29 Mart 2019 Cuma
Aman adam sen de!
Bana dair hayallerin mi...?
Çok şakacısın, hatta darılma ama komiksin de..!
Ne güzel söylemiş Zarifoğlu :
''Bitti o şiir,
Başka mısra gerekmez!'' diye...
Kalan ömrümü bir tek kadına ipotek ettim,
Güzellikten, iyilikten anlayan vefası çok bir tek kadına adadım; anneciğime...
O hasta, ben hem evladı, hem de müşfik bir doktoru, hemşiresi, dadısı...
O benim ellerimde eriyen, sararan bir yaprak gibi bebeğim...
Ha havalandı, ha kanatlanacak meleğim...
Aşk-meşk defterini yakalı nice zaman oldu...
Kadir kıymet bilmezler dünyasında,
Beni bir annem güzel sevdi,
Bir de gerçeği olmamış olan ruh tuvalimde saklım Rüveyda'm...
İki kadın arasında limanıma uğrayanları sorma gitsin!
Uğrayanlar, limanımı tarumar ederek gittiler!
Yaralarıma yeni yaralar ekerek silindiler!
Uğramak istediği halde uğrayamayanlara sözüm yok.
Belki içlerinden biri beni annem gibi olmasa da, Rüveyda gibi sevebilirdi...
Aman adam sen de!
Kalk hadi, anneciğin seslendi...
28 Mart 2019 Perşembe
Nasip...
Dedi ki; ''Kaderin (sana taktir ettiği payın) asılı durur ve senin elini uzatmanı bekler!''
Bu kadar kolay, bu kadar basitti demek!
Adam kilometreleri aştı, yükseldikçe yükseldi, kaç mil feet çıktı bilmiyordu.
Güzel bir niyet ile elini o askıya uzatmak istedi.
Ama...
Olmadı...
Gerisin geriye düştü onca yükseklerden, öyle bir düşüş ki, her yeri yara bere içinde kaldı.
Hayır yara-bereleri kanadı yeniden!..
Niyet halis idi,
Kaderin aşık olduğu gayret de tamdı...
Ah..!
Nasip, dostum, nasip, bizim göremediğimiz o yoktu işte...
27 Mart 2019 Çarşamba
Çamlıca camiinde idim.
Tabiki de dün gittim, giderim demiştim. Harika bir gün idi! Aslında böyle gezileri bir kaç kişi yapmak daha zevkli olabilirdi ama malum işte bendeniz...
Günlük güneşlik bir bahar havası vardı, ''her şey vardı, sen yoktun...'' demiş şair...
34 metre çapında çapındaki kubbesi ile, Osmanlı-Selçuklu ile günümüz mimarisinin çizgileri yer alan cami meraklılarının akınına uğruyor. İnce işçilikleri halen devam eden cami, görülmeye değer.
Türkiye'nin en büyük camisi olan Çamlıca Camisi İstanbul'un her noktasından görülebiliyor. Son derece ihtişamlı. Karşısında duran Süleymaniye'ye hürmetle ''senin neslinden hayırlı insanlar hâlâ var ve senin gibi ölmeden önce kalıcı eserler bırakıyorlar'' diye selam ve muhabbetlerini söylemekte...
İmanın şartını temsilen 6 minareli inşa edilen Çamlıca Camisi'nin üç şerefeli 4 minaresi Malazgirt Zaferi'ne ithafen 107,1 metre, iki şerefeli 2 minaresi ise 90 metre yüksekliğinde yapılmış.
Caminin 72 metre yükseklikteki ana kubbesi İstanbul'da yaşayan 72 milleti, 34 metre çapındaki kubbesi İstanbul'u simgeliyor.
Kubbenin iç yüzeyine, 16 Türk devletine ithafen Allah'ın isimlerinden 16'sı, Haşr Suresi'nin son iki ayetinden istifade edilerek yazılmış.
Ana kubbenin üzerine 3 metre 12 santimetre genişliğinde, 7 metre 77 santimetre yüksekliğinde, 4,5 ton ağırlığında alem yerleştirildi. Nanoteknolojiyle renklendirilen ve 3 parçadan oluşan alem, dünyanın en büyük alemi olma özelliğini taşıyor.
Caminin kubbe altındaki dört ayrı bölümde yer alan aslan göğüslerine, paslanmaz çelikten nanoteknolojiyle üretilen hatla Arapça "Ey ihtiyaçları gideren", "Dualara icabet eden", "Sesleri duyan", "Dualarımızı kabul et" sözleri yazıldı. Yine nanoteknoloji ürünü 220 metre boyunda ve yaklaşık 9 bin parçadan oluşan Fetih Suresi'nin tamamı, kubbe altındaki kemerlere monte edildi. Resmini çekmiştim ama burada (hürmetsizlik olur endişesi ile) paylaşmak istemedim.
Çamlıca Camisi, halı serili alanında 25 bin olmak üzere 63 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği bir cami kompleksi olarak tasarlandı. Camide aynı anda 8 cenazenin namazı kılınabilecek.
Bilindiği gibi 7 Mart perşembe sabahı ilk ezanın okunduğu Çamlıca camii ibadete açıldı.
Hazırlıksız gelen kadınlar da düşünülmüş. Zaten mimarisi sanki bir kadın tarafından, ''kadınlar'' için inşa edilmiş gibi. Hani adı Çamlıca camii olmasa, Kadınlar camii olabilirdi. Bir kadının sıkıntısız ibadet edebileceği harika bir iklim...
Çamlıca Camisi ibadet alanının yanı sıra 11 bin metrekarelik müze, 3 bin 500 metrekarelik sanat galerisi, 3 bin metrekarelik kütüphane, bin kişilik konferans salonu, 8 sanat atölyesi, 3 bin 500 araçlık kapalı otoparkı bünyesinde barındırıyor.
Terası ve bahçeleriyle, Ramazan sıcağında püfür püfür namaz kılınabilecek enfes bir eser, insanımıza hayırlı olsun.
24 Mart 2019 Pazar
Gidilecek,okunacak !
GİDİLECEK!
Sadi Şirazi : ''Ey seni hiç unutmadığım'
Hiç beni hatırladığın oluyor mu..?''
Murat Mesut : ''Hatırlamak, unutanların kusurudur!''
Bir kaç zamandır aklımda cumhuriyet tarihinin en büyük camii Çamlıca camii'ni ziyaret etmek var, inşallah ilk fırsatta gidilecek!
OKUNACAK!
Oğuz Atay'ın ünlü Tutunamayanlar'ına 120. sayfasına kadar tutunabildim. İntihar eden Selim üzerine bina edilmiş psikolojik metaforların devamına şimdilik ruh halim izin vermedi...Beklesin!
Yok yok ''Paramı geri istiyorum, yanlış filme gelmişim.'' demiyeceğim...
Bu arada Anton Çehov'un ''Diş hekiminin yaşadıkları'' sonu bir yere varmayan eserini okudum. Keza Puşkin'in ''Köylü Genç Bayan'' ve Tolstoy'un ''Cehennem adası'' da sardı diyemem.
En iyisi güzel bir tasavvufi esere geçiş yapmak...Ruhumun aradığı bunlar değil!
Bunun için de önce evliya kokan şehr-i İstanbul ile fukara gönlüm bir nebze de olsa zenginleşmeli...
İnşallah ilk fırsatta...
Sadi Şirazi : ''Ey seni hiç unutmadığım'
Hiç beni hatırladığın oluyor mu..?''
Murat Mesut : ''Hatırlamak, unutanların kusurudur!''
Bir kaç zamandır aklımda cumhuriyet tarihinin en büyük camii Çamlıca camii'ni ziyaret etmek var, inşallah ilk fırsatta gidilecek!
OKUNACAK!
Oğuz Atay'ın ünlü Tutunamayanlar'ına 120. sayfasına kadar tutunabildim. İntihar eden Selim üzerine bina edilmiş psikolojik metaforların devamına şimdilik ruh halim izin vermedi...Beklesin!
Yok yok ''Paramı geri istiyorum, yanlış filme gelmişim.'' demiyeceğim...
Bu arada Anton Çehov'un ''Diş hekiminin yaşadıkları'' sonu bir yere varmayan eserini okudum. Keza Puşkin'in ''Köylü Genç Bayan'' ve Tolstoy'un ''Cehennem adası'' da sardı diyemem.
En iyisi güzel bir tasavvufi esere geçiş yapmak...Ruhumun aradığı bunlar değil!
Bunun için de önce evliya kokan şehr-i İstanbul ile fukara gönlüm bir nebze de olsa zenginleşmeli...
İnşallah ilk fırsatta...
22 Mart 2019 Cuma
Sonunda yayın evinden içeri girdim!
Sanırım 15 yıl kadar önceydi onu tanıdığımda...
O sadece bir yayıncı, kitap aşığı biri değil, aynı zamanda, edindiği işin, yani kitapların havasını, kokusunu ruhunda özümsemiş, entelektüel/münevver duruşu ile insan canlısı, sohbet ehli...bir güzel insan kısacası...
Çocukluğuma hayalini kurduğum işe adamış kendisini.
Şu zamanda bu işi maddiyat için yapmayan, işine sevdalı biri İsmail ağabey. Saygın, düzgün ve dürüst biri İsmail abi.
Kitap almaya gidip soru falan sorarsanız hemen size çay ikram eder, yer gösterir, siz nasıl o sohbet halkasında ''ahbap'' olduğunuzu anlamazsınız bile.
İkidir bulunduğu pasaja gidiyorum, kitapçı dükkânı (dükkân demeyi, bakkal demeyi çok seviyorum) yerinde yok. Yanlış mı girdim diye dolandım yok. Bir sor be adam, yok..Bazen olurum böyle. Serde asosyallik de var ya...Sanki sorsam...uzatmayayım sorma günüm bugün imiş ve aynı sokakta karşı binaya taşınmışlar, hem daha büyük hem daha ferah...
İsmail ağabey beni görünce güneşte kararan gözlüğümü çıkarmamı istedi ve tanıdı.
Onca çevresi içinde bir kaç kez gördüğü insanı unutmayacak bir hafızası da var, maşallah.
Ben çekinirim, çok zaman ç/almama adına, hal-hatırdan sonra hemen konuya girdim.
Flaş bellekten Rüveyda'ya mektuplar'ı kendilerine sundum.
Konu hakkında epey malumat da edindim. ''İyi ki bana gelmişsin'' dedi.
Çok istismara açık bir konu. Gerçi bu memlekette ne değil ki...
Ne, nasıl olur konuştuk.
Sosyal medyadan iyi bir talep var kitap olması için abi, dedim.
''-Sonunda onların ısrarı ile ben de, kitap olarak (göçerken bu dünyadan) gölgem kalsın diye buradayım.''
''-İnan bana, o kitap olarak çıkarmalısın diyenlerin bir çoğu, iş almaya gelince üşenecekler!'' dedi.
Ve sorduğum soruya : '' Evet biz yayın evi olarak buradan dünyanın her yerine kitap gönderebiliriz, gönderiyoruz.'' diye cevap verdi.
Sonuç olarak dostlarım, ''mektupları'' redaktöre gönderecekler. İsmail ağabey de, ilk fırsatta okuyacağını söyledi.
Artık o kapıdan içeri -sonunda- adım atıp, bismillah dedim ya, gerisinin geleceğine inanıyorum.
Hem eski bir dost, hem bulunduğum şehirde olması büyük avantaj doğrusu.
Öyle ya da böyle asgari sayı neyse sizler için ''hatıra'' babında kitap çıkar diye düşünüyorum.
Sizlerle paylaşmak istedim...
O sadece bir yayıncı, kitap aşığı biri değil, aynı zamanda, edindiği işin, yani kitapların havasını, kokusunu ruhunda özümsemiş, entelektüel/münevver duruşu ile insan canlısı, sohbet ehli...bir güzel insan kısacası...
Çocukluğuma hayalini kurduğum işe adamış kendisini.
Şu zamanda bu işi maddiyat için yapmayan, işine sevdalı biri İsmail ağabey. Saygın, düzgün ve dürüst biri İsmail abi.
Kitap almaya gidip soru falan sorarsanız hemen size çay ikram eder, yer gösterir, siz nasıl o sohbet halkasında ''ahbap'' olduğunuzu anlamazsınız bile.
İkidir bulunduğu pasaja gidiyorum, kitapçı dükkânı (dükkân demeyi, bakkal demeyi çok seviyorum) yerinde yok. Yanlış mı girdim diye dolandım yok. Bir sor be adam, yok..Bazen olurum böyle. Serde asosyallik de var ya...Sanki sorsam...uzatmayayım sorma günüm bugün imiş ve aynı sokakta karşı binaya taşınmışlar, hem daha büyük hem daha ferah...
İsmail ağabey beni görünce güneşte kararan gözlüğümü çıkarmamı istedi ve tanıdı.
Onca çevresi içinde bir kaç kez gördüğü insanı unutmayacak bir hafızası da var, maşallah.
Ben çekinirim, çok zaman ç/almama adına, hal-hatırdan sonra hemen konuya girdim.
Flaş bellekten Rüveyda'ya mektuplar'ı kendilerine sundum.
Konu hakkında epey malumat da edindim. ''İyi ki bana gelmişsin'' dedi.
Çok istismara açık bir konu. Gerçi bu memlekette ne değil ki...
Ne, nasıl olur konuştuk.
Sosyal medyadan iyi bir talep var kitap olması için abi, dedim.
''-Sonunda onların ısrarı ile ben de, kitap olarak (göçerken bu dünyadan) gölgem kalsın diye buradayım.''
''-İnan bana, o kitap olarak çıkarmalısın diyenlerin bir çoğu, iş almaya gelince üşenecekler!'' dedi.
Ve sorduğum soruya : '' Evet biz yayın evi olarak buradan dünyanın her yerine kitap gönderebiliriz, gönderiyoruz.'' diye cevap verdi.
Sonuç olarak dostlarım, ''mektupları'' redaktöre gönderecekler. İsmail ağabey de, ilk fırsatta okuyacağını söyledi.
Artık o kapıdan içeri -sonunda- adım atıp, bismillah dedim ya, gerisinin geleceğine inanıyorum.
Hem eski bir dost, hem bulunduğum şehirde olması büyük avantaj doğrusu.
Öyle ya da böyle asgari sayı neyse sizler için ''hatıra'' babında kitap çıkar diye düşünüyorum.
Sizlerle paylaşmak istedim...
21 Mart 2019 Perşembe
Güneşi tutamadım gözbebeklerinde
Önce o mis kokulu karlar terk etti bu şehri...
Sonra toprak kokulu yağmurlar, ara sıra uğrar oldu bu şehre..
Gün çabuk döndü, ikindi kızıllığında toplandı bize dair ne varsa...
Sonra güneşi de tutamadım gözbebeklerinde...
Sevip özlediğim ne varsa birer birer gittiler...
O çok öykündüğüm yalnızlıkla, bakakaldık anılara...
biliyor musun ?
Ne zaman dokunsan ruhuma,
Şiir oluyorsun damağımda,
Kalıyorsun.
Kandırmıyorsun,
Belki de ağlatıyorsun...
Bugün yüksek volümde London Grammar dinliyorum.
Erişilmezliğin işkencesini çoğaltıyor, ama olsun.
...
Ne zaman laflasak seninle,
Şiirler sana cevabım oluyor.
Şiir şiir doğuyorum seninle,
Hayır !
Şiir şiir akıyorsun içime.
Şair yanıma da inanasım geliyor o zaman...
Garip bir aşinalık,alışkanlık,
Kimliğin,kimliğimmiş gibi...
...
Hem nefes kadar yakınımda,
Hem de bilinmez bir diyarın kadını...
...
Ne zaman aşk filmi izlemeyi çekse canım,seni de çeker...
Ya da ne zaman ruhum seni istese,
Aşk filmlerini bir yudum teselli niyetine izlerim.
Bahara kar kokusu düşer ya hani,
Çiy düşer bazı bazı...
Bana da sen düşüyorsun,düşler boyu,
Zamanlarca...
Şairin oluyorum,şiirim oluyorsun hece hece,
Sımsıcak...
Ve akıyorsun damarlarımda hayat gibi.
En çok da öpmeden dokunmayı sevdim seninle.
Her günüme ayrı bir mısrasın sen...
Ve bilmiyorsun,
Bir şiirden kaç dizeyi yazıp yazıp çıkardığımı..!
20 Mart 2019 Çarşamba
Faili meçhul aşk (kitabım geldi!)
İnsanlar vesilelerle tanışır, bazen tanıştığımız şiir olur, bazen de şiirler bizi yaklaştırır, yakınlaştırır, tanıştırır.
Biliyorum şimdi senin kitabın ne zaman çıkacak diyorsunuz. Sanırım elim değmiyor yayın evlerine müracaat etmeyi. Yapamayacağım mesleklerden biri de pazarlamacılık olsa gerek. Benim bir malım var alır mısınız diye iknaya yeltenmek bana göre değil. Sinan bey gibi de sosyal medya danışmanlarım yok ki, onlar ilgilensin. Belki de benim kitabım tıpkı Rüveyda gibi bir ütopya/hayal olarak kalacak.
''Sahildeki Şair/ Sinan Yıldızlı'' ile sohbet etme imkânı bulduk. Mütevazı insanları seviyorum. İki kitabını da gönderecekti kabul etmedim, çünkü ücret almayacaktı. Sonunda orta yolu bulduk, ilk kitabı hediye ikincisi ve basıma hazırlanan üçüncü kitabını inşallah bendeniz alacağım.
Kitabın 6. sayfasında :
''En sevdiğin renk siyah diye mi hayatımı karattın...'' diyor...
Şiir yolunuzda, şiirin tüm tonlarını yaşamanız ve yaşatmanız dileklerimle, daha nice yeni eserlere. Sonsuz teşekkürler, sevgiler...
''Fail'i aranıyorsa bu sevdanın,
illaki biri bütün günahı üstlenecekse,
evet kabul ediyorum tüm günah benim ve pişman değilim,
iyi ki hayallerime bulaşmış adın,
iyi ki yüreğinin köşebaşını mesken tutmuş serseri yüreğim,
iyi ki çizgisi olmuşsun avuçlarımın,
evet itiraf ediyorum,
suçlusu benim ortalıkta başı boş dolaşan şiirlerin,
ama sebebi de sensin bu çılgınca düşlerin,
yakmasaydın yanmazdım,
belki dokunmasaydın dudaklarıma,küllerimden doğmazdım,
Cihana bedel bir aşkın hücresine sevdalı tutsağıyım ben,
salma beni nefesinden bir adım öteye,
alışık değilim bilirsin içinde olmadığın hiçbir özgürlüğe, korkmuyorum hiçbir şeyden,sensizlikten korktuğum kadar,
bedeli can sa böyle sevmenin,
boynumu senden başka cellada teslim etmem bilesin,
sen üfledin ruhuma aşkın adını,
bak hala nefesinin buğusu var sol kulağımda,
varlığınla öyle bereketlendi ki bu gönül,
buğday saçlarının başakları filizlenir omuzlarımda,
evet itiraf ediyorum yüreğimi bu sevdaya sen teşvik ettin,
ayaklanmayı ben başlattım.''
Sinan Yıldızlı/Sahildeki Şair
15 Mart 2019 Cuma
13 Mart 2019 Çarşamba
Çalma, kendin olursun!
27 martta Şeker Portakalı'nın kitabından sonra filmini de izlemiştim. Sonra Tolstoy'dan ''Şeytan'', Çehov'un ''Düşmanlar'', Gorki'nin ''Kısa Öyküleri'', A.Christine ''Duvarın Gizlediği'', bir de ne için kitap olarak basıldığını anlayamadığım Herman hesse'nin mini kitabı ''Kent''in ardından, elimde bitmeyi bekleyen Platon'un ''Sokratesin Savunması'' adlı eser. Tabi İ.Ö 4.yy. ait bir savunma gerçekten Sokrat'a mı ait emin olamadan okuyorum.
Tolstoy'un ''Şeytan''ı için uzun makaleler,incelemeler yazılabilir. Cinsel dürtüleri ve şehvetine giydirdiği kendince makul mazeretine karşı verdiği irade savaşı ilginç idi ve doğrusu pek çok insanın yaşamında düştüğü handikaplardan...
*
Okurken altını çizip notlar yazmanın dışında, kitap bitince bu eser bana ne kazandırdı, ne anladım sorularını illa sorarım. Tabi okurun kültür birikimine, yaşına, ruh haline göre de değişkendir kitaptan alacakları ya da beklentilerinin zaman kaybına evrilmesi...
*
Şiir bahsinde de, herkes birbirinden etkilenir, yeni şiirler doğar bu etkileşimden. Bazen bir tek kelime, bir tek kelime mısra olur, tutamaz kendisini akar gider şiir olur.
Bazen de bir tını, bir ses, bir melodi, bir şarkı alır götürür, şiirsel bir eyleme dönüşür...
Şiir yazmak cidden Allah vergisi, bendenize de ''şair'' hatta ''üstat'' diyorlar ama şair olmak hele üstad olmak öyle kolay iş değil.
Kötü şiir yazın ama asla intihale, daha açığı hırsızlığa tevessül etmeyin!
Başkalarının sancılı zamanlarda doğurduğu kelimelere sahiplik yapmayın! Üvey kalan siz olursunuz, sonra size ait yazsanız da kimse inanmaz, yine bunu da nereden değiştirerek çaldı acaba sorusu sürekli canlı kalır! Ha başkasının duygusunu (şiirini) çaldınız, ha birine ait kasadan parasını, mücevherlerini...
Şair olunmaz, olmuyorsa zorlamayın, şairlerin şiirlerini altına isimlerini yazmak size kaybettirmez, bilakis kazandırır. Kişiliğinizi, dürüstlüğünüzü, insanlığınızı!
Hem başkalarına ait şiirleri isimleriyle paylaşmak da bir emek işidir, ve seçimleriniz kişiliğinizi, kalitenizi, duygularınızı yansıtır. Yani bir kaybınız yok!
Tolstoy'un ''Şeytan''ı için uzun makaleler,incelemeler yazılabilir. Cinsel dürtüleri ve şehvetine giydirdiği kendince makul mazeretine karşı verdiği irade savaşı ilginç idi ve doğrusu pek çok insanın yaşamında düştüğü handikaplardan...
*
Okurken altını çizip notlar yazmanın dışında, kitap bitince bu eser bana ne kazandırdı, ne anladım sorularını illa sorarım. Tabi okurun kültür birikimine, yaşına, ruh haline göre de değişkendir kitaptan alacakları ya da beklentilerinin zaman kaybına evrilmesi...
*
Şiir bahsinde de, herkes birbirinden etkilenir, yeni şiirler doğar bu etkileşimden. Bazen bir tek kelime, bir tek kelime mısra olur, tutamaz kendisini akar gider şiir olur.
Bazen de bir tını, bir ses, bir melodi, bir şarkı alır götürür, şiirsel bir eyleme dönüşür...
Şiir yazmak cidden Allah vergisi, bendenize de ''şair'' hatta ''üstat'' diyorlar ama şair olmak hele üstad olmak öyle kolay iş değil.
Kötü şiir yazın ama asla intihale, daha açığı hırsızlığa tevessül etmeyin!
Başkalarının sancılı zamanlarda doğurduğu kelimelere sahiplik yapmayın! Üvey kalan siz olursunuz, sonra size ait yazsanız da kimse inanmaz, yine bunu da nereden değiştirerek çaldı acaba sorusu sürekli canlı kalır! Ha başkasının duygusunu (şiirini) çaldınız, ha birine ait kasadan parasını, mücevherlerini...
Şair olunmaz, olmuyorsa zorlamayın, şairlerin şiirlerini altına isimlerini yazmak size kaybettirmez, bilakis kazandırır. Kişiliğinizi, dürüstlüğünüzü, insanlığınızı!
Hem başkalarına ait şiirleri isimleriyle paylaşmak da bir emek işidir, ve seçimleriniz kişiliğinizi, kalitenizi, duygularınızı yansıtır. Yani bir kaybınız yok!
12 Mart 2019 Salı
11 Mart 2019 Pazartesi
SMS !
Sabahlardan bir sabah.
Saat 06:44
Bir SMS!
Çocukluk arkadaşımdan olduğunu gördüm ama o bana bu saatte yazmaz!..
İTÜ Edebiyat mezunu ya, belki bir edebiyat!..
Belki bir latifesi var!
Çocukluk arkadaşım dediysem onlar benden en azı 2 yaş hep büyüktüler.
O daha fazla, sanırım 4 yaş falan
Minyon tipli, son derece sakin,
Efendi ve farklı merakları,hobileri olan,
Onca yıl ''bir kez'' bile beni ya da bir başkasını kırdığına şahit olmadığım dost...
Ne zaman semte gittiğimi duysa hemen koşup gelen,
Farklı dünya görüşlerimizin, mazimizi ve dostluğumuzu asla silemediği, zedelemediği bir adam!
Onun yanında birileri politikadan konuşsa hiç renk vermezdi, ben de sevmem eski dostlarımla politika konularını. Farklı dünya görüşleri fanatikler arasında dostluğu yok eder!
Sevdiğim,özlediğim bir ağabey ama biz ona ''abi'' demez, ismini söylerdik, çünkü mütevazı ve hep bizim seviyemizde yaşımızdaydı...
''Evlenmez bu adam artık!'' dediğimiz,ümidimizi kaybettiğimiz demlerde evlenmiş ve çocukları da olmuştu.
Geç evliliğin mahsurları konu olduğunda, ''kızımla parka gittiğimizde, amca ne güzel torunun var!'' diyorlar demiş, soran bakışlarla merak ettiğimizde, omuz silken bir ruh ile, ''tebessüm ediyorum sadece'' demişti.
Ama bu SMS'te ne edebiyat ne de bir latife saklıydı.
''Sevgili Eşim H...P... Hakkın Rahmetine kavuşmuştur.!''
Düşünsenize, sevdiğiniz birinin numarasından size başkası tarafından yazılmış bir mesaj...
10 dakika sonra son mesaj onun telefonundan :
''Cenazesi öğlen namazını takiben Şakirin camiinden kalkacaktır!''
Şaka gibi ama şaka değil!
Bir varmış bir yokmuş gibi!..
Aslında kaybettiğimiz kişiye ağlarken, bir yandan da kendi ölümümüze ağlarız, belki daha çok!
Anılarımıza ağlarız.
Ölümlü oluşumuza ve ne ile karşılaşacağımıza,ne ile karşılaştığına, bizi nereye götüreceklerine!
Gittiğin yerde, dünyadakinden daha huzurlu olursun inşallah canım arkadaşım!
İstanbul, bir ''İstanbul beyefendisini'' daha kaybetti!
9 Mart 2019 Cumartesi
7 Mart 2019 Perşembe
Sizden gelenler ''Maske!''
''Yaşamaktan gayrı mülkü olmayan ona yazıyorum.
Yüzünün dingin havzında yetişirdi nilüferler
Kokusu efsun
Kokusu hasret
Kokusu; içinde birikmiş kıyametler...
Haylaz çocuklar gibi kaçardı okuldan
Ardı sıra kovalardı mecruh bir kalp sesi
En çok bunu severdi
En çok bunu sevmezdi
Korkusu aşktı onun
Ve taktığı hırçınlık maskesi...
Elma çiçekleri
Kaktüsler
Kırk ikindiler
Kasımpatılar
Lavantalar biriktirirdi gönlünün defterinde.
Kiminde meyhoş eden rayiha
Kiminde öldürmeyen anılar vardı.
O en çok berfini sever
Onun gibi karda açardı...
Yaşamaktan gayrı mülkü olmayan ona yazıyorum.
Ona, korktuğu şeyi
bir de hırçınlık bırakıyorum...''
Önceki sesli şiirime atfen gelen enfes bir şiir.
Şiirin adını ''maske'' mi koysam, bilemedim ama gönderen kıymetli şair dostun şahsında, hepinizin mübarek regaip kandilini tebrik ediyorum.
Şiir sahibi bir isim gönderirse, seve seve değiştiririm.
6 Mart 2019 Çarşamba
özledim seni
Özledim seni...
Sonra bakışların,
Nefesimi kesen sesin geldi aklıma.
Nefesimi kesen sesin geldi aklıma.
Ve omuzlarına çağlayan saçların...
Evinizi de bilmiyordum ki,
Köşeden pencerene baksaydım,
Seni sayıkladım...
Kaldırımlar benimle üşüdü,
Payıma yine imkansız bir sokakta,
Beklemek düştü...
5 Mart 2019 Salı
Bir daha eşeklere hakaret etme!
''Sürekli aşktan konuşmayı, sürekli aşktan bahsetmeyi, sürekli aşkı beklemeyi, sürekli aşkı güzellemeyi nasıl beceriyorsunuz? sizin hiç mi varoluş sancınız, dünyevi kaygınız, derdiniz, tasanız, geçim sıkıntınız falan yok? eşek kadar insanlarsınız ya." demiş bir yerde birisi ortaya karışık!
Üzerime alınmak istedim ve bir kaç cümle yazayım dedim.
Çok şükür varoluş sancım yok, o sancıyı genelde kalbi şüphe içinde olanlar çeker ve sonra fazla çektiklerinden koparırlar imanla bağlarını. Bunlar da iki kısımdır; birinci kısım imandan nasipsiz olduğunu bilerek, deist, ateist, agnostik, komünist, sosyalist gibi etiketlere yaslanarak kendileri gibi olanlardan adeta güç alırlar (!)
Diğer kategoridekiler de, ''mülhid'' tanımında yer bulan, onca sesli/sessiz itirazlarına, bahanelerine rağmen kendilerini Müslüman sananlardır!
Bunlar da, İslami ne kadar değer, ölçü varsa pervasızca sorgular,bunun aklın gereği olduğu savı ile savrulduklarını fark etmezler. Kendi kıt akıllarında çizdikleri bir İslam vardır ve 14 asırlık sağlam nakil zincirine burun kıvırarak Amerika'yı yeniden keşfe çıkarken okyanusta boğulurlar!
Onlar kadim medeniyetimizin, muhteşem eserleri ile yetinmez,doymaz; ''yeni şeyler'' uyduran (!) güya dini asrın idrakine yeniden söyleyenleri muteber sayarak ''ehl-i sünnet vel cemaatin'' sağlam caddesinden çıkmaz sokaklara sapar, saplanır kalırlar. Sonra gelsin hadislerin sıhhatinden yola çıkarak ''uydurma'' yaftası ve ardından ayetlere kendi hevalarını söyletme sapkınlığı,cür'eti! Bunlardan öyleleri geldi geçti ki, iki surenin Kur'ana sonradan eklendiğini iddia edebilecek kadar derin araştırmacı bir Müslüman (!) idi.
Çok okumak marifet değil, doğru kitapları, güzel alimlerin eserlerini okumak akıllı kişinin kârı.
Yoksa kalkar ''Hz. Adem (as)'ın da babası vardı'' derekesinde hem kendinizi hem de peşinize taktığınız avanelerinizi esfeli safiline yuvarlarsınız!
Bunun dışında, dünyevi kaygım, şiddete meyyal cinayetlerin bolca işlendiği bu coğrafyada, ülkemin Suriye'ye çevrilme gayretkeşliği içinde durmadan çalışan müstevlilere uşaklık edenlerle aynı havayı teneffüs etmenin elemidir...Geçim sıkıntısı deyince de, ''elimi büsbütün sıkı tutan'' bir cimri olmadığım için kendimle iyi bir kul olamadığım yönünden mevcut.
Tasam'a gelince; son nefeste Allah'ın rızasına uygun güzel bir ölüm meselesinde düğümleniyor, başkaca bir tasam yok. Çünkü bu dünyada başımıza gelen her dert,keder taşıyabileceğimiz kadardır ve geçicidir.
Ve aşk!..
Allah (cc) ''bilinmeyi murat etti'' ilk önce de Ahmedi nuru (sav) muhabbet üzerine Muhammed ismiyle yaratıp, (sav) O'nun pak nurundan teferruat olarak bu alemi ve bizleri yarattı.
Eskiden mürşid kapısına gittiğinizde, şeyh efendi sorarmış; ''hiç aşık oldun mu?''
Cevap hayırsa, git önce mecaz bir aşk yaşa ki, kapımızda gerçek aşka erişesin, derlermiş.
Bu fakir de 40 sefer, 40 bin sefer ''aşk'' diyor, olur ki, bir gün dilimizden gönlümüze düşer de; yukarıda sayılan her şeyin aşksızlıktan neşet ettiği idraki zuhur eder.
Asıl geçim sıkıntısı, tasa, gamımız aşksızlığımızdan, vecdsizliğimizden, sevgisizliğimizden, şefkatsizliğimizden ve kendimizi, geçmiş günahlarımızı, hatalarımızı unutmamızdan değil mi..?
Hepimizin hataları, günahları,suçları yaptığımız anda alnımızda dijital olarak yazsa, kaçımız sokağa, başka bir insanın karşısına çıkabilirdik!?
Ve son olarak ''eşek kadar insanlarsınız ya." demiş çok bilen. Diyorum ki, keşke eşek kadar olabilseydim. O ne mübarek, vefakâr, cefakâr, çalışkan bir canlı.
Sana son bir şey diyeyim mi ehl-i kibir :
Eşekler bile günde 5 bin kere kendilerini yaratanı zikrederler aşk ile...
Bir daha eşeklere hakaret etme!
Üzerime alınmak istedim ve bir kaç cümle yazayım dedim.
Çok şükür varoluş sancım yok, o sancıyı genelde kalbi şüphe içinde olanlar çeker ve sonra fazla çektiklerinden koparırlar imanla bağlarını. Bunlar da iki kısımdır; birinci kısım imandan nasipsiz olduğunu bilerek, deist, ateist, agnostik, komünist, sosyalist gibi etiketlere yaslanarak kendileri gibi olanlardan adeta güç alırlar (!)
Diğer kategoridekiler de, ''mülhid'' tanımında yer bulan, onca sesli/sessiz itirazlarına, bahanelerine rağmen kendilerini Müslüman sananlardır!
Bunlar da, İslami ne kadar değer, ölçü varsa pervasızca sorgular,bunun aklın gereği olduğu savı ile savrulduklarını fark etmezler. Kendi kıt akıllarında çizdikleri bir İslam vardır ve 14 asırlık sağlam nakil zincirine burun kıvırarak Amerika'yı yeniden keşfe çıkarken okyanusta boğulurlar!
Onlar kadim medeniyetimizin, muhteşem eserleri ile yetinmez,doymaz; ''yeni şeyler'' uyduran (!) güya dini asrın idrakine yeniden söyleyenleri muteber sayarak ''ehl-i sünnet vel cemaatin'' sağlam caddesinden çıkmaz sokaklara sapar, saplanır kalırlar. Sonra gelsin hadislerin sıhhatinden yola çıkarak ''uydurma'' yaftası ve ardından ayetlere kendi hevalarını söyletme sapkınlığı,cür'eti! Bunlardan öyleleri geldi geçti ki, iki surenin Kur'ana sonradan eklendiğini iddia edebilecek kadar derin araştırmacı bir Müslüman (!) idi.
Çok okumak marifet değil, doğru kitapları, güzel alimlerin eserlerini okumak akıllı kişinin kârı.
Yoksa kalkar ''Hz. Adem (as)'ın da babası vardı'' derekesinde hem kendinizi hem de peşinize taktığınız avanelerinizi esfeli safiline yuvarlarsınız!
Bunun dışında, dünyevi kaygım, şiddete meyyal cinayetlerin bolca işlendiği bu coğrafyada, ülkemin Suriye'ye çevrilme gayretkeşliği içinde durmadan çalışan müstevlilere uşaklık edenlerle aynı havayı teneffüs etmenin elemidir...Geçim sıkıntısı deyince de, ''elimi büsbütün sıkı tutan'' bir cimri olmadığım için kendimle iyi bir kul olamadığım yönünden mevcut.
Tasam'a gelince; son nefeste Allah'ın rızasına uygun güzel bir ölüm meselesinde düğümleniyor, başkaca bir tasam yok. Çünkü bu dünyada başımıza gelen her dert,keder taşıyabileceğimiz kadardır ve geçicidir.
Ve aşk!..
Allah (cc) ''bilinmeyi murat etti'' ilk önce de Ahmedi nuru (sav) muhabbet üzerine Muhammed ismiyle yaratıp, (sav) O'nun pak nurundan teferruat olarak bu alemi ve bizleri yarattı.
Eskiden mürşid kapısına gittiğinizde, şeyh efendi sorarmış; ''hiç aşık oldun mu?''
Cevap hayırsa, git önce mecaz bir aşk yaşa ki, kapımızda gerçek aşka erişesin, derlermiş.
Bu fakir de 40 sefer, 40 bin sefer ''aşk'' diyor, olur ki, bir gün dilimizden gönlümüze düşer de; yukarıda sayılan her şeyin aşksızlıktan neşet ettiği idraki zuhur eder.
Asıl geçim sıkıntısı, tasa, gamımız aşksızlığımızdan, vecdsizliğimizden, sevgisizliğimizden, şefkatsizliğimizden ve kendimizi, geçmiş günahlarımızı, hatalarımızı unutmamızdan değil mi..?
Hepimizin hataları, günahları,suçları yaptığımız anda alnımızda dijital olarak yazsa, kaçımız sokağa, başka bir insanın karşısına çıkabilirdik!?
Ve son olarak ''eşek kadar insanlarsınız ya." demiş çok bilen. Diyorum ki, keşke eşek kadar olabilseydim. O ne mübarek, vefakâr, cefakâr, çalışkan bir canlı.
Sana son bir şey diyeyim mi ehl-i kibir :
Eşekler bile günde 5 bin kere kendilerini yaratanı zikrederler aşk ile...
Bir daha eşeklere hakaret etme!
4 Mart 2019 Pazartesi
Seni seviyorum...
- Seni seviyorum...
- Ben de seni...
Olmadı..!Türkçemiz içinde var olan, ''ben de'' çok yerde pratik,kestirme bir konuşma biçimidir ve pratikliği konuşmada tasarruf sağlar..''Dahi'' yerine kullanılır.
Ama,
Fakat,
Lâkin..
İş bu ''seni seviyorum'' a gelince,
Bu noktada durup, derin düşünmek gerekir.
Seni seviyorum..defalarca söyle israf olmaz..
''Ben de...'' ne..?
Aşırı söyleyip eskitme/etkisizleştirme ama söylediğin zaman hem hissettir, hem de cümleyi "tam" söyle, üşenme!
-Seni seviyorum...
-Seni seviyorum...
- Ben de seni...
Olmadı..!Türkçemiz içinde var olan, ''ben de'' çok yerde pratik,kestirme bir konuşma biçimidir ve pratikliği konuşmada tasarruf sağlar..''Dahi'' yerine kullanılır.
Ama,
Fakat,
Lâkin..
İş bu ''seni seviyorum'' a gelince,
Bu noktada durup, derin düşünmek gerekir.
Seni seviyorum..defalarca söyle israf olmaz..
''Ben de...'' ne..?
Aşırı söyleyip eskitme/etkisizleştirme ama söylediğin zaman hem hissettir, hem de cümleyi "tam" söyle, üşenme!
-Seni seviyorum...
-Seni seviyorum...
2 Mart 2019 Cumartesi
ne kolay yaşıyorsun! / bu da seslisi
''Uzun zaman oldu yeni bir sesli şiir okumaz oldunuz.''diye serzenişte bulunan dostlar için 2016 da karaladığım bir şiirimi dün seslendirdim.
Dinlemek için linke tıklayabilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=CM-AFLQFA3M
*
1000 kitap sitesinden vefalı dostlarıma aleyküm selam diyorum, selamlarınızı görüyor, alıyorum. Dediğim gibi her fırsatta sizleri takip edip okuyorum. Bunun için hesap açıp, üye olmam gerekmiyor! Orada güzel dostlar biriktirmenin mutluluğu tarif edilmez bir güzellik.
Ve Murat Mesut'tan iletilerinize de ayrıca tekrar çok teşekkürlerimle keyifli okumalar diliyorum.
1 Mart 2019 Cuma
belli ki...
yüzünde çocuk gülücükleri hâlâ durur senin.
belli ki, zamanında açmaya fırsatın olmamış...
şimdi öpüyorum o çocuk gülüşlerinden ey nazenin,
belli ki, seni bir öpen de olmamış...
belli ki, zamanında açmaya fırsatın olmamış...
şimdi öpüyorum o çocuk gülüşlerinden ey nazenin,
belli ki, seni bir öpen de olmamış...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)