''Sürekli aşktan konuşmayı, sürekli aşktan bahsetmeyi, sürekli aşkı beklemeyi, sürekli aşkı güzellemeyi nasıl beceriyorsunuz? sizin hiç mi varoluş sancınız, dünyevi kaygınız, derdiniz, tasanız, geçim sıkıntınız falan yok? eşek kadar insanlarsınız ya." demiş bir yerde birisi ortaya karışık!
Üzerime alınmak istedim ve bir kaç cümle yazayım dedim.
Çok şükür varoluş sancım yok, o sancıyı genelde kalbi şüphe içinde olanlar çeker ve sonra fazla çektiklerinden koparırlar imanla bağlarını. Bunlar da iki kısımdır; birinci kısım imandan nasipsiz olduğunu bilerek, deist, ateist, agnostik, komünist, sosyalist gibi etiketlere yaslanarak kendileri gibi olanlardan adeta güç alırlar (!)
Diğer kategoridekiler de, ''mülhid'' tanımında yer bulan, onca sesli/sessiz itirazlarına, bahanelerine rağmen kendilerini Müslüman sananlardır!
Bunlar da, İslami ne kadar değer, ölçü varsa pervasızca sorgular,bunun aklın gereği olduğu savı ile savrulduklarını fark etmezler. Kendi kıt akıllarında çizdikleri bir İslam vardır ve 14 asırlık sağlam nakil zincirine burun kıvırarak Amerika'yı yeniden keşfe çıkarken okyanusta boğulurlar!
Onlar kadim medeniyetimizin, muhteşem eserleri ile yetinmez,doymaz; ''yeni şeyler'' uyduran (!) güya dini asrın idrakine yeniden söyleyenleri muteber sayarak ''ehl-i sünnet vel cemaatin'' sağlam caddesinden çıkmaz sokaklara sapar, saplanır kalırlar. Sonra gelsin hadislerin sıhhatinden yola çıkarak ''uydurma'' yaftası ve ardından ayetlere kendi hevalarını söyletme sapkınlığı,cür'eti! Bunlardan öyleleri geldi geçti ki, iki surenin Kur'ana sonradan eklendiğini iddia edebilecek kadar derin araştırmacı bir Müslüman (!) idi.
Çok okumak marifet değil, doğru kitapları, güzel alimlerin eserlerini okumak akıllı kişinin kârı.
Yoksa kalkar ''Hz. Adem (as)'ın da babası vardı'' derekesinde hem kendinizi hem de peşinize taktığınız avanelerinizi esfeli safiline yuvarlarsınız!
Bunun dışında, dünyevi kaygım, şiddete meyyal cinayetlerin bolca işlendiği bu coğrafyada, ülkemin Suriye'ye çevrilme gayretkeşliği içinde durmadan çalışan müstevlilere uşaklık edenlerle aynı havayı teneffüs etmenin elemidir...Geçim sıkıntısı deyince de, ''elimi büsbütün sıkı tutan'' bir cimri olmadığım için kendimle iyi bir kul olamadığım yönünden mevcut.
Tasam'a gelince; son nefeste Allah'ın rızasına uygun güzel bir ölüm meselesinde düğümleniyor, başkaca bir tasam yok. Çünkü bu dünyada başımıza gelen her dert,keder taşıyabileceğimiz kadardır ve geçicidir.
Ve aşk!..
Allah (cc) ''bilinmeyi murat etti'' ilk önce de Ahmedi nuru (sav) muhabbet üzerine Muhammed ismiyle yaratıp, (sav) O'nun pak nurundan teferruat olarak bu alemi ve bizleri yarattı.
Eskiden mürşid kapısına gittiğinizde, şeyh efendi sorarmış; ''hiç aşık oldun mu?''
Cevap hayırsa, git önce mecaz bir aşk yaşa ki, kapımızda gerçek aşka erişesin, derlermiş.
Bu fakir de 40 sefer, 40 bin sefer ''aşk'' diyor, olur ki, bir gün dilimizden gönlümüze düşer de; yukarıda sayılan her şeyin aşksızlıktan neşet ettiği idraki zuhur eder.
Asıl geçim sıkıntısı, tasa, gamımız aşksızlığımızdan, vecdsizliğimizden, sevgisizliğimizden, şefkatsizliğimizden ve kendimizi, geçmiş günahlarımızı, hatalarımızı unutmamızdan değil mi..?
Hepimizin hataları, günahları,suçları yaptığımız anda alnımızda dijital olarak yazsa, kaçımız sokağa, başka bir insanın karşısına çıkabilirdik!?
Ve son olarak ''eşek kadar insanlarsınız ya." demiş çok bilen. Diyorum ki, keşke eşek kadar olabilseydim. O ne mübarek, vefakâr, cefakâr, çalışkan bir canlı.
Sana son bir şey diyeyim mi ehl-i kibir :
Eşekler bile günde 5 bin kere kendilerini yaratanı zikrederler aşk ile...
Bir daha eşeklere hakaret etme!