''Rahmetli Necip Fazıl’la ilk tanışmamız konferans için geldiği Rize’de, konferansını verdiği sinema salonunda gerçekleşti…
Henüz bir lise öğrencisiydim ve bilgisine, üslubuna, kelime haznesine hayran kalmıştım.
Çok sonra Cağaloğlu’nda aynı cadde üstünde (Yerebatan Caddesi) çalışma şansını elde ettim (nasiptir)…
O tarihte ben Yeni Asya Gazetesi’nde yazıyordum, o da Büyük Doğu Mecmuası’nı çıkarıyordu.
Günlük işlerimi toparlar toparlamaz bürosuna koşuyor, sigara dumanları arasında (sıkı bir tiryakiydi) abonelere gönderilecek Büyük Doğu’ların üstüne adres yazıyordum…
Ya da sırtlayıp Büyük Postahane’den abonelere gönderiyordum.
Keyfinin yerinde olduğu bir eşref saatinde dümdüz sordu:
“Beni nasıl bilirsin, genç adam?..”
“Kaleminizden kan damlıyor, müthiş bir kavga adamısınız” gibisinden bir şeyler kekeledim…
Kulak yumuşağımdan tuttu ve bir ebedi hakikatı kulaklarıma küpe etti:
“Kavga adamı olmayı boşver genç adam, ben şimdiye kadar kimseyi döve döve Müslüman yapamadım. Sen sevgi adamı olmaya çalış, ancak o zaman daha etkili olabilirsin.”
Doğrusu o zaman bunu pek anlayamamış, Üstad’ın yaşlandığını, bu yüzden kavgadan vazgeçtiğini düşünmüştüm…
Şimdi anlıyorum ki, o sözler yaşlanma emaresi değil, olgunlaşma belirtisiydi. Hem Mevlâna’laşmış, hem de Yunus’laşmıştı…
Sağlığında Üstad’ın özel hayatı bizim camiada çok eleştirilirdi: Kimisi sigarasına, kimisi at binmesine, kimisi sakalına-bıyığına, hatta kravatına takar, bazıları ise “ilmiyle âmil” bulmadığı için eleştirirdi.
Ben ise böyle bir üslupkârın, bu kudretli şair ve nesir ustasının dinsiz cephede yer alması halinde inancımıza verebileceği zararları düşünür, saflarımızda yer aldığı için Allah’a hamd ederdim.
Çünkü çok etkin bir yazar ve hatipti. Benim durumumdaki milyonlarca genci etkiledi ve istikamet bulmalarına yardımcı oldu.
Yaşadığı dönem, İslâmi hizmetler açısından, tam anlamıyla bir “kaht-ı rical” (adam kıtlığı) vardı. Alnı secdeyle buluşan yazar bulmak imkânsız gibiydi. Öte yandan düzgün kıbleli tanınmış insanlara zindanlar göz kırpıyordu.
Böyle bir dönemde hizmet etti.
“Böyle bir dönem” derken İnkâr-ı uluhiyet (Allah’ın inkârı) fikrinin ders kitapları ve şiirler vasıtasıyla körpe zihinlere ekildiği dönemi kastediyorum…'' (Yavuz Bahadıroğlu )
Ahmet Necip Fazıl Kısakürek (26 Mayıs 1904, İstanbul - 25 Mayıs 1983, İstanbul), Şâir, yazar ve düşünür.
Doğduğu ayda bir gün eksiği ile tam yılı tamamlayarak dünyamızda güzel bir seda bırakmış, güzel bir insan. O öldüğü zaman,''şiir öldü'' diyenleri anlamak için, Onun başta Çile şiir kitabı olmak üzere en azında bir düzine eserini okumak ve mahkemelerdeki savunmalarından haberdar olmak şart.
Ruhuna fatiha...