Bir kitabı almadan önce ön/arka kapak, ön söz, varsa kaynakça vs. bakar ve bu kitap bana ne verebilir sorusunu mutlaka sorarım.
Sonuçta ben ona en değerlilerimden zamanımı vereceğim.
Bitirince de aynı soruyu sorarım; ne aldım?
Doğunun Kafka'sı olarak adlandırılan, İran Edebiyatının en iyi psikoloji roman yazarı Sadık Hidayet'e (doğumu: 1903) ait bir kitabı tavsiye üzerine okudum.
Romanda süt kız kardeşi ile evlenen ya da oyuna getirilip evlendirilen, karısının kaçışından sonra bir ara kayın biraderini gördüğünde dudaklarını ablasına benzetip şehvetle öpen, dadısına kendisi üzerine sinsice şehvetini tatmin iftirası atabilen, din Allah inancı bahsinde imansızlığını kutsalımıza hakaret boyutunda seslendirmekten çekinmeyen (sanırım bu sebeple İran'da kitabı yasak!) yazarı okurken ruhumun kirlendiğini hissettim. 88 sahife olmasa çoktan yarıda bırakırdım! Hele 58. sayfa tam bir rezalet, kutsala hınçlı bir saldırı!
Güçlü bir kalem, Sadık Hidayet. Yazarken size adeta sinema gibi, hatta daha derinden yaşatıyor. Kabiliyetini keşke güzel eserler vererek kullansa; keşke afyon,içki ile uyuşturduğu canına, bir evde güzel elbiseler giyip, hava gazını açarak intihar ederek gitmeseydi.
Yazara ait hiç bir kitabı okumama kararı ile, masamda olan bu kitabı birazdan imha ile, benden sonra birisinin okuma risk ve vebalinden kurtulacağım!
Kitap bitince bana ne verdi sorusunu sordum; çok şükür sapkın fikirlerimiz yok, çok şükür Allah'a ve indirdiklerine şeksiz şüphesiz imanımızla huzurluyuz, çok şükür kötü alışkanlıklara müptela olmadık. Kalan ömrümüzde de defterimizi salih fiiller, iyilikler ve imanla kapatma, umudu ve azmindeyiz.