlamaktan yoruldu,
çocuklar anneleriyle gözyaşı yarıştırmaktan...

gözyaşıyla,kanın rekabeti sanki bu..!
merhamet fakiri canlı türünün doyumsuzluğu...
kadınlar kocalarını gömerken toprağa,
utanmadı onları ''ah''latanlar..!

filistin ağlar,türkistan kan kusar,
suriye öksüz,mısır garip..!
yurdum bir başka puslu..!
başsız ümmet baş beklerken şaşkın..!
ne çok acı tohum oldu toprağa..!
ne çok can,can oldu toprağa..!