Fotoyu senin bahçende çektim.
Gittiğin bugün 2 ay oldu!
Hayatın lezzeti de gitti...
Yaşama sevincimiz çekildi...
40 gün 40 mum yakar insanın yüreğini, her gün 1'i söner ve en son 1'i kalan ömre demişlerdi...
Bizim acımız niye hâlâ sönmedi anne!
Sönmesini de istediğimi sanmıyorum aslında, en azından kendi adıma...
Yanımdaymışsın gibi seninle konuşsam, psikopata bağladı derler mi? Ama arada kendimle konuşuyorum yalan yok!
Canım kendim diyorum, ona arada senin sevdiğin şeyleri yedirmeye başladım. Sen seviyorsun, senin ruhuna da değer diye kolay ikna ediyorum "canım kendimi"
Merak etme anneciğim, senin kadar titiz olmasam da evimiz tertemiz. Geçen tül perde değiştim. Her defasında değişim tarihlerinde tatlı tatlı tartışırdık. Bazen "daha erken, boş ver daha geçsin" derken bazen de "hani oldu zaten" diye bakış atardın.
Şimdi işler çabuk bitiyor, kilo aldım, hateketsizlikten. Yürüyüş de istemiyor canım.
Kendime rüşvet verip yürütüyorum, yolda dondurmacı var da...
Akşam çaylarımıza yeni yeni başladım. Tatlılardan uzak duruyorum. Terasta gün batımları, baktım idam sehpası gibi...
Ne zaman yatıp kalktığım belli değil.
3-5 gün bu evde daha önce bu dünyada hiç duymadığım sarhoş edici bir koku yayılıyordu. Senin geldiğine, beni dolaştığına işaret saydım. Ta ki kardeşime söyledikten sonra bir daha o kokuyu duyamadım. Ah benim aptal kafam dedim. Müjde, teselli öyle güzeldi ki..
Rüyalarımızı aksatma anne.
Biz de sana her fırsatta geliyoruz.
Daha bu sabah son turfandan ile telefonda sümük yaptık.
Buralarda kuru gün yok anne.
Buralarda boşluğun dolmuyor anne...
Keşke sen de yazabilseydin...
Keşke sen de...